IŞİD ve Kürdistan

Olaylar
Mehmet Barlas / Mevlana ve Yunus Emre zaman tüneline girselerdi Gülen Örgütü’nün yayın organını yöneten görevli, katıldığı bir televizyon programında gerçekten ilginç şeyler söylemiş… ...
EMOJİLE

Mehmet Barlas / Mevlana ve Yunus Emre zaman tüneline girselerdi

Gülen Örgütü’nün yayın organını yöneten görevli, katıldığı bir televizyon programında gerçekten ilginç şeyler söylemiş… 

Şöyle demiş mesela: 

– Sayın Fethullah Gülen Hocaefendi’ye büyük bir zulüm ve gadredildiğini düşünüyorum. Bunu söylemeye mükellefim. Bu insan 13’üncü asra gitseydi Mevlana olurdu. Mevlana bugün gelseydi Fethullah Gülen olurdu. Bu insan 13’üncü asra gitseydi Yunus olurdu… Yunus gelseydi Fethullah Gülen olurdu.

Kişileri hayal dünyasındaki bir zaman tüneline sokup, onların başka bir zeminde ve zamanda nasıl davranacaklarını kestirmek, film senaryolarında ve romanlarda kullanılan bir tarzdır. Ama bu tarzı güncel siyasetin koşulları içinde uygulamayı denediğinizde, tutarsızlıklarla karşılaşabilirsiniz.

Kimseye kin tutmayız 

Örneğin Mevlana bugün gelseydi Pensilvanya’da mı yoksa Konya’da mı yaşamayı tercih ederdi? Ya da “Sayın Fethullah Gülen Hocaefendi” 13’üncü yüzyılda yaşasaydı, Moğolların başkenti Karakurum’da yaşamak için göçmenlik başvurusunda mı bulunurdu?

Acaba Yunus Emre bugün gelseydi, tele-beddualarla dünyaya yaklaşmak yerine yine eski söylemleri ile mi bakardı dünyaya? 

“Biz kimseye kin tutmayız,/ Ağyar dahi dosttur bize./ Kanda ıssızlık var ise/ Mahalle vü şardır bize/ Adımız miskindir bizim,/ Düşmanımız kindir bizim./ Biz kimseye kin tutmayız,/ Kamu âlem birdir bize.”

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Emre Aköz / IŞİD ve Kürdistan

Haber önemli. ABD savaş uçakları, Kürt şehri Kobani’yi kuşatan IŞİD güçlerini bombalamıştı. 

Denebilir ki: “Bunun nesi önemli? ABD ve ortakları, her gördükleri yerde IŞİD’i vurmayacak mıydı zaten?”

Ünlü sözü hatırlayın. “Savaş, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir…” 

Elbette bombardıman da bu temel fikre dahil: Kimi bombalıyorsun? Ne zaman bombalıyorsun? Ne kadar bombalıyorsun? Ve kimi bombalamıyorsun?

ABD ve ortaklarının, Irak ve Suriye’ye yayılmış olan, IŞİD kontrolündeki koskoca bir alanı bombalaması mümkün değil. O halde hedefler arasında öncelikler oluşturulacak. Daha önceki bombardımanların, IŞİD’in saldırdığı, Kürtlerin direndiği Kobani ve civarına yapılmaması, Kürt kesimini çok tedirgin etmişti.

Kürt güçleri bir miktar zayiat verecek; kadınlar, çocuklar, yaşlılar perişan olacak ama… Ben ABD’nin Kürt siyasetini terk edeceğini sanmıyorum.

Bu siyasetin temel noktalarını, bu meseleleri yakından bilen emekli orgeneral Edip Başer hatırlattı:

“ABD büyük devlet olmanın verdiği güvenle ana politikalarını saptar ve o politikanın uygulanması için parçaları adım adım yerine koyar” dedikten sonra, ABD’nin Büyük Kürdistan projesinden vazgeçmediğini söylüyordu Başer (Hürriyet, 22 Eylül)

Bu fikrini ayrıca şöyle güçlendiriyordu: “ABD artık, Boğazları elinde tutan bir Türkiye’ye, petrol bölgelerine hâkim ve İsrail’in güvenliği açısından hayati olan bir Kürdistan’ı tercih eder…”

Bu analiz eleştirilebilir ama IŞİD ile arazide savaşacakların başında Kürtlerin geldiğini herhalde kimse reddetmez. 

O halde ABD’nin sadece bu sebeple bile zor durumdaki Kürtleri ferahlatacak bir hava operasyonuna girişmesi gayet normaldir.

ABD ile aynı çizgide değiliz 

Biraz da kendimizden söz edelim… Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen gün şöyle demişti: “Bölücü terör örgütünün Suriye kolunun (PYD) da içinde bulunduğu bir çözüm olması lazım.”

Bu fikre göre, IŞİD ile birlikte, PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin de bombardımanın hedefi olması gerekiyordu.

Ancak Erdoğan’ın önerisi, ABD’nin yakın vadede IŞİD, orta vadede ise Kürdistan planlarıyla uyuşmuyor. ABD, IŞİD ile mücadele edecek bir PYD’nin gücünü niye kırmaya çalışsın?

Belli ki ABD’nin Ortadoğu’da kurmaya çalıştığı yeni düzeni Ankara görüyor ve onun hiç olmazsa bir kısmını (yani haritalar değişmeden kurulamayacak olan ‘Büyük Kürdistan’ı) engellemeye çalışıyor.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Mahmut Övür / Kobani ve Kürt siyaseti

Kürtler 100 yılı da aşan bir süredir kendi coğrafyalarında derin acılar yaşıyor. Farklı ülkelerin sınırları içinde kalsalar da bu kaderleri hiç değişmedi.

Sadece son dönemde Irak’taki özel durum ve Türkiye’nin demokratikleşme yolculuğu ve çözüm sürecinin devreye girmesiyle Kürtlerin bir kısmı rahat bir nefes alabildi. Ancak bu durumun küresel ve bölgesel güçleri rahatsız ettiği de bir gerçek.

Maliki’nin dışlayıcı siyaseti, Esad’ın Suriye’yi kan gölüne çevirmesi, IŞİD’in devreye girmesi ve Türkiye’ye yönelik algı operasyonları bu rahatsızlığın bir yansıması.

Özellikle IŞİD saldırılarının önce Erbil’e sonra da Kobani’ye yönelmesi Kürtler kadar, Türkiye’yi de hedef alıyor. Ama ne yazık ki bu gerçeği, Kürt siyasi aktörleri görmezden geliyor. Sol ve milliyetçi destekli Kürt siyasi aktörlerinin son birkaç günde yaptıklarına bakın. Sabah akşam, Kobani’ye saldıran IŞİD terörü üzerinden Türkiye’ye vuruluyor.

Önce Suriye Kürtlerine “Türkiye sınırlarını açmayacak” denilerek gerilim siyaseti izlendi. Bu tutmayınca, bu kez de Paralel yapı misali yalan haberlerle IŞİD’e Türkiye’nin silah yardımı yaptığı servis edildi. Hem de ne yalanlarla…

İlginçtir bu yalanları söyleyenlerin ortak hedefi de “Çözüm süreci.” Ağzını açan sevinç çığlıkları atarak “çözüm süreci bitti” diyor. Kürtlerin bu öngörüsüz siyasi aktörlere mahkûm olması artık kaderleri olmamalı.

Çünkü ortada garip bir durum var. Türkiye’de çözüm sürecine Kürtlerin yüzde 90’ı destek veriyor. Suriye’de ise IŞİD teröründen kaçan binlerce Kürt, tıpkı Esad diktatörlüğünden kaçan Araplar gibi Türkiye’ye sığınıyor. Kürt siyasi aktörleri ise “çözüm süreci bitti” ve “AKP faşizmi Kobani’ye saldırıyor” gibi ucube sloganlar atmaktan öte bir şey yapmıyor.

Bu da, HDP’liler dahil Kürt siyasi aktörlerinin bölgeyi doğru analiz edemediğini gösteriyor. Ayrıca halkın beklentilerinden de haberdar değiller.

IŞİD’i doğuran zemin ve arkasındaki stratejik akıl bir yana artık ABD öncülüğündeki uluslararası güçler Suriye’ye girdi ve IŞİD merkezleri bombalanıyor. Türkiye ise Suriye’deki diktatörlüğe dikkat çekerek sürece dahil olacağını açıkladı. Ve bir şey daha yaptı: Türkiye’nin Rojava’ya düşmanca değil dostça baktığını açıkladı. Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’de yaptığı açıklama Kürt siyasi aktörlerinin ezberini bozacak nitelikte. 

“IŞİD sorununun ortadan kalkması için Suriye’deki sorunun hesaba katılması lazım. Irak’ta da böyle düşünmek lazım. Hatta bölücü terör örgütünün Suriye kolunun (PYD) da içinde bulunduğu bir çözüm olması lazım.”

Gördüğünüz gibi Türkiye, Kürt siyasi aktörlerinin eksine, PYD gerçeğini görmezden gelmiyor çözümün içinde olması gerektiğini söylüyor. Siyasetin önünü açan “Çözüm Süreci”nin ruhu da bunu öngörüyor.

Buna rağmen, o çevreler dün “Türkiye IŞİD’le kol kola”, bugün ise “uluslararası güçlerle birlikte” diyerek “çözüm süreci”nin bittiğini ilan ediyor.

İyi de artık bir karar verin hangisi doğru?

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Haşmet Babaoğlu / Hangisi başarılı oldu ki, bu olsun!

Hayallere kapılmanın bir anlamı yok! 

11 Eylül sonrasında ABD’nin (isterseniz buna “koalisyon güçleri” veya NATO falan da diyebilirsiniz) askeri operasyon yaptığı coğrafyalarda ot bitmiyor!

Başta Afganistan ve Irak harekâtları olmak üzere bu operasyonlar sonucunda vaat edilen hedeflere ulaşıldığını gören var mı?

Demokrasi ve hürriyet geldi mi?

Onları da geçtim, en basit haliyle istikrar denen şey sağlanabildi mi? Ne gezer! 

Tersine…

Sosyal çatışmalar büyüdü; dini, etnik ve politik ayrılıklar keskinleşti ve operasyonun hedefi olarak gösterilen terörizm kendine daha geniş bir toplumsal kaynak buldu.

En kötüsü de, o coğrafyalar kültürel ve tarihsel derinliklerini kaybettiler; “çölleşme” sürecine girdiler.

Peki şimdi hedef IŞİD canileri diye operasyona olumlu bakmaya mecbur muyuz? 

Aradan bir süre geçtikten sonra yine oturup ABD’nin hesaplamadığı sonuçlarla karşılaştığını mı iddia edeceğiz?

Saflıkta bu kadar da ısrar edilmez ki! 

Belki de bütün bunlar orta vadeli bir plan ve hesabın bir parçası…

Ya da denilebilir ki, bizzat ABD’nin kendisi yarattığı çifte standardın mahkûmu! 

***

Bush savaşları üzerine uzmanlaşan ve 2011’de yazdığı “Birleşik Korku Devletleri” adlı kitabıyla dikkati çeken Tom Engelhardt geçenlerdeki yazısında IŞİD’in müdahaleden memnun kalabileceğini ima ediyordu. (How America Made Isis, ICH, September 03, 2014) 

Neden?

Çünkü Taliban örneğinde de gördük; bu türden operasyonlar “aşırı uçlar”ın direniş yoluyla toplumsal merkeze taşınmasına imkân veriyor.

Engelhardt’a göre, James Folley’in kafasının kesilmesi videosu çok düşündürücü bir olay.

Öyle ya, IŞİD’i yönetenler Hollywood standartlarında bir mizansenle dünya kamuoyuna sunulan bu infazın süpergücü üzerine çekeceğini hesap edememiş olabilir mi?

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Ali Bayramoğlu / Kürt kozu, demokrasi kozu ve tam zamanıdır

Dış politika ‘çok aktörlü’, bilinmeyen ve kestirilmez yönü çok, çıkar ve faydanın cirit attığı, güç faktörünün tayin edici olduğu bir alan. Stratejileri, iktidar ilişkilerini kaçınılmaz kılan bir iddia alanı, risk ve güvenlik alanı.

Bu alan, hataları, çelişkileri, çelişkili hamleleri kaçınılmaz kılar.

Türkiye’nin Ortadoğu politikasının doğruları, ‘siyasetin erdemi’ ve ‘demokratik rasyonalite’ gibi iddiaları yanında, bunlara oranla çelişkili ve sorunlu iki tutumu, iki hatası oldu.

Esad rejiminin kısa vadede yıkılacacağı değerlendirmesi bunlardan birisiydi.

Bu değerlendirme hatası Türkiye’yi ileri, riskli adımlar atmaya itti. Esad rejimine karşı mücadele eden muhaliflere, örneğin El Nusra ve IŞİD gibi örgütlere karşı tolerans bu adımların başında geliyordu. Esad rejimi dirençli çıktıkça bu örgütlele kurulan sorunlu ve yanlış ilişki daha sorunlu ve yanlış hale geliyordu.

Bu adımlar hem Türkiye’nin deklare ettiği prensiplerle çelişiyor, hem Türkiye’yi hakettiğinden öte bir imaja doğru sürüklüyordu. Şii hattı, o hattın arkasında duran Rusya, Çin karşısında Türkiye birkaç Körfez ülkesiyle birlikte, geri duran Batı da dikkate alınacak olursa, diğer hattın ön cephedeki gücü görüntüsü kazanıyordu. İhvan ve Hamas’a verdiği destek, Maliki karşısında aldığı haklı tavırla ortaya atılan Sünnicilik iddiası biraz da bu çerçevede pekişti.

Hatanın tek sonucu bu olmadı.

Türkiye şu ya da bu düzeyde, şu ya da bu şekilde IŞİD gibi örgütlerin bu bölgede yerel dinamikler, çatışmalar ve egemenlik kavgaları içerisine girerek kök salmalarına katkıda bulunmuş oldu.

Diğer hata da tam bu noktada ve bu sorumluluklarla karşımıza çıkar.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Cem Küçük / IŞİD satrancında Türkiye piyon değildir!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerika ziyaretleri devam ediyor. Erdoğan New York’a bakan, bürokrat, gazetecilerden oluşan büyük bir heyetle geldi. Akif Beki’nin yazdığına göre protokolde olmamasına rağmen işadamlarının bir kısmı New York’a gelmiş. Gezinin önemli bölümü IŞİD’e ayrılmış durumda. Bütün temaslar bu yönde yapılıyor.

Oraya geçmeden önce birkaç hususun altını çizmekte fayda vardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyaset anlayışı ve çevresine bakışı özetleyen bir durum var. ABD’ye giden heyette bakanlar, bürokratlar ve gazeteciler dışında sadece iki milletvekili vardı. Biri Binali Yıldırım, diğer Egemen Bağış. Binali Bey İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayıydı. Kazanamadı ama Erdoğan onu hep yanında tuttu. Aynı şekilde Egemen Bağış da 17 ve 25 Aralık süreçlerinden sonra hep Erdoğan’ın yanındaydı. Bu iki isim tüm fitne ve komplolara rağmen sadakatlerinden ödün vermediler. Sürekli hizmet ettiler.

Yalpalayanlara, ikili oynayanlara, korkup kaçanlara bu süreçte çok şahit olduk. Erdoğan ikili oynayanlara çok net mesaj veriyor. Dava arkadaşlarını asla yalnız bırakmıyor. Sadakati, liyakati önemsediğini dosta düşmana gösteriyor. Hem Binali Yıldırım hem de Egemen Bağış’ın duruşları örnek olmalı.

Yeniden IŞİD’e gelirsek. Erdoğan, Amerika’nın en önemli düşünce kuruluşu CFR’de (Dış İlişkiler Konseyi) bir konuşma yaptı. Orada verdiği mesajlar çok önemliydi. Arap Baharı’ndan Suriye meselesine kadar geçmişte yapılan hatalardan alınamayan politik duruşları iyi özetledi Erdoğan.

Örneğin şu cümlelerin altını iyi çizmek lazım: ‘İsrail-Filistin meselesini en başından itibaren yakından takip ediyoruz ve taraflarla her zaman yakın irtibatımız oldu. Bu meselede de İsrail’e ve çözümde etkisi olabilecek taraflara sürekli doğru uyarılar yaptık. Libya’da bugün yaşanan olaylar, öngörülemez olaylar değildi. Mısır’da yaşanan ve bütün bölgenin vicdanını yaralayan olaylar, göstere göstere geldi. Suriye krizi, modern dünyanın ilgisizliği nedeniyle arkasında yüzbinlerce masum insanın cansız bedenini, 6 milyona yakın insanın yer değiştirmesini bırakmış, maalesef modern dünyanın ilgisizliği nedeniyle adım adım tırmanan bir trajediye dönüşmüştür. Aynı şekilde Irak’ta, önceki yönetimin uzlaşmaz, bencil, sorumsuz tavırları, ortaya çıkan bugünkü tablonun mimarı olmuştur. Filistin meselesi, sadece Filistin’i değil; yeryüzündeki tüm Müslümanları ve tüm vicdan sahibi insanları derinden etkileyen bir meseledir.’

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Süleyman Seyfi Öğün / Taş atan yetişkinler

Türkiye’de artık mahalle hayâtı kalmadı. Bizim nesil mahalle hayâtını, geleneksel orijinalitesi içinde yaşayan son nesil olsa gerekir.

Mahalle, kendi içinde yüz yüze ilişkilerin son derecede sıcak olduğu, dayanışmanın ise en üst düzeyde yaşandığı bir mekândı. Ama, mahalleler arası ilişkilerde durum değişirdi. Dayanışmanın yerini; yabancılama ve gerilim alırdı. Mahalleler arası ilişkiler rekâbete, daha ileride ise husûmete açıktı. Bu durum en fazla da çocukların âleminde kendisini hissettirirdi. Kavgayla bitmeyen mahalle-mahalle maç hemen hemen yok gibidir.

Mahalle-mahalle kavgalar genellikle taş atma eyleminde kendisini gösterirdi. Onun için bizim nesilden insanların pek çoğunun başında, o günlerinin hatırasını taşıyan, üzerinde artık saç bitmeyen yara izleri vardır.

Taş atmak, çocukça bir şiddet örneğidir. Çocukluğun masûmiyeti içinde, kaybolur gider ama; aslında bu hiç de sevimli olmayan bir durumdur. Gelin görün ki, birkaç olay, özünde şiddet olan bu işi estetize etmeye yol açtı. Bunlardan ilki, Filistinli çocukların intifâdada oynadıkları roldü. Filistinli çocuklar, tepeden tırnağa silâhlı İsrâil askerlerini taşlıyordu. Merhum Arafat, onlar için ‘benim küçük generallerim’ diyordu. Çocukların varlığı, her ortama bir mâsumiyet ve sempati taşır. Taş atan çocukları izleyen dünyâ kamuoyu da, bundan etkilendi. Filistin dâvasına sempati duymaya başladı.

Doğrusu, bütün vicdânımla Filistin dâvâsının yanında olmakla birlikte, o günlerde de bu harekete sempatiyle bakmadım. Bu, bana çocukların, büyükler tarafından engellenmemesi ve cepheye sürülmesi olarak gözüktü. Oysa, savaş neresinden bakarsak bakalım, ergen erkeklerin işidir. Erkekler daha tükenmeden; kadınların bile savaşa, sıcak çatışmalara sürülmesini, yâni kadınların askerleştirilmesini bile anlamamışımdır. Bu yüzden çocukların askerleş(tiril)mesini hiç kabul edemedim. Afrika’da, tepeden tırnağa silâhlanmış, sakil çocuk manzaralarını rahatsız edici bulup, taş atan çocukları kahramanlaştırmanın da; kimse kusura bakmasın; ne mantıksal bir tutarlılığı olduğunu; ne de mertliğe sığdığını düşünüyorum.

Yazının devamını okumak için tıklayın…