Ortadoğu’yu okumak

Olaylar
Melahat Kemal’in Timeturk.com’daki haberi… Suriye’de muhaliflerin özellikle ülkenin kuzey bölgesinde rejim aleyhindeki kazanımları, IŞİD’in Palmira’yı ele geçirmesi, Suriye üzerinde ...
EMOJİLE

Melahat Kemal’in Timeturk.com’daki haberi…

Suriye’de muhaliflerin özellikle ülkenin kuzey bölgesinde rejim aleyhindeki kazanımları, IŞİD’in Palmira’yı ele geçirmesi, Suriye üzerinde oyun oynayan güçlerin planlarının değişmesine sebep oldu. Bu yeni planda ise vekalet savaşı yürütenler iki bölge üzerinde duruyor:

İran Şam üzerinden IŞİD ise Halep üzerinden bölgede hâkimiyeti ele geçirme niyetinde.

İran’ın bu planı tek başına ön gördüğünü düşünmek elbette düşük bir komplo teorisine izin vermek olur. Irak’ın işgal sürecinde ABD ile askeri ilişkiler kuran İran’ın ABD’nin bölge için planladığı Tennet planına en uygun devlet olduğunu belirtmek gerek.

Tennet planına göre; bölgede çoğunlukta olan ve sürekli savaşmak zorunda bırakılan zayıf bir Sünni gruba karşılık az sayıda da olsa organize ve iktidara sahip güçlü bir Şii grup oluşturulması hedeflenmektedir.

Böylece istikrarın garantisi olarak ABD, bu iki grubun İsrail’e karşı her hamlesinde bölgede aktif rol alabilecektir. İki grup arasında da denge unsuru gibi görünme siyasetini güdebilecektir. Temel özeti bu şekilde yapılabilecek olan planın Suriye konusundaki aktörü olarak İran’ın ve Suriye’de gelecek senaryolarının gerçekçi ve saha temelli incelenmesi zorunludur.

HALEP’E DOĞRU

IŞİD tarafından geçtiğimiz haftalarda ele geçirilen Palmira, Esed’in uzun zamandan beri önemsemediği bölgelerden biriydi ki bu durum IŞİD’in bölgeyi sorun yaşamadan ele geçirmesini kolaylaştırdı. Tedmur Çölü olarak bilinen bu geniş bölgenin ele geçirilmesi ile IŞİD, iki kola ayrılan bir atlama tahtası elde etmiş oldu: Bu kollardan biri Palmira’dan Şam ve Humus sahasına açılan alan diğeri ise Halep’e uzanan kol.

IŞİD’in bu iki koldan hangisini kullanacağı kesin olarak bilinmese de bölgenin karmaşık yapısı nedeniyle pek çok senaryo gündemde. Eğer IŞİD’in ilerleyişi Şam’a doğru gerçekleşir ise kuzeydeki hatlarını kaybeden rejime ölümcül bir darbe vurabilir. Bilindiği üzere Şam ve çevresi, askeri ve stratejik açıdan rejimin sinir sisteminin merkezi halinde. Şam çevresi zırhlı tugayların koruması altında. Bütün füzeler, kimyasal ve stratejik silahlar rejimin ‘güvenli bölge’ olarak gördüğü Şam ve sahil şeridinde saklanmakta ve rejim ordusu tarafından korunmakta.

Bu açıdan bakıldığında Şam yolunda ilerleyecek olan bir IŞİD senaryosunun uluslararası bir müdahale için gerekli potu yükselteceği ve bununla beraber Esed rejiminin kendisini meşrulaştırabileceği gibi öyküler bölgede sıkça fısıldanmakta.

IŞİD kuzeyden saldırdığı Halep’e, güneyden Palmira’dan yürümeyi seçer ise yolunun üzerinde Humus’taki rejim unsurlarını ve Humus çevresindeki mobilize muhalif unsuları da yok etmesi gerekecek. Humus’un ele geçmesi demek ise M5 Karayolu’nun kesilmesi ve Şam’ın bütün kuzey bölgeleriyle iletişimini kesmesi anlamına gelir.

Eğer IŞİD Humus bölgesindeki zırhlı 18. Tugay’a saldırmak yerine Humus ve Şam çevresindeki mevkilerini takviye ederse, Halep savaşında her yönden üstünlük kazanmış olacaktır. Kuzeyle bağlantısı kesilmiş bir rejim Tartus ile Şam arasında bir bölgeye sıkışacaktır.

Diğer yandan kuzeyde hâlihazırda IŞİD ile savaşmaya başlamış olan Fetih Ordusu’nun güney hattı IŞİD’in Humus’tan yukarı çıkışı için yumuşamış olacaktır. Bu senaryo ise IŞİD’in Irak kolunu görece rahatlatan bir arka planı ortaya çıkarması bakımından örgütün ‘askeri aktiviteyi sürekli kılma’ taktiğine daha uygundur.

ŞAM VE BÖLÜNMÜŞ BİR SURİYE’YE DOĞRU

IŞİD’in Palmira’yı ele geçirmesinden etkilenen ve Suriye politikalarında değişikliğe gitmek zorunda kalan ilk ülke İran’dır. Palmira’nın ele geçirilmesiyle İran’ın, Irak üzerinden Suriye’ye silah ikmalinin can damarlarından biri kesilmiş oldu. Bu İran açısından bölgede Lübnan ve Hizbullah’ın önemini arttırdı. Çünkü Hizbullah’ın hem Suriye hem de Irak’taki çatışmaları karşılayacak kapasitesinin olmadığı da bu evrede ortaya çıkmıştı.

Bu açıdan gerek çatışma alanlarını direkt etkileyen, gerekse diplomatik alanda kendisine bağlı vekâlet savaşı örgütlerini rahatlatacak girişimler İran tarafından sahnelendi. Kalamun savaşının önemini vurgulayan Ruhani’nin danışmanlarının Lübnan ziyaretleri ve ülkedeki gazetelerin Suriye için eğitilen Şii militanlara yönelik haberleri İran’ın bu açıdan arayışlarını özetliyordu.

MUHALİFLER ve ŞAM

Muhaliflerin kuzey Suriye, Kalamun ve Şam kırsalındaki ilerleyişlerinin ardından İran, merkez Suriye olarak gördüğü alan için yeni planını devreye soktu. Bu plana göre İran Suriye’nin kuzeyinde bulunan askerlerini, Şii milisleri ve Hizbullah bölüklerini çekerek tüm bunları Şam ve güney batıya mevzilendirecek. Lazkiye’ye indiği söylenen İranlı askerlerin Şam merkezini korumak için Gab Ovası’nda konuşlandığı haberleri bu tezi güçlendiren başlıca veri. Esed güçleri ise Şam ve kuzey batıdaki sahil bölgelerinde kalacak.

İran’ın önemle vurguladığı iki bölge var. İlki Palmira’dan Lübnan sınırındaki Kusayr’a ulaşıyor. İkincisi ise Şam’da Seyyide Zeynep ve Mezze’den başlayarak Zebedani’den geçip Kalamun’un kuzeyini de içine alarak Alevi sahilinin kuzeyine yani Türkiye sınırındaki Keseb’e kadar erişiyor.

Ancak bu plan, Esed generalleri tarafından, pek çok açıdan hem düşüncesiz hem de riskli olarak görülüyor. Esed kadroları ile İran yetkilileri arasındaki sürtüşmelerin temeline oturan kavga İran’ın Lübnan ve Hizbullah eksenini koruyup Suriye’yi düşünmediği teması çevresinde dönüyor. Beşşar Esed ile Mahir Esed arasında son aylarda esen soğuk rüzgârların da bu temel ayrımda olduğu, Mahir Esed’in kendisini Lazkiye ve Keseb’te açılan Hizbullah büroları ve İranlı askerlerin yerleşimi üzerinden, şimdiden İran’ın kuracağı ‘Yeni Suriye’nin başkanı gördüğü Hama’dan Tartus’a kadar rejim güçleri içinde konuşuluyor.

Ancak tam da bu sırada gerek İranlıların gerek Esed tarafının en büyük sorunu olarak karşımıza Şam’ın sadece 8 km dışında konuşlanmış olan Zahran Alluş’un İslam Ordusu, Ecnadu’ş Şam ve Feylaku’r Rahman kuvvetleri çıkıyor.

Gelecekte kimi nereye ve nasıl egemen olacağını tartışan rejim, İran generalleri ve Hizbullah komutanları bu somut soruna karşı pek de çözüme yönelik bir şey yapabilecek gibi durmuyor. Görünen o ki İran’ın, tabi ki IŞİD Şam’a yürümezse, Şam üzerine kurduğu plan bize orta ve uzun vadede Lübnan’daki tecrübeyi tekrar yaşatacağa benziyor. Çünkü İran’ın Yemen’deki ‘güney kolu’ projesine müdahale eden Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri karşısında İran’ın Akdeniz sınırımız dediği Lübnan’ı Şam üzerinden korumaktan başka çaresi yok.

HALEP’İN KUZEYİNE DAİR

Tüm bu ileri senaryolar çeşitli salonlar ve askeri mevkilerde konuşulurken IŞİD’in, Halep’in kuzeyinde gerçekleştirdiği saldırı bölgeyi çok yönlü takip edenler için sürpriz olmadı. Rakka ve özellikle Nusra depolarından aldığı silahlarla ele geçirdiği bölgelerin ardından Irak’a giren ve Musul’da ele geçirdikleri ile Ayn El Arab’ı kuşatan IŞİD’in bu hamlesi örgütü tanıyan herkesçe bekleniyordu.

Palmira’nın örgüt tarafından ele geçirilmesinin ardından Humus’a saldırmasını bekleyen ‘düz’ görüş Ramadi’den elde edilen mühimmatları hemen Palmira’nın ele geçirilmesine bağladı. Ancak yerel kaynaklar IŞİD’in El Bab’ın batısına çok sayıda zırhlı araç yığdığını Halep saldırısından hemen önce rapor etmişti.

Aynı anda İran’ın asimetrik tezine bağlı olarak rejim kendi unsurlarını Halep’ten tahliye etmiş, Şeyh Neccar’dan çatışmasız şekilde çekilerek bölgeyi IŞİD’e bırakmıştı. Bu kullanışlı bir hamle idi. Zira Haseke bölgesinde İran Devrim Muhafızları ile birlikte hareket eden YPG, IŞİD’in Ayn El Arab’ın hemen yakınındaki Halep bölgelerine saldırı başlatmasına rağmen ters yöndeki Tel Abyad’a operasyon başlattı. IŞİD’in Halep’teki saldırısı şiddetlendikçe YPG de operasyon hattını ters istikametteki Haseke’ye taşıdı.

İlerleyen süreçte iki durumu doğurması planlanan bu hamle ile hem IŞİD hem de merkez Suriye tezi ile İran’ın en karlı taraflar olması umuluyor. Muhtemel duruma göre muhaliflerin YPG ile yakınlaşması ve giderek parçalanması ile muhalif safların daha dar bir alana sıkıştırılarak mevcut propaganda hatlarının sertleştirilmesi umuluyor.

TÜRKİYE’YE BAKINCA

Bu bakımdan Suriye’nin kuzeyinde ve güneyinde farklı yönlere doğru ilerliyormuş gibi görünen olaylar silsilesi gündelik kavrayış dışında ele alındığında karşımıza görelilik teorisine yakın karmaşık bir denklem getiriyor.

Rejim ve İran’ın denklemin bir bölümünü işgal etmesine karşılık Suriye ile 900 km sınırı olan Türkiye’nin Suriye konusunda ‘tezsiz’ hareketi ve oldukça tartışmalı manevraları Suriye’nin geleceğine dair senaryolarda etkisinin çok az olacağını düşündürüyor. Zira ABD tarafından da sessiz bir kabul gören bölünmüş bir Suriye ile karşılaşıldığında Türkiye’nin misafir ettiği mültecilerin ne kadarının eski yurtlarına dönmek isteyeceği şüpheli bir konu.

Bugünkü harita üzerinden bakıldığında Suriye’de genel enerji alanlarının yaklaşık % 10’u rejimde. Geri kalan kısım ise % 75 IŞİD ve % 15 PYD arasında paylaşılmış halde. Rejim sahasına dönmeyeceği düşünülen mültecilerin muhalif sahaya dönmesi ise bu bölgede kurulacak olan Sünni ağırlıklı devleti tamamen bağımlı bir ülke haline getirecektir. Diğer yandan en büyük yıkımı yaşayan bölge olarak muhalif alanların yeniden imarı ve sanayileşme girişimlerinin on yıllar alacağı da diğer sorunlu alandır. Bunlar düşünüldüğünde Türkiye mülteci politikaları üzerinden bir gerçeklik kurmayı planlasa da bunun ‘enerjisiz’ bir alanda geleceğinin ne kadar sağlıklı olacağı tartışılması gereken bir konudur.

“Soft Power” temelindeki dış siyaset anlayışının Türkiye’ye büyük çatışma alanları ve geleceği konusunda pek de yardımcı olmadığını anlamak için kaybedilecekleri beklemenin bir anlamının kalmadığı ortada.

SON OLARAK

Suriye’deki savaş için söylenilen vekâlet savaşı ifadesine rağmen herkesin buna dair çıkarımlardan itina ile uzak durduğu ortamda İran’ın aktif ‘ger ve yumuşat’ taktiğine dayalı politika araçlarının Suriye’de çok uluslu ve enerji yolları üzerinde şimdiye kadar görülmedik bir vekâlet savaşına neden olduğu açık. Buna karşılık politik tercihlere göre konumlandırılan çeşitli yorumlarla biçimlendirilen olaylar serisini anlamaya çalışmak her şeyden önemli. Bu açıdan ABD’nin üçüncü derece örgütlenmeler ile etkin olduğu bölgenin Irak ve Lübnan’dan ayrı düşünülerek ele alınması gelecek projeksiyonları açısından yanlış yorumlara neden olacaktır.

Şam’ın İran için öneminin ne ise ABD için de o olduğunu kabul etmek. Irak’ta uzlaşan ABD ve İran ikilisinin Suriye’de hala bazı noktalarda gerilim yaşadığını fark ediliyor. Türkiye’nin ise savaş alanlarına dair diplomatik girişimlerin beklediği sonuçları getirmeyeceğini anlaması tam da bu aralıkta önem arz etmekte. İspanya ve Fransa’nın bölgedeki etkinliklerinin profesyonelce izlenmesinin Suriye konusunda öneminin kavranması gerekmekte.

Şu anda dünyanın en çok ileriye yönelik kar havzası olan Suriye ve Irak coğrafyasına saha temelli bakıldığında karşımıza çıkan tablo savaşın, bir genel uzlaşma yahut büyük bir felaket olmadıkça, uzun yıllar süreceğine işaret ediyor.