Çorum’dan Sinop sahiline doğru akan Kızılırmak, yol boyunca büyüleyici vadilerden, çok az kişinin bildiği binlerce yıllık yerleşimlerden geçiyor. Osmancık, Bafra arasında ırmağı izleyerek çıkacağınız bir yolculukta 2500 yıllık Asar Kalesi’ni, yükseklerdeki kaya mezarlarını, Dalmaçya’yı çağrıştıran Altınkaya Barajı’nı, çeltik tarlalarını göreceksiniz.
Hürriyet’ten Yıldırım Güngör’ün haberi, Samsun’dan Sinop’a doğru gidiyorum. Amacım, bir tarafıma Karadeniz’i, diğer yanıma yemyeşil ormanları alıp sahil boyunca keyifli bir yolculuk yapmak. Ama sürpriz vaat eden herhangi bir tabelaya kanıp, yoldan çıkmaya hazırım. Bafra’dan birkaç kilometre sonra, son anda gördüğüm tabelada “Asar Kalesi ve kaya mezarları 35 km” yazıyor. Bir göreyim sonra geri döner yoluma devam ederim, deyip heyecanla ara yola sapıyorum…
2500 YILLIK KARTAL YUVASI
Yolun ilk birkaç kilometresi sıkıcı. Altınkaya Barajı’nın ucunu oluşturan Derbent Barajı görünmeye başlayınca yolculuk çok keyifli hale geliyor. Yaşam kaynağımız su, doğanın estetik görünüm kazanmasında da önemli rol oynuyor. Kapalı havada yer yer bulutların arasında süzülen güneş, fotoğraf için sık sık durmama neden oluyor. Bu nedenle yarım saat sürecek yolculuk iki saati buluyor.
Asar Köyü’nü geçtikten birkaç dakika sonra ilk kaya mezarlarıyla karşılaşıyorum. Bir kısmının girişi taşlarla örülmüş. Muhtemelen avcılar gece konaklamak için kullanıyor. Biraz daha ilerleyince Asar Kalesi tabelasını görüyorum. Otomobili park ederek kaleye doğru tırmanmaya başlıyorum. Kalenin duvarları oldukça sağlam. Buna karşın bir kısmı tamamen tahrip olmuş. Yukarı tırmandıkça, Kızılırmak vadinin içinde tüm görkemiyle ortaya çıkıyor. Tam karşımdaki kaya mezarı dikkatimi çekiyor. Bir kaya duvarının üst bölümlerine yapılmış. Üçüncü mezar ise aşağıda Kızılırmak’ın kenarında kalmış. Nehir hemen yanından geçiyor. Yaklaşık 2500 yıllık bir geçmişi barındıran Helenistik döneme ait kale ve mezarlar Samsun’un en önemli tarihi eserlerinin başında geliyor. Asar Kalesi’nden Kızılırmak kıyısına kadar inen bir tünel varmış geçmişte. Ne yazık ki yakın zamanda yapılan yol çalışmalarında yer yer tahrip edilmiş.
Kalede yaklaşık iki saat geçirdikten sonra geri dönmek yerine Kızılırmak’ı takip etmeye ve geceyi Boğazköy’de, Hititlerin görkemli kenti Hattuşaş’a yakın bir bölgede geçirmeye karar veriyorum. Geziye çıkarken fazladan birkaç gün ayırmanın avantajı bu olsa gerek. İnsan kendini daha özgür hissediyor.
NEHRİN KIYISI DALMAÇYA GİBİ
Tepebaşı Köyü’nden itibaren köy yollarını kullanarak batıya doğru gitmeye başladım. Altınkaya zaten etkileyici olan coğrafyayı daha da güzelleştirmiş. Barajın girinti çıkıntıları yer yer Dalmaçya’yı andırıyor. Su her kıvrımda bir başka güzellik yaratıyor. Zamanım kısıtlı olduğu için fotoğrafa daha az zaman ayırıp Kızılırmak’ın baraja karıştığı noktaya, Durağan’a varıyorum. Civardaki Durakhan ve Terelek Kaya mezarları için kısa bir mola vermeye değer. Eğer zamanım olsaydı Boyabat’ta bir doğa harikası olan sütun bazaltların bulunduğu vadiyi de görmek isterdim. Bu vadiyi hakkıyla gezmek için birkaç gün ayırmak gerekiyor. Çünkü insan bazen her yeri görmek isterken birçok ayrıntıyı kaçırılabiliyor. Durağan’dan itibaren Kızılırmak’a paralel giden yolu takip etmeye başlıyorum. Kısa süre sonra kendimi çeltik tarlalarının arasında akan bu muhteşem nehrin kıvrımları içinde büyülenmiş olarak yol alırken buluyorum.
Sulama bittiği için yemyeşil çeltik tarlaları içindeki eğreti kulübeler yalnızlığı yaşıyor. İn cin top oynuyor ortalıkta. Kilometrelerce tek insan çıkmıyor karşıma. Ara sıra karşılaştığım araçlar, yamaçlardaki köyler de olmazsa kaybolduğumu düşüneceğim. Ben, tarlalar ve bu coğrafyanın en görkemli doğa abidesi Kızılırmak… Baş başayız. Asfalt bakımsızlıktan delik deşik olmuş. Yol dar mı dar, eski mi eski, kötü mü kötü. Kimin umurunda? Ara sıra durarak fotoğraf molası veriyorum ama otomobile geri döndüğümde bu büyülü anın yok olmasından çekiniyor gibiyim. Nehrin her kıvrımı yeşilin tonlarıyla muhteşem kareler oluşturuyor. Bu büyülü rotadaki yolculuğum yaklaşık iki saat sonra sona eriyor. Nehir dağların arasında kayboluyor. Yolla baş başa kalıyorum. Ansızın boşluğa düşmüş gibi hissediyorum kendimi. Hava kararmadan Osmancık’a varmak üzere hızlanıyorum. Nehirden ayrılmanın hüznünü yaşayarak virajlı yolları tırmanıyorum. Osmancık’a varınca, ilk iş meşhur leblebisinden alıyorum. Taze kavrulmuş leblebi yiyerek Alacahöyük, ardından da Boğazköy’e varıyorum…
Akşam oteldeki odamın balkonunda oturduğumda, gün içinde yaşadığım büyülü anlar, şaşırtan manzaralar geçiyor gözümün önünden. Anadolu’da güzergâhınızdan her saptığınızda sizi muhteşem keşiflerin beklediğini unutmayın. Henüz keşfedilmemiş çok yer var bu topraklarda. Yeter ki siz kâşif ruhunu kaybetmeyin.