Çorum’un İskilip ilçesi, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun anısına açılan Çatalkara Kültür Sanatevi, dolması, tahta oymacılığı, Hitit izleri ve doğasıyla alternatif rotalar arayan tatilciler için sürprizlerle dolu
Evliya Çelebi, İskilip’i gördükten sonra "Buradan tüccar çıkmaz, burası ilim irfanla uğraşanların yeri," demiş. 1942’de 10 gün kaldıktan sonra aldığı ilhamla Karadut şiirini yazan, Bedri Rahmi Eyüboğlu da anılarında "İskilip, Fransa’nın Provence’ı gibi ressamlar, şairler için ihtiyaç duydukları bütün görsel zenginliğe sahip. Burası bir sanat merkezi haline gelmeli," yorumunu yapmış. Gerçekten Van Gogh’un izinde Provence turları yapıyoruz, ama "Böylesi bir doğa harikasından bugüne kadar neden hiçbir ressam çıkmamış?" sorusuna yanıt bulamıyoruz. Zaten İskilip’in tarihiyle övünen İskilipliler de bu soruya yanıt vermeyi sevmiyor. Ama insan ressam olmasa bile, kendine yüksekçe bir yer bulup, bu doğa harikasını kağıda aktarmak istiyor.
ELMASININ KABUĞU, ÇEYİZLERİN PARFÜMÜ
Nereden başlamalı, bilmiyorum. Üzümünden mi, genç kızların güzel kokusu nedeniyle kabuklarını kesip çeyizlerine koydukları elmasından mı, yoksa Osmanlı’da savaşa giden askerlerin yemeği olarak bilinen, en az 12 saat pişirilmesi gereken dolmasından mı?
BİR DOLMA 12 SAAT PİŞERSE, LEZZETİ NASIL OLUR?
Önce maharetli bir aşçının sabahın 03.00 ya da 04.00’ünde kalkmayı göze alması şart. Çünkü bir kazanda hazırlanan İskilip dolması, en az 12 saat pişiriliyor. Önce kazanın altına kemikli dana eti yerleştiriliyor. Üstüne de öncesinde soğanla kavrulmuş, bir çuval Çorum’a özgü Akçeltik pirinci… Kazana suyla birlikte tereyağı, tuz, karabiber ve zeytinyağı da eklenerek, kapağı kapatılıyor. 12, hatta 14 saat sonra ustanın piştiğine dair tecrübe isteyen kararıyla açılan tencereden önce pilav çuvalı, büyük bir tepsiye aktarılıyor. Üstüne, süzgeçten geçirilen suyu dökülüyor. Tabii en üste de eti koyularak servis ediliyor. Yanında hazmettirici özelliği olan sirkeli, sarımsaklı cacıkla yenilmesi tavsiye ediliyor. Artık savaşlar olmadığı için düğün yemeği olarak geleneksel yemekler arasında pişirilmeye devam eden İskilip dolması, ilçenin Teras Tepesi adlı restoranının aşçısı tarafından bahçede, misafirlerin gözü önünde törenle açılıyor.
SOKAKLARDAKİ HİTİT DÖNEMİNE AİT İZLER VAR
Aslında Çorum ve çevresinin tarihi Hitit öncesi dönemlere kadar uzanıyor. İskilip’in sokaklarında dolaşırken de karşınıza çıkan kral mezarları, İ.Ö. 700 yıllarına tarihlenmiş. İki sütunlu, dikdörtgen bir girişi var. Başlıklarda bilezikler üzerinde oturtulmuş birer aslan bulunuyor. Şimdi içlerinde mahallenin çocukları oynuyor. İskilipli bir ailenin yaşadığı ahşap bir evin hemen önündeki, o dönemin özelliklerini taşıyan iki kral mezarının manzarası, geçmişle bugünü birleştiren inanılmaz bir görsel şölen gibi… Şehrin ahşap mimari yapıları, kaldırım taşlı sokak ve arastalarında süren gündelik hayat, 100’lerce yıllık alışkanlıklarla devam ediyor. Sanki zaman durmuş gibi.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU’NUN KEŞFİ
Hughette Eyüboğlu’nu tanıdıktan sonra insanın aklından ilk, "Her aileye Kanadalı bir gelin lazım," düşüncesi geçiyor. Eyüboğlu ailesinin bu vefakar ve çalışkan gelini, kayınpederi Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun anılarında övgüyle söz ettiği İskilip’i, 70’ine yaklaştığı dönemde merak edip gelmeseydi, şimdi sanat, kültür ve anılarla dolu böyle güzel bir Çatalkara Kültür Sanatevi olmayacaktı. Birkaç yıl önce meşhur yazmalarının izinde Tokat’a giderken yolu Çorum’dan da geçen Hughette Hanım, birkaç saatliğine de kayınpederinin 1942’de sadece iki hafta kaldığı ve "Burası mutlaka dünyaca ünlü bir sanat merkezi olmalı. Bütün dünyanın ressamları, şairleri, yazarları burada bir süre yaşayıp, eserler vermeli," önerisinde bulunduğu İskilip’e uğramak ister. (Bedri Rahmi, ünlü Karadut şiirinde geçen ‘çatal kara’ kelimesini de burada öğrenir. İskilip’te yetişen en güzel üzüm çeşididir çatal kara.) İşte ne olursa, o birkaç saat içinde olur. Hughette Hanım, hemen 150 yıllık tarihi bir yapıyı restore ettirip, Bedri Rahmi’nin eserlerinin de bulunduğu bir sanat evine çevirtir. Şimdi o evde verilen yazma kurslarıyla da birçok İskilipli kadın hem sanatla tanışıyor hem de aile bütçesine katkıda bulunuyor. İstanbul’da Kalamış’taki yine bir müze ev niteliğinde olan evinde yaşayan Hughette Eyüboğlu, artık her ay iki hafta İskilip’te kalıyor, sanat evini düzenliyor, yazma kursuna katılanlara ders veriyor. Üç katlı sanatevinde, Bedri Rahmi’nin eserlerinin yanı sıra Eren Eyüboğlu’nun New York’ta da sergilenen eserleri de var. Hughette Hanım bir de ‘Kapıların Dili’ adlı bir sokak sergisi düzenliyor.
AĞAÇ OYMACILIĞI, SEPET YAPIMI DEVAM EDİYOR
Eski çarşı arastanın içinde dükkanların önüne asılmış tahta kaşıklar, tabureler, beşikler, oklava, oyuncaklar, sepetler tarihi el işçiliğinin hala kuşaktan kuşağa yaşatılmaya ne denli özen gösterildiğinin kanıtı. Çocukluğunda ağaç oymacılığı işini babadan, dededen öğrenenler, bir daha hiç unutmuyor. Emekli olduktan sonra evde boş oturmaktansa, tekrar kendine dükkan açıp, ata mesleğini sürdürenler çok. ‘He’, ‘çit’, ‘zembil’, ‘el sepeti’ olarak adlandırılan sepetler de fındık ağacı ve ak söğüt denilen bir türden yapılıyor.
DOĞASI, AÇIK HAVA HASTANESİ GİBİ
Paflagonya tarihine ait kaynaklarda, İskilip’in adını, Asklepios yani Yunan mitolojisindeki sağlık tanrısından aldığına dair bilgilerin olması da tesadüf olmamalı. Hadi, ilkçağlarda böyleydi de 21. yüzyılda bu özelliğini nasıl koruyabilmiş? Biraz ipucu vermek gerekirse, ilçenin etrafı ceviz ve çam ağaçlarıyla yeşil bir duvar gibi çevrili. Evlerin hepsinin bahçesinde meyve ağaçları sıralanıyor. Balkonlar asmalar, çiçeklerle dolu. Şarkılara, hikayelere konu olan üzüm ve elma çeşitleri, halen yetiştirilmeye devam ediyor. 14. yüzyılda mikrobun ilk tanımını yapan Akşemseddin’in 10 yıldan uzun süre İskilip’te yaşayıp, hastane kurması da tesadüf olmamalı. İskilip’in çevresinde geçen yıl açılan Hitit yolu rotalarında, çam ağaçlarının altında yürürken, ciğerlerinize şölen yaşatıp, şehir hayatında ihtiyaç duyacağınız miktarda oksijen depolayabilirsiniz.
Sabah