Üsküp’ün son yıllarda hızla gelişiyor, çehresi değişiyor. Buna karşın 500 yıllık Osmanlı mirası özenle korunuyor. Taş köprüsü, camileri, tarihi çarşısı ayakta. Üsküp, zamana direnen yapıları, tabelalardaki Türkçe isimleri, Eski Pazar’ın Türkçe konuşan esnafıyla sanki bir Anadolu yerleşimi. Babasının doğduğu şehri, ailesiyle ziyaret eden okurumuz İlker Ersu izlenimlerini yazdı.
Babam Üsküp’ten İstanbul’a geldiğinde 9 yaşındaydı. İstanbul’da yaşadı ama hep Üsküp kalbinin bir köşesindeydi. Eminim, çünkü büyüdüğü topraklara, Üsküp’e ailece gittiğimizde yüzündeki ifadeyi çok iyi hatırlıyorum…
Makedonya’ya gitmeye karar verdiğimizde nasıl bir yerle karşılaşacağımızı çok merak ediyorduk. Karayoluyla İstanbul’a 800 kilometre uzaklıktaki kente otomobil ya da otobüsle ulaşabilirdik. Tavsiye edilen ise 75 dakikalık uçak yolculuğuydu.
Makedonya vize istemediği için sadece pasaport yeterli. Uçaktan inince kontrol noktalarındaki Makedonca, İngilizce ve Türkçe uyarı levhaları dikkat çekiyor. Kontrollerin ardından Büyük İskender Havaalanı’nın hemen dışında otomobil kiralama firmaları bulunuyor. Önceden iletişim kurduğumuz için araç teslimatında hiçbir sorun yaşamadık. İşlemlerimiz 15 dakikada bitti. Sekiz kişiydik, minibüs kiraladık. Paramızı bozdurduk. Makedonya’nın para birimi Denar. 1 TL yaklaşık 25 Denar ediyor. Sonra yola koyulduk. Şehir içinde nasıl bir trafik ve yol yapısıyla karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Büyük araç kullanmanın dezavantajı olabilirdi. Neyse ki işler hep yolunda gitti. Bakımlı E65 Otoyolu’yla havaalanından merkeze ulaştık.
Depomuz boştu, aceleyle bir benzin istasyonu aradık. Almanca bilen pompacımız Türkiye’den geldiğimizi öğrenince şaşırmadı, bunu çok olağan karşıladı. Nazik ve yardımseverdi. Benzin fiyatı, Türkiye’nin neredeyse yarısıydı. Ödememizi Denar’la yaptık…
SANKİ İSTANBUL PAZARINDA ALIŞVERİŞE ÇIKMIŞTIM
Üsküp 1392’de Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Uçbeylerinden Yiğit Paşa tarafından fethedilmiş. Paşanın soyundan gelmenin gururunu yaşamakla birlikte bu kan bağı Üsküp gezisi boyunca anlayamadığım, tarif edemediğim bir hüznün beni sarmasına yol açtı.
Babam Göker Bey’e baktığımda onun da en az benim kadar duygulandığını gördüm. Çocukluğunda koşuşturduğu mahallelerde kendini görür gibiydi. Aslında bu çok normal bir durumdu çünkü Türklerin ve Müslümanların ağırlıklı olarak yaşadıkları Kapan Han dolayları Osmanlı izlerini yoğun şekilde taşıyordu.
Murat Paşa Camii’nden çıkan cemaat, vitrininde “börek” yazılı dükkânlar, birbirleriyle Türkçe konuşanlar… Hepsi bizden biri gibiydi, öyleler de aslında. Makedon hükümeti şehirdeki pek çok Türkçe isme dokunmamış. Gazi Baba, Çayır ve Merkez genellikle Türk ve Müslüman nüfusun bulunduğu mahalleler. Bu yüzden sokak aralarında bile Türkiye’nin ve Osmanlı’nın izleriyle karşılaşmak hiç şaşırtıcı değil.
Bizdeki mahalle arası bakkallar Üsküp’te de var. İp atlayan çocuklar, kaldırıma park etmiş otomobiller, yollardaki çukurlar, sarkan elektrik telleri, sıvasız binalarıyla Üsküp sanki İstanbul’un bir ilçesi. Örneğin Eski Pazar’ın bizim pazarlarımızdan hiçbir farkı yok. Türkçe konuşan esnaf İstanbul’dan geldiğinizi öğrendiği anda dalıyor sohbete. Hemen Türkiye’deki akrabalarını soruyor. Sizin kimlerden olduğunuzu, ne zaman geldiğinizi, nasıl döneceğinizi, nerede kaldığınızı bilmek istiyor. Dostça sarıp sarmalıyor adeta. İçiniz ısınıyor, başka bir memlekette olduğunuzu unutuyorsunuz. 3-5 kilo erzak alıp eve dönecekmişçesine bir duygu kaplıyor.
Çoğu zaman “Burası yabancı bir ülke değil, bizim evimiz, bizim ülkemiz” diye geçiriyor insan içinden. Babamın ailesini tanıyanlar çıkıyor karşımıza. “Kumbaracılar çok eyidirler, çok boyük ayiledır” diyorlar o sıcak şiveleriyle. Kısa süreliğine adeta akraba oluyoruz çevremizdekilerle. İkramda bulunuyorlar ellerinden geldikçe. Birisi çıkıp babamı eski mahallesine kadar götürüyor. Evleri yıkılmış, ailenin önde gelenlerinden Emin Bey’in evi müze olmuş. Hiç anlatmayayım, bunlar her metresi duygu yüklü adımlar…
KENT GENİŞ KAPSAMLI RESTORASYONDAN GEÇİYOR
1912’de Sırplar şehrin ismini Skopje’ye çevrilmiş. Günümüzde Türk nüfusun şehirdeki oranı sadece yüzde 2. Tito rejimi ile ülkedeki Müslümanlar tüm mal varlıklarını bu topraklarda bırakıp ülkeden ayrılmak zorunda kalmış. Nüfus olarak azalma olsa da Osmanlı eserleri şehirdeki yerlerini korumuş. Özellikle Eski Pazar’da en çok Kurşunlu ve Sulu Han bu konuda dikkat çekici. Kapan Han gibi bir yapının 15’inci yüzyılın ortalarında yapılabilmesi hayranlık uyandırıyor. İçinde hâlâ açık bir restoran var. Burada güzel börekler yapılıyor.
Çevredeki tarihi yapıların her biri Osmanlı eseri, günümüze kadar gelmişler ziyadesiyle. En çok dikkatimizi çekenlerden biri Taş Köprü; bayılıyoruz güzelliğine. Şehri ortadan ikiye ayıran meşhur Vardar Nehri’nin üzerinde; Üsküp’ü birbirine bağlıyor. Köprü Fatih Sultan Mehmet tarafından 15’inci yüzyılın ortalarında yaptırılmış. Zamanla şehrin önemli simgelerinden birine dönüşmüş. Köprünün hemen devamında Makedonya Meydanı bulunuyor. Yakın zamanda meydanın tam ortasına devasa Büyük İskender heykeli yerleştirilmiş. Çevredeki sokaklara hoş kafe, restoranlar sıralanmış. Modern binalar şehrin bu yakasında çok daha belirginleşiyor.
Üsküp’ün merkezi kapsamlı bir restorasyondan geçiyor. Çalışmaların birkaç yılda tamamlanacağını öğreniyoruz. Çeşitli devlet binaları, parklar ve heykellerin yanı sıra irili ufaklı meydanlar tekrar elden geçiriliyor. Şehrin en çok dikkat çeken eseri yüksek bir tepeye konumlanmış Üsküp Kalesi. Girişte hiçbir ücret ödemiyoruz, bu genel bir uygulama mı bilmiyorum. 6’ncı yüzyılda yapılan kaleyi gezmek kadar buradan kuşbakışı şehri izlemek de keyifli.
GÖNÜL BAĞI
Şehrin dikkat çeken noktalarından biri de Vadno Dağı’ndan yükselen Milenyum Haçı. Dünyanın en büyük haçlarından biri olduğu söyleniyor. Müslümanlar ibadette özgür olsa da hükümetin farklı kentlere dev haçlar yaptırması, bunların gece her yerden görünecek şekilde aydınlatılması bize garip bir mesaj gibi geldi.
Üsküp emin olabilirsiniz ki bizden, bizlerden bir parça. Kendinizi yabancı hissetmeyeceğiniz hoş bir şehir. Hele bir de kan bağınız varsa, sorun değil hiçbir şey.
Sabah dönüş için havaalanına giderken gün doğuyordu. Güneş sanki babama “yine gel” diyordu. Bizler duymadan, yürekten söyleştiklerini hissettim. Ben ise şair Kemalettin Kamu’nun dizelerini geçiriyordum içimden: “Ne arzum ne emelim / Yaralanmış bir el’im / Ben gurbette değilim / Gurbet benim içimde…”
KAPAN HAN’IN LEZİZ KÖFTELERİ
Üsküp’e giderken özellikle köftesini tatmamız söylenmişti. İlginç anekdotlar anlatılmıştı. Tavsiyelere uyduk, Kapan Han dolaylarında Üsküp köftesini denedik. Açıkçası ülkenin en meşhur birası olan Skopsko (Üsküplü) ile hiç fena gitmedi. Çevrede özellikle gençlerin gittiği nargile cafeler ve köftenin ağırlıkta olduğu restoranlar hınca hınç doluydu.
Hürriyet