İstanbul’un laleden önceki simgesiydi erguvan. Çiçek açtığı ay Bizans’ın kuruluş günlerine rastladığı için imparatorluğa rengini vermişti. Sadece saraydaki soylular erguvan rengini giysilerinde kullanabilir, bir deniz canlısından elde edilen boyası altın fiyatına satılırdı. Osmanlı döneminde de sevildi erguvanlar, çiçekleri şairlere, ressamlara ilham verdi. Cumhuriyet döneminde Süheyl Ünver gibi erguvanı tutkuyla seven aydınlar şehrin ağaçlarına sahip çıktı, çoğalması için çalıştı. Son yıllarda erguvan tekrar eski itibarını kazandı. Boğaziçi’nde tekneyle düzenlenen erguvan turlarına katılanların sayısı hızla artıyor. Önümüzdeki günlerde bu güzelliği yaşamak isteyenler için bir rehber hazırladık. İşte şehrin en güzel 12 erguvan gözlemi noktası.
İstanbul’un olağanüstü güzelliğini sadece bir sözcük ile anlatmak isteyenlerin üzerinde uzlaştığı tek kelime var: Boğaziçi. Her göz göze gelişinizde bir başka güzelliğini keşfettiğiniz, kalpleri çarptıran Boğaziçi, Bizanslılara göre dünyanın kolyesi. Kimileri iki kıtayı bağladığından söz eder, kimi ise gönülleri. Boğaziçi her gün değişen rengiyle şehrin ruh halini sularına yansıtır, bir sanatçı zarafetiyle bu renklerle gökyüzünü boyar. Ve Boğaziçi’ne erguvan yakışır. Şehrin çiçeği lale ise Boğaziçi’nin ağacı erguvandır. Nisan sonuna doğru iki kıtayı birbirinden ayıran bu suyolunu renklendirir, bazen de morsalkımla raks eder. İki âşık gibi doğanın inanılmaz uyumunu sergilerler. Boğaziçi’nde erguvan şölenini seyredebileceğiniz çok sayıda yer var.
Biz 12’sine yer verdiğimiz bu yazıda tarihi yeşille harmanlamak istedik.
Gülhane Parkı: Topkapı Sarayı’nın has bahçelerinden biri olan park, geçirdiği bir dizi düzenleme ve restorasyonla kent sakinlerinin temiz hava, ağaç gölgesi ve rengârenk çiçek özlemini gidermek için koştuğu mekâna dönüştü. İstanbul’un her dem kıymetli mücevherlerinden biri olan parkta eski çağlardan kalma Gotlar Sütunu gibi anıtlarla geçmişi, güzel manzaralı çay bahçeleri sayesinde de günümüzü yakalayabilirsiniz. Şehri yönetenlerin bu parkı daha da güzelleştirmek için harcadığı yoğun emek sonuçlarını vermiş, burası Sultanahmet’i saran keşmekeşten kaçmak isteyenlere sunulan bir vaha haline gelmiş. Çevrenizde rengârenk bir tablo oluşturan erguvan dalları, çiçekler, yuva yapan balıkçıl ve muhabbet kuşları var, bunlar semaverde demlenmiş çayınıza eşlik edecek güzelliklerden sadece birkaçı. Gotlar Sütunu’nun civarında dizilmiş çay bahçelerinin hâkim olduğu Sarayburnu manzarası ise şairlere ilham veren görüntüsünü hâlâ koruyor. Erguvanları görmek için hazır buraya kadar gelmişken geçtiğimiz yıllarda açılan İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ni gezmeyi de ihmal etmeyin. 100 dönümlük alanıyla Gülhane Parkı, ziyaretçilerine en güzel fotoğraf karelerini nisan ayındaki Lale Festivali sırasında sunuyor. Park, 13’üncü yüzyılda Konstantinopolis Üniversitesi’ne de ev sahipliği yapmış.
Abbasağa Parkı: Beşiktaş’taki Barbaros Bulvarı’ndan Zincirlikuyu’ya doğru çıkarken sol kolda kalan yamaçta Türkiye’nin uzun demokrasi mücadelesinde şehit edilen aydınların heykelleri yer alıyor: Uğur Mumcu, Ümit Yaşar Doğanay, Abdi İpekçi, Ahmet Taner Kışlalı, Asım Bezirci, Bahriye Üçok, Bedrettin Cömert, Çetin Emeç, Doğan Öz, Muammer Aksoy, Onat Kutlar ve Orhan Cavit Tütengil… Heykellerin bulunduğu parkın adı Abbasağa. Beşiktaş Çarşısı’ndaki alışverişten sonra parkta erguvanları görmek için kısa bir mola verebilirsiniz. Parkla aynı adı taşıyan cami de şehrin gizli kalmış mücevherlerinden. Beklenmedik güzellikte ahşap tavan ve galerileriyle 17’nci yüzyılın ortalarında yapılan cami, 1834-1835 yıllarında restorasyon geçirmiş. Camiden
çarşıya doğru inen yolda yıllardır boş duran bir Ermeni okulunun yanında Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi’ni göreceksiniz. Burası Garabet Balyan tarafından 1838’de yapılmış görkemli bir mabet.
YILANLI YALI’NIN GÜZEL ERGUVANI
Yıldız Parkı: Beşiktaş’taki Yıldız Sarayı İstanbul’daki Osmanlı sarayları arasında en az tanınanı, bu nedenle de etrafını saran harika parkta turiste hemen hemen hiç rastlamıyorsunuz. Ağaçlı bir tepedeki park aynı zamanda trafik gürültüsünden kaçmak isteyenlere sığınak. Hele bir de Çadır Köşkü’nün önündeki havuz kenarına öğle yemeğiniz için oturmuşsanız ya da eğer Malta Köşkü’ndeki şahane mermer çeşmenin etrafında dolaşıyorsanız, büyük bir şehirde olduğunuzu tamamen unutmanız an meselesi. İlginenenler için imparatorluğa ait porselen fabrikası veya Şehir ve Yıldız müzeleri bulunmaz nimet. Şale Köşkü’nü gezdiğinizde ise, Sultan İkinci Abdülhamid her an gelebilirmiş gibi hazır bekleyen görkemli yemek odası dikkatinizi çekecek. Yıldız Parkı kendinizi şımartıp, gerçek anlamda hiçbir şey yapmadan günü geçirebileceğiniz, erguvanların seyrine kendinizi kaptırabileceğiniz mükemmel bir mekân, üstelik içeri girmenin bir bedeli de yok.
Türkan Sabancı Parkı: Bebek’te, deniz kıyısında, yüksek sosyetenin nabzını tutmak için gelebileceğiniz, içinde egzersiz aletleri, köpek gezdirme parkuru, yerden fışkıran çeşmeleri ve yüzeyi mozaiklerle süslenmiş bir de ağaç olan küçük ama hoş bir park burası. Irak’ta doğmuş büyük divan şairi Fuzuli’nin büstü parkın ortasında yerini almış. Parka geldiğiniz zaman tabiatın keyfini çıkarmanın yanı sıra, etraftakileri izleyerek de vakit geçirebilirsiniz. Erguvanlardan biri Bebek Camii ile sarmaş dolaş ve her baharda daha da bir çiçeklenip yeşilleniyor. Geçirdiğiniz güzel zamanı mutlu sona erdirmek istiyorsanız semtteki onlarca kahveden birinde soluklanın. Ardından da Rumeli Hisarı’na doğru yürüyün. İstanbul’un en sıra dışı evlerinden olan Yılanlı Yalı’nın önündeki erguvan ağacı bir başka güzel.
TEVFİK FİKRET’İN NADİDE KUŞ YUVASI
Aşiyan: Boğaziçi’nde, Rumeli Hisarı sırtlarına konmuş bir kuş yuvası burası. Tevfik Fikret (1867-1915) her detayıyla yakından ilgilendiği, iç ve dış süslemelerinde kendi zevkini yansıttığı, planını bile kendisinin çizdiği evine isim seçerken de sıra dışı davranmış. Sanatçının özgürlüğü çağrıştıran ama bir o kadar da sıcaklığı ve kök salmayı akla getiren “Aşiyan” yani “Kuş Yuvası” köşkündesiniz. Nefes kesen manzaraya arkanızı dönmeyi başarıp da kafanızı kaldırdığınızda üç katlı bir binayla karşılaşacaksınız. Müzenin yatak odasında şairin vefat ettiği yatak ve yüzünden alınan maskın kopyası sergileniyor. Buraya sadece yatak odası penceresinin hâkim olduğu baş döndüren güzellikteki manzaranın keyfini sürmek için bile gelmeye değer. Dışarısı erguvana boyanmış, arkası ise Boğaziçi’nin olağanüstü manzarası. Çalışma odası sanatçının kullandığı çeşitli eşyaların yanı sıra, Fikret’in yaptığı tablolara da ev sahipliği yapıyor. Bu odada ayrıca Halife Abdülmecid Efendi’nin harika tablosu “Sis”i de görebilirsiniz. Çok boyutluymuş gibi görünen tablo dikkatle incelenmeyi hak ediyor. Yakından bakana sadece bir sis manzarası sunarken, hayata daha geniş açıdan bakmak isteyenleri de ödüllendiriyor; biraz geriye çekilip resmi incelediğinizde sis perdesinin arasından tüm haşmetiyle Süleymaniye Camii ve Galata Köprüsü’nün sizi selamladığını fark ediyorsunuz.
Emirgan Parkı: Bu sene 2 milyona yakın lalenin ekildiği park, çiçek açan erguvan ağaçlarının keyfini sürmeye gidenlerin gözde mekânı oldu. Tıpkı Yıldız Parkı gibi, Emirgan Parkı da bir tepenin üzerine konuşlanmış ve muhteşem bir manzaraya hâkim. İsimlerini renklerinden alan tarihi köşklerse Beltur tarafından kafe olarak işletiliyor. Pek çok seçeneğin sunulduğu kafelerde alkol servisi yok ancak fiyatlar bölgeye oranla ucuz. Emirgan Parkı ışık oyunları yapan gölün manzarası ve 19’uncu yüzyıl köşklerinin misafirperverliğiyle ağırlıyor konuklarını. İlkbahar geleneksel coşkusunu bir başka sunuyor burada. Rengârenk laleler ve erguvan ağaçlarıyla dolan park, İstanbul’un tartışmasız en güzel ve en huzur veren mekânlarından. Emirgan’ın ismi İranlı bir asilzade olan Emir Güne Han’dan geliyor. Emir Güne 1635’teki Revan Seferi sırasında kalesini Sultan 4’üncü Murad’a savaşmadan teslim edince, İstanbul’a getirilmiş, parkın bulunduğu bu alan verilmiş. 19’uncu yüzyılda Sultan Abdülaziz koruyu Mısır Hıdivi İsmail Paşa’ya bağışlamış. İsmail Paşa sahile muhteşem bir yalı yaptırdıktan sonra koruya da Sarı, Beyaz ve Pembe köşkleri inşa ettirmiş.
ÇAMLICA’DAN KUŞBAKIŞI
Fenerbahçe Parkı: Kadıköy’ün güneyindeki bir yarımadaya kurulan park, 500 yıllık sakız ağaçlarını, mimozaları, sakura ve çok sayıda erguvanı birlikte görebileceğiniz bir vaha. Baharda lale düzenlemeleri, gelincikler, çiğdemlerle renkleniyor. Son derece hoş bir mekân olan Romantika Cafe ise, bizlere Ayasofya’nın arkasındaki Soğukçeşme Sokağı’nı da armağan eden meşhur Çelik Gülersoy tarafından restore edilmiş birkaç tarihi binadan biri. Ada manzaralı parkta üç açık hava kafesi ve piknik alanları bulunuyor.
Büyük ve Küçük Çamlıca: 262 metre yüksekliğindeki Büyük Çamlıca, İstanbul’da şehir içindeki en yüksek nokta. Adı, bir zamanlar güzellikle eşanlamlı kullanılırmış. Procopius, Evliya Çelebi, Lady Mary Wortley Montagu ve Lord Byron gibi birçok yazar övgüler düzmüş tepeye. Günümüzde bu güzellik dikilen radyo ve TV kuleleriyle bozuldu ancak manzara hâlâ muhteşem. Tepede Osmanlı tarzında bir kahve, bir restoran ve piknik yapabileceğiniz yerler var. Çamlıca’nın sosyal hayattaki önemini vurgulayan “Sazlar çalınır Çamlıca’nın bahçelerinde” ya da “Biz Çamlıca’nın üç gülüyüz” tanıdık geldi mi? Küçük Çamlıca’da göreceğiniz yeni binalar Topkapı Sarayı’nda sultanın ramazan boyunca iftarını açtığı küçük köşkün iftariye ve çevresinin kopyası olarak yapılmış. Sofa, Cihannüma, Topkapı köşklerinden oluşan bir komplekste hizmet sunuyor. Aralarında Topkapı Sarayı’ndaki İftariye Köşkü’nü anımsatan İftariye Kameriyesi var. Bu zarif kameriyeden baktığınızda sol tarafta Prens Adaları’na kadar uzanan bölgeyi, önünüzde Fenerbahçe ve Haydarpaşa’yı, sağda ise Sarayburnu’nu görebilirsiniz.
Fethi Ahmet Paşa Korusu: Kuzguncuk’ta ana yolun hemen üst kısmındaki koruya Üsküdar’dan bineceğiniz bir otobüsle kolayca erişebilirsiniz. Koru bir zamanlar önündeki aynı adlı yalının bahçesiymiş. Koruda olduğu gibi yalının bahçesinde de muhteşem erguvanlar var. Yalıda vaktinde Nâzım Hikmet de kalmış. Koruya çıkarken dik bir yokuştan tırmanacaksınız, ancak aşağı inerken Beltur’un işlettiği Osmanlı temalı restoranda soluklanabilir ve yorgunluğunuzu atabilirsiniz. Fethi Ahmet Paşa Yalısı 18’inci yüzyılda geleneksel mimari üslupta yapılmış. Fethi Ahmet Paşa, Sultan Abdülmecid’in ablası Atiye Sultan’la evliymiş. Sarayların dekorasyonundan sorumluymuş. 1846’da Aya İrini’de İstanbul’un ilk askeri müzesini kurmakla görevlendirilmiş. 1911 ve 1948’de İstanbul’u ziyaret eden İsviçreli mimar Le Corbusier yalıya hayran kalmış. Besteci Franz Lizst burada misafir edilmiş. Yalının sadece selamlık kısmı bugüne ulaşabilmiş. Harem bölümü 1927 senesinde çıkan yangında kül olmuş.
YAHYA KEMAL’E İLHAM VERMİŞTİ
Mihrabad Korusu: Anadolu Yakası’nın en yeşil yerlerinden birindesiniz. Kanlıca’nın yukarısında, yürüyüş yolları olan bu park size çay ve nargile içebileceğiniz, aynı zamanda Boğaz ve her iki köprüyü içine alan manzarayı yudumlayabileceğiniz hoş bir mekân sunuyor. Sultan 1’inci Mahmud’un döneminden beri burada bulunan koruda Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın inşa ettirerek Sultan 3’üncü Ahmed’e armağan ettiği Mihrabad Kasrı bir yeniçeri isyanında tamamen yok olmuş. Zaman içinde oldukça küçülen koru manzarasıyla Yahya Kemal Beyatlı ve Özdemir Asaf gibi pek çok ünlü şaire ilham kaynağı olmuş. Koru, yürüyüş yolları ve çay bahçeleriyle de ünlü. Manzaranın tadını çıkarıp çay keyfinizi tamamladıktan sonra erguvanların arasından gezine gezine aşağı inebilirsiniz. Kanlıca’ya kadar gelmişken pudraşekeriyle tatlandırılmış meşhur yoğurdunu da tadabilirsiniz.
TEMA-Vehbi Koç Doğal Kültür Merkezi: TEMA Türkiye’nin birçok bölgesini ağaçlandırarak son derece asil ve hayati bir işe imza atıyor. Vakfa ait Anadolu Hisarı tepelerine kurulmuş Doğal Kültür Merkezi ise birçok çiçekli bitki türüne ev sahipliği yapmak üzere tasarlanmış. Ortaya çıkan görüntüler ise insanın aklını başından alacak güzellikte. Hele erguvan mevsiminde giderseniz olağanüstü manzara daha da keyifli hale geliyor.
Beykoz Korusu: Paşabahçe ve Beykoz arasındaki bu yoğun ağaçlık alan Abraham Paşa Korusu olarak da biliniyor. Sultan 2’nci Abdülhamid dönemi 19’uncu yüzyıldan kalma. Bugün kafeler, çocuk oyun alanları ve küçük tiyatrosuyla bir dinlenme alanı. Abraham Paşa (1830-1918) inanılmaz derecede zengin bir devlet memuruymuş. Aynı zamanda avcı ve kumarbaz olan Ermeni Paşa, Pera’daki ünlü Cercle d’Orient’in (Emek Pasajı) de sahibiymiş ve Beykoz’da partiler vermek için kendisine bir ev yaptırmış. Daha sonraları borçları yüzünden satıp Büyükdere’deki yalısına çekilmiş. Ev 1937’de yanınca sonraki yıllarda yeniden inşa edilmiş, günümüzde belediye tarafından restoran olarak işletiliyor. Burada erguvanlar Boğaziçi manzarasını daha da muhteşem hale getiriyor. Daha çok erguvan görmek için yolunuzu Beykoz Korusu’nun biraz ilerisindeki Yuşa Tepesi’ne de düşürmeniz gerekir. 198 metrelik yüksekliği ile Çamlıca’dan sonra Boğaz’daki ikinci en yüksek tepe olan Yuşa’da, İmparator Jüstinyen döneminde yapılmış Aziz Pantaleon Kilisesi’nin olduğu düşünülen yerde küçük bir 18’inci yüzyıl camisi var bugün.
ADIM ADIM BOĞAZİÇİ
Saffet Emre Tonguç’un İngiliz seyahat yazarı Pat Yale ile hazırladığı “Boğaz Hakkında Her Şey,” Cankurtaran’dan Rumeli Feneri’ne, Moda’dan Anadolu Feneri’ne adım adım Boğaziçi’nin iki yakasını tanıtıyor. Meşhur yalılarının hiç görülmemiş iç mekân fotoğraflarının yanı sıra, bir uçtan bir uca Boğaz ile ilgili en yeni bilgilerin yer aldığı kitapta 34 durakta görebileceğiniz yalı, saray, köşk, cami, çeşme, kilise, restoran ve oteller hakkında bilgi veriliyor.
EFSANEYE GÖRE, ÇİÇEKLERİ UTANÇTAN RENK DEĞİŞTİRDİ
Boğaziçi’nin iki yakasını süsleyen pembe renkli erguvanların Latince ismi Cercis siliquastrum; anlamı da “kapsüllü meyveli ağaç ” veya “bakla şekilli meyveli ağaç”. Batı dillerinde ise Yahuda ağacı olarak geçiyor. Efsaneye göre Havari Yahuda İskaryot, Hz. İsa’nın yerini Romalılara bildirip çarmıha gerilmesine sebep olmuş. Önce ihanet etmiş ama sonra pişmanlığından ötürü kendini erguvan ağacına asmış. Ağacın o güne kadar beyaz olan çiçekleri, utançtan renk değiştirmiş. Selahattin İçli’nin de “Erguvan Zamanı Gel Bana E mi” isimli bir eseri var.
Hürriyet