Yazanlar: Nurdal Durmuş – Gökhan Şimşek’in yazısı
Tito’nun ölümüyle birlikte Yugoslavya içindeki tüm etnik unsurlar, kendi bağımsızlıklarını ilan edip, mensup oldukları din, mezhep ve ırkların gerekliliğine göre devletleşmek istediler. O güne kadar dini argümanların toplumsal bir çatışma sebebi ihtimalini zayıf gören, yalnızca milliyet ve kültür farklılıkları gözetilerek bir ayrışım olması gerekliliğine inanan halkların bu inanışları 90’lı yılların başlarına kadar sürdü. Özellikle Boşnaklar, yakın akrabalık kurdukları ve aynı mahalleyi paylaştıkları Sırpları herhangi bir tehdit unsuru olarak görmüyordu. Nitekim birlikten ilk ayrılan toplum olan Hırvatlara karşı yaklaşık bir yıl süren Sırp saldırılarında dahi, Boşnakların aksini düşünme durumu söz konusu olmamıştı. Yugoslavya; Sırp, Boşnak, Hırvat, Sloven, Makedon, Arnavut, Macar gibi farklı ırk, kültür ve inanç sahibi gruplar tarafından vücut bulan bir ülkeydi. Sırplar, gerek askeri ve siyasi gerek nüfus bakımdan bu ülkenin lokomotifi konumundaydı. Bugün Sırbistan’ın başkenti olan Belgrad, Yugoslavya’nın da başkentiydi. Yugoslavya bir anlamda tüm bu etnik grupları bünyesinde toplayan bir nevi Büyük Sırbistan’dı. Sırpların, Yugoslavya’nın dağılma sürecine girmesiyle birlikte, o güne kadar hakim oldukları alanın daralacağını görmesi, Osmanlı’nın bölgeyi beş asır kadar işgal ettiği inancındaki tarihi intikam hafızanın canlanması, büyük devlet ve değerli Balkan topraklarından elde edilen gücün kaybolması korkusuyla çıktıkları yol, yakın tarihinin en ahlaksız savaşlarından birine dönüştü. Bu süreci neredeyse hasarsız atlatan Slovenleri birliğin dışında tutup, büyük acıların yaşandığı Boşnak, Sırp ve Hırvat üçgeninde hayatın nasıl devam ettiği sorusuna bir cevap aramak, fotoğrafı biraz da kadrajın içine girerek yorumlamak gerekirdi. Bu amaçla 4 ülkeyi kapsayan, 8 gün süren ve yaklaşık 4000 km. Kara yolculuğu yaptığımız Balkanlar gezisinde ilk durağımız Saraybosna’ydı.
Saraybosna – Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.
Uluslararası Havalimanı’ndan çıktığımızda uzun yıllardır Bosna Hersek’te yaşayan Enes bey tarafından karşılanıp Başçarşı’ya doğru yola çıkıyoruz. Havalimanı için kullandığımız Uluslararası kavramı oldukça kapalı bir kutu çünkü yalnızca 5-6 ülke başkentine uçuş yapılıyor ve Bosna’da iç hat uçuşu yok. Havalimanı Saraybosna’nın içindeki Sırp Kantonu sınırında yer alıyor. Arka tarafında Kiril alfabesinden levhalar, ön tarafında latin harflerinden levhaları görebiliyorsunuz. Komünizm döneminden kalma tekdüze binalar, Avrupa’nın en eski demir yolu, bakımsız sokaklar ile parlemento binasından, konsolosluk binalarına kadar tüm özel yapıların dizildiği Saraybosna’nın en büyük caddedesinde ilerliyoruz. Her yerde şarapnel izleri var. Duvarlarından kurşun sarkan bir şehirdeyiz. Bu cadde hem Saraybosna’nın hem de Bosna Hersek’in minyatüre edilmiş hali gibi. Bir tarafından acı, diğer tarafında acının üzerini örtüp, yerine kendi yaşam biçimini dayatmaya çalışan Batı kültürü. 1991 yılından beri nüfus sayımı yapılmamış ama Saraybosna’ nın nüfus açısından Boşnak şehri olduğunu söyleyebiliriz. Osmanlı döneminde yapılan Başçarşı ile Bursa çarşısı arasında kısa sürede içselleştireceğiniz bir benzerlik var. Arnavut kaldırımlarının sökülmesiyle tarihi doku zedelenmiş olsa da bu bağı iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Çarşı içinde çok sayıda Türk ile karşılaşabilirsiniz. Saraybosna’da iki Türk Üniversitesi ve yaklaşık 1.500 civarında Tük öğrenci var. Gazi Hüsrev Begova Camii ve Medrese’si önünden Ferhadiye Caddesi’ne çıkıyoruz. Caddeyi bir Avusturya Mimarisi olan Kilise ikiye bölüyor. Cami ile Kilise arasında kalan kısımda Osmanlı izlerini görmek mümkünken Kilise’den sonra kendinizi Avrupa Kültürüne ait bir yerde buluyorsunuz. Caddenin sonunda Tito’nun yaktığı ve yıllardır sönmeyen ateş ile bir anıt var. Anıtın duvarında buradaki tüm halklar ( Boşnak, Sırp, Hırvat ) iç içe yaşar, kardeştir temalı bir yazı bulunuyor. Anıtın beş yüz metre ilerisinde de 3 yıldan fazla süre Sırplar tarafından bombalanan Saraybosna’nın ölen çocukları için yapılmış bir park ve çocukların isimlerinin yazılı olduğu levhalar var. Şehrin her yerinde bu ironik tabloyla karşılaşmak mümkün. Caddenin ardından Başta İgman dağı olmak üzere Saraybosna’yı çevreleyen dağlara çıkıyoruz. Elinizde bir elma tutuyormuş gibi düşünün. Avucuz Saraybosna, parmak uçlarınız ise bu dağlar. Avrupa’nın en güçlü ordularından kabul edilen Yugoslavya’nın tüm silahlı gücü Sırpların elindeydi ve Sırplar Saraybosna’ya saldırmadan önce tüm ağır silahlarını bu tepeler üzerine konuşlandırdı. Sorulduğunda tatbikat yapacağız gibi komik cevaplar verdiler. Boşnaklar son ana kadar kendilerine saldırılacağını düşünmemişlerdi. Bunu bilmeleri de açıkçası pek bir şeyi değiştirmezdi çünkü ortada ne bir Boşnak ordusu, ne sivil bir silahlı güç ne de halkın elinde silah vardı. Saraybosna halkı, 1992-1995 yılları arasında Sırp ordusunun açık hava morguna çevirdiği şehirde yalnızca hayatta kalma savaşı verdi. Soba borularından bombalar, su musluklarından silahlar, yağ tenekelerinden mayınlar icat edip direnmeye çalıştılar. Bugün hala müzelerde sergilenen bu silahlar bir halkın onur mücadelesinden başka bir şey değildi. Tam bu süreçte rahmetli başkan Aliya İzzetbegoviç kendisini olmayan bir ordunun komutan pozisyonunda buluverdi. O güne kadar siyasi bir lider olan Aliya, Savaşın başlamasıyla birlikte Avrupa’nın göbeğinde bir Müslüman ordu kurulmasını ve Boşnak halkının topyekûn katledilmemesini sağladı.
Bayram namazı için Begova Camii’ndeyiz. Avludan taşan kalabalık ve sabah saatlerinde duyulan çan sesleri tüm bu anlattıklarımızın özeti gibi. Camii içinde Savunma Bakanımız da var. Cemaatle bayramlaşıp Aliya’nın da içinde bulunduğu mezarlığa gidiyoruz. Bu mezarlıkta Armija bünyesindeki askerler yer alıyor. Komutan rütbesindeki tek kişi Aliya. Askerlerinin yanına gömülmeyi vasiyet etmiş. Mezarlığın ardından Bosna Irmağı’nın doğduğu Ilıca bölgesindeki Vrelo Bosne’ ye gidiyoruz. Buraya ilişkin söylenebilecek çok fazla şey yok, ne söylesek yarım kalır. Öylesine muhteşem. Ilıca’dan Havaalanı istikametine ilerlediğinizde Sırp bayrak ve işaretçilerini görebilirsiniz. Saraybosna, Bosna Hersek’in neredeyse her bölgesi gibi parçalara bölünmüş ve genellemeyle açıklanamayacak kadar titiz gözlemlenmesi gereken bir şehir.
Saraybosna’da hangi evin kapısını çalsanız, kiminle konuşsanız damarlarınızdaki kanın çekileceği hikayeler dinliyorsunuz. Her şeyden önce insanın bir canavara nasıl dönüşebildiğini ve savaşın nihayetinde insan yutan bir makine olduğunu görüyorsunuz. Yalnızca Turistik bölgeleri gezip, kesin yargıya varanların unuttuğu bir şey var ki o da şudur; bu şehir, parçalanıp, asimile edilmek ve öz değerlerinden uzaklaştırılmak adına vuruldu. Bunu bilmeden, içinde yaşayan ve hala bu zihin işgaline direnmeye çalışan binlerce insanı hiçe sayıp, yalnızca gördüğü ile konuşmak en basit ifadeyle kolaycılıktır. Böyle düşünenlerin şu sorulara cevap vermesi gerekir. Sokak pazarının ortasına bomba atarak çoğu kadın 70 insanı bir dakika içinde öldürmek hangi savaş hukukuna uygundur? Birinci vazifesi her yaştan kadına tecavüz etmek olan bir orduyu hangi ahlak kurallarıyla değerlendirebilirsiniz? Terliklerinden başka hiçbir şeyi olmayan bir halkı yok edip, üstüne ırkını da yok etmek adına kundaktaki erkek bebekleri bile katleden insanlar hakkında ne düşünürsünüz? Boşnaklar bu insanlarla beraber yaşıyor. Tecavüzcüsüyle aynı otobüse binip işe giden bir kadını, dükkanına alışveriş yapmaya gelen evladının katilini, yıllarca aynı apartmanı paylaşıp savaş esnasında ilk kurşunu yediği komşusunu tekrar karşısında görmeyi nasıl açıklarsınız? Siz hiç katledildiniz mi, hiç savaş yaşadınız mı? Bu insanlar belki de yeryüzünün en ağır psikolojik harplerinden birini veriyor. Saraybosna’yı Ferhadiye Caddesi’nden ibaret görürseniz bu sorulara cevap veremezsiniz.
Saraybosna düşmedi ama tarihin muhtelif dönemlerinde olduğu gibi büyük bir siyasi ve kültür katliamına uğradı. Bugün Saraybosna’ya yapılacak en büyük yardım, üzeri kapatılmaya çalışılan bir kültürü yeniden ışığa kavuşturmak olacaktır.
Not: Devam yazılarımız Visoko, Dubrovnik, Srebrenica, Gorajde, Belgrad, Üsküp, Ohrid şehirlerine ilişkin olacaktır. Kapsamlı bir Bosna Hersek analizi ile Boşnak, Sırp ve Hırvat değerlendirmemizi sonuç yazımızda okuyabilirsiniz.
Yazar Blogları için:
Nurdal Durmuş: www.nurdaldurmus.com
Gökhan Şimşek: www.gokhansimsek.com.tr