Deutsche Welle Türkçe’nin haberine göre, 2012 yılında süresi sona erecek olan Kyoto Protokolü’nün yenilenmesine karşı koyan ilk ülkeler arasında Japonya vardı. Kyoto Protokolü, 40 sanayi ülkesinin karbondiyoksit emisyon hacimlerini bağlayıcı bir biçimde düzenliyor ve 2012 yılında sona eriyor. Protokolün uzatılmasına karşı çıkanlar arasında ABD, Rusya ve Kanada gibi ülkeler de bulunuyor. Bu ülkeler, gönüllü yükümlülük üstlenerek soruna çözüm bulanacağı görüşünde.
Oxfam adlı uluslararası sivil toplum kuruluşundan, iklim uzmanı Jan Kowalzig ise bunun bir çözüm olmadığını düşünüyor. Kowalzig “En geç bu yılın sonuna kadar siyasi bir taahhüt bekliyoruz. Bu onay gelmezse, Kyoto Protokolü’nün de sonu gelmiş demektir” yorumunu yapıyor.
BM İklim Sekreteryası Başkanı Christiana Figueres, bu kadar kötümser değil. Ancak Bonn’da yeni tur görüşmelerin başlaması öncesinde bir açıklama yapan Figueres, 40 sanayi ülkesinin karbondiyoksit emisyonlarının azaltılması yönünde eksiksiz bir anlaşmaya ulaşabilmek için daha şimdiden zamanın yitirilmiş olduğuna işaret ediyor. BM İklim Sekreteryası Başkanı, anlaşma ve onay sürecinin, ayrıca anlaşmanın uygulamaya konulmasının uzun zaman gerektirdiğine değiniyor ve birinci anlaşmanın bitiminde, ikincisinin hemen yetişmeyeceğine dikkat çekiyor.
Ancak BM İklim Sekreteryası Başkanı Figueres, Bonn’da iki hafta sürecek görüşmelerin gidişatı konusunda yine de iyimser. Figueres, “Cancun’da çok şey yapıldı, her şeyden önce de hükümetler ilk kez iklim ısınmasının iki derece ile sınırlandırılmasında görüş birliğine vardılar. Gelecek yıldan itibaren hazırlanacak uzman raporlarının vereceği sonuca göre bu sınır 1,5 dereceye de düşebilir. Bu, hükümetlerin hedefinde olan ısı derecesindeki değişikliktir” açıklamasını yapıyor.
Haberin devamı ↓reklam
Ne var ki geçen yıl düzenlenen İklim Zirvesi’nden bu yana dünya çapında karbondiyoksit emisyonları arttı. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) hazırladığı son raporda, emisyonların azaltılması konusunda bugüne kadar taahhüt edilenlerden daha fazlasına ulaşılmayacak olursa, küresel ısınmanın 2,5 ila 5 derece arasında artacağına, bunun da özellikle kalkınmakta olan ülkeler açısından çok olumsuz sonuçlar doğuracağına yer veriliyor.
Anlaşmaya imza koyan devletler, geçen yıl Cancun’daki zirvede, yoksul ülkelerin iklim değişimi ile mücadeleye uygun konuma getirilmesi için “Green Fund” adlı bir acil yardım fonuna her yıl 100 milyar dolar kaynak sağlanmasını öngörmüşlerdi. Bu kaynağın nasıl sağlanacağı konusu hâlâ belirgin değil. Hükümetlere bağlı olmayan Oxfam kuruluşundan, iklim uzmanı Jan Kowalzig, şimdiye kadarki tecrübelerine göre gönüllük temelindeki taahütlere genel olarak şüphe ile yaklaşıyor:
“Taahhüt ettiğimiz şeyleri yerine getirmemiz gerektiğini anımsamamız ve bunun gelecek açısından ne anlama geldiğini bilmemiz gerekiyor. Bu tür taahhütler fazla bir şey getirmiyor. Şimdi yoksullukla mücadele için ayrılan paralar da suyunu çekmiş durumda. Artık gerçekten sadece bu amaca yönelik olarak sağlanacak, güvenebileceğimiz, sağlam para kaynaklarına ihtiyacımız var.”
Oxfam kuruluşu bu nedenle uluslararası hava ve denizcilik şirketlerinin bir iklim ödentisinde bulunmalarını, bu paranın doğrudan “Green Fund”a akıtılmasını ve sadece iklimi koruma amaçlı kullanılmasını öneriyor. Acil yardım fonu “Green Fund” zaten kararı çoktan alınmşı bir kaynak. Sadece bu kaynağın nasıl işletilmesi gerektiği, nereden para kaynağı bulacağı ve kimin, hangi kriterlere göre bu fondan yararlanacağı gibi konular henüz belirgin değil. Bu konuların Aralık ayında Durban’da yapılacak İklim Zirvesi’ne kadar aydınlatılması gerekiyor.
ntvmsnbc