Başımızın Tacı “Siyah Çay”

Doğal Yaşam
Ne bitki çayları ne de yeşil çay! İnce belli bardakta içilen tavşan kanı demli bir siyah çayın yerini hiçbiri tutmuyor. ‘Durup dururken çaya bu güzelleme neden?’ diyenlerin merakını gidere...
EMOJİLE

Ne bitki çayları ne de yeşil çay! İnce belli bardakta içilen tavşan kanı demli bir siyah çayın yerini hiçbiri tutmuyor. ‘Durup dururken çaya bu güzelleme neden?’ diyenlerin merakını giderelim.

Türk çayının bu sıralar tahtı sarsılmaya çalışılıyor. Birileri bitki ve meyve çaylarını, mis gibi demlenmiş siyah çayın koltuğuna aday gösteriyor. Onlara bu gücü verenler ise medya ve uzmanlar. Yeşil çayın faydalarından, kekik çayının ne kadar sağlıklı olduğundan o kadar çok söz ediliyor ki sanırsınız artık siyah çay içilmiyor! Ama gerçek öyle değil, rakamlar öyle demiyor. İstatistiklere göre toplam çay satışının yüzde birini meyve ve bitki çayları oluşturuyor.

Rivayet odur ya; çay tiryakisi Türk’e sorarlar ‘Niye içiyorsun?’ diye. Cevabı; ‘Çay, dünyanın gürültüsünü unutmak için içilir.’ Çayı Çinliler genç kalmak, Japonlar güzelleşmek, Hindistanlılar sağlıklı olmak, İngilizler hava atmak için içiyor olabilir. Türklerin çay içmesinin sebebi bambaşka. Zira ilaç bile olsa, sağlık veya güzellik için günde 10-20 bardak içilemez. Bunun için ya tiryaki ya da meftun olmak gerek. Anlayacağınız Türkler çayı dünyevî kaygılarla içmiyor. Ona misyon yüklüyor, muhabbete katık yapıyor, yoğun iş saatlerinde uğruna mola verdiriyor… Türkler için çay, çorba içmek, ekmek yemek kadar hayatî bir fonksiyon. Türkler çayı dünyada en çok tüketen millet değil elbet ama hayatlarındaki yeri ayrı. Çaysız Türk kahvaltısı düşünebiliyor musunuz mesela? Kahvenin şanı varsa çayın da bizzat kendisi var. Bu sebeple kahvehanede oturur, çay içeriz. Hele yanında pasta börek varsa çörek öyle bir lezzetlenir ki 5- 10 bardak içilir. Hâlbuki çayla tanışıklığımızın taş çatlasa 60 yıllık bir mazisi var. Daha 1930’lu yıllarda Rize’de yetişip yetişmeyeceği tartışılıyordu. Şimdi Rize çayı vazgeçilmezimiz oldu.

Durup dururken ‘Çaya bu güzelleme neden?’ diyenlerin merakını giderelim hemen. Türk çayının şu sıralar tahtı sarsılmaya çalışılıyor. Bunu yapanlar bitki ve meyve çayları. Onlara bu gücü verenler ise medya ve uzmanlar. Atalarımız "Eğri otur, doğru konuş!" demişler, yeşil çayın faydaları, kekik çayının ne kadar sağlıklı olduğu, böğürtlen çayının lezzeti, Çin çayının etkileyici seremonisi derken siyah çay ötelendi sanki. Neyse ki tüketim oranları incelenince görülüyor ki medya ve trendler ne derse desin, bir bardak demli siyah çayın tahtı kolay kolay sarsılmaz. Son zamanlarda market reyonlarında bitki ve meyve çaylarına daha çok yer verilmesi hakkında Doğuş Çay’ın Genel Müdürü Alpaslan Karakan, "Çok yer kaplayabilirler ama toplam çay satışının ancak yüzde birini meyve ve bitki çayları oluşturuyor. Bakmayın siz rengarenk kutularına ve faydalarına, ne kadar yararlı olursa olsun Türk çayı kadar çok tüketilmiyor." diyor. "Öyleyse neden üretiyorsunuz?" sorumuza Karakan’ın cevabı ‘rekabet’ oluyor.

Çayla ilgili kitap yazan gurme Deniz Gürsoy da çeşitli rahatsızlıklara iyi geliyor diye satın alınan bitki ve meyve çaylarının evde kaldığını söylüyor. Gürsoy, "Bir şeye iyi geliyor diye itikat oluşuyor, alınıyor, iki üç defa içiliyor, kutu bitmeden öyle kalıyor ve tekrar Türk çayına dönülüyor." diyor ve ekliyor: "Çok çay tattım, benim nezdimde en makbul çay Türk çayıdır."

Gürsoy’un gençlerle ilgili bir iddiası var. Hani şu kahve dünyalarından çıkmayan, ‘üçü beşi bir arada’ların müdavimi olan gençler var ya, işte onlar Gürsoy’a göre heveslerinin kurbanı… Bu hevesleri geçtikten yani olgunlaştıktan sonra aslına rücu edecekler ve çaya dönecekler. Bir nesil öncesi de benzer bir akıbet yaşandı. Toz kahvenin müdavimi olduklarını söylediler, çayı dünyalarına sokmadılar ama yaşları 40 oldu mu çaya geri döndüler.

Neden çok çay içiyoruz?

Peki, adı kahveyle özdeşleşen Türk toplumu çaya neden ve nasıl bu kadar hızlı meftûn oldu? Gürsoy’un bu konudaki tespitleri dikkat çekici. Malûm kahveyi dışarıdan alıyoruz. 1945 ve sonrasında Ecevit döneminde yaşanan ithalat zorluklarında tiryakiler, kahve bulamayınca çay içmeye başladı. Sonraki yıllarda ekonominin iyi gitmemesi kahvenin eskisi kadar çok tüketilmesini engelledi. Derken ucuz ve bol olan çay kahvaltıda, gün içinde ve akşam oturmalarında başrole geçti. Sadece ekonomik sebepler değil bizi çaya meftûn eden. Rize’de yetişen çayın hafif buruk tadını da çok sevdik. Çayı sevmemizde üçüncü ve önemli bir sebep daha var ki diğerlerine göre daha ağır basıyor. İnsan bedeninin sıvıya ihtiyacı var ve insanlar gün içinde bir şeyler içmek zorunda. Alkol kullanan milletler bu ihtiyacını alkollü içeceklerle gideriyor. Türkiye’de daha çok çay tercih ediliyor. Osmanlı zamanında kahvenin çok tüketilmesinin de, kahve fincanın yanında getirilen bir bardak suyun da sebebi buydu. Çay, kahveye göre daha sulu ve içimi kolay. Dolayısıyla daha çok tüketilebiliyor. Çin çayları ve yeşil çay gibi çok içildiğinde rahatsızlık vermediği için de çok içiliyor. Zaten Türk çayına alternatif kahve veya uzak doğu çayları değil. Çay artık gazoz, limonata ve kola gibi içeceklerle yarışıyor.

Türkiye’de her gün bir milyon çay bardağı kırılıyor!

Bu sonuca endüstriyel tasarımcı Prof. Dr. Önder Küçükerman Aristo mantığını kullanarak varıyor. Çünkü bugün Paşabahçe’de günde bir milyon kadar çay bardağı üretiliyor. Küçükerman’ın çay bardağının tarihçesini anlattığı ve National Geographic’te yayımlanan makalesinde Türk çayıyla özdeşleşen ince belli çay bardağıyla ilgili bakın neler yazıyor: "Cam bardak 1850’li yıllarda Avrupa’da başlayan büyük Sanayi Devrimi sonrasında gelişen cam sanayii ile ortaya çıktı. Ama ayağı, kulpu veya sapı vardı. Yani üretimi zor ve pahalıydı. 1900’lü yıllarda Beykoz’da kurulan cam fabrikasında ilk kez ayak, kulp ve sap ortadan kaldırıldı ve bugünküne yakın bir çay bardağı ortaya çıktı. İnce belli adı verilen bu sentez, bir tasarımdan çok, değişik işlevlerin kendine biçimlendirdiği bir tür istatistik sonuç gibiydi. İnce belli bardak, kışın soğuğunda hem eli hem de içi ısıtır. Yazın sıcağında ise sadece iki parmakla tutulur ve dudağa hafifçe değdirilir."


Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-includes/functions.php on line 5464

Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-content/plugins/really-simple-ssl/class-mixed-content-fixer.php on line 107