Araştırmacı, Yazar, Şair… ve daha pek çok sıfat ile ifade edebileceğimiz Recep Garip ile İstanbul’u konuştuk.
Herkesin mutlaka İstanbul’a bir geliş öyküsü vardır. Sizin öykünüz nedir?
Adana İmam Hatip Lisesi’nde okuduğum yıllardı. Galata Köprüsü’nün üzerinden Eminönü’ne doğru yürüyorum. Durup Marmara’yı, gelip giden vapurları izliyorum. Böyle bir süreçte hiç görmediğim İstanbul’u ilk kez rüyamda görmenin heyecanıyla uyanıyorum. 1976 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü kazandığımda, bu rüyamı ilk geçtiğim Galata Köprüsü’nün üzerinde hatırladığımda dudaklarımdan dökülen ilk cümleler şunlardı:
“Ben bu şehri daha önce görmüştüm. Daha önce buradan geçmiş, bu mavi Marmara’yı, vapurları, bu kalabalığı, bu balıkçıları izlemiştim”
Ekmek arası balık yiyenleri, hıncahınç dolu olan gidiş ve dönüşleri, bağırıp çığıranları, birbiriyle muhabbet edenleri.. Aslında üniversiteyi kazanmamış olsaydım belki de İstanbul’a hiç gelmeyecektim. İlk gördüğüm rüya ve ilk gelişimle birlikte İstanbul benim doğup büyüdüğüm, anlamlandığım, kendimi bulduğum, şairliğimin, yazarlığımın öne çıkmasına yataklık eden şehirdir. Bu şehir, rüyalar şehridir. Şehrin bizatihi kendisi şiir olan şehirdir. Boğazın her mevsimde kazandığı ve kazandırdığı zenginlikler yeryüzünde başka bir şehir de bu kadar güzel değildir. Yıllar sonra “Bir kadın gibi sevdim seni İstanbul” diyeceğim.
Toprağı taşı altın denilmiş olması bu kadar nüfusun karnını doyurması anlamına da gelebilir. Yeryüzünün atardamarı İstanbul’dur. Bu şehir diri bir şehirdir. Üzerinde yaşayanlar kadar her şeyiyle yaşayan ruhu olan bir şehirdir İstanbul.
İstanbul’u tek bir kelimeyle ifade etmenizi istesek…
Aşk, medeniyet, şiir ve kadın diye ifade edebilirim. Aşk şehri, Şair Nedim’in ifadesiyle;
"Bu şehr-i stanbul ki bi misli bâhâdır
Bir sengine yek pare Acem mülkü fedadır
Bir gevheri yek pare iki bahr arasında
Hurşid-i cihan tab ile tartılsa sezadır.
Altında mıdır üstünde midir cennet-i âlâ
El hak bu ne halet, bu ne hoş ab-ı havadır”
Böyle bir şehrin geçmişi de geleceği de insanlık için önemlidir. Sanatkârlar için de doğum şehridir. Kim ne ararsa bu şehirde bulur. Âşıklar diyarı İstanbul’dur. Seven sevdiğine kavuşur mu, bilinmez lakin arayanlar da bulanlardır.
Medeniyet şehri İstanbul’da geçmiş uygarlıkların varlığı hala yaşamaktadır. İmparatorluklar bu şehre anlam ve kimliklerini bırakarak insanlık birikimi oluşturmuşlardır. O nedenle her türlü taşınmazıyla buna sahip çıkmak insanlığa da sahip çıkmaktır. Bize bırakılmış emanetin ruhu içindeki yaşanmış hayat öykülerinin de ruhudur. Şehrin ruhu, fetihler fetihleri takip ede dursun Fatih’in askerlerinin surlardan tekbir sesleriyle girdikleri, şahadete erdikleri burçlara diktikleri sancaktadır. Bu nedenledir ki geçmişte gelecekte anlamlı hale dönüşmüş; toprak, doğa, hava ve su bu şehirde iman etmiştir. Medeniyet anlayışındaki insana yaklaşımı, dine, inanca yaklaşımı, kitaba, ilme, irfanla yaklaşımı bu şehri medeniyetler şehri haline dönüştürmüştür.
Şiir, bulunduğu yerden bir irfan haykırışıyla doğar. Şair yüreğine dokunan her bir dokunuşun, her esişin, her hissedişin varlığı, havayla da, rüzgârla da, suyla da, renkle de, ay ve güneşle de ilgilidir. Bunlar fazlasıyla yaşanır bu şehirde. Şehrin kendisi şiirdir. Şehrin sırlı kapılarından girer şair içeriye. Denizin oynayışındaki haller Hızır’ın yolculuk halleri olabileceği gibi, masallarda anlatılan İnek geçidi Haliç’in ile Hera arasındaki kıskançlıkla da başlayabilir. Denizlerin efendisi Poseidon’un oğlu Byzas kendi adını verir bu topraklara. Şiir geçitlerden, masallardan demlenerek şehre yürür. Ünlü Pers İmparatoru Darius, İskitleri kendine bağlamak için boğazdan ilk köprü sayılabilecek bir kurguyla yan yana bağlattığı gemilerden İlhamlaşarak şiir boğaza bir gerdanlık gibi dizilmektedir. Şiir ve sanat hayat öykülerinden fazlasıyla beslenir. Buradaki sırları kurcalayan çilingirin zihnindeki atlılar Kız Kulesi’ni bibloya çevirerek şiirleşir.
Kadın, insanlığın masalsı anlatımlarıyla her zaman başrol oyuncusudur. Kahraman kendisine düşen hayat armağanıyla yeryüzünü imar eder. Erkeğini güçlü pazularla, yiğit bir gövde içine yerleştirir. Kuşandırdığı bahadırlık öykülerinde kendisine âşık etmenin sinsi oyunlarını kurmayı sürdürür. Bu oyun hep var olmuştur. Kadın şehrin bütün atardamarlarında kendisini gizler. Kimi zaman çiçeklerde, böceklerde, kimi zaman zambaklar da, laleler de, kimi zaman güllerle, goncalar da varlığı hep içimizdedir. Böyledir bu şehrin sürgünü olan kadınlar. Şadırvanların da akan sudur. Evi derleyip toparlayandır, şehri inşa edendir. Kız kulesine hapsedilendir.
Kadın ve İstanbul birbirine bu şehir de yakıştığı kadar hiçbir yerde yakışmamıştır. Necip Fazıl Kısakürek Üstadın dediği gibidir;
“Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul…”
İstanbul’u hayatında hiç görmemiş birine İstanbul’a dair ilk neyi anlatırsınız?
Rüyalar şehrini anlatırım. Âşık olunacak kadar güzel olduğunu, arayanın neyi arıyorsa bulacağı bir şehir olduğunu anlatırım. Kadın kadar güzel ve süslü olduğunu, boğazın inci mercan kadar dikkat çekici o nedenle bir gelinin gerdanlığına benzetildiğini anlatırım. Arayan ilmi, estetiği, güzelliği, nezaketi, duyarlılığı, kitabı, kalemi, kâğıdı, şiiri, sanatı bulur. Arayan, barı, pavyonu, uçarılığı, yalanı, yanlışı, kavgayı, kargaşayı bulur. Arayan, tekkeyi, camiyi, türbeyi, şadırvanları, kabristanları, ahlakı, inancı, imanı, ihlâsı bulur.
Arayanı namusu, namussuzluğu, ahlakı, ahlaksızlığı, şairi, yazarı, sanatçıyı, müzisyeni, tiyatroyu, arsızı, uğursuzu elhasıl aradığını bulur. Ne ararsan var olan bir şehirdir İstanbul. Tekkeci tekkede, Mekkeci Mekke’de bulduğunu bulur bu şehirde.
Bir gün İstanbul’dan ayrılmanız gerekse en zor vazgeçeceğiniz yanı ne olur?
Aşktan vaz geçilir mi hiç? Âşık olmak bu şehirde güzeldir. Aşkın şehri âşıkların şehridir. Başka bir şehirde yaşamak sürgünlere düşmektir. Mecnun olmak isteyen ayrılır bu şehirden. Bu şehrin ruhu olduğunu düşünürüm. Ruhu olan şehirler yaşar. Yüzyıllara dayanan şehirler ruhu olan şehirlerdir. Etkileri de coşkuları da kadim kültürlerden kaynaklıdır. Sırlı kapılarını çalabilmiş olanlar bu şehirden kopmaz. Ne aradığını bilmeyen, kör gelip şaşı gidenler terk edip giderler bu şehri. Derece gelip depece gidenler çekip giderler bu şehirden.
Ben bir kez elimde olmadan incittim İstanbul’u. Sürgünlere gönderilir gibi gittim Adana’ya. Tam 13 yıl sürgün yaşar gibi yaşadım. Geriye dönmek için elimden hiçbir şey gelmedi. Çarelerim çaresizlikti. İhanet edene ihanet eder İstanbul. Küsene küser, seveni sever İstanbul.
Bir daha gitmek demek bir daha dönememek demektir. Gönlün kapısını çalmayı bilen açar o kapıyı. İstanbul gönüller kapısıdır. Gönülde bulunan gitmez İstanbul’dan.
Hacı Bayram Velinin;
Nâgehân bir şâra vardum
Ol şârı yapılur gördüm.
Ben dahi bile yapıldum
Taşı toprak arasında" dediği gibidir bu şehir. İnsanı evirerek çevirerek adam etmek ister.
Bu şehirden vaz geçiş, ölüm demektir seven bir şair için. Şiirini, resmini, kendini bulduğu şehirden sürgünlere gitmek çölde Mecnun olmaktır. Allah’ın arza hükmü bu şehirde fazlasıyla idrak halindedir. Tezhibin, hattın, ebrunun renkleriyle renklenirsiniz. İpeklerde dokunarak şiirlerle musikiyle terennüm edilirsiniz. Yıldızların cömertliği burçlarına, kalelerine, surlarına vurdukça şehir süslenir. Güneş doğarken ayrı güzel batarken ayrı bir cümbüş bırakır. Şerefelerinden okunan ezanlarla her gün, her vakit, yeniden dirilen şehirdir bu şehir. “Canım İstanbul” diyor ya Necip Fazıl;
“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul,
İstanbul…
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul…”
Aşktan vaz geçince geçilebilir ancak bu şehirden. Hayatı kadar ölümü de anlamlıdır. Eyüp kabristanında Eyüp Sultan hazretlerine komşu olmaktır buradan çekip gitmek. Gidiş ancak ebedi âleme geçiştir.
İstanbul’da “Keşke hiç olmasaydı” dediğiniz herhangi bir şey var mı?
İstanbul öyle kutlu, öyle kadim bir şehir ki kendisine ait hissetmediklerini bir gün mutlaka kovacaktır. Onun ruhuyla uyuşmayan ne kadar eğreti, ne kadar hurda, ne kadar çarpık ve insan fıtratına uymayan yapılar, eşyalar, etkinlikler varsa bir gün bitecektir. O şehir kendi ruhuyla uyuşmayanı bir gün fırlatıp atacaktır. Onun asaletine, onun kadimliğine, onun ferasetine, onun mana ve maddesine uymayan haller bir gün yok olup gidecektir. İnançların merkezi olan, medeniyetlerin merkezi olan, insanlığa ortak algı ve kültür beşikliği yapan İstanbul’un haline uymayan, ahvaliyle hallenmeyen, nankörlük ve ihanet içinde yaşayan, sövüp sayan, bayağılıktan kurtulmayan, şehirli olamayanlar gidecektir bir gün. Gökdelenler de bir gün çekip gidecek geldikleri yerlere. Bir şehrin atardamarları olan yüzlerce yılın biriktirdiklerine ihanet edenler ihanete uğrarlar. Camilerinin, türbelerinin, şadırvanlarının, su kemerlerinin, külliyelerinin, köşklerinin, saraylarının ihtişamına engel olan neler varsa bir gün kaybolacak olanlardır. Kabristanlarda metfun bulunan ne kadar usta, üstat, âlim, fazıl, şeyh, müderris, âşık, maşuk varsa, ne kadar ehli hal, ehli dil, ehli gönül varsa, Eyüp Sultan, Yuşa, ashabı kiramlar varsa onlar bir gün almaları gerekenleri alacaklardır. Bu şehir altındakilerle üstündekilerin ortak yaşadıkları şehirdir. Gören gözler görür, duyan kulaklar işitir, hisseden gönüller hisseder. Dolayısıyla bu şehir kadim bir şehirdir. Yuşa Peygamber gibi bir Peygamberin, Eyüp Sultan gibi sahabelerin, Aziz Mahmut Hüdayi gibi, Yahya Efendi gibi, Selami Efendi gibi zatların mevcudiyeti düşünülerek hareket edilmelidir. Onlarca zatın mevcudiyetini hissederek adım atmak, kararlar almak, bastığımız yerin ehemmiyetini bilerek hareket etmek mecburiyetindeyiz. Bilelim ki gördüklerimizin ötesinde bir şehir vardır. Ruhu olan şehri incitmemek gereklidir.
İstanbul’un en sevdiğiniz semti hangisi?
Genel Suriçi, Fatih, Üsküdar…
İstanbul’u ilk defa ziyaret eden birini çıkartacağınız bir günlük İstanbul turunun olmazsa olmazları nelerdir?
Yuşa Peygamber, Eyüp Sultan hazretleri, Topkapı Sarayı, Ayasofya, Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı, Dolmabahçe, Çırağan, Yıldız Sarayları, Fethi paşa Hidiv kasrı ve diğer kasırlar, Yahya Efendi, Aziz Mahmut Hudayi, 1453 Panaroma, Otağ tepe’de Güzelce, Süleymaniye, Sultanahmet, Eminönü Yeni Camii, Galata Kulesi, İstiklal Caddesi, Piyerloti, Sahaflar, Minyatürk, Camlıca, Haydarpaşa ve Sirkeci Tren Garı vs. gezilebilir.
II. Abdülhasmit Han, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Fethi Gemuhluoğlu, Cemil Meriç, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Ahmet Bayazıt vs. ziyaret edilmelidir.
Mihmandarı iyi olanın ulaştığı menzil de iyidir. İyi mihmandarlar, yol göstericiler gereklidir bize. Kandilleri yakmalıyız. İçimizin, yüreğimizin, aklımız ve gönlümüzün kandillerini yakmalıyız. O zaman bu şehri gezerken Hırka-i Şerifin, Topkapı’nın önemini bir başka türlü kavramış olacağız. Saray Burnu, Hisarlar ve istiklal Caddesinin anlamı bir başka hale dönecektir.
İstanbul’un en önemli mimari yapısı sizce hangisi?
Sultanahmet ve Süleymaniye Camii ile Topkapı ve Yıldız sarayıdır.
İstanbul Manzarası denildiğinde ilk aklınıza gelen yer neresi?
Hidiv Kasrı’ndan, Otağ tepedeki burundan (Güzelce’den), Camlıca, Topkapı, Saray Burnu ve Galata Kulesi ile Piyer Loti’dir.
İstanbul’un sembolünü biliyor musunuz? Beğeniyor musunuz? Sizce ne olmalı?
Sultanahmet camiinin minareleri ile Kızkulesi’dir. Büyük medeniyetlere beşiklik etmiş şehirlerin tek sembolü olmaz. Kadim kültürü yansıtan minareleridir. İnsanlığa hizmet etmiş kitaplarımızdır. Kız kulesi de vaz geçilmez bir biblo gibidir.
İstanbul’un ilk aklınıza gelen yöresel(?) yemekleri nelerdir? Bir başka ifadeyle İstanbul’la özdeşleşen yiyecekler nelerdir?
Osmanlı Mutfağı, Abdullah, Kanaat, Konyalı ve Sultan sofralarıdır.
İstanbul’u dünyanın diğer metropollerinden ayıran en büyük özelliği nedir sizce?
Bütün dinlerin merkez üssü olarak yansımasıdır. Büyük imparatorlukların beşiğidir. Onların sesi, nefesi, musikisi ve ibadethanelerinin bu gün hala hizmete devam etmesidir. Sultanahmet, Süleymaniye Topkapı ve Ayasofya’ya sahip olmasıdır.
Son 10 yıla baktığınızda İstanbul’da en büyük değişimin hangi konuda yaşandığını söyleyebilirsiniz?
Kültür Merkezleri ile buralarda yapılan kültür sanat faaliyetleri, Uluslar arası Olimpiyatlar, Dünya kültürlerinin ortak buluştuğu etkinlikler, festivaller (müzik, şiir, spor, kitap fuarları vs), Yollar, köprüler, Tüneller, Alt geçitler, Marmaray ve İkinci yeni bir boğaz projesidir.
İstanbul’da yaşayan biri olarak karşılaştığınız sıkıntılar nelerdir? Çözülmesini istediğiniz en acil sorun nedir? Bunun çözülmesi noktasında neler önerirsiniz?
En büyük problem yollardır. Yollar kırk yamadır. Bir yerden bir yere gitmek için kırk parçaya bölünüyor insan. Saatler kaybolup gidiyor insan ömründen. Bu bir an evvel çözülmesi gereklidir.
Devlet kurumları açısından bakıldığında Anadolu’da oturanlar Anadolu yakasında istihdam edilmelidir. Böylece gidiş gelişler azalacaktır. Zaman kaybı önlenecektir.
Her ilçede ortak kültürel buluşmalar yapılarak insanın eğitimi sürekli hale getirilmeli şehre sahip çıkma melekesi kazandırılmalıdır.
Okullardaki İstanbul Dersi”ne ilaveten “Şiirlerle İstanbul”, “ Yazarlarla İstanbul” projeleri uygulamaya konulmalıdır. Bu dersleri biz şairlerin, edebiyatçıların yapması gerekmektedir. Öğretmenlerin dışından şairler ve edebiyatçılar hem liselerde hem de üniversitelerde bu derslere benzer derslerde katkılarda bulunmalıdır.
İnsanlığın ortak değerleri olan kadim kültürel mirasımızın aktarılmasına yönelik tiyatro, film romanların, eserlerin yazılmasına yönelik yazarlara, şairlere, edebiyatçılara, müzisyenlere telkinlerde bulunulmalıdır. Bu filmlerin yapılabilmesine bütçeler ayrılmalıdır. Milli Sinemanın bir an evvel kurulması bütçelendirilmesinde yarar vardır.
2012 Avrupa Spor Başkenti projesi kapsamında İstanbul’da yapılan çalışmaları kayda değer ve yeterli buluyor musunuz?
Artarak devam etmelidir. Bu konudaki duyarlılıklar ve çabalar bu ülke adına verilen önemli hizmetlerdir. Asla unutulmamalıdır. Dünyayla yarışan Büyük Cihan Devlet anlayışını benimsemeli ona göre yatırımlar yapılmalı, insanımızın anlayışı da hazırlanmalıdır. Kültürel değerler kolay kazanılmaz. Kültür insanları kolay yetişmez mutlaka bunlarla ilgili özel projeler hazırlanarak desteklenilmelidir.
İstanbul’da hayata geçirilen hizmet ve projelerden memnun musunuz?
Memnuniyetimiz, kullandıklarımızla onaylanmaktadır. Teşekkür etmeyi öğrenmedikçe teşekkürde alamayız. Hizmet edenleri elbette ki alkışlıyoruz. Bu alkışlarımız daha güzellerini, iyilerini gerçekleştirmeleri içindir.
Sizin İstanbul hakkında bir projeniz olsaydı ne yapmak isterdiniz?
A- Üçüncü boğaz projesinin Kocaeli körfezine Karadeniz tarafından yapılmasıdır. Böylece dünyada eşi ve benzeri olmayan üç boğazlı bir geçit sağlanmış olacak ki bu dünyanın bütün insanlarını, yatırımcılarını ve sanat, kültür faaliyetlerini bölgemize çekecektir.
B- Kültür Kongre Sarayları yapardım. Dünya kültürlerinin ortak buluştuğu, kongreler yaptığı, yazarların, şairlerin, edebiyatçıların, felsefecilerin, mimarların ve tiyatrocu ve sinemacıların buluştuğu mekânlardan biri haline getirirdim. Ortak kültür, ortak şiir, ortak festivallerle dünya insanlığına iyi şeyler yapılmasına ev sahipliği yapardım.
C- Mescidi Aksa Modelini aynıyla Minyatürk gibi bir mahalde yeniden İstanbul’da yapmak isterdim. Çünkü Müslümanların ortak mirasının kaybolmaması adına bir bilinç oluşturması bu bilinçle Mescidi Aksa’nın ziyaretinin teşvik edilmesine ihtiyaç olduğunu düşünmekteyim. Bu işin bir ayağının da Diyanet İşleri Başkanlığının olduğu unutulmamalıdır.
Kıbrıs neyse bizim için Filistin (Mescidi Aksa) odur.
İstanbul’u daha şuurlu yaşamanın ve hakiki bir İstanbullu olmanın formülü nedir sizce?
İstanbul’u sevmektir. İstanbul’u sevenler İstanbul’a katkıda bulunur ve katkı alırlar. Seveni İstanbul’da sever. O nedenle “İstanbul Akademi” her ilçede kurulmalıdır. Bu bir proje çalışmasıdır. Halkın geneline İstanbul kültürü, değerleri ve şehirli olmanın anlamı kavratılmalıdır. Bu alanda TV yayınları, programlar, geziler, kitaplar, filimler ve projeler yapılabilir. İstanbul bir il gibi değil büyük bir dünya devleti gibi düşünülmelidir. Projeler ona göre hazırlanmalıdır.
Göçün durdurulmasına yönelik bilimsel çalışmalar yapılmalı, tedbirler alınmalıdır.
Gelecekte görmek ve yaşamak istediğiniz İstanbul’u bize biraz anlatır mısınız?
Büyük Anadolu Türkiye’sinden göçlerin tamamen durduğu, kargaşanın bittiği, her şeyin oturduğu, şehrin gülen ve gören yüzünün öne çıktığı, bütün renk ve dokularıyla dünya insanlığını buluşturan unsurlarla belirginleştiği bir şehirde yaşamak isterdim. Her tarafta erguvanların açtığı, lalelerin süslediği, gül bahçelerinin mis kokularıyla “Gecesi sümbül kokan, Türkçesi bülbül kokan İstanbul”u düşledikçe bu günkü halin bizleri insan gibi yaşamaktan ne kadar uzaklaştırdığını da belirtmeliyim. Tekrar yeniden böyle bir şehrin varlığını göz önüne getirmek insanlığın geleceği açısından ne kadar aziz, kıymetli, seçkin bir medeniyet başkentinin durduğunu da söylemeliyim. Kimsenin kimseden rahatsız olmayacağı, dini cemiyetlerin, cemaatlerin hoşgörüsünün tarihte olduğu gibi birlik ve beraberlik içerisinde bir şehir olsun isterdim. Her bir tarafta yeşilliklerin var olduğu, korunduğu, taş yapı ve gökdelenlerin insan hayatını, cemiyeti perişan ettiğinin bilinerek fıtrata uygun ve şehrin atardamarlarındaki şiirselliğin, sanatkârlığın belirginleştiği bir şehirde yaşamak, ömrümce dünya insanlığına, şiirler, yazılar ve resimler yapmak isterdim.
İstanbul üzerine bu kadar konuştuktan sonra son bir soru daha… Şu an gözlerinizi kapatıp açsanız İstanbul’da hangi zaman ve mekânda olmak isterdiniz?
Eyüp Sultan Hazretleriyle birlikte aynı semtte oturmak ve oraya gömülmek isterdim. Fatihle birlikte İstanbul’u fetheden askerlerden bir asker olmak isterdim. Bu ikisini de nasip etmeyen Allah’ın bizleri mümin olarak yaratmış, hayatımızı da bu istikamette sürdürmemize imkânlar, ortamlar, cemiyet ve devlet vermiş olmasından dolayı da hamt ve şükretme makamındayım. Bu nimet üzerimizde olmasaydı kim bilir belki de dünyanın başka bir diyarında hidayetten uzak bir hayat yaşayabilirdim. Övülmüş bir şehirde, mümin olarak ömrümce şiir şehrinde, şair ve sanatkârca yaşıyor olmak hamt etmeyi gerektiriyor. Sayısız hamt ve şükürler Rabbim’edir.
Recep Bey, İstanbul Ajansı Haber Merkezi adına teşekkür ederim bu güzel söyleşi için…
Ben teşekkür ederim, yolunuz ve istikametiniz şiir ve sanat güzergahında daim olsun….
RECEP GARİP Kimdir?
1956 yılında Tarsus’un Sanlıca köyünde doğdum. İlköğrenimimi Tarsus’ta, orta öğrenimimi Adana‘da, Yüksek öğrenimimi ise İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde tamamladım.
1982 -1994 yıllarında öğretmenlik ve yöneticilik, 1994-2002 yılları arasında İstanbul Ümraniye ve Eminönü Belediyelerinde Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü görevlerini yürüttüm, 3 Kasım 2002 Milletvekili Genel Seçimlerinde Adana İlinden 22. Dönem Milletvekili olarak Parlamento’da 5 yıl görev yaptım.
Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında, Vakıf ve Derneklerde Başkan ve Başkan Yardımcılığı görevlerini üstlenmekle beraber, Adana Birlik Vakfı Kurucularındanım. Tiyemder, Yimder Yönetim Kurulu Üyeliği ve Kültür Başkanlıklarını yürüttüm.
Alemara, Büyük Akın, Çınar, Pulsuz, Yeni Sıla ve Ay Vakti Dergilerini yayınladım. Çeşitli radyolarda kültür ve sanat programları ile birlikte Teha ajans tarafından 30 günlük ramazan programı hazırlayıp sundum. Nüans Prodüksiyon ve müzik yapımı ile Sufi Trans Mega Müzik yapımcılığı danışmanlıklarını yürüttüm. Bir çok şairin şiirini özel bir TV kanalı için seslendirdim. Ulusal ve Yerel Gazetelerde yazılar yazdım. Kültür ve Sanat ağırlıklı Seminer ve Konferanslar verdim. Yayınlanmış 14 kitabım bulunmakla beraber şair ve yazarlığının yanı sıra 20 yılı aşkın süredir yağlı boya resim çalışmaları ile uğraştım. 28 Ulusal, 1 Uluslararası olmak üzere, 29 kişisel resim sergisi açtım.
Türk Dili, Karınca, Mavera, İkindi Yazıları, Kültür Dünyası, İslami Edebiyat, Düş Çınarı, Hüner, Yedi İklim, Susku, Yedi Harf, Hece, Kız Kulesi, Ay Vakti edebiyat dergilerinde deneme ve şiirlerim yayınlanmıştır. Halen, Ay Vakti, Türk Dili, Buruciye, Dil ve Edebiyat dergilerinde yazı ve şiirlerim yayınlanmaktadır.
Bu arada İstanbul Uluslararası Kardeşlik Derneği (IBS) Genel Sekreterliği, Dil ve Edebiyat Derneğinin Eğitim ve Kültür Genel Başkan Yardımcılığı ile Dil ve Edebiyat Dergisi Genel Yayın Yönetmenliğini yürüttüm. Evli, üç kız ve bir oğul babasıyım.
ESERLERİ
ŞİİR
1- Deprem Sesi
(Mart 1998, Sıla Yayınları, 78 sayfa)
2- Irmaklar Akar İçimden
(Ocak 1996, Sıla Yayınları, 72 sayfa)
3- Savaş Türküsü
(Şubat 1996, Sıla Yayınları, 64 sayfa)
4- Mavi Gül
(1998, Beyan Yayınları, 62 sayfa)
5- Bir Leyla Düşü
(1. Baskı – 2000, Timaş Yayınları, 160 sayfa;
2.Baskı – Nisan 2004, Vuslat Yayınları, 160 sayfa;
3.Baskı – 2010, Kitap Adam, 160 sayfa)
6- Mavi Türkü
(2003 Yeditepe ,96 sayfa)
7- Öğretmen Şiirleri
(1989, Antoloji, 64 sayfa)
GÜNLÜK
8- Bir İmza Serüveni – Türkçe/Boşnakça
(Eylül 1997, Ümraniye Belediyesi Kültür Yayınları, 64 sayfa Büyük Ebat)
DENEME
9- Mehtapta Lisan
(1.Baskı – Nisan 2004, Vuslat Yayınları, 130 sayfa;
2.Baskı – Nisan 2010, Kitap Adam, 130 sayfa)
10- Şehir ve Medeniyet
(1.Baskı- Nisan 2004, Vuslat Yayınları ,140 sayfa;
2.Baskı – Nisan 2010, Kitap Adam ,140 sayfa)
11- Herkes İçindeki Dünya Kadardır
(Kasım 2011, Karma Yayın Evi, 350 sayfa)
TİYATRO
12- Gülün Adı Kırmızı
(Nisan 2004 ,Vuslat Yayınları, 80 sayfa)
DİNİ
14- Namaz ve Oruç Rehberi – Ammar İlkay ismiyle
(Ocak 1998, Ümraniye Hizmet Vakfı, 112 sayfa)
15- Kurban Risalesi – Ammar İlkay ismiyle
(1.Baskı – Nisan 2000, Ümraniye Hizmet Vakfı, 80 sayfa;
2.Baskı – Ocak 2005, Akademi Yayınları, 80 sayfa)
TARİHİ
16- Çanakkale Ruhu
(Ocak 2011, Özel Yayınları, 96 sayfa)
RESİM
17- Renklerin Buluşması Resim Kataloğu
(Haziran 2006, Alkım Yayınları, 220 sayfa)
Fotograflar ve Röportaj: Ayşe Büşra ERKEÇ
İstanbulajansı