Edirne’de Vakt-i Kırkpınar

Spor Güncel
Hazırlayan ve Fotoğraflayan: Osman Çibik I.”Kırkpınar Vakti” Bilir misiniz genellikle haziran sıcaklarının yavaş yavaş kendini hissettirmeye başladığı günlerde, Edirne’de bütün ağaçl...
EMOJİLE

Hazırlayan ve Fotoğraflayan: Osman Çibik

I.”Kırkpınar Vakti”

Bilir misiniz genellikle haziran sıcaklarının yavaş yavaş kendini hissettirmeye başladığı günlerde, Edirne’de bütün ağaçlar, ağaçların yaprakları, dalları, bütün çiçekler, çiçeklerin yaprakları, kokuları biraz neşeli ve biraz mahzun bir duruşla birbirlerine “Kırkpınar Vakti”nin geldiğini mırıldanır. Hatta bazıları –buna verdikleri önemden olsa gerek- “Kırkpınar” da demez onun yerine “Kırkpınarlar” diye söyler.

Bu şehirden, buraya çok uzak mesafeden, Rila dağlarından kalkıp 318 km yol katederek gelen Meriç nehri, Rodoplardan koşup 300 km yol katederek gelen Arda nehri ve Kocabalkan’ın orta kesiminden doğup 330 km yol katederek gelen Tunca nehri akar. Burada, bu güzel şehirde, “Samur üç belik gibi üç koldan ” ve üstelik “denize varamayacağım” korkusuyla akan bu üç güzel su, adı eski bir başkent olan ama gerçekte hiç eskimeyen bu şehirden geçip giderken, ulaştıkları denize, doğdukları ve geçtikleri yerlerde anlatılan “demir kuşaklı cihan pehlivanları”nın hikayeleriyle dökülürler.

Kimseler bilmez, II. Beyazıt Külliyesi‘nin tam önünde yapraktan kayığına binmiş bir kelebek, Tunca’nın içinden kopup gelen “Adalı Havası”yla uykuya dalar. Uyandığında çoktan Meriç’in kolları arasında bulur kendini. Üstelik üzerine Selimiye’nin dört minaresinin aksi düşmüş olarak.

Sarayiçi’nin yüzyıllık bazı ağaçları yeni yetme fidanlara birbirine yenmekte zorlanan pehlivanların hayatlarından bölümler aktarır, topraklarında biriken terleri göstererek. Bazıları “Paşa Mustafa”dan dinledikleri “Adalı hikayeleri”ni anlatır, altında gölgelenenlere sessizce. Altında gölgelenenlerin duymadıklarını bile bile. Bazıları inatçıdır bu yüzyıllık ağaçların, o yüzden isterler ki yalnız onların sevdiği pehlivanlardan sözedilsin; isterler ki Sarayiçi’nin bütün ağaçları, hep “Hacı Filiz”i anlatsın mesela. Onun Kırkpınar güreşlerini, Fransa güreşlerini anlatsın. Bu olmayınca hışımla sallarlar yapraklarını. Sarayiçi’nin, bu asırlık ağaçlarının, böyle pehlivan hikayelerine karşılık onların yanlarında yurt edinmeye çalışan yeni yetme fidanları, “Kız Evliya”dan sözederler. “Zeynep, Ahh Zeynep… ” derler yarı korkan bir sesle. Sonra, “dün gece yanımızdaydı yine Zeynep’imiz” diye tamamlarlar sözlerini güç bela. Suskunlukları ve sessizlikleri korkularından değil Sarayiçi toprağını süsleyen, onurlandıran şühedanın varlığındandır aslında….

EDİRNE’DE KIRKPINAR COŞKUSU FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYIN

Sarayiçi’nin Kırkpınar vaktindeki hareketliliği bu kadar değildir elbette. Balkan Harbi sonrasında orada tutsak edilen ve orada açlık ve susuzlukla can veren şüheda, mahzun bir edayla ayağa kalkar, şimdilerde kimsecikler tarafından sorulmayan, bilinmeyen ve aranmayan kabirlerinden. Önce Sarayiçi’nde sonra bütün Edirne’de gezinir geceleri sessizce. Onurlu ve vakurdurlar. Öyle ya en fazla otuz gün savunulacak bir kaleyi aç kalarak, susuz kalarak ve soğukta donma tehlikesi yaşayarak tam yüz elli altı gün savunmuşlardır. Sessizlikleri bu onurlarındandır. İşte bu şüheda, Sarayiçi’nde esir edildiklerinde birlikte oldukları, ama mecburen ot yedikleri için koleradan kaybettikleri arkadaşlarını arar ilkin. Sonra Sarayiçi’ne kapatılır kapatılmaz erlerin yanından alınan ve adalet kasrının önünde kurşuna dizilen şerefli subaylarını, haysiyetli komutanlarını arar. Sonra da burada birlikte kaldıkları ve hasbelkader ot yerine ağaç kabuğu yediği için kurtulan, ama daha sonraki yıllarda burada yedikleri bu ağaç kabuklarından meydana gelen mide rahatsızlıklarından dolayı vefat eden arkadaşlarını arar. Bitmez aramasını bu şühedanın; Balkan Harbi sonrası İstanbul’a giden İzzet Teğmen‘i arar… Edirne’de kalan Sandıkçı’yı arar… Kazım Karabekir’i arar, Şükrü Paşa’yı arar… Tabyalarda birlikte savaştıkları arkadaşlarını arar… Arar… Arar… Arar…

İşte böyle bir duyguyla gelir “Kırkpınar Vakti” Edirne’ye. Ya da “Kırkpınar Vakti”nde Edirne bu duygulara bürünür…

Bilenler bilir ki Edirne’nin, bin yıldan fazla bir süre aktıktan sonra, artık akmaz olan çeşmeleri, Kırkpınar vakti gece yarısında, Kara İbo’nun aşık olduğu Arzıniyaz’a olan sevgisini ve bu sevgiyle yakılan türküleri söyler, derin derin iç çekerek. İnsanların umarsızlığına kızıp, Uzun Kaldırım’da bir evceğizin bahçesine durmaksızın akan bir çeşmecik, genç yaşta öldürülen Çolak Molla Mümin’den bahseder uzun uzun akıttığı suya. “Çolak Molla Mümin”i anlattıkça akıttığı suya gözyaşlarını karıştırır. Artık yıkılmaya yüz tutmuş sebiller birlik olup genç yaşta vefat eden pehlivanlara ağıt yakarlar, yıldızların binlerce yıldır yanıp sönen lambalarının altında.

EDİRNE’DE KIRKPINAR COŞKUSU FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYIN

Ay, bulutların perdesini yırtarak, pehlivanların sırtında parlayacağı gecenin hesabını yapmaya çalışır Edirne’de Kırkpınar zamanı. En büyük arzusudur yağlı bir pehlivanın sırtında parlamaktır ve elinde Ebced hesabı vardır ayın. Yıldızlara bakar birer birer. Onun yıldızlara böyle bakması, hangi pehlivanın ne zaman başa güreşeceğini, hangi pehlivanın ne zaman başpehlivan olacağını ve hangi pehlivanın, hangi sene altın kemeri takacağını önceden bilmek istediği içindir.

İşte böyle düşüncelerle gelir “Kırpınar Zamanı” Edirne’ye. Ya da Edirne’de “Kırkpınar Zamanı”nda bunlar yaşanır gizlice.

Köprüleri, “Vakit Kırkpınardır” diyerek en güzel elbiselerini kuşanır Edirne’nin. Köprüler, bu vakit için, bambaşka bir duygu yükler yüreklerine. Köprülere “Kırkpınar Vakti”nde silkelenir, atar üzerinden kışın üşümüşlüğünü ve baharın yorgunluğunu. Gizlice haberleşirler birbirleriyle köprüler, sularına düşmüş karıncaların ayaklarına pusulalar yazarak. Gizlice haberleşirler birbirleriyle köprüler, geçen yılın başpehlivanının adını yazarlar suyun üzerine. Sonra merakla pehlivanların geçmesini, yürümesini beklerler üzerlerinden. En çok ta başpehlivanlar geçsin, yürüsün isterler. Çünkü bir başpehlivanın geçmesi en büyük onurlarıdır bu asırları gerilerde bırakmış köprülerin. Hatta, geçip gitsin değil, geçip gitmesin, geçip kalsın isterler mermer gölgeliklerinde köprüler başpehlivanların. Ve hatta Meriç köprüsü, gün batımında seyretsin ister pehlivanların batı bulutlarının arasındaki güneşi.

Daha bir hoş, daha bir güzel kokar “Kırkpınar Vakti”nde Edirne’nin camileri… Camilerin minareleri daha ince ve naziktir, daha çok yükselmek isterler gökyüzüne. Darulhadis hatim okur ölmüş bütün pehlivanların ruhuna. 2. Bayezid’in çalışmayan güneş saati birden zamanı haykırır. Bütün güvercinleri Ahçı Yahya Babanın kabrinde toplanır.

Üçşerefeli Camii, eline iki parça taş alıp; “buraya bir camii şerif yapılsın” diyen Ankaralı kutlu misafirini hatırlar gece yarısında.

Eski Cami aynı kutlu misafirin kendisinde, Hızır’la sohbetini dillendirir Bedesten’e doğru dönerek. Yine birdenbire Eski Camii’nin çeşmeli minaresi konuşmaya başlar, “burada kılıç kuşanmıştır” diyerek. Sonra “Burada kılıç kuşanmıştır: Sultan II. Ahmet ve Sultan II. Mustafa.” diye tamamlar sözlerini.

Selimiye, uzun ve yüksek başını Samona’ya doğru çevirir “Kırkpınar Vakti”nde. El sallar orada, kırkpınar meydanında gördüğü kırk yiğidin kırkına da. “Haydi gelin artık ” der o Samona’da güreşmiş ve güreşirken oracıkta can vermiş kırk pehlivana. “Haydi gelin artık, vakit geç oldu” der. Kimse duymaz Selimiye’nin Samona’daki kırk yiğitle olan sohbetini, kimse bilmez Muradiye’den başka. Muradiye, daha önce kendisinde sema etmiş bütün semazenleri, orada çalışmış bütün çelebileri davet eder. Sonra şimdilerde olmayan ve olsa da zaten akmayan lüleleri akmaya başlar Muradiye’nin. Çinilerinin ustaları çağırır Muradiye, Neşati Baba’dan şiir okur, Enis Dede’den kelam söyler.

EDİRNE’DE KIRKPINAR COŞKUSU FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYIN

“Kalkın
” diye uyandırır bahçesinde yatan şehzadeleri Yıldırım Bayezit Camii. “Kalkın” der, “haydi kalkın vakit, “Kırkpınar Vakti”dir…”

İşte böyle bir donanımla gelir “Kırkpınar vakti Edirne’ye ya da böyle farkedilir “Kırkpınar Zamanı”.

Harman zamanında ve harman sıcaklığında salkım söğütler hiç olmadığı kadar yeşile bürünür Edirne’de Kırkpınar vaktinde. Asma ağaçları, akasyalar hiç olmadığı kadar yeşili kuşanır. Güller, erguvanlar, ve iğdeler nafile bir uğraşla günlerce saklamıştır kokularını avuçlarında. Avuçlarında sakladıkları kokuları gelen konuklara sunmak içindir.

Kazanova’da kuşlar sınır ötesinden arkadaşlarını çağırırlar bu zamanda. Bülbüladası’nda bülbüller her zamankinden daha çok öter. Güvercinler daha önce hiç gelmemiş gibi şaşkın konarlar Evliya Kasım Paşa Camii’nin yıkık minaresine. Hiç gitmeyecekmiş gibi bakarlar Tunca’nın sularına. Güvercinlerin baktığı noktada Tunca’ya doğru ve sanki Tunca’dan da Ege’ye varıyormuşcasına uzanan merdivenlerin basamaklarından, bir derviş, ağır ağır iner, abdest almaya. Vakit günün ağarmasından iki saat öncedir ve dervişin bir elinde gül kokan kehribar tespihi, diğer elinde ıtır ve lavanta kokan havlusu vardır. Evliya Kasım Paşa ayaklanır dervişin ardından. “Adalı”yı sorar, Adalı’nın kabrinin neden yanında olmadığını sorar güvercinlere.

İşte böyle olaylarla gelir “Kırkpınar Vakti” Edirne’ye ya da böyle olaylarla hissedilir “Kırkpınar Zamanı”.

Kırkpınar VaktiEdirne’de yaşamın yeniden kurgulanmasıdır aslında. “Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır ” düşünce ve anlayışıyla..

Gelecek yazıda: Kendine Özgü Yanlarıyla Kırkpınar…