Futbolcu mu filozof mu?

Futbol
Caner Eler’in röportajı Liverpool tarihi efsanelerle doludur. Shankly’den başlayıp Gerrard’a uzanan elit bir yelpaze. 80’lerin sonu, 90’ların ilk yarısını izleyenler için...
EMOJİLE

Caner Eler’in röportajı

Liverpool tarihi efsanelerle doludur. Shankly’den başlayıp Gerrard’a uzanan elit bir yelpaze. 80’lerin sonu, 90’ların ilk yarısını izleyenler için ise John Barnes farklı çağrışımlar yapar. Jamie Carragher onun için “Gördüğüm en iyi futbolculardan biri” der hatıratında. Hemfikir olan futbolcu ve futbolsever sayısı hayli fazladır. İngiltere’de siyahi futbolcuların kendini kabul ettiriş öyküsünde de önemli bir rol oynar. Onunla söyleşiye giderken benim de içinde bulunduğum bir neslin, Barnes’ı izleme şansı bularak Liverpool taraftarı oluşunu düşünüyordum. Gençlere tavsiyesine “Sigara ve alkolü bilmem ama futbolcu olmak istiyorsanız kızlardan uzak durun” esprisiyle başlayan Barnes herkese pozitif enerjisiyle ışık saçtı tüm söyleşi boyunca. ‘Kop’ tribününün zamanında delici kanat akınları nedeniyle ‘Digger’ (Kazıcı) lakabını takıp bağrına bastığı John Barnes karşınızda.

Britanya’da devşirme ve diğer ülkelerden gelen sporcular üzerinden giden bir ‘Plastik Britanyalılar’ tartışması var. 12 yaşında Jamaika’dan adaya geldiniz, tecrübeleriniz vardır. Fikriniz nedir?
Linford Christie de 20 yıl önce Britanya için Olimpiyat Altını alırken Jamaika’dan gelmiş bir adamdı. Bugünlerde ne yazık ki milliyetçiliği kucaklıyoruz. O ülkede yaşıyorsan, o ülke için ter döküyorsan hangi kökenden olduğunun önemi var mı acaba? ABD’ye bak. Aslında tam anlamıyla Amerika kökenli olanlar aslında sadece Kızılderililer. Peki bu kadar İrlandalı, Alman, İtalyan, Hispanik ve daha farklı kökenden insan nasıl ABD’ye sadakat sergiliyor? Çünkü bir kere orada yaşamaya başlayınca artık Amerikalı oluyorsun. Aynı şey Avustralya için de geçerli.
Biz yani Britanya dünyanın birçok yerinde sömürgeciliği, kolonileri yaydıktan sonra o toplumların gücünden, kaynaklarından yararlanıp zenginleştik. Ama onları Ada’ya bağladıktan sonra oradan size gelen insanlara “Durun, hayır giremezsiniz, sizi dışlıyoruz” diyemezsin. İngiltere bu sayede, yani İngiliz Milletler Topluluğu sayesinde bu kadar büyüdü. Yani şu an İngiltere’de yaşayanlar da 800-900 yıl önce Almanya’dan gelmişti. Nereden geldiğini illa belirlemek istiyorsan ne kadar geriye gittiğine bağlı bu…

Bildiğim kadarıyla sosyalist bakış açınız var. Siyaset anlamında bu desteğe dönüştü mü?
Bazı ilişkilerim oldu ama benim için bu konu politik gerçeklikten ziyade ideolojik olarak değerli. İşin o kısmında kalmayı tercih ediyorum. Küreselleşen, kozmopolit bir dünyada yaşıyoruz. Sosyalistik uygulamalar ve komünizmin işlevselliğini yitirdiği, bilhassa da insanoğlunun açgözlülüğü ve önüne geçemediği ihtirasları yüzünden yitirdiği bir zamandayız belki de. Her zaman ideolojik olarak insanların sosyalist bir çatı altında yaşamaları gerektiğini düşünüyorum. Ancak ideolojik olarak, belki de bir ütopyayı savunuyoruz çünkü gerçekte insanoğlu her zaman sahip olduğundan daha fazlasını isteyen yapıya sahip. Ben hep bu ideolojinin arkasında olacağım ancak bir politik görüş olarak değil, bir yaşam biçimi olarak.

‘Avrupa Birliği ikiyüzlü’

Margaret Thatcher için ne düşünüyorsun peki?
İngiltere’nin şu an içinde bulunduğu durumdan sorumlu insanların başında geliyor. En büyük sorumlu o hatta. Ama geçmişe gidip değiştiremiyorsunuz. O yüzden gerçeklik günümüzde yaşadığın şeylerdir. Bu yüzyıllar öncesine Amerika kıtasına gidip neden kölelik oldu, onu değiştirmek lazım gibi bir durum. Ne yazık ki yapamıyorsunuz. Önemli olan bununla başa çıkmak ve ileriye dönük adımlar atabilmek. Ben sorayım, Türkiye Avrupa Birliği’ne katılmak istiyor mu? Söyleyeyim, hükümetiniz katılmak istiyor.

Katılmalı mıyız?
Bir Türkiyeli bakış açısıyla değerlendiremem tabii ki. Ama Jamaika kökenli bir Britanyalı olarak şunu söyleyebilirim: AB’nin kurulma anafikri emperyalist fikir üzerine gelişmiştir. AB kimlerden oluşmalı diye ilk düşündüğünde İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya ve birkaç ülke daha olur belki. Bir de şu an yayıldığı hale ve yayılmayı planladığı ülkelere doğru bir göz atın… Normalde Avrupa Birliği’nin beyaz bir Avrupa olması gerekiyordu değil mi? Ama onlar ne yapıyorlar. AB’ye karşı olma sebebim şu: Bin yıldır Avrupa ülkeleri, İngiltere, Fransa, İspanya ve Almanya dünyanın diğer ülkelerini kolonileri haline getirmek için birbirleriyle savaştılar.
Mesela İngiltere’ye kim yardım etti? Jamaika İngiltere için Almanya’ya karşı savaştı. Şimdi ne yapıyorlar, günümüz koşullarında savaşa mahal vermeden, “Seni birliğimize kattık, kardeşimizsin” deyip, Jamaika gibi eski kolonilerinden gelenleri dışlıyorlar. Babam, büyükbabam onun babası Jamaika ordusunda savaşmıştı.

‘Yıkılacak, sonları belli’
Britanya yönetimi altındayken Britanya için savaşmışlardı. Şimdi Jamaika’ya gittiğinde Britanya için ölen savaş kahramanı askerler olarak gömüldükleri anıt mezarlarını görebilirsin. Fakat bu ülke için ölenlerin torunları şimdi adaya ve Avrupa’ya girerken hor görülüyorlar. Avrupa Birliği’nin arkasındaki bu fikre ve oluşturduğu ikiyüzlülüğe karşıyım. Ama şimdi zaten ettiklerini buluyorlar. O açgözlü, umarsız yayılmacı temel fikir kendi içinde panzehirini yarattı. Parçalanacaklar. Bu kaçınılmaz son onlar için. Hatta Kosova, Arnavutluk, Türkmenistan “Biz de Avrupa’yız. Ülkenize gelip çalışacağız” diyecekler. Onlar da “Hayır, serbest giremezsin” deyip, sadece Fransızları, Almanları isteyecekler. İtalya, Yunanistan’ın durumları ortada. Yine ikiyüzlülük yapacaklar. Kendi tuzaklarına düşecekler.

Fikirlerinizin oluşmasında kimlerin etkisi var?
Marx, Engels de okumuşumdur ancak asıl ırkçılık penceresinden değerlendirdiğimizde Arthur de Gobineau’yu inceledim çok fazla. Modern ırkçı fikrin ilk fikir babası belki de. Çünkü temel konu sömürgecilik ve koloni anlayışından kaynaklanıyor.

Pozitif bakış açınız var, empati hep dilinizde…
Çünkü ırkçılığı anlıyorum, algılıyorum. Beyaz olsaydım pasif bir ırkçı olacaktım muhtemelen. Çünkü Avrupa’nın büyük bölümü öyle zaten.
Spordan koparsak, günlük yaşama odaklanalım. 400 yıldır beyazın üstün ırk olduğu konusunda bir inanç söylem söz konusuydu. Artık bundan bahsedilmiyor. Günlük yaşama baktığınızda, mesela güzellik nedir? Genelde sarı saç, mavi gözdür.
Hımm belki yıllar sonra o tanım evrildi, şimdi Angelina Jolie’nin dudakları güzel deniyor. Siyah kadınların çoğunun dudakları büyük. Ama onlara göre bu güzellik değil, beyaz kadının büyük dudakları onlar için güzellik tanımı… ABD’ye uzanalım. Mesela küçükken oyun oynarken siyah bir çocuk olarak kovboy olmak isterdim, çünkü Kızılderililer kötü adamlardı. Kölelik döneminden kalma siyahların imajı neydi, tembel, akılsız, iş bilmez, maymun gibi kelimeler kullanılırdı. Şimdi kullanılmıyor ama 400 yıl boyunca bunlar belleklerde yer etti. Hâlâ bilinçaltında hem siyahlar hem beyazlar bunu hissederler.
Tarihsel kişiliklere, kahramanlarımıza bakalım… Christopher Columbus, Amerika’yı mı keşfetti? Hayır, orada zaten yaşayan Kızılderililer vardı. Şimdi yaşasa katlettikleri yüzünden savaş suçlusu olurdu, ancak tarihi kahramanlardan biri.
Morton Stanley Afrika’da keşif yapan bir kahraman olarak bilinir ancak oraya gitmiştir ve insanları öldürmüşlerdir. Nil’in güneyini keşfettiği söylenir ancak zaten orada yaşayan siyah insanlar onu oraya götürmüşlerdir. Stanley kahraman olarak hep anlatılırken, o siyah insanlar yok sayılmışlardır. Zafer, şan her zaman Avrupalılarındır. Şöyle düşün, ya 2. Dünya Savaşı’nın sonucu farklı olsaydı. Herkes Churchill’i kahraman diye addeder. Kendisi ırkçıydı.
Kahramanımız ama aslı bu. Britanya bayrağında, Union Jack’de yer alan haç St. George’a aittir. O, zamanında haçlı seferleri sırasında Anadolulu ama Hıristiyan olan ve seferle beraber Kudüs’e akın edenlerden biridir. Yani Türk kökenleri vardır. İngiltere’de ise Aziz George’dur. Birkaç yıl önceki İngiltere-Türkiye maçında İngiliz taraftarlar Türkleri tahrik etmek için bayrakları yüzlerine sallıyorlardı. Sebebi St.George’un o topraklardan gelmesiydi. Tarihi her şeyi kendimize göre şekillendirmişizdir. Güzellik düşüncesi, ahlak, etik hep Batı’ya aittir.

‘Adalet ve hukuktan daha üstün bir husus gerek’
Türkiye’de şike davasıyla ilgili hareketli günler yaşanıyor. Dünyada da fazlaca örneğini görüyoruz. Calciopoli, Yunanistan’daki olaylar vs. … Ne düşünüyorsun?
Türkiye’deki olaylar hakkında az bir bilgiye sahibim ancak genel olarak bahis sisteminin getirdiği bir yolsuzluk durumu söz konusu. Aynı zamanda başarıya giden yolda artık bireylerin kişisel hırslarının her şeyin ötesinde yer alması bu tip sorunlara yol açıyor.
Bu kulüplerin yönetim tarzıyla da alakalı. Bir kişinin diktasından çok paylaşımcı bir yapı olabilse bu sorunların üzerine daha rahat gidilebilir. Ancak bunu temelden engellemek kolay değil. Uzun yıllardır kriket dahil birçok sporun içine girmiş insanoğlunun zaaflarının bir bütünü belki de bu olaylar. Burada karar mercii olan kurumların katı olması, tolerans tanımaması çok önemli. Adaletten, hukuktan daha üstün bir husus olmamalı bu olaylarda.

‘Yetenek konusu tamam ama bir şeyleriniz eksik’
8-0’lık Türkiye-İngiltere maçlarını hatırlıyor musun? Goller atmıştın… Bu arada hatırlatayım hâlâ Türkiye’nin golü yok.
Evet, bu şaşırtıcı gerçekten de. Tabii son yıllarda o kadar sık karşılaşmıyoruz. Yetenek konusunda pek sıkıntınız yok aslında. Ancak futbolda başarı için disiplin, ruh, özgüven, organizasyon ve birliktelik en önemli hususlar. Bunlardan bazılarını eksik tutuyorsunuz sanki.
Çok iyi seviyelere gelebiliyorsunuz ancak bunu sürekliliğe ve istikrara çevirmek için bu prensiplere sahip olmak gerekiyor. Biz size karşı oynadığımızda o zaman 8-0’lık maçlarda da öyleydi, teknik olarak hep bizden iyiydiniz. Lakin burada işin içerisine güç, inanç, kendine güven, taktiksel disiplin girdiği zaman sorunlar yaşayabiliyorsunuz. Almanya’dan yetişen oyuncularınız ise daha farklılar. O standardı kendi ülkenizde de kurabilmeniz gerekiyor.

Bir de Les Ferdinand’ı sorayım size…
Les benim çok yakın bir arkadaşım. Geçen hafta beraberdik hatta. Benim Türkiye’yi ziyaret etmemi sağlayan adamdır. Çok severim. Harika da futbolcuydu. Gordon Milne dönemindeki Beşiktaş’ı hatırlarım hatta. Ancak Souness’u da hatırlarım tabii ki.. ( gülerek..)

86 Dünya Kupası çeyrek finalini sanırım farklı hatırlıyorsunuz? Maradona’nın hangi golü daha güzeldi sizin için?
Bir kere Maradona benim tüm zamanlardaki favori futbolcum. En iyisi o. Gol goldür. Tabii ki çalımlarla attığı gol çok özeldi. Diğer el golüne gelince, biz İngilizler dünyanın ahlak bekçileri gibi davranırız. Bilhassa basın… Maradona’nın yapmasıyla ilgili problemim yok. Hakem görmeliydi, görmedi gol oldu. O gün hem Dünya Kupası’nda ilk kez oynadım hem de Maradona’yla aynı sahayı paylaşma onuruna ulaşmıştım. O inanılmazdı.

Söyleşinin radikal.com.tr’ye özel bölümü ise şöyle:
Biraz Liverpool zamanından bahsedelim, Liverpool tarihinin efsane oyuncularıdan birisiniz. Liverpool takım kimliği olarak Türkiye’de de farklı algılanır. Siz ne düşünüyorsunuz?
Liverpool’a ilk transfer olduğumda 1987’de, takım İngiltere’nin en iyisiydi. Ne yazık ki Heysel’den dolayı Avrupa’da yasaklıydık. Heysel ve Hillsborough beni hala en fazla yaralayan olaylardır. Bilhassa da içinde yer aldığım için Hillsborough olayları benim hala canımı yakar. Futbolun holiganizmden uzaklaşması en önemli hususlardan biri. İnsan canından daha önemli bir olay düşünemiyorum. Tekrar Liverpool’a dönersek ilk geldiğimde bir hayli heyecanlı ve gergindim, çünkü kulüp muazzam bir geleneğe ve tarihe sahipti. Yine kulübün sahip olduğu o kimlik, içine girdikçe ne kadar derin olduğunu keşfettiğim kimlik. Aslında ilk günümde neler olacağını kestiremiyordum. Hatta hemen takıma entegre olabilmek için acaba Jamaika’nın kara büyüsüne mi başvursam diyordum. İlk günümde ben, Peter Beardsley, Ray Houghton ve John Aldridge Liverpool’un yeni oyuncuları olarak Juventus’a giden Ian Rush ve emekli olan Kenny Dalglish’in yerini doldurmak için oradaydık. Yeni bir Liverpool oluşmuştu. Yıllardır elde edilen başarıyı devam ettirmenin getirdiği baskı ve sorumluluk vardı. Liverpool’un özü, Bill Shankly’den bu yana, Liverpool’un oyun tarzına uyan futbolcuları belirlemek ve hep bu iyi oyuncuları bir araya getirmektir. Sonrasında onlara güvenmek, onlara inanmak, daha ilk günden taktiklere boğmadan önce önce onların oynarken birbirlerinden keyif almalarını sağlamaktır. Ben de hemen çok rahat hissettim. Bazen futbolcular yeni kulüplerine geldiklerinde onlara zaman vermek gerekir. Mesela şu günlerde Adam, Carroll, Henderson yeni transferler olarak zamana ihityaç duyuyorlar. Bu o zaman farklıydı. Biz o grupla hemen bütünleşip, daha ilk antrenman gününden itibaren takım olmayı başarmıştık. Zira o zaman anlayış da farklıydı. Ben Pool kariyerime iki bölümde bakıyorum. İlk beş yıl benim ve takım için harika gitmişti. Biz Liverpool’un geleneklerini kucaklayıp yola devam etmiştik, fakat sonrasında Premier Legue başladı, bir çok değişiklik yaşandı ve o değişiklikler Liverpool’a da uğradı. Liverpool içinde yaşanan bu değişiklikler de Liverpool’a karşı işleyenlerdi. İşte bu yüzden bir daha da şampiyonluk kazanamadık…

Bu hasrette Taylor Raporu üstü kurulan Premier League’in yapısı mı rol oynadı yani?
Öyle de diyebiliriz ama şöyle açmam lazım konuyu. Premier League kurulduğunda, kulüplerin işleyişi, yönetim şekli ve yapıları değişmeye başladı. Bir kere yabancı futbolcu akını oldu. Liverpool’un başına da o dönem Graeme Souness gelmişti. Bu kulüpten gelmesine rağmen Liverpool’un değişmesine sebep oldu. Evet değişmesi gerekiyordu kulübün şartlara ayak uydurmak için ancak bunu doğru yöntemlerle yapmadı. Bu kadar çabuk olması gerekmiyordu. Geçiş döneminde altyapıdan ve dışardan gelen genç oyuncularına Liverpool geleneklerine istinaden bir gelişim sağlamak önemliydi. Ancak tarihi oluşturan fikirleri bir anda çöpe atıp, yeni devrimci olduğunu söylediğiniz yeni fikirleri hem de o kadar genç oyuncuyla entegre etmek kolay değildi. Başarının sürekliliği açısından bu yapıyı bu şekilde bir anda silmek doğru değildi. Geçişlerin çok daha sindirelerek yapılması, sabırla yapılması gerekir. Özünü unutmadan üzerine doğru parçaları ekleyerek. Ancak bu Pool’da olmadı.

Souness’dan bahsetmişken birçok önemli teknik adamlar çalıştınız? Bobby Robson, Graham Taylor, Kenny Dalglish vs. Sizde nasıl izler bıraktılar?
Graham Taylor benim ilk teknik direktörümdü. Çok gençtim ve üzerimde büyük etkisi vardı. Futbola onun yönetiminde başladığım için çok mutluyum. Çünkü ondan disiplini, alçak gönüllülüğü ve organizasyonu öğrenmiştim. Bir genç oyuncu için iyi bir başlangıç ve çıkış noktası. Liverpool gibi büyük bir kulübe 17 yaşında süper star gibi gitseniz orada herşey bir anda aleyhinize işleyebilir.Graham Taylor ise 4. ligden aldığı takımı en üst seviyeye çıkarmakla kalmadı, kendi kimliğini kazandırdı. Önemli paralar harcamadı, büyük transferler yapmadı, bu tamamen onun organizasyon yeteneğinden, birliktelik yaratmasından ve bir ruh katmasından kaynaklandı. Belki de en sosyalist futbol takımlarından biriydi o Watford. Herkes aynı seviyedeydi, herkes aynı şekilde davranılırdı, eşitlik her alanda geçerliydi. Belki farklı paralar alanlar vardı takımda lakin size bakış açısı değişmez ve mutlaka aynı saygıyı görürlerdi Taylor’dan. Futbol takımı da böyle olmamalı mı zaten. Zira hiç kimse, Lionel Messi de dahil, tek başına bir futbol maçını kazanamaz. Lionel Messi takımda Carles Puyol’dan daha önemli değil. Sahaya kimseyi çıkarmayıp sadece Messi’yi sürersen maçı kazanamaz. Evet o daha fazla para kazanabilir, daha fazla ilgi görebilir, daha yetenekli olabilir ancak takım içinde Guardiola’dan gördüğü muamele diğerlerinden farklı olamaz. Sonuçta başka türlü de bu kadar başarıya ulaşmaları mümkün olmayabilirdi. Takımın kimyası bu. Graham Taylor’la alakalı olay da buydu.

Bobby Robson?
Öldüğünde derin bir üzüntü duydum. Onu ve onun için oynamayı çok severdim. Herkes severdi. Çünkü tutkulu, dürüst, oyuncularını seven, destek veren bir adamdı. Bazı teknik adamlar vardır, onun için oynarsın ama onu sevmekte zorlanırsın. Mesela Real Madrid için oynuyor olsam şu anda, Jose Mourinho dünyanın en iyi teknik adamlarından biri, ona saygı duyardım, onun için oynardım ancak onu sevmezdim muhtemelen. Çok başarılı bir teknik adam ancak onu sevmezdim. Bobby Robson ise hem onun için canını dişine takacağınız, saygı duyacağınız bir adamdı hem de çok sevebileceğiniz bir teknik adam.

Kenny Dalglish ile de çalıştın?
Kenny en üst seviyede nasıl başarılı olunacağını iyi bilen bir teknik adam. Mesela Roy Hodgson görev yaptı Pool’da. Ancak ikisi farklı teknik adamlar. Hodgson Pool’da başarılı olamayacak ancak West Brom’da başarılı olabilecek bir adam. Dalglish ise tam tersi. Çünkü Kenny’nin felsefesi büyük kulübe uyanı. Mesela Graham Taylor’ın felsefesi her ikisi için de başarılı olan türdendir. Birbirinden farklı felsefeye sahip bir çok teknik adam var. Biri diğerinden çok daha iyidir diyemezsiniz belki ama birinin felsefesi falanca kulüp için uygundur demek daha doğru olabilir. Mourinho gibi gittiği her yerde başarılı olabilecek felsefeye sahip olanlar da mevcut 2. ligdeki takımların üste çıkış biletini cebinde bulunduran felsefeye sahip teknik adamlar da. Farklı niteliklere sahip teknik adamlar vardır, hepsinin uyduğu anahtar deliği farklıdır… Biri diğerinden çok iyidir demek doğru kıyaslama değil bana göre.

Sahip olma mevzunu futbola taşırsak, günümüzde bilhassa da İngiltere’de oligarklar, Arap zenginleri kulüpleri satın alıyorlar. Bunu nasıl karşılıyorsun?
Ben fikirsel olarak duruma karşıyım tabii ki. Avrupa futbolunun patronu Michel Platini de bir sosyalist. İngiltere’de onu çok sevmezler, o da bizi pek sevmez, sevmez derken ülkeye duyduğu bir antipatiden değil de İngiltere futbolundaki zengin takım sahipleri ve İngiltere liginin son yıllarda temsil ettikleri anlamında oluşan bir bakış açısı bu. Sonuçta onun ideolojisine ters gelen biri durum, aynı bana olduğu gibi. İngiltere’nin tam tersine Almanya’ya baktığınızda herhangi bir kulübün %49’undan fazlasına bir kişinin, bir şirketin, kurumun sahip olması yasak. Bu dilim kulübe ve taraftara aittir. İngiltere’de ise parası olan herkes kolayca gelip kulüp satın alabiliyor. Bu Avrupa’nın diğer ülkeleri için finansal açıdan adaletsiz bir görüntü oluşturabiliyor. Transfer için milyon avrolar harcayabiliyorlar. Yakın zamanda Finansal Fair Play kuralları tamamen devrede olacak. Bu düzenlemelerin biraz bu adaletsizliğe çözüm olabileceğini umuyorum. En azından bazı cezai müeyyideler daha ciddi ekonomik sonuçlar doğuracak gibi gözüküyor. Mesela güçlü kulüpler hemen CAS’a gidip bazı olayları çözmeye çalışabiliyorlar. Ancak sen kanunları düzgün koyabilirsen, kişiye göre esnetmezsen, ekstra kurallara izin vermezsen herhangi bir finansal uygunsuzlukta güçlü kulüpleri beş bin pound yerine 100 milyon cezaya çarptırabilirsen onlar da Avrupa Mahkemelerine gidemezler. Gücün varsa kanun yaratabilirsin. UEFA da Avrupa’da futbolun patronu olarak kanunları yarattığı anda kimse onlara meydan okuyamaz. Hinlik peşinde koşamaz. Mesela burada ABD modeli var. Ekonomik düzenlemelerin yanı sıra asıl önemli olan o ekonomik adalet düzenlemelerine karşı geldiğin an yönetici kurum “İşte cezan bu, bunu ödeyeceksin” diyor ve itiraz edemiyorlar. Asıl önemli olan bu. Mesela bir örnek vermek gerekirse, Jose Mourinho bir otelde Ashley Cole ile buluşup kural dışı transfer görüşmesi yaptığında, sadece 20 bin pound ceza alacağını bildiğinden burada şansını denemekten çekinmiyor Chelsea. Ama kanunda bu usulsüzlük olduğunda cezası 50 milyon pound yazsa, bunu yapabilirlermiydi? Hayır. Ben özgürlüğe düşkün bir insanım ancak bu mevzularda kanunların, kuralların çok daha belirleyici olması gerekiyor. UEFA’yı önümüzdeki günlerde zorlu günler bekliyor bu açıdan. Futbol özünde sosyalist bir spor olması gerekiyor. Takım çalışmasına bağlı herşey. Takım olarak beraber hareket etmen gerekiyor. Burada sadece futbolculardan da bahsetmiyorum. Taraftarından yöneticisine ouşan bir yelpazeden bahsediyorum. Çünkü futbol bir kimlik edinme meselesi, daha doğrusu benzer, yakın ama bir yandan da çok uzak yapıdaki insanların kimlik oluşturma yöntemi bir manada. Şimdi bu kimlik kaybolmaya yüz tutmuş durumda. Yabancı zenginler gelip takım satın alarak, o kulübün kimliğini satın aldıklarını düşünüyorlar. Burada taraftarların reaksiyonu ve bunu karşılama şekli önemli. O kimliği koruma konusunda en büyük görev onlara düşüyor.

Irkçılıkla ilgili son dönemde Suarez, Terry olayları derken bir çok vaka yaşandı. Siz de zamanında ilk ünlü siyahi futbolculardan biri olarak bunun tecrübesini çok fazla yaşadınız. Bu vakalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
İngiltere’de olduğu dünyanın bir çok yerinde ne yazık ki ırkçılık mevcut. Futbolu toplumdan ayrı düşünemezsiniz. Toplumun içinde ırkçılık var olduğu sürece bu futbolun da içine nüfuz edecektir. Fubolun sosyal anlamda önemli olduğu tüm toplumlarda ırkçılık örnekleri kendini göstermiştir. Futbol büyük bir endüstri, medya ilgisi devasa boyutlarda, ırkçılık örnekleri artık çok daha geniş yer buluyor. Ancak bu futbol temelli bir sorun değil. Toplumun iliklerine kadar işlemiş bir problem. Toplumdan temizlenmediği sürece futboldan da ırkçılığı temizlemek pek mümkün olmayacaktır.

Luis Suarez mevzusunda, Evra’nın elini sıkmama konusu çok konuşulduğunda ESPN’de “Biz dünyanın ahlaki değerlerini koruma bekçileri değiliz. Dünyada bu kadar önemli olaylar olurken bunun üzerine bu kadar iki yüzlü konuşmaya hakkımız yok.” demiştiniz?
Evet kesinlikle öyle. Suarez’in davasında özür dileseydi, ama bunu samimi bir şekilde istemeden dileseydi, belki farklı bakılacaktı. Bir jest geçici bir mutluluk anı yaratıp, yine iki yüzlü, gerçekten dürüst olmayan bir şekilde topluma doğru imaj sergilenecekti. Ama hiç bir şey değişmeyecekti. Kültürler arasında önemli farklılıklar vardır. Suarez’in geldiği kültürde, Evra’yla olan tartışmasında kullandığı “Negrito” kelimesi İngiltere’de kullanılan “nigger” ile aynı anlama gelmiyor. Evet bir tartışma yaşadılar, bu kelimeyi kullandı lakin bu kelime bizim kültürümüzde çok daha ağır ve farklı algılanıyor. Suarez burada ırkçı bir düşünceyle bunu dile getirmemişti. Suarez de bunu savundu. Futbolu bir kenara bırakırsan, Suarez Liverpool’u temsil ettiği için özür dileyip, bu olayı kabullenebilirdi. Ancak o kendi ahlaki değerlerini korumak için kendini savunmayı tercih etti. Neye inanıyorsa ona tutundu. Yalancıktan bir özür de dileyebilirdi. O zaman yine herşey halının altına süpürülecekti. El sıkma olayında hataları vardır evet ama genel davada haklı olduğu konular da vardır. Burada çok önemli bir konu söz konusu; biz gerçekten ırkçılıktan kurtulmaya mı çalışıyoruz, yoksa sadece onu duymayacak bir frekansa ayarlamaya mı uğraşıyoruz. Kanunlar, kurallar diyor ki ırkçılığı düşünebilirsin ancak söyleyemezsin. Günlük hayatında sokakta ırkçı düşüncelerle dolaşıp, yaşayabilirsin ancak stadyuma geldiğinde bunu dile getiremezsin. Bu ırkçılıktan kurtulmanızı sağlamaz. İyi temel eğitim, ırkçılık konusunda toplumsal farkındalık çalışmaları, küçükken ırkçılığın ne olduğunun anlatıldığı dersler… bunlar yapılabileceklerin sadece bir kaç tanesi. Benim peşinde olduğum şey, ırkçı fikri doğuran kaynakları, düşünce temellerini nötralize etmek, onları toplumun içinde çekip çıkarmak, yoksa stadyuma geldiğinizde susturulmanız benim için bir önem teşkil etmiyor.

Alex Ferguson’ın el sıkma mevzusundan sonra Suarez ile cümlelerini nasıl karşıladınız?
Peter Schmeichel – Ian Wright olayını hatırlatırım. O zaman Ferguson’ın bir şey dediğini hatırlıyormusun. Hayır dememişti. Şöyle bir olay olsa, Rooney Glen Johnson’a ırkçı bir tacizde bulunsa Manchester United Rooney’e sahip çıkmayacak mıydı? Ferguson burada biraz popülizme kaçtı. Ha keza Arsene Wenger Van Persie hakkında nasıl konuşacaktı… Burada tamamen nesnel değil hep öznel durumlar söz konusu. Burada demek istediğim Suarez ırçkılık yapsın Lİverpool onu korusun olayı değil. Onun yapmadığına inanıyorlar ve koruyorlar. Aynı şey diğer takımlar için de olabilirdi onu ifade etmeye çalışıyorum. Yoksa sıfır tolerans diyerek bir yere gidilemez. Bundan 20 yıl önce benim veya diğer siyahi futbolcuların İngiltere’de maruz kaldığı ırkçı hakaretlere sessiz kalan aynı basın mensupları şimdi, bire bir aynı adamlar, bu konuda çığırtkan oldular. Burada büyük bir samimiyetsizlik var. El sıkma olayına gelince Suarez’in orada yaptığı hata el sıkacağım dedikten sonra gidip maçta sıkmamasıdır. Bunu yapmamalıydı.

1984’de Maracana’da Brezilya-İngiltere maçında İngiltere milli takım tarihinin en güzel golünü atmıştınız. 2-0 kazanılan maçın ardından dönüş uçağında yaşanan olaylar da buna dahil sanırım?
Aslında bu olayı anlatmayı çok sevmiyorum. Ama önemli bir konu. O uçakta Ulusal Cephe üyesi bazı taraftarlar da bizimle beraber uçuyorlardı. Hem otelde hem uçakta sayısız ırkçı davranış oldu. Bizimle beraber gelen basın mensupları ki, çoğu şu günlerde Suarez, Terry davalarını aktarıyorlar, bir kelime dahi yazmadılar. Hiç sözünü etmediler o zaman bu davranışların. Burada büyük bir çifte standart söz konusu. Neden onları ciddiye alıyım ki. O olay gibi onlarca olay yaşadım o yıllarda. Ancak tek bir kelime edilmedi. Şimdi aynı insanlar göstermelik konuşmalar yapıyorlar.

Afrika futbolu biraz bunlardan sıyrılabildi mi pekala?
Afrika ülkeleri artık özgür ülkeler. Koloni değiller. Ancak futbol takımlarına bakıyorsun %90’ında hala teknik adamlar eski sömürgeci ülkelerden gelen beyaz teknik adamlar. Çünkü kendilerinin yeterli olduğuna inanamıyorlar. Çünkü yıllarca hep yeterli olmadıkları inandırıldı. Hep üstünlük fikri aşılandı. Bu yüzyıllar boyunca olanların kalan acı mirası aslında.

Pozitif ayrımcılığa da karşısınız bildiğim kadarıyla?
Evet, pozitif ayrımcılık karşıtıyım. Yani sırf siyah teknik adam çalışacak diye konulan kurallardan hoşlanmıyorum. Bu zamanla kendi içinde gelişecek ve tabuları kıracak bir süreç olmalı. Hatta gazetecilerin gelip siyah teknik direktörler başarılı olamıyor mu diye sormasına da hoş bakmıyorum. O da ırkçı bir bakış açısı. Burada renk ayrımı yapılmadan, insanları kategorilendirmeden yaşamak önemli. Yani çünkü benim siyah olduğum için başarılı bir menajer olmamam algısı olabilir. Ancak akıllı olmadığım için, taktiklerim yeterli olmadığı için değil siyah teknik olduğum için. Irksal önyargı hemen devreye giriyor. Yıllar önce tohumları atılan ve yıllarca hüküm süren düşüncelerden dolayı belli stereotipler ve basmakalıp fikirler ortada geziniyor.

Tarihin en iyisi tartışmaları hep yapılır, sence Maradona mı?
Kesinlikle Maradona. Şimdilerde Messi fantastik işler yapıyor. O da o seviyelere yakın fakat Maradona benim için çok farklı. Dönemleri sanırım biraz farklı değerlendirmek lazım. O zamanın koşulları çok farklıydı. Bir kere savunmalar şimdi de sert oynuyor ancak o zaman direk bacak kırmak için girerlerdi topa. Saha zeminleri, teknolojik ekipmanlar herşey farklıydı. Cruyff’u da o yüzden farklı değerlendirmek gerekir. O da başka bir dünyadan gibiydi. Kim daha iyi olduğunu söylemek zor. Pele’den tut, Zidane’a kadar uzanan Messi ile devam eden bir yelpaze. Burada önemli farklılıklardan bir tanesi de artık yıldız futbolcular korunuyor. O zaman böyle biri durum yoktu, Messi, Ronaldo gibi yıldızlar biraz daha şanslı. Ama yine de kim daha iyi demektense keyfini çıkarmak lazım.

Sen de Liverpool efsanesi olarak ilham verici futbolculardan biri oldun. Döneminin en büyük hücum silahlarından biri olarak bugünün hücum pozisyonlarında muadilini görüyor musun? Robben mesela?
Futbol tabii ki 20 yıl öncesine göre çok değişti. Sistem, taktik varyasyonlar, saha yerleşimleri, pozisyon tanımları… Artık gerçek manada kanat oyuncuları çok fazla yok. Futbolcular da bu yeni düzene ayak uyduruyorlar. Evet Robben o dönemdeki tarza en yakın oyuncu diyebilirim. Biz biraz daha orta sahanın açığında oynayan tarzdaydık, şimdi forvet kanat oyuncuları var. Robben, C.Ronaldo o tanımı değiştiren isimler.

Capello sonrası dönem ve İngiliz futbolunun genel yapısı için neler söyleyebilirsin?
Genç futbolcuların yetişmesi konusunda önemli sıkıntılar mevcut. Daha doğrusu genç futbolcular iyi takımlarda kendilerine şans bulamıyorlar. Bu da Rio Ferdinand, Rooney, Lampard, Gerrard, Cole’lu jenerasyondan sonra soru işaretleri oluşturuyor. Altyapıda başarı odaklı çalışmalar nedeniyle İspanya seviyesine gelinmesi zor gözüküyor. Bilhassa Arsenal, Chelsea, Manchester United ve Liverpool’un kadrosunda yer alan genç İngilizlerin aldığı sürelerin niteliği en önemli sorunsal gibi duruyor. Welbeck, Cleaverley vs. bu oyuncular çok daha fazla oynayabilmeliler. Ama genel bir altyapı süreç, gelişim sorunu olduğunu da söylemem lazım. Jenerasyon değişimleri ciddi azap haline geliyor.

Hangi ligi daha keyifle izliyorsun?
Kesinlikle İspanya. Almanya da organizasyonu, seyircisi, stadyumları, yapısıyla güzel bir lig ancak kalite anlamında İspanya bir numara. Mesela Real Zaragoza’ya baktığınızda son sıralarda olabilir ancak sahip oldukları oyun felsefesi çok iyi. İtalya da taktiksel olarak tabii ki zenginlikler içeriyor ancak İspanya hücum taktikleri anlamında çok öne çıkıyor. En ofensif felsefeye dayalı futbol anlayışı onlarda. Yine Athletic Bilbao örneği… Herşeyi anlatıyor. Bielsa da müthiş bir teknik adam.

Müzik kariyerin de var.
Rap müzik severim. Hem söylerim hem dinlerim. Bob Marley’nin yeri ayrıdır hatta bir new Order şarkısını Liverpool için söylemiştim zamanında. Ancak günümüzde Snoop Dogg’dan TuPac’e, Dr.Dre’ye eski tarz rap müzikçileri seviyorum. Yani artık daha çok dinleyiciyim.

2012 Londra için katılan futbol takımı için neler diyeceksin?
Büyük Britanya’nın İngiltere dışındaki toprakları Büyük Britanya’yı desteklemiyor. Evet bazı sporlarda ortak olimpiyat komitesi söz konusu ancak futbolda desteklemeleri çok zor. Bu takımın sadece İngiltere’den oluşması da gayet normal.
 

Radikal