Son zamanlarda birbiri ardına gelen ve vahşice işlenen ‘aşk’ cinayetleri hepimizi dehşete düşürdü. ‘Bir insan bunu nasıl yapabilir’ derken, Mardin’de dünyayı bile şok eden katliam haberiyle kanımız dondu. Peki bize neler oluyor? Toplumsal bir cinnetin girdabına mı kapıldık? Medical Park Fatih Hastanesi’nden Klinik Psikolog Sinem Demir’e göre; bu cinayetler ‘aşk’ ile değil, ‘sahip olma’ hissinin zedelenmesi ile tetikleniyor.
Medical Park Fatih Hastanesi’nden Klinik Psikolog Sinem Demir, medyaya ‘aşk cinayeti’ olarak yansıyan cinayet haberlerinden, ‘reddedilmeye tahammülsüzlük’ ile ilişkili olanları ele aldı. Psikolog Sinem Demir’e göre bu cinayetlerde kadının ‘tutku ile sevilmesi’ değil, ‘sahip olunmak istenen bir nesne olarak görülmesi’ söz konusu. Son günlerde yaşanan ve ‘istediği kızı alamama’ ile ilişkili olduğu öne sürülen Mardin katliamını da yorumlayan Demir’in değerlendirmeleri şöyle:
‘REDDEDİLME CİNAYETLERİ’: ‘SAĞLIKSIZ GÜÇ DUYGUSU’NUN ZEDELENMESİ
Reddedilmeye aşırı hassasiyetin cinayetle sonuçlandığı vakalar psiko-sosyolojik açıdan değerlendirilirse, ‘güç/erk’ duygusundaki zedelenmenin ön planda olduğu öne sürülebilir. Bu ‘güç/erk’ duygusu, erkek olmak ile ilgili değildir; kadınlar da bu güç’ün sahiplenicisi, besleyicisi olabilir. Bu duygunun hâkim olduğu bir ailede, erkek çocukta zirve yapan güç/erk duygusunu, ‘o oğlu doğuran’ annesi, ‘hanedanlığın kraliçesi’ olan babaanne gibi kadınlar, hatta o ‘soyadına’ ortak olan yakın akrabalar bile paylaşabilir.
Sadece fiziksel araçların (para, ‘soy’ ve ‘isim’ gücü, mevki gücü, silah gücü… gibi) güç duygusunu beslediği birey/aile/kültürlerde, ‘sağlıksız güç duygusu’ndan söz edilebilir. Bu, mutlaka ‘kendini ispat etmek için’ yıkıcılığa yönelecek, gücünü sergilemek için her zaman irili-ufaklı sebepler/tehditler bulacak, sağlıksız bir şekilde şişirilmiş bir güç duygusudur.
ÖFKENİN YIKICILIĞA DÖNMESİ, GÜÇ DEĞİL GÜÇSÜZLÜKTÜR
Bu güce yönelik en kolay oluşacak tehdit, ‘nesnesi’ olarak gördüğü kadınla ilişkili konulardır: kadın (veya ailesi) tarafından reddedilmek, kadın’ının ‘namusuyla’ ilgili ‘şüphe duymak’… (Burada kadın, güç/erk hiyerarşisinde ekonomik değeri olmayan tarafı temsil ediyor). Fiziksel araçlarla beslenen güç/erk duygusu ile oluşan kimlik, (kendi iddiasının aksine) son derece güçsüzdür. Hiçbir kaygıyı/engellenmeyi/reddedilmeyi dindiremez, kendisini yumuşatamaz. Hatta yumuşamayı, ‘kişiliksizlik-güçsüzlük’ olarak görür. Güç/erk duygusu zedelenince, tehdit oluşturduğundan ’şüphe duyduğu’ ülkeleri işgale giden ‘büyük güç’ ülkelerin ‘legal terör’ü, ‘klasik terör’, töre cinayetleri ve Mardin’de son yaşanan katliam, aynı mekanizmadan besleniyor gibi gözükmektedir.
“İstediğimi (hakkım olanı) alamazsam, kendime/bana ait olan nesnelere zarar verileceğinden ‘şüphe’ duyarsam öldürürüm ve zedelenmiş erk/güç duygumu yeniden beslerim”. Sadece fiziksel güçten beslenen birey/aile/kültür, hiçbir zaman ‘doymaz’. Para-mevki-silah-kas gücüyle (yani fiziksel araçlarla) ‘güç’ duygusunu (yani kimlik duygusunu) geçici olarak doyurur, ardından mutlaka yeni tehditler hisseder ve ‘güç/erk’ duygusu için fiziksel araçları yeniden devreye sokar.
‘SAĞLIKLI GÜÇ DUYGUSU’NDA ‘VİCDAN’, YANLI VE KOŞULLU DEĞİLDİR
Sadece fiziksel araçların güç/erk duygusunu beslemesi, insan (canlı) hayatını önemseyen değer yargılarını, samimi/içten ılımlı düşünce ve duyguları devre dışı bırakır. Sadece ‘kendisinden’ olarak gördüklerine (yani çarpık bir) vicdan/üzüntü/merhamet duygusu geliştirebilir. Kendi (ve kendisine ait olarak kabul ettiklerinin) yıkıcılığını ve ‘diğerlerinin’ acılarını geçiştirir, görmezden gelir.
Erk/güç duygusu, hiç olmaması gereken bir duygu olarak düşünülemez. Her bireyin/ailenin/kültürün, belli düzeyde erk/güç duygusuna ihtiyacı vardır. Önemli olan, bu duygunun ‘sadece fiziksel araçlarla’ tanımlanmaması; yani yıkıcılığa yönelmemesi, duyguların körelmesine yol açmamasıdır. Sağlıklı olan, kendi hakkı olanı (yıkıcı yollara başvurmadan) arayabilecek kadar ‘güç’ duygusu taşırken, insan hayatını, diğerlerinin hayatını önemseyebilmek; ‘vicdan’ duygusu ile ‘zarar verme!’ diyen mekanizmanın bütünleşmiş olmasıdır. Bunun için de, ‘zarar görmekten daha kötüsünün ‘zarar vermek’ olduğu’ değer yargısını aktaran rol modellerine/ebeveynlere/liderlere ihtiyaç vardır. Aksi, her zaman (benliğe, kimliğe yönelik) yeni ‘zedelenme hisleri’, yeni ‘yıkma etme sebepleri’ üretir durur.
İstediği kızı (nesneyi) ‘alamayan’ kişinin, o kızı (bazen kendisini de) öldürerek, ‘bir tür yanılsama’ yaşadığı öne sürülebilir. Bu şekilde, onu kendisi dışında başka kimseye ‘vermeyerek’, sanki ‘kendisinde kalmış’ gibi hissedebilir. Kendisini de öldürdüğünde, ‘sadece ikisine ait bir alan’ oluşturmuş algısı yaşayabilir. İntihar davranışının açıklamalarından biri de, kendisini ‘kendisi’ öldürdüğünde, ‘ölümsüz olacağı’ yanılsamasının yaşanmasıdır.