Zehra BİNİCİ’nin yazısı
İnsan vücudunun merkez üssü beyindir.Beynin işleyiş mekanizmasında yaşanan her türlü değişim vücudun ve ruhun yapısında hafif, orta yada ağır şiddette değişimlere neden olmaktadır.
Hastane de gözlem yaptığım bir gün hastalardan birinin söylediği cümle beni çok etkiledi ve bunun üzerine literatür de Obsesif-Kompalsif Bozukluk olarak geçen takıntı hastalığını araştırmaya başladım ve edindiğim bilgileri dilimin döndüğünce sizlerle paylaşmaya karar verdim. Kurduğu cümle ise “Yaşadığım bu sıkıntılar bana dünyada cehennemi tattırdı, hayatı çekilmez hale getirdi.” idi.
Takıntı (Obsesyon)
Genellikle kişinin kaldırmayacağı kadar yoğun bir acı yaşaması sonucu ortaya çıkmaktadır. Kişiyi üzüp ona acı verecek,onu mutsuz edecek durumlarla karşılaşma takıntıyı tetikleyebilir.
Takıntılar ya da tıbbi literatür de yaygın olarak kullanılan adıyla obsesyonlar;
– kişiyi rahatsız eden,
– zorlayıcı ve tekrarlayıcı,
– istenmeden gelen düşünce, duygu ve davranışlardır.
Kişi bu obsesyonunun mantıksız olduğunun farkında olmasına rağmen zihninden atmakta zorlanır.
Kişinin takıntısı doğrultusunda kendisini yapmaktan alıkoyamadığı davranışlarına kompülsiyon (zorlantı) denen davranışlar eşlik eder. Kompülsiyonlar, kişinin takıntısından kaynaklanan sıkıntıyı gidermek için yaptığı veya yapmak zorunda hissettiği tekrarlayıcı davranışlardır.
Kompülsiyon:
– Takıntıya cevap olarak gerçekleştirilen,
– Kişinin kendisini bu davranışı yapmaktan alıkoyamadığı,
– Tekrarlayıcı DAVRANIŞTIR.
Örnek vermek gerekirse;
– Kişinin aklına kirlendiği düşüncesinin gelmesi obsesyon (takıntı), ellerini yıkaması kompülsiyon (zorlantı) dur.
– Allah’a küfür etmeye mani olmama takıntı, tövbe etme kompülsiyon
– Çocuğunu camdan atacağını düşünme takıntı, cam kenarından uzak durma kompülsiyondur.
BAZI ÖRNEKLER…
“Sevdiklerime zarar verir miyim?” (saldırganlık obsesyonu)
“İnsanlara kötü sözler söyler miyim?” (şüphe obsesyonu)
“Dua ederken içimden Allah’a küfretmek gelir mi?”(dini obsesyon)
“Yolda bana değen kişilerden mikrop kapar mıyım?” (bulaşma obsesyonu)
“Kendimi çocuğumu öldürür müyüm?” (şüphe obsesyonu)
“Ocağı veya kapıyı açık unutmuş olabilir miyim?” (şüphe obsesyonu)
“Terliklerimi yan yana koymazsam anne ya da babamın başına kötü bir şey gelir mi?”
(simetri obsesyonu)
Kişi bu ve buna benzer düşüncelere bilinçsizce takılıp kalıyorsa, bu düşünceler istemeden aklına geliyorsa, belirgin sıkıntılara neden oluyorsa, saçma olduklarını bilinmesine rağmen düşünmekten kendini alamıyorsa, bu düşünceler tekrarlayıcı şekilde varlığını hissettiriyorsa ve kişinin hayatını çekilmez hale getirip, ilişkilerini alt üst ediyorsa “Takıntı Hastalığı” ndan (obsesif- kompulsif bozukluktan) bahsedilir.
Çevremizde sık el yıkayan, titiz, simetri takıntısı olan, aynı soruyu defalarca soran, parmağını çıtlattığında üçe tamamlamazsa uğursuzluk yaşayacağına inanan, etrafındaki nesnelere pek dokunamayan, çabuk iğrenen kişiler vardır. Peki, bu kişilerin hepsi takıntı hastalığına mı sahiptir? Daha öncede değindiğim gibi takıntı kişiye acı veriyor, sosyal hayattaki ilişkilerine zarar veriyorsa o zaman ortada “Takıntı Hastalığı”nın olabileceğinden şüphelenip, uzmana başvurmak gerekir.
Takıntıyla mücadele etmenin en başarılı yolu, ÜSTÜNE GİTMEKTİR. Kişi kendisini rahatsız eden fikri kafasından atmaya çalıştıkça, takıntısı azalmaz tam tersine şiddetlenir. Ellerini tekrar tekrar yıkamak, olmadı deyip abdesti tekrarlamak, kapıyı üçüncü defa kontrol etmek gibi istekler kişinin içinden geliyorsa, buna karşı koymalıdır. Bu duygularını yenmek için mücadele etmelidir. Bu herkes için kolay olmayabilir. Bu durumda kişi alanında uzman birine başvurarak iyleşme yolunda ilk adımı atmış olur. Takıntılar kişinin özel ve sosyal hayatını zorlaştırmaktadır. Takıntılı kişinin yaşadığı sorun ve zorluklar çevresindekilerin de hayatını olumsuz etkilemektedir.
TAKINTININ YOLDAŞLARI
Takıntı hastalığında eşlik eden durumlar vardır ve bunlar kişide yoğun olarak görülür. Depresyon, stres, kaygı, düşünce bozukluğu, öz güven eksikliği, yorgunluk hissi, suçluluk duyma, utanma, kararsızlık vb. duygular takıntı hastalığına eşlik edebilmektedir. Takıntılı davranışın ana nedeni huzursuzluğu azaltma, önleme ya da korkulan bir düşünceyi engellemeye çalışmaktır.
NEDENLERİ
Bilinen tek bir nedeni olmamakla beraber çeşitli etkenlerin bir araya gelmesiyle takıntı hastalığın ortaya çıktığı bilinmektedir. Bunlar arasında beyin mekanizmasın da meydana gelen işlevsel bozukluklar, aileden gelen genetik yatkınlık, öğrenme davranışı sayılabilir. Hastalığın nedeni biyolojik temelli olmakla birlikte herkeste ne tür takıntının ortaya çıkacağını tahmin etmemize yarayan bazı kişilik özellikleri vardır. Mesela hastalık öncesinde titiz olan kişide temizlik ve aşırı el yıkama şeklinde ortaya çıkan hastalık, günlük hayatında güvensiz ve evhamlı olan birinde şüphecilik ve kontrol etme takıntısı şeklinde görülebilirken, mükemmeliyetçi birinde der simetri obsesyonu ortaya çıkabilir.
TAKINTI HASTALIKLARI TEDAVİSİNDE
– İlaç tedavisi
– Davranışçı psikoterapi
– Elektroşok tedavisi
– En uç boyutta olan vakalarda da beyin ameliyatı uygulanmaktadır.
Takıntı hastalığı tedavisinde etkili tedavi yaklaşımı davranışçı psikoterapidir. İlaçla birlikte psikoterapinin hastaya uygulanmasıyla başarılı sonuç elde etme oranı artmaktadır. Davranışçı psikoterapi temelinde ALIŞTIRMA vardır. Hastayla sadece konuşma, hastanın bilinçaltına inme, davranışlarının altında yatan gizli güdüleri araştırma ya da çocukluk dönemleri araştırılarak saatler harcama yoktur. Az öncede ifade ettiğim gibi takıntı tedavisinde en iyi sonucu veren davranışçı terapi de hastayı yeni duruma yavaşça alıştırma vardır. Yavaşça dedim çünkü kişiyi korktuğu durumla birdenbire karşılaştırma sonucu facia olabilir. Davranışçı psikoterapinin temel ilkesi rahatsızlık veren düşünce ya da eylemin üstüne gitmektir. Fakat takıntılı kişiler tam tersini yapar ve kaçarlar. Mesela insanların ona hastalık bulaştırabileceğini düşünerek otobüse binmekten kaçınabilir, binmek zorunda kaldığında da eve döndüğünde hemen banyoya koşup saatlerce yıkanabilir. Oysa takıntıdan kaçmak takıntının zihne yerleşmesini, kuvvetlenmesini sağlamaktan, zihnin sıkıntılı misafiri olmasından başka işe yaramaz.
Bunların yanında ruh ve sinir hastalıklarının tedavisinde beyin ameliyatı uygulaması 1930’lu yıllarda başlamış ve buna “psikocerrahi” adı verilmiştir. Şizofrenler başta olmak üzere çeşitli psikiyatrik bozuklukları olan kişiler bıçak altına yatırılmış ve yüz güldürücü sonuçlar elde edilmiştir. Takıntı hastalığında tedavi yöntemi olarak genelde ameliyata başvurulmaz. Fakat bazı takıntılı kişiler öylesine mutsuz, hayattan kopmuş, yaşamlarını kendi elleriyle cehenneme çevirmişlerdir ki sakıncası ne olursa olsun psikocerrahi yöntemine razı hale gelmişlerdir. Çünkü öyleleri var ki toplu taşıma araçlarına binemeyen, sokaktan gelen kedi sesinin kendisinin pislenmesine sebep olduğunu düşünerek saatlerce banyodan çıkmayan, zarar verebilirim diye çocuğunu kucağına alamayan, derisi soyuluncaya kadar ellerini yıkayan, işyerinin kapısını kilitleyip kilitlemediğinden şüphelenip gece yarısında yatağından çıkıp iş yerine giden… Dikkat ederseniz bu düşünce, dürtü, hayal ve şüpheler daima istenmeden gelir, sıkıntı verici ve tekrarlayıcıdır.
İşte takıntıları böyle çok şiddetli olan, başka her türlü tedavi uygulandığı halde bir türlü düzelmeyen hastalarda, beynin alın tarafındaki kabuğunun diğer beyin bölgeleriyle bağlantısı kesilmektedir. Ve sonuçlarda oldukça başarılıdır.
Düşünüyorum da bu mükemmel işleyen sistemde ki küçücük bir sorun bizden neler çalabiliyor. Yaşanan huzursuzluklar, olumsuz düşünceler kişinin yaşam kalitesini azaltır, onun sağlıklı düşünme kabiliyetini çalar, onu strese sokup sıkıntı yaşatır. İnsanlara küçücük problemlere üzülme lüksünün olmadığını fark etmeleri için bizlere nelerin düştüğünün sorusu son zamanlarda cevaplamaya çalıştığım en büyük sorum, sorunum.
AktüelPsikoloji