Filmin Washington’daki galası için başkente gelen Oscar ödüllü oyuncu Amerika’nın Sesi’nden Mehtap Çolak Yılmaz sorularını yanıtladı.İşte o konuşma…
Mehtap Çolak Yılmaz: Öncelikle bir Türk olarak size teşekkür etmek istiyorum çünkü bizim de binlerce insanımızı kaybettiğimiz Çanakkale savaşı tarihimizin çok önemli bir sayfasını oluşturuyor. Sorularıma bu filmin sizin açınızdan ne gibi bir farkı olduğunu ve bu olayla kişisel olarak herhangi bir bağınız var mı sorularıyla başlamak istiyorum. Gelibolu kişisel olarak sizin için ne kadar önem taşıyor?
Russell Crowe: Çok sayıda Avustralyalı ve Yeni Zelandalı doğduklarından itibaren Çanakkale Savaşı’nın gerçeklerine aşinadır. Bu yüzden, bence tüm Avustralya ve Yeni Zelandalılar için Gelibolu kişisel bir öneme sahip. Bununla birlikte bu film bana başka bir olanak sundu. Avustralya ve Yeni Zelandalılar olarak kahramanlık ve cesaret öykülerine alışığız, ama olaylara başka perspektiften bakmadık. Başkalarının gördüklerini göremedik. Bu film bana bu fırsatı verdi. Film metnini ilk okuduğumda bir yandan keyif duydum, bir yandan utanç. Çünkü bu savaşa katılan Anzak askerlerini anma toplantılarında her zaman Anzaklar’ın fedakarlıkları öne çıkarıldı. Bunu Türkiye açısından daha önce hiç düşünmemiştim. Bu perspektifi Avustralya ve Yeni Zelandalılar’ın önüne koyabilmek, bu filmi bu kadar önemli ve büyük yapıyor, çünkü insanların önüne çok yeni bir perspektif koyuyoruz.
Dünyaca ünlü oyuncu, bir bölümünü Türkiye’de çektiği filmde Çanakkale Savaşı’nda kaybolan üç oğlunu aramak için Türkiye’ye gelen Avustralyalı bir babanın öyküsünü anlatıyor. Film, Avustralya’nın Sinema ve Televizyon Sanatları Akademisi tarafından verilen ülkenin en önemli sinema ödülüne layık görüldü.
Mehtap Çolak Yılmaz: Filme Türkiye de nasıl bir tepki aldınız? Türkiye’deki tepkiyi nasıl buldunuz çünkü bu Türkiye açısından çok hassas bir tarih. Türk ekibiyle ve Türk aktörlerle çalışmanın en güzel yanı neydi?
Russell Crowe: Bu soruları neden tek tek sormuyorsun? Inan bana, soruların bittiğinde ilk sorunun ne olduğunu hatırlayamayacağım.
Mehtap Çolak Yılmaz: O zaman Türkler’in filme olan tepkisinden başlayalım.
Russell Crowe: “Elbette. İstanbul’daki galada film ayakta alkışlandı. Bu da yaşamımdaki en gurur verici şeylerden biri oldu. Bu çok özel bir durum, çünkü sadece bir aktör olmaktan daha farklı. Kişiliğime, sanatçılığıma ve olaylara bakış açıma ait birçok özelliği filmde yansıtabildim. Bunun yanında filmin derlenmesi, filmde kullanılacak renkler ve kostümler hakkındaki bütün kararları bir yönetmen olarak almanız gerekiyor. Böyle bir konumdayken ve bir kültürün özelliğini yakalamaya çalışırken, umudunuz o kültüre bağlı insanların yaptığınızın farkına varmasını sağlamak. O insanlar tarafından ayakta alkışlandığınız zaman, bunu başardığınızın farkına varıyorsunuz. Gösteri sırasında ve filmin bitmesinden sonra aldığım tepkiler harikuladeydi. Türkler’den aldığım olumlu tepkiler beni derinden etkiledi.”
Oscar ödüllü yönetmen-aktör Russell Crowe’un yönettiği filmde Binbaşı Hasan rolünde izlediğimiz Yılmaz Erdoğan, Avustralya’nın Oscarları olarak bilinen Sinema ve Televizyon Sanatları Akademisi’nce en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne layık görüldü. Ancak Russel Crowe hem rol arkadaşı hem de yönetmeni olduğu Yılmaz Erdoğan’ı oyunculuğuyla değil, başka bir yönüyle hatırlıyor.
Mehtap Çolak Yılmaz: Türk ekip ve aktörlerle çalışmanızın en güzel tarafı neydi?
Russell Crowe: Yılmaz Erdoğan’la çalışmamızın en güzel tarafı, kendisi yemek yemekten inanılmaz hoşlanıyor. Her şeyin en güzelinin nerede olduğunu biliyor. Mesela fasulye yemek isterseniz hemen, bak şuraya gidelim, gel benimle der. Joshua, sen beni dinle der ve beraber gideriz. Gittiğimiz yer genellikle derme çatma bir yerdir, ancak yediğiniz yemek, daha önce hiç bu kadar güzel olacağını düşünemediğiniz kadar güzeldir. Bir keresinde beni Karadeniz’de bir restorana götürdü. Orada kalkan balığı yedik, o balık inanılmaz güzeldi. Balığa biraz yağ, tuz ve baharat döküp pizza fırınına koyuyorlar ve yediğinizde aklınız başınızdan gidiyor.
Mehtap Çolak Yılmaz: Cem Yılmaz’la çalışmanın en güzel tarafı ise, kendisi acayip komik bir insan. Yaptığı esprileri beğendiniz mi? Bu soruyu da aslında soracaktım size…
Russell Crowe: “Aslında yaptığı espriler çok kötüydü ancak beni yine de çok güldürdü. Çok iyi bir insan. Bunun yanında bana kültürünüz hakkında birçok şey öğretti. Bence her ikisi de başarmak istediğimiz hedefe ulaşmada ihtiyacımız olan her konuda bize destek oldu. Mesela Topkapı Sarayı’nda, Sultanahmet Camisi’nde ve sokakta çekim yapmak için almamız gereken izinlerde yardım ettiler. Örneğin Sultanahmet Camisi’nde ilk defa uluslararası bir prodüksiyon firmasına cami imamı tarafından izin verilmiş. Topkapı Sarayı’nda yaptığımız bir toplantıda Kültür Bakanı bana ‘öyle birşey söyle ki cami imamıyla konuştuğumda sizin Sultanahmet Camii’nde çekim yapabilmenizi kolaylaştırsın’ dedi. Biz herhangi bir araç istemedik, çekim yapacağımız yerde herhangi bir değişiklik de yapmayacaktık. Gündüz ışıklarını kullanıp çekim yapacaktık. Bana bundan emin olup olmadığımı sorduğunda, ben de son derece emin olduğumu, doğal ışıkları kullanıp kimseyi rahatsız etmeden çekim yapacağımızı söyledim. O halde ‘bana imama ne söylemem gerektiğini söyle’ dedi. Bende ona imama söylemesi gereken şeyin, ‘yaptığımız iş küçük görünse de, çok büyük yankı uyandıracağından eminim’ demesi olduğunu söyledim. Sayın Bakan da bana baktı ve aynen öyle diyeceğini söyledi.
Mehtap Çolak Yılmaz: Son olarak, Türkiye’de daha başka projeler gerçekleştirmek ister misiniz? Veya başka projeleriniz var mı?
Russell Crowe: Şu an herhangi bir projem yok, ancak kendimi olası projelere de kapatmış değilim, çünkü Türkiye’de harika vakit geçirdim.
Mehtap Çolak Yılmaz: Bir de, Türk kahvesini gerçekten beğendiniz mi?
Russel Crowe: Hayır. Türk kahvesini beğenmedim. İlk başta hoşuma gitmişti ama kahve, keyif aldığım şeyler arasında değil. Avustralya’da yaptığımız kahveyi tercih ederim. Üzgünüm.
Water Diviner, Son Umut filmi Amerika’daki sinemalarda 24 Nisan’dan itibaren izleyicisiyle buluşuyor.