Ayşe Böhürler’in Yenişafak gazetesinde Ömer D İnçer ile gerçekleştirdiği röportajın ikinci bölümü….
Prof. Ömer Dinçer ile söyleşimizin bu bölümünde derin devlet ve yeni anayasa üzerine odaklandık. Yaptığı görevler nedeniyle bu konulara ilişkin yorumları geniş bir bilgi ve tecrübeyi barındırıyor.
Türkiye vesayetin farklı unsurlarıyla yeterince mücadele edebildi mi? Sizin tanık olduğunuz süreçte askeri vesayetin, yan destekçi unsurları nelerdi?
Maalesef vesayetin bütün aktörleriyle yeteri kadar mücadele edilemedi. Buzdağının görünen kısmı askerler olduğu için dikkatler oraya çevriliyor. Vesayet sistemi sadece askerlerden ibaret diye düşünülürse, konu çok dar çerçevede ele alınmış olur. Çünkü vesayet kendisine bir ideoloji yarattı. Bu ideolojiye sahip olan kesimler; başta bürokrasi olmak üzere yargı, siyaset, iş ve sanat dünyası, üniversiteler ve medya içinde vesayeti koruyan aktörler var. Bunlar toplumda etkili insanlar. Bu nedenle, darbeye teşebbüs edenlerin tamamına hesap sorulmadığı müddetçe bu ülkede daha demokratik, insan hakları ve özgürlükleri esas almış, millet iradesiyle gelen millet iradesiyle giden yönetim sistemini oluşturmaya kolayca razı olmayacaklardır.
DERİN DEVLETİ ÇOK KÜÇÜMSÜYORUZ
Yargılamalar başladı ve beraat edildi. Şimdi 28 Şubat’la ilgili dava sürüyor. Bu bir mücadele yöntemi ya da tasfiye yöntemi miydi? Yoksa aslında hesap sormanın farklı biçimleri olabilir miydi?
Gerçekte, Türkiye’de derin devlet çok küçümseniyor. Bu illegal yapıyı küçümsediğimiz müddetçe de sonuç almakta çok zorlanılır.
DERİN YAPI GÖRÜNMEZ
Yani bu derin devlet dediğiniz Seferberlik Tetkik Kurulu, sonrasında Özel Kuvvetler falan gibi yapılar mı?
Siz sadece görünen kurumsal alana bakıyorsunuz. Hâlbuki derin devlet illegaldir ve kurumsal alanda görünmez. Vesayet sadece MGK, MGK Genel Sekreterliği gibi kurumsal yapılar olarak düşünülüyor. Hâlbuki bu kurumlar hukukidir ve görünmektedir. Adı üstünde, ‘derin’ yapı görünmez. MGK’yı ülkenin sadece güvenlik siyasetiyle ilgilenen bir kurula dönüştürerek, MGK Genel Sekreterliği’ni sivilleştirerek ve onun içerisindeki Psikolojik Harp Dairesi’ni ve benzerlerini kapatarak, EMASYA protokolünü iptal ederek ve milli güvenlik siyaset belgesini de gerçekten milli güvenlik belgesine dönüştürerek hukuki yapı içinde yer alan vesayet kaldırılmış olur. Başka bir ifadeyle, bu düzenlemeler sistemi vesayetten arındırmış olur ama derin devleti ortadan kaldırmaz. Çünkü vesayet bu insanlar eliyle illegal olarak varlığını devam ettiriyor. Askerin, yargının, siyasi aktörlerin arasında, medyanın içerisinde işbirliği yapan insanlardan bahsediyoruz.
KENDİ HESAPLAŞMALARINI DAHİL ETTİLER
Derin yapıyla mücadele nasıl yapıldı?
AK Parti iktidarı polis ve yargı yoluyla derin devletle mücadele etmeye çalıştı. Seçimle gelmiş bir iktidarın başka türlü bir mücadele etme yöntemi de yoktur. Ama polisin ve yargının içerisinde derin devletin uzantıları vardı. Çok açık bir şekilde işlenmiş suçlara (belki hukuka uygun olmayacak şekilde bazı suçsuzları dâhil ederek) kendi hesaplaşmalarını da dâhil ettiler. Bu hesaplaşmayı sürece sokarak bir takım insanları açıkça kanuni düzenlemeler dışında tedbirlerle tutukladılar ve işi rayından çıkardılar. Türkiye’de bugünlerde bazı darbe davaları temyize gidiyor, belki de bütünüyle dosya kapatılacak. Ama bana göre ‘darbe hazırlığı’ diye bir gerçek vardı. Bu ülkede 2004-2007-2008 arasında birçok darbe planı yapıldı. Ama yargı ve polis bunun içerisine bir takım usulsüzlükler, hukuksuzluklar dâhil ederek süreci yozlaştırdıysa bunun hesabı ayrıca sorulmalıdır. Darbe davalarına paralel hesaplaşmalar da dâhil edildi diye darbe hazırlıkları göz ardı edilmemeli. Hem darbeye niyetlenenler hem de şahsi hesaplaşmaları sürece dâhil edenler hesap vermeli.
Sorulabilir mi?
Sorulmalıdır diye düşünüyorum.
Nasıl?
Bence bunun yolu iki noktadan geçiyor. Onlardan bir tanesi devleti mümkün olduğu kadar şeffaflaştırmak… İkincisi de yargıyı belli bir ideolojinin dışına çıkarmak ve daha adil belirlenmiş hukuk sistemine uygun kararlar verecek hale getirmek gerekiyor.
AMAÇLARI SİYASET MÜHENDİSLİĞİ
Aslında her ülkenin bir derin devletinin olduğu biliniyor…
Herhangi bir örgütte (sadece askeri veya sivil bürokrasi veya yargıda değil, vakıf, dernek, siyasi partide) iki tür yapı vardır: Formel (resmi) yapılar ve informel (gayrı resmi) yapılar. Formel yapı hiyerarşik bir düzen içinde tanımlanmıştır; amaçlar, görevler, yetkiler ve ilişkiler belirlenmiştir. Ama bu yapı içerisinde insan olmaktan kaynaklanan başka bir yapı daha oluşur. Diyelim ki; A bölümünün içindeki bir kişi ile B bölümünün başkanı, ondan sona C bölümündeki bir şef, bir genel başkan yardımcısı… Aynı düşünce ve inançta olanlar, yemeğe gidebilir, beraber piknik yapabilir veya evlerine gidip gelebilirler. Gidip geldikçe de o örgütün meselelerini konuşurlar. Bu tanımlanmamış yapı da informel örgüttür. İnformel yapılar önlenemez, belirtildiği gibi beşeri bir ihtiyacın tezahürüdür. İnformel yapı halkın seçtiği ve iktidara getirdiği hükümetin politikalarına uyumlu bir amaç peşinde olursa, sorun olmaz. Hatta sinerji doğar. Sorun informel yapının millet iradesini temsil eden iktidarı devirmeye, belirli bir politikaya bağlı kalmaya zorlanmasıdır. İnformel örgütü tehlikeli kılan ise bu tanımlanmamış ilişkiyi, o örgüt için farklı bir amaç belirleyip ve o amacı gerçekleştirmek üzere resmi yapıyı değiştirmek için kullanmasıdır.
DIŞ GÜÇLERE İHTİYAÇ DUYARLAR
Derin devletin sivil uzantılarının AK Parti iktidarına karşı uluslararası güçlerle irtibatını nasıl görüyorsunuz?
Eğer oluşan informel bir yapı iktidarın çizdiği resmi amaçların ve politikaların dışında amaç ve politika gerçekleştirmek istiyorsa, hukuki alanın dışında olduğu için iki temel ihtiyacını illegal yollardan sağlamak zorunda kalır: Birincisi yapacağı faaliyetleri finanse etmek için maddi kaynak, ikincisi ise kendini destekleyecek insanlar… Bunun için müracaat edeceği iki yöntemi vardır: Birisi suç işlemek, diğeri yabancı güçler. Hukuki olmayan amaçlarını gerçekleştirmek için çok uluslu yapıların yanı sıra suç örgütleriyle işbirliği ve ilişki geliştirmek durumunda kalırlar.
27 Nisan sonrası paralel yapı devreye sokuldu
Peki derin devlet ve cemaate gelelim m? Cemaat de derin devletin bir parçası mıydı?
Bugün adına paralel dediğimiz şey derin devletin farklı bir tezahürüdür.
Sizin müsteşarlığınız döneminde buna dair tespitleriniz veya önlemeye ilişkin adımlarınız hiç oldu mu?
Bizim zamanımızda derin devletin en güçlü olduğu zemin TSK’nın içiydi. Ama bana göre 28 Nisan’da, 27 Nisan’daki muhtıradan sonra hükümetin millet iradesine sahip çıkması, ilk defa Türkiye’de derin devletin kendi yöntemlerini sorgulamasına neden oldu.
Derin devlet ne zaman yöntem değiştirdi?
Derin devlet askeri yapı içerisinde 1960 yılından 2007 Nisanı’na kadar ya eline silahı aldı ya mektup yazdı yahut da millet iradesiyle seçilmiş hükümet temsilcilerini bir kenara çekerek ikaz etti ve başarılı oldu. 2004 yılından 2007 yılına kadar bunların hepsi AK Parti iktidarına karşı denenmiştir. Bunlar etkili olmadı ve 28 Nisan’da da karşılık gördü. Ama bana göre, özellikle kapatma davasının akamete uğraması ve 2010 yılındaki Anayasa değişikliği yeni yöntemler deneme gereğini ortaya koydu. O dönemlerde bizler her hafta şurada toplantı var, ihtilal hazırlığı yapılıyor bilgisi (veya tehdidi!) ile yaşadık. Kamuoyu da biliyor, o dönemde saf değiştirenler, yerinden tedirgin olanlar çıktı. Bizler ise buna itibar etmedik, milletin iradesini korumaya çalıştık.
Cemaat bu süreçten sonra mı devreye girdi diye düşünüyorsunuz?
Evet, 2007’den sonra cemaatin içerisine sızarak cemaatin içerisinde zaten var olan elemanlarını daha aktif hale getirerek, derin devletin cemaat üzerinden tezahür ettiğini düşünüyorum.
Peki Gezi olayları…
Gezi hadisesi, uluslararası istihbarat örgütlerinin herhangi bir ülkede istemedikleri iktidarı değiştirme teşebbüslerine çok benziyor.Bu hareket, yabancı ülkelerdeki istihbarat örgütlerinin Türkiye’deki uzantılarıyla beraber derin devletin yaptırdığı bir teşebbüstür. Açıkça Gezi olayları, AK Parti iktidarını alaşağı etmek için kullanılmıştır ama başarılı olamamıştır.
Perde arkasında paşalar vardı
Örneği var mıdır?
Somut bir hadise anlatayım size; Vatansever Kuvvetler Güç Birliği adında bir derneği duymuş olmalısınız. Bunlar AK Parti iktidarını yıpratmak ve kamu yönetimi reformunun önünü kesmek için sivil toplum örgütlerini koordine ediyorlardı. ÇYDD, ADD gibi birçok dernek bunların yönlendirmesiyle hareket etti. Başında da bir işadamı vardı. Derneğin kurucuları da görünürde ev kadını, kaportacı, su tesisatçısı gibi normal, sıradan vatandaşlardı. Ancak derneğin esas kararlarını veren danışma kurulu emekli paşalar ve onları destekleyen bilimadamları ve medya mensuplarından oluşmuştu.
Nasıl yürüdü bu süreç?
Dediler ki başkana “Sen bu derneği kur, finanse et, biz masraflarını karşılayacağız”. Bu dernek üç ay gibi kısa bir zaman içerisinde Türkiye’nin 40 ilinde örgütlendi. Bu iller Alevi-Sünni çatışmasının olabileceği illerimizdi. Yani Maraş’ta, Malatya’da, Mersin’de, Tunceli’de, Erzincan’da ve benzeri kritik yerlerde örgütlendiler. Örgütlenirken bu kişi o zamanki parayla 1,5 trilyon civarında para harcadı.
TESPİT EDİLDİ VE KAPATILDI
Bu paralar nereden temin edildi?
“Sen bu masrafları yap biz sana temin edeceği” diyenler daha sonra derneğin giderlerini karşılayacak kaynak bulamadılar. Nereden finanse etmeyi düşünüyorlardı, bilmiyorum. Belki örtülü ödeneklerden yararlanacaklardı. AK Parti hükümeti o günlerde örtülü ödenekleri kullanmak için yeni düzenlemeler getirdi. Derneği kuran işadamı mızmızlanmaya ve sorun çıkarmaya başladı. Sonra bir gün dernekte otururlarken, tanımadıkları biri geldi ve “Bundan sonra bütün masraflarını ben karşılayacağım” dedi. Bu adama orada oturanlar sordular; “Sen kimsin, bu masrafları nasıl karşılayacaksınız?” Adam açıkça; “Ben İstanbul ve Ankara’da arasında, TEM Otoyolu üzerindeki benzin istasyonlarının uyuşturucu ticaretini üstlendim. Karşılığında da sizin masraflarınızı karşılayacağım” dedi. Bu kadar ayrıntılı bilmemin sebebi, bunlara inanan gerçekten idealist bir üyenin bu durumu bize ihbar etmesi. Derneğe müfettişler gönderdik. Durum tespit edildi. Daha sonra dava açıldı ve dernek kapatıldı. Bunların hepsi daha sonra Kuvayı Milliye Derneği, Vatanseverler Derneği gibi isimlerle küçük örgütler halinde değişik illerde örgütlenmeye başladılar. Bunlar suçtur ve bununla ancak resmen mücadele edersiniz.
Danıştay’da açıkça hissettim
Sizde “bu derin devlet işi olabilir” izlenimi bırakan olaylar nelerdi?
Benim en çok derin devleti hissettiğim olay “Danıştay cinayeti” oldu. Çok iyi planlanmış bir cinayettir. Ayrıca cinayetin yalnızca kendisi değil, işleme yöntemiyle de bize ders verecek şekilde tasarlanmıştır. Sonuç itibariyle de iktidarın suçlandığı bir cinayet olmuştur. Ama sonradan resim ortaya çıktı. Bütün oyunları bozan da oradaki bir tek polisin şüphesi oldu. Küçük bir ihmalle o oyun bozulunca her şey ters tepti.
Hrant Dink cinayeti, Malatya Zirve katliamı gibi olayları da bu silsilenin içerisinde sayabilir miyiz?
Özellikle işlendiği yıllara baktığınız zaman sadece Hrant Dink cinayeti değil, Zirve Kitabevi cinayeti ve ondan sonra Şemdinli hadisesinin birbirinin devamı olduğu görülür.
Paralel yapıyı ilk nerede hissettiniz?
Bana göre, KCK operasyonu derin devletin cemaat üzerinden varlığını hissettirdiği ilk önemli olaydır. KCK operasyonunda suçlu suçsuz yüzlerce insan derdest edildi. İnsanları göz altına almak ve suçlamanın yanında kullanılan yöntem de aslında iktidara ikazdı. İnsanların elleri plastik kelepçeyle arkadan bağlandı. Her bir insan suçlu bile olsa insan olma onuru zedelenmeden, hakları korunarak hesaba çekilmelidir. Böylece barış süreci baltalandı.
Polis bunu iktidarın emriyle yapmadı mı?
Bu gibi durumlarda yetkili siyasi aktörün duruma hâkim olması ancak tecrübeyle mümkündür. Eğer bakanlık buna benzer geçmiş tecrübeler yaşamamışsa ya da buna karşı demokratik refleksleri yoksa, bunun sonuçlarını önceden görme şansı olmayabilir.
İki temel meselemiz Anayasa ve derin devlet
Türkiye’nin önünü tıkayan önemli meseleleri nedir?
Türkiye’nin birbirine bağlı olan iki önemli sorunu var. Onlardan biri Anayasa, ikincisi de derin devlet meselesidir.
AK Parti bunu değiştirebildi mi?
Derin devletle hala boğuştuğumuza göre değiştiremediğini söylemek lazım. Sadece TSK’nın siyasi konularda daha demokratik duruşunu, sorunun çözülmüş olduğuna yormak doğru bir teşhis olmaz.
Sorunun çözümü sizce nasıl olur peki?
Sorunun çözümü ‘herkesin dini kendine’ olmalı ama herkes bu devletin geleceğiyle ilgili, devletin çıkarlarını her şeyin üstünde tutacağına ilişkin bir ahlaki yapıya kavuşmalı, demokrasiyi sağlamlaştıracak adımlar bir an önce atılmalı…
Röportajın birinci bölümünü okumak için tıklayınız….