“Peygamberin Kılıçları”, “Semazen”, “Kiralık Anne” gibi birçok filme imza atan ve son olarak da “Karınca” filminin yönetmeni Nazif Tunç, sinemadaki yolculuğunu, hayata bakış açısını ve “Karınca” filmini on5yirmi5’e anlattı.
Öncelikle Nazif Tunç kimdir? Kendinizi nasıl tanıtırsınız?
Nazif Tunç; Anadolu insanının binlerce yıldır Müslümanlıkla övdüğü yaşamı beyaz perdeye yansıtmaya çalışan, Türk milletinin tarihsel gelişimine ve inanç geleneğine yakışan filmler yapmaya çalışan yapımcı-yönetmendir.
Sizin için sinema ne anlama gelir?
Sinema birçok kimse için yedinci sanattır. Benim için ise sinema bütün sanatlarda olduğu gibi insanları iyiliğe ve güzelliğe ulaştırma araçlarından birisidir. Sinema bazen bir kitapla bazen bir öğütle karşımıza çıkan, insanı kötüye karşı uyaran, iyiliğe yönelten, yaşamın sırlarını veren bir sanattır.
Benim için iyi bir film yeterli değildir, o film içinde bir takım mesajlar barındırmalı. İnsan o filmde kendi hayatından bir şeyler bulmalı. Sadece aşk, savaş veya sanat filmi bana yetmez. Filmin ötesinde mutlaka insanın iç dünyasına hitap edecek bir şeyler olmalı.
Önceleri gazetede sinema yazıları yazıyordunuz, bugün ise manevi gerçekçiliğin önemli yönetmenlerinden birisiniz. Gazetecilikten sinemaya yolculuğunuz nasıl oldu?
Bir Trakya kasabası Uzunköprü’de edebiyat ve sanatla ilgilenen, yol göstericisi olmadan hayat yolunda sanat macerası arayan bir çocuktum. Çocukluğum Uzunköprü’de halk kütüphanesi ile halk sineması arasında geçti. Halk kütüphanesinde Kemalettin Tuğcu, Yaşar Kemal, Orhan Kemaller okurken halk sinemasında ise filmler seyrediyordum.
Sinema benim içim Yeşilçam filmleri seyretmek, Ömer Lütfi Akadlar, Metin Erksanlar, Yılmaz Atadenizlerin bir kasaba sinemasına gelen ne kadar film varsa onlardan lezzet almaya çalıştığım bir alandı.
Tam bir edebiyat meraklısıydım. Şiir kitapları çıkarmak, roman yazmak, edebiyat dünyasına adım atmak istiyordum. Tarık Buğra, Mustafa Miyasoğlu, İstanbul’a ilk geldiğim zamanlarda tanıştığım hocalar oldu.Bu süreç içerisinde Mustafa Miyasoğlu’nun yardmıyla, Tercüman ve Türkiye gazetesinin kültür sanat sayfalarında sinema ve tiyatro eleştirmenliği yapmaya başladım.
1989 yılına kadar eleştirmen ve yazar olarak yoluma devam ettim. Tarık Buğra’nın bana senaryolarını tab ettirmesinden kaynaklanan ve Kuruluş’un çekimleri sırasında Yücel Çakmaklı ile olan ilişkilerim bana sinemanın içine adım atmam konusunda cesaret verdi. 1989 yılında TGRT kuruldu. Bir zamanlar asistanı olmaya çalıştığım Yücel Çakmaklı’nın senaristi ve aynı zamanda yapımcısı oldum. “Kurtuğlu-Osmanlı Bedel İster” diye Osmanlı tarihinin 16. yüzyılda Barbaros Hayreddin Paşa, Oruç Reis’in, Endülüs’ten zulüm görmüş insanları Osmanlı ülkesine getirmesini konu alan bir film çektik ve bu filmde çok beğenildi.
Son filminiz Karınca’ya gelelim. Bu filmde Türkiye’nin terör sorununu ele aldınız. Peki Karınca filminin senaryosu nasıl ortaya çıktı?
Türkiye’nin başında 40 yıldır bir terör belası var. Bu terörden dolayı hayatını kaybeden yüz binlerce can var. Gözü yaşlı anneler, Diyarbakır anneleri ve babaları var. Maalesef bugüne kadar bu konuyu kendi gerçekliği içinde değerlendiren bir film yapılmadı. Biz de beş yıldan beri bu senaryo üzerinde çalışıyoruz.
Karınca, Kur’an-ı Kerim’deki Neml yani karınca suresinden esinle yaptığımız bir filmdir. Kur’an-ı Kerim’de hayvan isimleri ile adlandırılmış 6 sure var. Neml, Bakara, Enam, Fil, Ankebut ve Nahl suresi. Milyonlarca hayvan arasında sadece bu hayvanların Allah’ın ayetleri arasında anılmasında bir sır, bir hikmet olduğunu düşünüyorum. Altı filmden oluşan bir seri istiyorum. Tamamlar mıyım tamamlayamaz mıyım bilmiyorum ancak Karınca ile işe başladım.
Karınca peygambere öğüt veren tek hayvandır. Fillere karşı küçüklüğüne bakmadan savaş açmış tek hayvandır. Ayrıca karıncalar beraber yaşama ve çalışkanlığı bakımından insana çok benzer. Bu yüzden karıncayı temsil alarak bir film yapmak ve bunu sinemaya taşımak istedim.
Kur’an- Kerim’in Neml suresini 15 ve 16. ayetlerinde karınca telaşlı, korkak, yuvasının gelen ordu tarafından darmadağın edileceğini, öleceklerini vehm eden bir hayvan olarak temsil ediliyor. Ben bu temsili aldım, telaş içinde, arkadaşlarının ölmesinden endişe duyan karıncayı bir canlı bomba adayı olarak filmime yerleştirdim.
Senaryo yazarken nelere dikkat ediyorsunuz? Senaryo yazmanın püf noktaları nelerdir?
Senaryo yazmak için rahmetli Ömer Lütfi Mete ile çalışırdık. Ömer Lütfi Mete, imam hatip mezunudur. Senaryo eğitimi yoktur. Deli Yürek, Kurtlar Vadisi gibi birçok işi üstlenmiştir. Ona sorardık, “Usta nasıl öğrendin sen bunu?” diye, hafızdı da kendisi. O da “Ben senaryo yazmayı Yusuf Suresi’nden öğrendim” derdi. Yusuf Suresi’nde bir senaristin örnek alması gereken her şey var. Çatışma, merak, kardeşler arasındaki hasetlikler var. O kadar çile çektiler, ayrıldılar, hasetlik yaptılar, ayrı düştüler. Bu süreçten sonra güzel bir finalle birleşmiş bir kıssa var.
İşin aslı insanı duygularına hitap eden güzel bir hikaye anlatmaktır. İstediğiniz kadar yazın, karaktere büyük hedefler, idealler verin, insanların duygularına hitap edemezseniz iyi bir senaryo yazmış olamazsınız. Senaryoda çatışma olacak, gerilim olacak, insanın beklediği merak olacak ve hepsinin ötesinde insanların kendinden bir şeyler gördüğü kahraman olacak. Bir kahramanı var edebilirseniz, zaten arkası çorap söküğü gibi gelir.