MAZLUMDER’in en önemli vasfı bir duruş sergilemek

Röportaj
Abdullah Güner’in röportajı   İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), “Kim olursa olsun, zalime karşı mazlumdan yana” sloganıyla 28 Ocak 1991 tarihinde kuruldu....
EMOJİLE

Abdullah Güner’in röportajı

 

İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), “Kim olursa olsun, zalime karşı mazlumdan yana” sloganıyla 28 Ocak 1991 tarihinde kuruldu. 
Daha çok MAZLUMDER kısa adıyla tanınan sivil toplum kuruluşu, insan haklarını hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm insanlar için çifte standartsız bir temelde savunmaya kararlı bir grup insanın ortak girişimi olarak doğdu. 

Her türlü zulmün kaldırılması ve yeryüzünde tüm haksızlıkların son bulması için çalışmayı, insan olarak var olmanın ve insanca yaşamanın bir gereği olarak kabul ediyorlar. Türkiye içinde ve dışında insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi; her türlü insan hakları ihlallerinin son bulması için çalışmalarını sürdürüyorlar.

İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER)’nin yapmış olduğu çalışmaları MAZLUMDER Genel Başkan Yardımcısı M. Cüneyt SARIYAŞAR Bey’le konuştuk.

 

MAZLUMDER (İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği)

 

“KİM OLURSA OLSUN ZALİME KARŞI, KİM OLURSA OLSUN MAZLUMDAN YANA”

 

Öncelikle MAZLUMDER hangi amaçla, ne zaman kuruldu? Kısaca bize kuruluşunuzla ilgili bilgi verir misiniz?

 

MAZLUMDER, 1991 yılında İslami hassasiyetlere sahip geniş bir sosyolojinin özellikle İstanbul ve Ankara eksenli olmakla birlikte, geniş istişarelerle, insan hakları alanında kurulan bir dernektir. 

İnsan haklarıyla ilgili alan, Müslüman sosyolojiye 80’lerin sonunda 90’ların başında girmiştir. Çünkü 80’lerin sonunda toplumda İslami kimliğiyle var olma çabası içinde bulunan bu geniş sosyoloji, artık gerek eğitim alanında gerekse de iş alanında gerek yönetim kademelerinde yer almak gerekse de işletme sahibi olarak toplumda etkin bir aktör olabilme noktasında toplumda adım adım geliştiği bir sürece rastlar. Bu günlerde hem bu İslami hassasiyet içerisinde hayata bakan sosyolojiye baskılar başlamıştır. Bu baskılar sonucu olarak da ciddi gözaltılar söz konusu olmuştur. Hapishanedeki süreç başlamıştır. Ve bu sürecin bazılarında da çok ciddi işkencelerle karşılaşılmıştır. Böyle bir zaruretten, pratikten hareketle insan hakları alanında söz söylemek ve mücadele vermek gerekmiştir. Bu gereklilik, insan hakları alanında İslami hassasiyetleri gözeten bu sosyolojinin kendi birikimiyle bir okuma yapmasına da sebep olmuştur. Tam da bu noktada MAZLUMDER, kendini oluştururken bu İslami hassasiyetlerin içinden okumasıyla “kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana” genel düsturuyla mazluma kimliğini sormadan mücadeleyi başlatmıştır. 

 

Bu mücadele günlük pratiğinde, başörtüsüyle okuluna giremeyen kızlarımızın yanında, sakallarıyla okullarına giremeyen erkek çocuklarımızın yanında yer almayı; başörtüsüyle hastanelerde, eğitim alanlarında veya herhangi bir iş göre mevkiinde görevini ifa edemeyen ve başlarını açmaya zorlanan insanların yanında… Sırf yakınlarının yaşantılarından dolayı bir şekilde tanımlanarak ve bir kısım bahanelerle yaşanan arka arkaya yoğunlaşan süreçler MAZLUMDER’i ortaya çıkartan pratik gerçeklerdir. 

 

MAZLUMDER, buradan hareketle meseleye bakarken kendi düşünce dünyasından vahye tabi olan aklın birikimlerinden yaptığı okumayla mazluma kimliğini sormamayı temel şiar edinmş bu noktada pratik örneklik Habil ile Kabil hikayesini önüne koymuş, Peygamberimiz (sav)’in gençliğindeki “Hilfül Fudul” hareketinin enerjisini almış, bu çağda bir “erdemliler hareketi ittifakı olarak bu yola çıkmıştır. 

 

Bu noktada MAZLUMDER, hemen insan hakları sorunuyla ilgilenirken önünde Türkiye’nin iki büyük sorunuyla karşı karşıya kalmıştır: Bunlardan bir tanesi Müslüman kimliğine, diğeri bununla beraber Kürt kimliğine yönelik yapılan tecavüzlerdir. MAZLUMDER birebir alanda ve pratikler içerisinde hemen insan hakları perspektifine yaklaşan raporlarıyla ve diğer çalışmalarıyla toplumsal duyarlılığı yükselten çalışmalarla bu duyarlılığı korumaya devam etmiştir.

 

“MAZLUMDER, MÜSLÜMAN KİMLİĞİN MÜCADELE ALANLARINDA VARLIĞINI GÖSTERMİŞTİR”

 

MAZLUMDER’in bugüne kadar yapmış olduğunuz çalışmalar hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

 

MAZLUMDER, kendi düşünce pratiğinden hareketle bir yandan başörtülü insanların okulda okumaları, bir yandan bu mücadele içerisinde bu konuda görüşlerini beyan ettikleri için duruşlarından dolayı (sisteme muhalif oluşlarının sebebiyle) içeri alınanlar, fikir suçluları… Öbür tarafta üniversitedeki mücadele ortamının ortaya çıkardığı mağdur edilen insanlar… Yine lise düzeyindeki okullarda, özellikle imam hatiplerdeki mücadele yoğun olarak bu Müslüman kimliğin mücadele alanlarında MAZLUMDER’in varlığını göstermiştir. 

 

Bunun yanı sıra Kürt sorunu üzerinden de Türkiye’de var olan gelişmelerde taraf olmuş, zulme karşı mazlumların yanında yer almıştır. Türkiye’nin ağırlıklı Kürt sorunu üzerinden 1992 yılında Kürt Forumu düzenleyerek toplumun en can yakıcı sorununa Müslüman kimliğe sahip ve bu hassasiyetleriyle önde gelen pek çok aydın, düşünür, yazar ile bir forum düzenlemiş ve bunu topluma bir katkı olarak sunmuştur.

 

Mücadele alanlarınız nelerdir?

 

MAZLUMDER, ülke içindeki sorunlarla birebir ilgilenirken kendi zihin dünyası hem ümmet perspektifine hem de insanlığa karşı sorumluluğa açık olduğu için bu iki yönde de MAZLUMDER’i aktif görmektesiniz. 

 

MAZLUMDER, kuruluşundan itibaren ümmet coğrafyasında var olan bütün zulümlere karşı duyarlı olmuş ve çatışma alanlarında gerçekten etkin rol oynamıştır. Bu noktada Bosna, Çeçenistan, Afganistan, Irak Savaşları’nda ne gibi rol üstlendiğini de bizzat geçmişte yapmış olduğu çalışmalardan görebilirsiniz.

 

“MÜSLÜMANLAR İÇİN ‘İNSAN HAKLARI’ VAROLUŞSAL BİR PROBLEMDİR”

 

İnsan haklarını nasıl tanımlıyorsunuz? İnsan hakları, Batı menşeli bir tanım olmakla birlikte özgürlük alanlarına yapılan müdahale ile genellikle söz konusu ediliyor. Mazlumder’in insan haklarına bakış açısı nasıldır?

 

Malumunuz insan hakları bağlamında bir bakış açısı Sanayi Devrimi sonrası gelişen toplumların sorunları ve bu sorunlarla ortaya çıkan uğraşı alanları bağlamında değerlendirebileceğimiz bir alandır. Evet, modern devlet insan hayatında etkili olan, 7/24 bireylerle beraber olan bir devlettir. Bu noktada modern devletin bireye ve bireyin oluşturduğu topluluklara karşı kahredici bir gücü vardır. Bu devlet otoritesini, erkini elinde bulunduranların zaman zaman bireyin ve toplumun haklarını ihlal eden uygulamaları söz konusudur. Bu süreç zamanla bir mücadele sürecini de kendi içinde getirmiş ve Batı’da insan haklarıyla ilgili özellikle modern zamanların sorunu olarak bir alan inşa edilmiştir. Bu alanı kısaca şöyle tanımlayabiliriz: Devletin, birey ve topluma karşı işlemiş olduğu suçlarla ilgilenen bir alandır. Bu noktada da temel insan hakları düşüncesini baz alan bir mücadele alanıdır. 

 

İnsan hakları, insanın var olan haklarıyla onurlu bir birey olması için toplumdaki bütün engeller insan haklarının mücadele alanını oluşturmaktadır. İnsan hakları Batı’da deyim yerindeyse insanların tırnaklarıyla kazıya kazıya aldıkları bir mücadele alanıdır. Ama Müslüman bir zihin için “insan” ve “hak” kelimesi yan yana geldiği zaman bu aslında varoluşsal bir problemdir, bakış açısıdır, çözümlemedir. Onun için biz MAZLUMDER’in tefekkürünü Habil ile Kabil’in hikayesinden başlattık. Çünkü MAZLUMDER Habil olanların yoludur. Ya da MAZLUMDER Kabil olmayanların yoludur. Biz bundan dolayı yeryüzünde insan haklarını oluşturan temel sorunun kula kulluğa karşı bir duruşla halledilebileceğini, başka bir şekilde ifade edersek asli sorunun kula kulluk olduğunu beyan ettik. 
 

Biz, insan haklarını Batı’daki gelişim süreci içerisindeki örnekliğini değerli buluyoruz. Ortak kazanım olarak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden bugüne bütün sözleşmeleri, uluslararası anlaşmaları değerli buluyoruz. Bunları insanlığın bir kazanımı olarak kabul ediyoruz. Ama Adem (a.s.)’den beri gelen tefekkürün, vahiy birikiminin sahipleri olarak da insan haklarıyla ilgili bu gelişmeleri de biz vahyin geri kalanı olarak değerlendiriyoruz. Dolayısıyla insan haklarını kendi yitik malımız olarak görüyoruz. Bu noktada eğer vahiyle çelişen birtakım pratikler ve çıkarımlar söz konusu olursa da onlarla ilgili de açık ve net tavrımız insanın hevasıyla ürettikleridir diyoruz. Bu noktada da insan haklarına marjlı duruyoruz.

 

“YAŞADIĞIMIZ DÜNYANIN EN SİSTEMATİK KÖTÜLÜĞÜ FAİZDİR”

 

Türkiye’de ve dünyada ne tür insan hakları ihlalleri yaşanıyor? En çok hangi konularda insan hakları ihlalleriyle karşılaşılıyorsunuz?

 

İnsan hakları ihlalini oluşturan birtakım asli problemleri bizim birikimimizle ifade edecek olursak; Allah insanlara adaleti, iyiliği ve yakınlarını gözetmeyi emrediyor. Allah insanlardan fahşayı, munkeri ve tuğyanı yasaklıyor. Allahüteala insanlara adaleti ve iyiliği emrediyor. Çünkü bunu ihlal eden şey nedir? Fahşa. Fahşa olan şey fahiş olan, yani sen kendinde olana razı değilsin, yanındakinin ya da karşındakinin hakkına doğru yöneliyorsun. Bir kere buna yönelen bir zihin fahşa içindedir. Bu yönelimin için pratikler üretmen gerekiyor, bunlar da kötülüklerdir. Bunun başlangıcı da Kabil’in kardeşine yönelmesidir. İşte insan hakları ihlallerinin de aslı sebebini bu tuğyan (sistematik kötülükler) oluşturmaktadır. 

 

Yaşadığımız dünyanın en sistematik kötülüğü faizdir. Faiz bir tuğyandır, hak ihlalidir, sistematik bir kötülüktür ve tam anlamıyla da insan hakları ihlalidir aslında. Ama bu birebir yaşam hakkını ihlal eden pek çok insan hakları ihlali günümüzde daha pratik örnekler bizim ilgimizi çekiyor. Ama bunun için biz MAZLUMDER olarak sosyal ve ekonomik haklar diye yeni alanlar açtık. Bugün bir savaş ya da diğer büyük insan hakları ihlalleri gibi bunu gündeme taşımıyoruz. Biz bunu gündeme getirdik. 

 

Bunun yanı sıra gerek siyasilerin gerekse de emperyalist güçlerin insan haklarını bir soft power (yumuşak güç) olarak değerlendirmesini ve bunu kullanmasını, üçüncü dünya ülkeleri üzerinde evriltmek için basamak olarak kullanmalarını da eleştiriyoruz. Bu açıdan dünyadaki insan hakları birikimine analitik bir duruşumuz söz konudur.

 

Dünyadaki insan hakları ihlallerinin çeşitlerine baktığımız zaman bölgesel işgaller en başta gelmektedir. Enerji ve doğal kaynakları temelde sömürmeye yönelik emperyalist baskılar ve onlarla beraber gelen yerel diktatöryal siyasi mekanizmaları dış güçlerin marifetiyle oluşturulması, o toplumların beraberinde sömürülmesini getirmektedir. 

 

Bugün uluslararası şirketler tarafından enerji ve tabi kaynaklara yönelik sömürü düzeni devam etmektedir. Batı’nın kaynaklarının devamı için bu yol kullanılabilir bulunmaktadır. Tabi bunlar yerel iktidarlarla beraber yapılan ittifaklarla yapılmaktadır. Artık hızlı iletişim sayesinde halkların bilinçlenmesi ve örgütlenmesi daha mümkün hale gelmiş olduğundan dolayı yeryüzünde ciddi bir duyarlılığın ortaya çıktığını görüyoruz. Bununla beraber de emperyalist olguların artık kendilerini “demokrasi” ile ifade ettiklerini, demokrasi ve insan hakları havariliği üzerinden kendi emperyalist tutkularını inşa etmeye çalıştıklarını gözlemlemekteyiz. 

 

“BİR DURUŞ SERGİLEMEK MAZLUMDER’İN EN ÖNEMLİ VASFIDIR”

 

İnsan hakları ihlalleriyle ilgili ne tür yaptırım gücüne sahipsiniz? Bu konuyla ilgili hem hukuki hem de sivil anlamda siz ne tür girişimlerde bulunuyorsunuz?

 

İnsan hakları ihlallerine karşı bizim tespit, teşhis ve teşhir gibi üç adımı önemseyen bir sürecimiz var. Öncelikle bir insan hakları ihlali var mı yok mu onu tespit ediyoruz. Bunu yaparken de gerek bireyin gerekse toplumsal olayın durumuna bakıyoruz. Örneğin; bir bireyin mülteci olarak ülkemize gelme durumu var ve hava alanında deportu söz konusu. O durumda biz buna müdahale ederiz. O kişinin mültecilik hakları üzerinden savunusunu gerçekleştiririz. Bunun BM’de ve iç işleri ve dış işleri bakanlığı nezdindeki işlemlerini oluşturmaya çalışırız. 

 

Genel olarak toplumsal olaylarla ilgili raporlamalar yaparız. Hak ihlallerini tespit ederken ya bireyin ya da toplumsal hadisenin kendisine bakıyoruz. Olay toplumsal bir hadise ise tarafların, grupların hepsini dinleriz. Ve onların hepsinden aldığımız bilgileri veri havuzunda toplayarak onlardan bir raporlama çıkartırız. Bu da teşhis safhası oluyor. 

 

Üçüncü adımımız da teşhirdir. Bu raporlamaları kamuoyuyla paylaşırız. En önemli adım burasıdır. Zulmün karşısındaki en önemli mücadele yöntemi, o zulme karşı bir duruş sergilemektir. Bir duruş sergilemek MAZLUMDER’in en önemli vasfıdır. Bu yüzden MAZLUMDER sloganında “Ne olursa olsun zalime karşı” demiştir. MAZLUMDER, tarafsız bir kurum değildir; kim olursa olsun mazlumdan yana bir kurumdur. Onun için MAZLUMDER’in tespit ve taşhisten sonra en önemli adımı teşhirdir. 

 

MAZLUMDER,  yapılan zulmü niteliğiyle, nasıllılığıyla ifade edip, belirledikten sonra bunu kamuoyuyla paylaşır ya basın açıklaması yapar, ya basın toplatışı yapar, basın bildirisi dağıtır, sempozyumlar yapar, toplumda eylemlilikler gerçekleştirir. Bir şekilde karşı duruş gerçekleştirir.  

 

“HAK İHLALİ YAŞAYANLAR DİREKT MAZLUMDER’İ ARAYABİLİRLER”

 

Yurtiçinde veya yurtdışında hak ihlali yaşayan birisi size nasıl ulaşabilir, başvurabilir? Yaşadıkları mağduriyetle ilgili neler yapabilirler? Çözümsüz kaldıklarında neler yapmalarını tavsiye edersiniz?

 

Yurtiçinde veya yurtdışında hak ihlali yaşayan insanlar direkt MAZLUMDER’i arayarak müracaatlarını yaparlar. Bu müracaatlar bizim hukuk koordinatörümüz tarafından değerlendirilir. Önce hangi ihlalle ilgili bir durumla karşı karşıya olduğumuz; durumumuz ve bu durumla ilgili atacağımız adımlarımızı tespit edip o adımlarımızı atarız. 

 

Yurtdışından bir konu geldiği zaman bu durumla ilgili dış ilişkiler koordinatörlüğümüz ve bu durumla ilgili bir birimimiz var. Bu iç mekanizmalarımızı çalıştırarak yurtdışındaki ihlaller noktasında da gerek kendi toplumumuzdaki toplumsal duyarlılıkları canlandırırız gerekse de konunun doğru haber kaynaklarını kendi bilgimizle oluştururuz. 

 

Doğru haberleri aldığımız doğru teşhisleri yaptığımız konularda da biz raporlamalarımızı yaparız. Bu raporlarımızı BM’lerden başlayarak bütün ilgili ülkelerin iç ilişkileri, dış ilişkileri bakanlıklarına ilgili bütün siyasi mekanizmalara bu raporu yayarız. Ve karar verici siyasi mekanizmalar üzerinde de baskılar oluştururuz.

 

“ALLAH’I YOK SAYDIĞINIZ BİR DÜNYADA YERYÜZÜ TANRILARI ÜRETMEK ZORUNDASINIZ!”

 

Bugün “özgürlüğün” temsili Amerika’da veyahut “demokrasinin beşiği” denilen Avrupa’da insan haklarını aşan uygulamaların olduğunu görüyoruz. Siz daha yakından takip ediyorsunuzdur… Bu ülkelerde insan haklarına sığmayacak ne tür insanlık dışı gelişmeler yaşanıyor?

 

Özellikle Amerika’dan başlarsak yaklaşık 250 yıllık bir devlet. Son 100 yılda dünya üzerindeki hegomonik güçler arasına katılmıştır. Bundan 100 yıl önce Osmanlı’dan devraldığı emperyal pozisyonunu, “Güneş batmayan imparatorluk” çerçevesinde yaşayan İngiliz aklı Amerikan pratiğiyle yeni bir uluslararası hegomonik bir düzen inşa etmiştir. 

 

Bu düzenin kendisini ABD veya İngiltere ile sınırlamadığını bunun için bir mekanizma kurduklarını gözlemlemekteyiz. Aslında bu mekanizma iyilik köprüsüdür. Yeryüzündeki emperyal tutkularını ve ideallerini insanlığın çıplak görmesini engellemek için bir illüzyon oluşturmuşlardır. Oluşturdukları bu illüzyonun sistematik hali BM’dir. Bu BM’ni inşa ederken bir yandan insan haklarını incelemişler öbür taraftan da insan haklarını insana odaklı güç merkezleriyle meşrulaştırmışlardır. Bunun sonucu olarak BM’ler Güvenlik Konseyi’ni oluşturmuşlardır.

 

Neden İslam’da kula kulluk yasaklanmıştır? Neden İslam kadirdir? Çünkü Allah’tan başka otorite yoktur. Çünkü Allah’ın hesap görüşüne inanırsınız ve yeryüzündeki hayatınızı ona göre düzenlersiniz. Ama Allah’ı yok saydığınız bir dünyada yeryüzü tanrıları üretmek zorundasınız. İnsanların tamahkârlıklarına karşı sizin yeryüzü tanrıları yaratmanız gerekmektedir.  İşte bu anlamda aslında yeryüzünü sömüren “5’li Çete” diye ifade ettiğimiz BMGK’nın temsilcileridir. Yeryüzü kaynaklarını sömürme konusunda anlaşmış ve bunun gerektirdiği sistematiği BM çatısında kurmuşlardır. Böyle bir mücadelenin içinde insan hakları mücadelesi hem sorunludur hem de sorgulanmalıdır. 

 

Bu ülkelerin temel vasfı bir kere dünya üzerinde insan haklarıyla ilgili temel duyarlılık oluşturmaya çalışırken öbür taraftan kendi emperyal tutkularını da bunun üzerinden inşa etmeleri ve bunu aslında saklamalarıdır. Öyle bir sistem kurmuşlar ki, bu sistem insan haklarına hizmet eden bir sistem değil, insan hakları gibi hak ve adalet mekanizmasını almış kendi düzenlerinin bununla yontarak, biçerek tekrar muhkem kılan tanıklığımız var. Son 100 yıl böyle bir tanıklığımız söz konusu. Bu gün ön planda olan insan hakları örgütlenmeleri var. Bu örgütlenmelerin dahi en ağırlıklı raporları bu ülkelerin insan hakları ihlalleriyle alakalıdır. 

“YERYÜZÜNDEKİ ÖZGÜRLÜĞÜN EN ÖNEMLİ GÜVENCESİ FARKINDALIK VE BİLİNÇLENME”

 

Hukuki boşlukların ya da mağduriyetlerin çokça yaşandığı Doğu toplumlarında hukuki alt yapıyı oluşturmak ve hesap sorma bilincini oluşturmak için öncelikle ne yapmak gerekiyor? Bununla ilgili bir çalışmanız mevcut mu?

 

Bu gün Filistin sorunun da küresel bazda bir duyarlılık oluşmuş ve insan hakları aktivistleri MAZLUMDER’in de içinde bulunduğu, Avrupa’dan da birçok insan hakları örgütünün de katıldığı ve ülkemizde İnsani Yardım Kuruluşu olan İHH’nın başı çektiği büyük bir organizasyon gerçekleştirilmiştir. Filistin’de yaşanan zulme bir “dur” demek için, ablukanın kalkması için, küresel bir duyarlılık ortaya koyulmuştur. Bu adımla Mavi Marmara gemisinde 9 insanımız şehit olmuştur ama adeta düzen değişmiştir. İşte insan hakları denilen olgunun küresel düzeni nasıl değiştirebileceğinin somut örneklerinden bir tanesidir.

 

Bu düzen değişikliği İsrail’in konumlanmasını ve konuşlanmasını aşağıya çekmekle kalmamış, İsrail’in birincil destekçilerinden olan Arap ülkelerinde bulunan diktatörlerin de Filistin olayından paylarını almalarına neden olmuştur. Yıllardır diktatörlerine karşı başkaldıramayan Arap ülkelerindeki halklar, Mavi Marmara olayından sonra çok ciddi cesaretlenmişlerdir. Ortaya adeta bir kelebek etkisi çıkmış, Arap halkları dalga dalga kendi diktatörlerine karşı bedel ödeyerek, özgürlüklerini talep ederek ayağa kalkmışlardır. 

 

Bütün bu süreç şunu göstermektedir ki, insan hak ve özgürlük alanında yapılacak olan farkındalık ve bilinçlenme çalışmaları yeryüzünde barış ve özgürlüğün en önemli güvencesidir. Biz yöneticilerimize yönetim hakkımızı veririz, dönüp murakabemizi de yaparız, hesabımızı da sorarız. Bu hesap sorma noktasındaki bilinç oluşturmak için çalışan önemli örgütlenmelerden bir tanesidir MAZLUMDER.

 

“İNSAN HAKLARI İHLALLERİNİN ORTADAN KALKMASININ TEK YOLU EMPERYALİZMİN, KÜRESEL ŞİRKETLERİN GÜCÜNÜN SONUÇLANDIRILMASIDIR”

 

Yaşanan insan hakları ihlallerinde cinayet, terörizm, toplu cezalandırmalar ve işkencenin öne çıktığını görüyoruz. Dünyada cereyan eden bu olayları bitirmek, önünü kesmek mümkün mü? Bunun için neler yapılabilir? 

 

Cinayetler ya da bu tür fiiller daha objektif sayılabilecek fiillerdir. Burada objektif olmayan ‘terörizm’ kelimesidir. Terörizm aslında siyasal bir tanımlamadır. Çünkü bir ülkedeki karşıt siyasal faaliyet açısından terörist faaliyettir. Onunla paralel siyasi örgütler ve devletler için bir ulusal savunma veya kurtuluş mücadelesidir. Dolayısıyla terörizmi doğru tanımlamak lazım. Terörizmi siyasi, hukuki hedefleri olmadan dini, dili, ırkı ayırmadan yapılmalıdır. Bu da aslında sonuçtur.

 

Yeryüzünde insan hakları ihlallerinin ortadan kalkmasının tek bir yolu vardır, emperyalizmin, küresel şirketlerin gücünün sonuçlandırılmasıdır. Bu bir insanlık mücadelesidir. Bu mücadeleye bir zaman dilimi biçmeden yeryüzünde bu sorunun neden var olduğuna dair sorular sorup cevaplar üreterek bu sorunun ortadan kalkması sağlanabilir. O yüzden Allahüteala toplumun otoritesini elinize alırsanız adaletle hükmediniz ve işlerinizi şura ile görün diyor. Demek ki toplumun ortak olmasını ve adaleti önemseyeceğiz.  

 

“KÜRT SORUNUYLA İLGİLİ PEK ÇOK SÖZÜ ÖNCEDEN SÖYLEMİŞ ÖNCÜ BİR KURULUŞUZ”

 

Türkiye’de yaşanan barış süreciyle ilgili herhangi bir girişiminiz oluyor mu? Barış süreciyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

 

MAZLUMDER, Kürt sorununun daima barışçıl yollarla çözülmesi noktasında 20 yıldır deyim yerindeyse bas bas bağıran bir kurum. Bu noktada toplumsal algının gerçeklikle ilgisinin kesildiği zamanlarda Kürtçü olarak tanımlanmış bir dernektir. Hiçbir zaman Kürt kavmi hassasiyeti ve algı perspektifine sahip olmayan bu perspektife sığmayacak bir kurum olduğu halde toplumdaki yanlış algı ve illüzyon sebebiyle adeta pek çok zaman “Kürtçü” olarak damgalanmış, suçlanmış bir kurumdur. Tek bir hassasiyeti vardır: Kürt kimliğine yapılan baskının, zulmün, yaşanmışlıkların net bir şekilde ifade edilmesiydi. Tabi bu gün artık bu konudaki anlam ifadesi rahatlamıştır. Dün MAZLUMDER’in söz ettiği konular bu gün devlet tarafından da kabul edilmiş, MAZLUMDER’in haklılığı bir kez daha kanıtlanmıştır. 

 

MAZLUMDER, Kürt sorununda pek çok sözü önceden söylemiş, bakışı, görüşü ile kendi perpektifini inşa etmiş öncü bir kuruluştur. Dolayısıyla barış süreciyle ilgili aktif olarak bu çabanın içerisindedir. Bu anlamda hem toplumsal bilinci geliştirmek hem de kabul edilebilirliği geliştirmek açısından MAZLUMDER bütün çalışma alanlarında bu faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu sürecin içerisinde de varız ve çalışmalarımıza devam edeceğiz.

 

“SERMAYE İLE SÖMÜRÜLEN HALKLARIN GÜCÜ GELECEKTE KARŞI KARŞIYA GELECEK”

 

İnsan hakları bağlamında dünyanın geleceğini nasıl öngörüyorsunuz? Gelecekte hangi problemlerle karşılaşmamız olası, hangi problemlerin ortadan kalkması mümkün görünüyor?

 

İnsan hakları bağlamında dünyaya göz attığımızda küresel emperyalizmin devletler eliyle dünyada yaygınlaşmasını küresel şirketler eliyle bir gelecek inşasına çevirdiğini gözlemlemekteyiz. Dolayısıyla dünya üzerinde paranın hareketi ve dolanımı küresel emperyalizmi ifade eder hale gelmiştir. Bunun devletlerle ilintisi olmakla beraber aslında bu yavaş yavaş devletlerden bağımsız hale dönüşmektedir. Bir yönüyle devlet bu egemen sermayenin aracı haline evrilmektedir. Bunun birinci aşamasını küresel şirketlerin Afrika ve üçüncü dünya ülkelerindeki diktatör iktidarları indirip, değiştirmeleriyle kendine bir tecrübe edinmişlerdir. Bu tecrübelerinden hareketle kendi küresel pazarlarını korumak ve sürdürme gayreti içerisindedirler. 

 

Ana sorunun yeryüzündeki kaynakları sömüren %1’lik sermaye kesiminin ve buna yönelik sömürülen halkların gücüyle bir karşılaşmanın yükselebileceğini düşünebiliriz. Bu bağlamda baktığımızda dünyanın geleceğini umutlu ama çok da pembe görmediğimizi söylüyoruz. 

 

Toplumsal farkındalık arttıkça oldukça umutlu bir geleceğe gittiğimizi söyleyebiliriz. Gelecekte umut ediyoruz ki perdenin önünde oynanan oyunlarla meşgul olmak yerine, esas arkada oyun kurucu aktörlere yönelik toplumsal bilincin gelişmesi ve yeryüzünde sömürünün, zulmün ortadan kalkması için önemli olacağını düşünüyoruz. Bunun gelişmesini umut ediyoruz. 

 

Ayrıntılı Bilgi İçin: www.mazlumder.org

 

On5yirmi5