Cüneyt Polat Haber 10’da İBB Atatürk Kitaplığı Nadir Eserler Uzmanı İrfan Dağdelen ile konuşmuş.İşte oldukça ilginç bilgiler içeren o konuşma…
Kutü’l-Amare’nin 100. Yılı dolayısı ile çok özel bir eser üzerinde çalışan, İBB Atatürk Kitaplığı Nadir Eserler Uzmanı İrfan Dağdelen ile zevkle okuyacağınız röportaj yaptık. Hem nadir eserleri, hem de basıma hazırlanan çok özel bir çalışmayı konuştuk.
– İrfan Bey, “nadir eser” neye diyoruz? Bir eserin ‘nadir eser’ sınıfına girebilmesi için belirli bir standart var mı?
Adı üzerinde, “nadir eser” az bulunan eserler için kullandığımız bir kavram. Bir eserin nadir olabilmesi için, az sayıda, ‘nadir bulunan’ olması gerekir. 1900’lü yıllara ait olan bir kitapta nadir olabiliyor, 700-800 yıllık kitaplar da. Nadirliğin derecesi adedine göre değişiyor. 800 yıllık bir kitabın nadirlik değeriyle, 1900’lü yıllara ait bir kitabın nadirlik değeri elbette aynı değil. Bunların farklı farklı ölçüleri var. Yazma eserler, fotoğraflar, haritalar, yabancı dil baskı kitaplar, bunlar hep nadir eser kavramı içerisine soktuğumuz eserler.
– Bu eserleri nasıl temin ediyorsunuz?
Daha çok müzayede ya da sahaflar yoluyla temin ediyoruz. Yahut uzun zamandır kitap biriktiren şahısların kütüphanelerini bağış olarak alıyoruz. Atatürk Kitaplığı’nın ilk nüveleri de bağış yoluyla gelen kütüphane kitaplarından oluşur. Muallim Cevdet, Osman Nuri Ergin, Muhsin Ertuğrul gibi şahısların kütüphaneleri buraya nakledildi.
Sadece kitaplar mı?
Hayır. Haritalar, kartpostallar, gravürler, resimler ve fotoğraflar da Nadir Eserler Bölümü’müzde mevcut.
– Kaç yıldır böyle bir toplama yapılıyor?
Atatürk Kitaplığı’nın kuruluşundan bugüne yani yaklaşık 80 yıldır bu toplama yapılıyor.
“MÜTEFERRİKA’DAN ÖNCE İSTANBUL’DA MATBAA YOKTU” TEZİ TARİHE KARIŞIYOR
– Yurtdışından tezleri çürütecek bir koleksiyon edindiğiniz doğru mu?
Doğru. Amerika’dan getirttiğimiz çok önemli yeni bir koleksiyon var. İstanbul’da ilk basılan 10 kitaptan 8’ini getirttirdik. İlki 1505 tarihli. İbrahim Müteferrika’dan önce…
– Matbaacılık İbrahim Müteferrika ile başlamadı mı?
Bizde matbaacılığı İbrahim Müteferrika ile başlatırlar. Fakat Müteferrika’dan yaklaşık 250-260 yıl önce İstanbul’da kitap basılıyor. Bu kitaplar bugün artık elimizde.
– Bu eserlerle birlikte “Osmanlı’da matbaa İbrahim Müteferrika ile başladı” tezi tamamen ortadan kalkacak diyebilir miyiz?
Evet tamamen ortadan kalkacak. Hem o ortadan kalkacak hem de Osmanlı’ya matbaanın geç gelişiyle ilgili öne sürülen bir sürü iddia vardır. Bu iddialar da çürütülmüş ve bu çerçevede birçok konuda konuşulmuş olacak. Çünkü matbaanın o dönemlerde kitap basımı yazmaya göre çok daha masraflı bir olay. Dolayısıyla tercih edilmiyor. Hurufatın dizilmesi kitabın basılması bu işlemler yazmaya göre çok daha pahalı. Bu sebeple o dönem çok yoğun bir şekilde tercih edilmemiş toplumumuzda. Ancak buna rağmen basılmış.
– Kitapların hikayesine dair net bilgiler var mı elinizde? Amerika’ya gidişleri nasıl olmuş?
Maalesef elimizde kitapların hikayelerine dair çok net bilgiler yok. En net bilgi İstanbul’da 1505-1576 yıllarında basıldıkları.
– Bu eserleri edinmeden önce İbrahim Müteferrika öncesi matbu eser olduğunu biliyor muydunuz?
Biz böyle eserlerin mevcudiyetinden haberdar olduğumuzda peşine düşüyoruz, araştırıyoruz ve iz sürerek çıkarttırıyoruz ortaya. Bu defa da öyle oldu. Müteferrika öncesi eserler basıldığını biliyorduk. Peşine düştük.
– Desenize tam anlamıyla nadide eser dedektifliği de yapıyorsunuz.
Evet, öyle de diyebiliriz. Tasnifini yaptığımız koleksiyonları iyi biliyoruz. Yine en önemli koleksiyonumuz, İbrahim Müteferrika koleksiyonu. Müteferrika matbaasında basılan kitaplar. Bizim kütüphanemizde koleksiyondan bir nüsha eksikti. Eksik olan “Ahvâl-i Gazavât der Diyâr-ı Bosna” adlı eseri biz yıllarca aradık. Geçen aylarda bunun izini sürerek kitabı bulduk ve bir sahaftan satın alıp koleksiyonumuzu tamamladık.
– Müteferrika öncesi basılan kitapları vatandaşların ziyaretine açacak mısınız?
Tabi ki. Atatürk Kitaplığı’nda bulunan bütün eserler zaten online ortamda ziyarete açıklar. Fakat bu kitaplar için önce özel bir tanıtım gerçekleştireceğiz. Dünya üzerindeki hiçbir kütüphanede bu kadar özel kitap bir arada yok. İlk defa İstanbul’da olacak.
SOKAK SOKAK İSTANBUL’UN 350 YILLIK GEÇMİŞİNE GİDEBİLİYORUZ
– Kitapların dışında neler var?
Harita koleksiyonumuzu çok önemsiyoruz. Kütüphanemizin en önemli koleksiyonlarından biri. Yaklaşık 11 bin haritaya sahibiz.
– Ne tür haritalar var?
Kütüphanemizdeki haritalar daha çok şehir planı haritaları. Cadde cadde, sokak sokak, bina bina İstanbul’un 350 yıllık geçmişine gidebiliyoruz. Bu haritaların yüzde 70’i el yapımıdır. En eski haritamız 15. yüzyıla ait. Bunların çoğu Avrupa’da basılan İstanbul’un topografik haritalarıdır. Bir kısmını müzayedelere katılarak edindik.
– Elinizdeki en özel harita hangisi?
Dünyanın en uzun haritası Atatürk Kitaplığı’nda. Yaklaşık 32 metre.
– Muhteviyatı nedir?
Ortaköy’den Rumeli Hisarı’na kadar olan sahil şeridindeki tüm sahilhâneleri, köşkleri, bunların sahiplerinin ve binaların isimlerini, kapı numaralarını içeren bir harita. 1910 yılında yapılmış.
– Başka ne tür haritalar var?
Sigorta haritalarımız var. Malumunuzdur ki İstanbul’da eski yapılar ahşap. Bu sebeple bazen bir sokağı, bazen bir semti kapsayan yangınlar çıkarmış. O dönemlerde yangın sigortacılığı faaliyeti ortaya çıkıyor. Tabi bunun için de o binaların planını içeren haritalar çiziliyor. Bu çizimler ilk olarak Charles Edouard Goad daha sonra Hırvat asıllı topograf Jacques Pervititch tarafından yapılıyor. 1913-14 yılları arasında İstanbul’un 1/500 ve 1/1000’lik çok detaylı planları çiziliyor.
– Abdulhamit Hân’ın Marmaray Projesi’nin haritası da sizin arşivinizde sanırım?
Doğrudur. Bugünkü Marmaray dediğimiz tüp geçit projesinin orijinal çizimi bizim kütüphanemizde.
– Çok konuşulduğu için sorayım istiyorum. Bugünkü Marmaray’ın ilham kaynağı Abdülhamid Dönemi’nde çizilen proje midir?
Hayır. Zaten bütün proje yapılıp bitmişti. Biz temel atma töreninde elimizdeki planı Tayyip Bey’e hediye etmek istedik. Üsküdar Belediye Başkanı’na “bunu Tayyip Bey’e hediye edelim” dedik ve açılışta kendisine takdim ettik. Ondan sonra bu bilinir hâle geldi. Medya yoğun ilgi gösterdi. Özellikle Japon televizyonları çok fazla ilgi gösterdi.
– Proje yapılırken, Abdülhamid Hân zamanındaki bu planlama ile ilgili kapınız hiç çalınmadı mı yani?
Hayır. Kimse konuyla ilgili buraya gelmedi.
– Bugünkü projeyle çok fazla bağdaşan yönleri var mı peki?
Tabi. Güzergâh bugünkü projeyle aynı güzergâh. Sadece o projede tüneller denize sabitlenmiş ayaklar üzerine oturuyor.
– Demek ki biz sadece halk olarak değil yönetimsel olarak da elimizdekileri çok fazla bilmiyoruz diyebiliriz o hâlde?
Bu işin içerisinde olan üniversite hocaları dahi bunu bilmiyor.
TAKSİM – KABATAŞ FÜNİKÜLER HATTI’NIN ESKİ DÖNEM ÇİZİMİ BİZDE VAR
– Marmaray gibi eski dönemlerde çizimi, planı yapılan ve günümüzde yapım aşamasında yahut tamamlanmış olan başka projeler de var mı?
Elbette var. Mesela Taksim – Kabataş Füniküler hattı. Haritası değil ama belgeleri mevcut elimizde.
Eminönü ile Eyüp arasında bir tramvay hattı projesi de mevcut. Planı yapılmış ancak hiç gerçekleştirilmemiş.
Metro ağları projesi var. Fatih’ten Şişli’ye kadar uzanan geniş bir yelpazesi var. Bunların bir kısmı yapılmış bir kısmı yapılmamış.
– Bu projeler hangi dönemi kapsıyor?
Abdülhamid dönemi.
– Bu haritalar günümüzde mimarlık, haritacılık alanlarında okuyan öğrencilere ışık tutacak nitelikte olsa gerek?
Aslında bugünün üniversite ve akademisyen çevresinde bu haritaların dilini anlayacak insan olmadığı için çok teveccüh görmüyor. Ama bunlara ihtiyaçları var. Çünkü mimarlık okuyan ve İstanbul’daki eski eserlerin restorasyonu yapan mimarların tamamı bu haritalara ihtiyaç duyuyor. Anıtlar Kurulu’na proje sundukları zaman onun tarihsel sürecini de vermek zorundalar. Örneğin eskiden var olan bir binayı yeniden meydana getirmek için onun tarihsel olarak varlığını kanıtlamak zorundalar.
OSMANLI DÖNEMİNDEKİ DİPLOMALARI TOPLUYORUZ
– Harita ve kitabın dışında uğraştığınız nadir eser var mı?
Efemeraları topluyoruz. Efemera; kağıt cinsinden olan, fotoğraf, kartpostal, gravür, evrak, pul, bilet gibi çok geniş yelpazedeki eserlerin genel adı. Osmanlı dönemindeki diplomaları topluyoruz. Osmanlı’nın eğitim tarihine dair belgeler topluyoruz. Bu sayede eskiden olup da günümüzde olmayan okulları görebiliyoruz. Bu belgeler sayesinde günümüzdeki eğitim sistemine ışık tutacak bir muhteviyat oluşuyor.
– Önemli isimler var mı topladığınız diplomalarda?
Ali Fuat Cebesoy’un koleksiyonunu edindik. Cebesoy’un askeri diplomalarının tamamı elimizde.
– Müdürlüğünüzün yayınlarının satışı da oluyor mu?
Kütüphane Müzeler Müdürlüğü olarak yayınladığımız eserleri satmıyoruz, sadece ilgili kişilere dağıtıyoruz.
KUTÜ’L-AMARE KUŞATMASI’NDA CEPHE KÂTİBİNİN NOTLARI KİTAP OLUYOR
– Halil Paşa’nın ‘ikinci Çanakkale’ olarak tanımladığı ve yakında 100. yılına gireceğimiz Kutü’l Amare zaferiyle ilgili çok özel bir eserin arşivinize girdiğini duyduk?
Doğru duymuşsunuz. Çok özel bir eseri okuyucusuyla buluşturmak üzereyiz.
– Biraz dinleyelim sizden…
Kutü’l-Amare, hem yüzüncü yılı olması hem de Cumhurbaşkanımızın bu zaferi ifade etmesi ve kamuoyuna yansımasıyla bu yıl tanınmaya başladı. Atatürk Kitaplığı olarak bizim gündemimize ise 5 yıl önce girmişti. “Harbi Umumî’de Irak Cephesi” adındaki bu yazma eser, Harbi Umumî’de, Irak Cephesi’nde Dicle Grubu Cephe Katibi Tokatlı Mehmet Nuri’nin tuttuğu notları içeriyor.
Eser, İngilizlerin Irak Cephesi’ni açmasıyla başlıyor. Orada cephe açılmasındaki amaç, İngilizlerin petrol bölgelerini ele geçirme arzusu. Elimizde yazma buradan başlıyor.
O tarihten itibaren 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanana kadar süren 3 yıllık bir savaş var.
Eser, genel bir vaziyeti tasvir ediyor. İngilizlerle ilk çatışmalar, Selman-ı Pak muharebesi ve Kutü’l-Amare zaferinden sonra, yeni gelen İngiliz ordusuyla birlikte çekilme harekâtı anlatılıyor. Kutü’l-Amare süreci, Selman-ı Pak muhaberesinden sonra ordumuzun taarruza geçmesi ile başlıyor. Bu taarruz esnasında İngilizlerin komutanı geri çekilme planı uyguluyor ve Kutü’l-Amare’ye sığınıyor. Ardından bir kuşatma harekatı yapılıyor. Bu sırada da İngilizler gelecek yardımı beklemek için zaman kazanmak istiyor. Ancak Osmanlı ordusu zekice bir sarma hareketiyle, gelen yardımların onlara ulaşmasını engelliyor. 40 günlük kuşatmadan sonra silahsız ve savaşsız bir şekilde İngiliz ordusu esir alınıyor.
Bu hadise İngiliz tarihinde çok önemli vakalardan birisidir. 5 general, 460 subay, 13.300 tane de İngiliz askeri, -ki bunların 3 bini İngiliz askeridir geri kalanlar ise o dönem Hindistan’ın İngiliz sömürgesinde olmasından ötürü Hint askeridir-esir alınıyor.
KUTÜ’L-AMARE İNGİLİZLERE VERDİĞİMİZ İKİNCİ DERSTİR
İngilizlerin Komutanı General Towshend; Lord ve İngiliz Kraliyet ailesinden çok başarılı bir subay. Müzakereler devam ederken, Osmanlı ordusunun komutanı Halil Paşa’ya serbest bırakmaları karşılığında 1 milyon İngiliz Sterlini teklif ediyorlar. Halil Paşa kabul etmiyor. Ardından meşhur Lawrence, ‘biz size değil devletinize bu parayı veriyoruz’ diyor. Ancak tabi ki yine kabul edilmiyor.
Halil Paşa askerlerine karşı bulunduğu müthiş hitabında, ‘bu 1500 yıllık İngiliz tarihine kara bir leke, bizim tarihimize şan ve şeref olarak geçmiştir. Aynı zamanda Çanakkale’den sonra İngilizlere verdiğimiz ikinci derstir’ diyor. Dolayısıyla Kut Zaferi önemli bir zafer.
BAĞDAT HALKI OSMANLI ASKERLERİNİN AYAKLARINA KAPANMIŞTI
– Eser, Kutü’l-Amare’de Arapların durumu dair bir ışık tutuyor mu?
Bizim yayınlayacağımız eser birincil kaynak olması itibariyle çok önemli. Anlattıklarını biz diğer kaynaklarla da teyit ediyoruz. Hem General Towshend’ın hem de Birinci Dünya Savaşı’nı anlatan Edward Erickson’un anlattıklarıyla birebir örtüşüyor. Onların anlatmadığı çok daha fazla ayrıntı bu eserde yer alıyor. Bizimle birlikte savaşan Arap aşiretlerine dair önemli bilgiler var eserde.
Eserde Bağdat’tan çekilmemiz çok enteresan şekilde anlatılmakta. Film sahnesi gibi. Bağdat halkı, Osmanlı askeri bölgeden çekilirken, askerlerin ayaklarına kapanarak, ‘bizi bırakıp da nereye gidiyorsunuz’ diye yalvarıyor adeta. Tabi buna mukabil Osmanlı ordusunda da karşı tarafa istihbarat taşıyanlar olmuş. Fakat bu durumu ırkla bağdaştırmamak lazım.
ORDUSUNA ZAYİAT VERDİRDİĞİ İÇİN İNTİHAR EDEN SÜLEYMAN ASKERÎ BEY
– Bizzat savaşın içinde yazılan bir esere dokunmak nasıl bir duygu?
Dokunmak çok heyecan verici tabi. Ama tercüme ediyor olmak çok daha heyecan verici. Çok duygulu sahneler var içinde. Örneğin bunlardan bir tanesi Irak’ta savaşan 6. Ordumuzun komutanı Süleyman Askeri Bey’dir. Kuşçuoğlu Eşref’in kardeşi. Süleyman Askerî Bey yaralı olduğu halde askerinin başına gelip onlara nasihatte bulunuyor. Özellikle Araplardan oluşan birlikler çok eğitimsiz olduğu için bir hücum sırasında çok fazla zayiat veriyoruz. Askerimiz çok fazla yılmış ve savaşmak istemiyor. Süleyman Askerî Bey de onları şevke getirmek için bir konuşma yapıyor.
Konuşma sonrası yaptığımız bir hücum sırasında karşı cephede çok sık tel örgüler olduğu ve bizde de tel makası olmadığı için ordu çok zayiat veriyor. Süleyman Askerî Bey bu durumu onuruna yediremediği için intihar ediyor.
KUTÜ’L-AMARE TOPLUMSAL ÖZGÜVENİ PEKİŞTİRECEK
– Bir film sahnesi gibi!
Ne yazık ki kesinlikle gerçek bir sahne. Kutü’l-Amare kitabını kütüphanemize kazandırdığımızda 3 aşamalı bir hayal kurdum. Birincisi eserin tıpkı basımını ve çevirisini yapmaktı, şimdi o gerçekleşiyor. İkinci aşaması sadeleştirilmiş bir baskısını yapmak. Üçüncü aşamasında da filminin yahut belgeselinin çekilmesine vesile olmak.
– Umarım gerçekleşir İrfan Bey
Umarım.
Diriliş Ertuğrul mesela, şu anda gençlere bir şuur kazandırıyor. Biz ailecek izliyoruz ve çocukların o coşkuyu hissettiğini görüyorum. Kutü’l-Amare’de de bu coşkuyu kazandıracak çok sahne var.
İngiliz ordusu askeri ve lojistik bakımından bizim ordumuzun yüz katı. Ama buna rağmen siperler arasındaki mesafe o denli kısalıyor ki 10-15 metreye düşüyor. Ardından göğüs göğüse süngü muhaberesi yapıyorlar. İngilizlerin de en korktuğu muhaberedir göğüs göğüse çarpışmak. Tabir-i caizse ecdadımız göğüsleriyle çarpışarak kazanıyor bu zaferi.
Bu sahneler çok etkileyici. Eminim ki, eserdeki bu satırlar, gençlerimize ve toplumumuza farklı bir bir özgüven kazandıracak. Nitekim biz Balkan Savaşları ve 93 harbinden bu yana yeniliyoruz. Lakin Çanakkale Zaferi ve Kutü’l-Amare zaferlerinin ardından dönemin toplumunda ‘evet biz yenebiliriz, kazanabiliriz’ şeklinde bir özgüven meydana geliyor.
Kitapla ilgili bize verebileceğiniz başka bilgiler var mı?
Özellikle askeri açıdan çok stratejik bilgiler içeren bir kitap. Alayların, taburların, bölüklerin, bizzat savaş sırasındaki durumunu askeri bir dille çok detaylı bir şekilde anlatıyor. Bununla birlikte zülf-i yâre dokunan ve edebi bir dille aktarılan sahnelerde var. Mesela ordumuz Bağdat’tan çekilirken kaçarak değil vuruşarak çekiliyor. Bununla birlikte askeri hatalarda yapılıyor. Askeri malzeme ve erzak geliyor. Lakin bir hücum sırasında malzeme ve erzakların intikali yapılamadığı için imha ediliyor. Ve ardından asker açlıktan ölmeye başlıyor. Bu acı dolu sahneler eserde anlatılıyor. Yazarın bizzat ifadesidir, “Of anam of ölüyoruz sedaları, Irak’ın semalarını kaplıyordu” diyor.
Bu eserin varlığından bilginiz var mıydı yoksa tesadüf eseri mi elinize geçti?
Bu tamamen tesadüf eseri elimize geçen bir eser. Tabi elimize geçtikten sonra Irak Cephesi’nden fotoğraflar satın aldık. Birçok bilgi ve belgeyi de bu eser ile birlikte topladık.
Kitabın elinize geçişi nasıl oldu?
Eseri yazan katip Tokatlı Mehmet Nuri’nin torunundan satın aldık. Elimizdeki nüsha bizatihi orijinaldir.
Bu kitap piyasaya sürülecek mi?
Evet 20 gün sonra piyasaya sürülecek. Hem tıpkı basımı hem de çevrilmiş vaziyette insanlara sunulacak. Ancak satışı yapılmayacak. İnsanlar kütüphanemizden gelip alabilecek.
Kitap kaç sayfa?
180 sayfa olacak.
28 ŞUBAT’TA ATILAN DAR’ÜL FÜNUN DAMGALI KİTAPLAR VAR
Geçtiğimiz günlerde Murat Bardakçı, Sultan Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’ndaki özel kütüphanesi olan, daha sonra İstanbul Üniversitesi’ne devredilen İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kitaplığı’ndaki son derece kıymetli binlerce eserin 28 Şubat döneminde Kemal Alemdaroğlu tarafından çöpe atıldığını dile getirdi. Atatürk Kitaplığı Müdürü Ramazan Minder’in bulduğu kitapların akıbeti şu anda ne durumda? Bu eserler içerisinde neler vardı?
Murat Bardakçı’nın dile getirdiği eksik bir bilgi. Söz konusu olan Abdülhamid Hân’ın bizatihi özel kütüphanesi değil. Çünkü o kütüphane şu anda İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde hâli hazırda duruyor.
Burada özellikle Alemdaroğlu döneminde İstanbul Üniversitesi’nden telkin edilen kitaplar var. Bu kitaplardan yaklaşık 4 bin 500 tanesini biz sahaflardan satın aldık. Bu satın almalarda gördük ki kitapların içerisinde döneminde yahut daha sonradan bu koleksiyona karışmış Kütüphane-i Hümayûn damgalı, etiketli kitaplar yer almakta. Bu kitapların haricinde Alemdaroğlu döneminde özellikle Dar’ülfünun damgalı olan Edebiyat Fakültesi’nden atılan kitaplar var. Bu kitaplar, içerikleriyle damgalarıyla önemli kitaplar.
Bu kitaplar satılmış mı yoksa atılmış mı?
Satılma yok olduğu gibi atılmış.
ATILAN KİTAPLAR ARASINDA KUDÜS’Ü ANLATAN KİTAPLAR DA VARDI
Neden?
O zihniyeti bilemiyoruz tabi ki. Neden atıldığına dair bir bilgi yok elimizde. Ancak 70 bin kitap atıldığını biliyoruz. Fakat bu kitaplar Osmanlıca yahut Arap alfabesinde yazılmış kitaplar değil, Latin harfli kitaplar. Bunların içinde 16., 17. ve 18. yüzyıla ait önemli kitaplar ve sözlükler var. Filistin’e ait, özellikle Kudüs’ü anlatan kitaplar var.
Bence kitapların atılması ideolojik bir kıyım amacıyla değil. Bunlar tamamen akıl tutulmasıyla atılmış kitaplar. Şu anda görevde olan kişilere sorduğumuz zaman onlar da bilmiyorlar neden atıldığını.
BULGARLARA SATILAN EVRAKLARI ARŞİVİMİZE GERİ KAZANDIRDIK
Yakın tarihte bu vakaya benzer ‘atılma- yok edilme’ hadiseleri var mı?
En bariz olanlardan biri; Osmanlı arşivlerimizde maliye evraklarımız vardı. Bulgarlara satıldı. Yaklaşık 200 balya evrak hurda kağıt fiyatına satılıyor. O dönemin entelektüellerinden Muallim Cevdet, Osman Nuri Ergin gibi isimler bu haberi alır almaz dönemin Cumhurbaşkanı İnönü’ye bildiriyor. Evrakların bir kısmı kurtarılsa da bir kısmının akıbeti kağıt gibi satılmak oluyor.
Bulgarlar Vatikan’dan uzman bir ekip çağırıp tasnif ettiriyorlar ve kendi arşivlerine koyuyorlar. Biz onların kopyalarını aldık ve kendi arşivlerimize kopya olarak geri kazandırdık.
AVRUPA MÜZE VE KÜTÜPHANELERİ İSLAM ESERLERİYLE DOLU
Bizden yurtdışına çıkmış çok eser bulunuyor mu?
Avrupa müze ve kütüphaneleri İslam eserleriyle dolu. Mesela Gazali’nin İhya-u Ulumü’d-din adlı kitabın orijinali British Museum’da.
Nadir eserler çalışmalarınıza dair eklemek istediğiniz son bir husus var mı?
Biz Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Atatürk Kitaplığı olarak yaklaşık 13 yıldır Osmanlı’nın üretmiş olduğu yahut Osmanlı’yı anlatan kitap, belge türü eserleri koleksiyonumuza katmaya devam ediyoruz. Dolayısıyla elinde bu nevi eserleri barındıranlar kütüphanemize bağışta bulunarak eserin topluma kazandırılmasına katkı sunabilir.
– İrfan Bey bizim için harika bir söyleşiydi. Vaktinizi ayırdınız, teşekkür ediyorum.
Teşekkür bizden. Bildiklerimizi aktarmamıza vesile oldunuz.
– İrfan Bey, “nadir eser” neye diyoruz? Bir eserin ‘nadir eser’ sınıfına girebilmesi için belirli bir standart var mı?
Adı üzerinde, “nadir eser” az bulunan eserler için kullandığımız bir kavram. Bir eserin nadir olabilmesi için, az sayıda, ‘nadir bulunan’ olması gerekir. 1900’lü yıllara ait olan bir kitapta nadir olabiliyor, 700-800 yıllık kitaplar da. Nadirliğin derecesi adedine göre değişiyor. 800 yıllık bir kitabın nadirlik değeriyle, 1900’lü yıllara ait bir kitabın nadirlik değeri elbette aynı değil. Bunların farklı farklı ölçüleri var. Yazma eserler, fotoğraflar, haritalar, yabancı dil baskı kitaplar, bunlar hep nadir eser kavramı içerisine soktuğumuz eserler.
– Bu eserleri nasıl temin ediyorsunuz?
Daha çok müzayede ya da sahaflar yoluyla temin ediyoruz. Yahut uzun zamandır kitap biriktiren şahısların kütüphanelerini bağış olarak alıyoruz. Atatürk Kitaplığı’nın ilk nüveleri de bağış yoluyla gelen kütüphane kitaplarından oluşur. Muallim Cevdet, Osman Nuri Ergin, Muhsin Ertuğrul gibi şahısların kütüphaneleri buraya nakledildi.
Sadece kitaplar mı?
Hayır. Haritalar, kartpostallar, gravürler, resimler ve fotoğraflar da Nadir Eserler Bölümü’müzde mevcut.
– Kaç yıldır böyle bir toplama yapılıyor?
Atatürk Kitaplığı’nın kuruluşundan bugüne yani yaklaşık 80 yıldır bu toplama yapılıyor.
“MÜTEFERRİKA’DAN ÖNCE İSTANBUL’DA MATBAA YOKTU” TEZİ TARİHE KARIŞIYOR
– Yurtdışından tezleri çürütecek bir koleksiyon edindiğiniz doğru mu?
Doğru. Amerika’dan getirttiğimiz çok önemli yeni bir koleksiyon var. İstanbul’da ilk basılan 10 kitaptan 8’ini getirttirdik. İlki 1505 tarihli. İbrahim Müteferrika’dan önce…
– Matbaacılık İbrahim Müteferrika ile başlamadı mı?
Bizde matbaacılığı İbrahim Müteferrika ile başlatırlar. Fakat Müteferrika’dan yaklaşık 250-260 yıl önce İstanbul’da kitap basılıyor. Bu kitaplar bugün artık elimizde.
– Bu eserlerle birlikte “Osmanlı’da matbaa İbrahim Müteferrika ile başladı” tezi tamamen ortadan kalkacak diyebilir miyiz?
Evet tamamen ortadan kalkacak. Hem o ortadan kalkacak hem de Osmanlı’ya matbaanın geç gelişiyle ilgili öne sürülen bir sürü iddia vardır. Bu iddialar da çürütülmüş ve bu çerçevede birçok konuda konuşulmuş olacak. Çünkü matbaanın o dönemlerde kitap basımı yazmaya göre çok daha masraflı bir olay. Dolayısıyla tercih edilmiyor. Hurufatın dizilmesi kitabın basılması bu işlemler yazmaya göre çok daha pahalı. Bu sebeple o dönem çok yoğun bir şekilde tercih edilmemiş toplumumuzda. Ancak buna rağmen basılmış.
– Kitapların hikayesine dair net bilgiler var mı elinizde? Amerika’ya gidişleri nasıl olmuş?
Maalesef elimizde kitapların hikayelerine dair çok net bilgiler yok. En net bilgi İstanbul’da 1505-1576 yıllarında basıldıkları.
– Bu eserleri edinmeden önce İbrahim Müteferrika öncesi matbu eser olduğunu biliyor muydunuz?
Biz böyle eserlerin mevcudiyetinden haberdar olduğumuzda peşine düşüyoruz, araştırıyoruz ve iz sürerek çıkarttırıyoruz ortaya. Bu defa da öyle oldu. Müteferrika öncesi eserler basıldığını biliyorduk. Peşine düştük.
– Desenize tam anlamıyla nadide eser dedektifliği de yapıyorsunuz.
Evet, öyle de diyebiliriz. Tasnifini yaptığımız koleksiyonları iyi biliyoruz. Yine en önemli koleksiyonumuz, İbrahim Müteferrika koleksiyonu. Müteferrika matbaasında basılan kitaplar. Bizim kütüphanemizde koleksiyondan bir nüsha eksikti. Eksik olan “Ahvâl-i Gazavât der Diyâr-ı Bosna” adlı eseri biz yıllarca aradık. Geçen aylarda bunun izini sürerek kitabı bulduk ve bir sahaftan satın alıp koleksiyonumuzu tamamladık.
– Müteferrika öncesi basılan kitapları vatandaşların ziyaretine açacak mısınız?
Tabi ki. Atatürk Kitaplığı’nda bulunan bütün eserler zaten online ortamda ziyarete açıklar. Fakat bu kitaplar için önce özel bir tanıtım gerçekleştireceğiz. Dünya üzerindeki hiçbir kütüphanede bu kadar özel kitap bir arada yok. İlk defa İstanbul’da olacak.
SOKAK SOKAK İSTANBUL’UN 350 YILLIK GEÇMİŞİNE GİDEBİLİYORUZ
– Kitapların dışında neler var?
Harita koleksiyonumuzu çok önemsiyoruz. Kütüphanemizin en önemli koleksiyonlarından biri. Yaklaşık 11 bin haritaya sahibiz.
– Ne tür haritalar var?
Kütüphanemizdeki haritalar daha çok şehir planı haritaları. Cadde cadde, sokak sokak, bina bina İstanbul’un 350 yıllık geçmişine gidebiliyoruz. Bu haritaların yüzde 70’i el yapımıdır. En eski haritamız 15. yüzyıla ait. Bunların çoğu Avrupa’da basılan İstanbul’un topografik haritalarıdır. Bir kısmını müzayedelere katılarak edindik.
– Elinizdeki en özel harita hangisi?
Dünyanın en uzun haritası Atatürk Kitaplığı’nda. Yaklaşık 32 metre.
– Muhteviyatı nedir?
Ortaköy’den Rumeli Hisarı’na kadar olan sahil şeridindeki tüm sahilhâneleri, köşkleri, bunların sahiplerinin ve binaların isimlerini, kapı numaralarını içeren bir harita. 1910 yılında yapılmış.
– Başka ne tür haritalar var?
Sigorta haritalarımız var. Malumunuzdur ki İstanbul’da eski yapılar ahşap. Bu sebeple bazen bir sokağı, bazen bir semti kapsayan yangınlar çıkarmış. O dönemlerde yangın sigortacılığı faaliyeti ortaya çıkıyor. Tabi bunun için de o binaların planını içeren haritalar çiziliyor. Bu çizimler ilk olarak Charles Edouard Goad daha sonra Hırvat asıllı topograf Jacques Pervititch tarafından yapılıyor. 1913-14 yılları arasında İstanbul’un 1/500 ve 1/1000’lik çok detaylı planları çiziliyor.
– Abdulhamit Hân’ın Marmaray Projesi’nin haritası da sizin arşivinizde sanırım?
Doğrudur. Bugünkü Marmaray dediğimiz tüp geçit projesinin orijinal çizimi bizim kütüphanemizde.
– Çok konuşulduğu için sorayım istiyorum. Bugünkü Marmaray’ın ilham kaynağı Abdülhamid Dönemi’nde çizilen proje midir?
Hayır. Zaten bütün proje yapılıp bitmişti. Biz temel atma töreninde elimizdeki planı Tayyip Bey’e hediye etmek istedik. Üsküdar Belediye Başkanı’na “bunu Tayyip Bey’e hediye edelim” dedik ve açılışta kendisine takdim ettik. Ondan sonra bu bilinir hâle geldi. Medya yoğun ilgi gösterdi. Özellikle Japon televizyonları çok fazla ilgi gösterdi.
– Proje yapılırken, Abdülhamid Hân zamanındaki bu planlama ile ilgili kapınız hiç çalınmadı mı yani?
Hayır. Kimse konuyla ilgili buraya gelmedi.
– Bugünkü projeyle çok fazla bağdaşan yönleri var mı peki?
Tabi. Güzergâh bugünkü projeyle aynı güzergâh. Sadece o projede tüneller denize sabitlenmiş ayaklar üzerine oturuyor.
– Demek ki biz sadece halk olarak değil yönetimsel olarak da elimizdekileri çok fazla bilmiyoruz diyebiliriz o hâlde?
Bu işin içerisinde olan üniversite hocaları dahi bunu bilmiyor.
TAKSİM – KABATAŞ FÜNİKÜLER HATTI’NIN ESKİ DÖNEM ÇİZİMİ BİZDE VAR
– Marmaray gibi eski dönemlerde çizimi, planı yapılan ve günümüzde yapım aşamasında yahut tamamlanmış olan başka projeler de var mı?
Elbette var. Mesela Taksim – Kabataş Füniküler hattı. Haritası değil ama belgeleri mevcut elimizde.
Eminönü ile Eyüp arasında bir tramvay hattı projesi de mevcut. Planı yapılmış ancak hiç gerçekleştirilmemiş.
Metro ağları projesi var. Fatih’ten Şişli’ye kadar uzanan geniş bir yelpazesi var. Bunların bir kısmı yapılmış bir kısmı yapılmamış.
– Bu projeler hangi dönemi kapsıyor?
Abdülhamid dönemi.
– Bu haritalar günümüzde mimarlık, haritacılık alanlarında okuyan öğrencilere ışık tutacak nitelikte olsa gerek?
Aslında bugünün üniversite ve akademisyen çevresinde bu haritaların dilini anlayacak insan olmadığı için çok teveccüh görmüyor. Ama bunlara ihtiyaçları var. Çünkü mimarlık okuyan ve İstanbul’daki eski eserlerin restorasyonu yapan mimarların tamamı bu haritalara ihtiyaç duyuyor. Anıtlar Kurulu’na proje sundukları zaman onun tarihsel sürecini de vermek zorundalar. Örneğin eskiden var olan bir binayı yeniden meydana getirmek için onun tarihsel olarak varlığını kanıtlamak zorundalar.
OSMANLI DÖNEMİNDEKİ DİPLOMALARI TOPLUYORUZ
– Harita ve kitabın dışında uğraştığınız nadir eser var mı?
Efemeraları topluyoruz. Efemera; kağıt cinsinden olan, fotoğraf, kartpostal, gravür, evrak, pul, bilet gibi çok geniş yelpazedeki eserlerin genel adı. Osmanlı dönemindeki diplomaları topluyoruz. Osmanlı’nın eğitim tarihine dair belgeler topluyoruz. Bu sayede eskiden olup da günümüzde olmayan okulları görebiliyoruz. Bu belgeler sayesinde günümüzdeki eğitim sistemine ışık tutacak bir muhteviyat oluşuyor.
– Önemli isimler var mı topladığınız diplomalarda?
Ali Fuat Cebesoy’un koleksiyonunu edindik. Cebesoy’un askeri diplomalarının tamamı elimizde.
– Müdürlüğünüzün yayınlarının satışı da oluyor mu?
Kütüphane Müzeler Müdürlüğü olarak yayınladığımız eserleri satmıyoruz, sadece ilgili kişilere dağıtıyoruz.
KUTÜ’L-AMARE KUŞATMASI’NDA CEPHE KÂTİBİNİN NOTLARI KİTAP OLUYOR
– Halil Paşa’nın ‘ikinci Çanakkale’ olarak tanımladığı ve yakında 100. yılına gireceğimiz Kutü’l Amare zaferiyle ilgili çok özel bir eserin arşivinize girdiğini duyduk?
Doğru duymuşsunuz. Çok özel bir eseri okuyucusuyla buluşturmak üzereyiz.
– Biraz dinleyelim sizden…
Kutü’l-Amare, hem yüzüncü yılı olması hem de Cumhurbaşkanımızın bu zaferi ifade etmesi ve kamuoyuna yansımasıyla bu yıl tanınmaya başladı. Atatürk Kitaplığı olarak bizim gündemimize ise 5 yıl önce girmişti. “Harbi Umumî’de Irak Cephesi” adındaki bu yazma eser, Harbi Umumî’de, Irak Cephesi’nde Dicle Grubu Cephe Katibi Tokatlı Mehmet Nuri’nin tuttuğu notları içeriyor.
Eser, İngilizlerin Irak Cephesi’ni açmasıyla başlıyor. Orada cephe açılmasındaki amaç, İngilizlerin petrol bölgelerini ele geçirme arzusu. Elimizde yazma buradan başlıyor.
O tarihten itibaren 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanana kadar süren 3 yıllık bir savaş var.
Eser, genel bir vaziyeti tasvir ediyor. İngilizlerle ilk çatışmalar, Selman-ı Pak muharebesi ve Kutü’l-Amare zaferinden sonra, yeni gelen İngiliz ordusuyla birlikte çekilme harekâtı anlatılıyor. Kutü’l-Amare süreci, Selman-ı Pak muhaberesinden sonra ordumuzun taarruza geçmesi ile başlıyor. Bu taarruz esnasında İngilizlerin komutanı geri çekilme planı uyguluyor ve Kutü’l-Amare’ye sığınıyor. Ardından bir kuşatma harekatı yapılıyor. Bu sırada da İngilizler gelecek yardımı beklemek için zaman kazanmak istiyor. Ancak Osmanlı ordusu zekice bir sarma hareketiyle, gelen yardımların onlara ulaşmasını engelliyor. 40 günlük kuşatmadan sonra silahsız ve savaşsız bir şekilde İngiliz ordusu esir alınıyor.
Bu hadise İngiliz tarihinde çok önemli vakalardan birisidir. 5 general, 460 subay, 13.300 tane de İngiliz askeri, -ki bunların 3 bini İngiliz askeridir geri kalanlar ise o dönem Hindistan’ın İngiliz sömürgesinde olmasından ötürü Hint askeridir-esir alınıyor.
KUTÜ’L-AMARE İNGİLİZLERE VERDİĞİMİZ İKİNCİ DERSTİR
İngilizlerin Komutanı General Towshend; Lord ve İngiliz Kraliyet ailesinden çok başarılı bir subay. Müzakereler devam ederken, Osmanlı ordusunun komutanı Halil Paşa’ya serbest bırakmaları karşılığında 1 milyon İngiliz Sterlini teklif ediyorlar. Halil Paşa kabul etmiyor. Ardından meşhur Lawrence, ‘biz size değil devletinize bu parayı veriyoruz’ diyor. Ancak tabi ki yine kabul edilmiyor.
Halil Paşa askerlerine karşı bulunduğu müthiş hitabında, ‘bu 1500 yıllık İngiliz tarihine kara bir leke, bizim tarihimize şan ve şeref olarak geçmiştir. Aynı zamanda Çanakkale’den sonra İngilizlere verdiğimiz ikinci derstir’ diyor. Dolayısıyla Kut Zaferi önemli bir zafer.
BAĞDAT HALKI OSMANLI ASKERLERİNİN AYAKLARINA KAPANMIŞTI
– Eser, Kutü’l-Amare’de Arapların durumu dair bir ışık tutuyor mu?
Bizim yayınlayacağımız eser birincil kaynak olması itibariyle çok önemli. Anlattıklarını biz diğer kaynaklarla da teyit ediyoruz. Hem General Towshend’ın hem de Birinci Dünya Savaşı’nı anlatan Edward Erickson’un anlattıklarıyla birebir örtüşüyor. Onların anlatmadığı çok daha fazla ayrıntı bu eserde yer alıyor. Bizimle birlikte savaşan Arap aşiretlerine dair önemli bilgiler var eserde.
Eserde Bağdat’tan çekilmemiz çok enteresan şekilde anlatılmakta. Film sahnesi gibi. Bağdat halkı, Osmanlı askeri bölgeden çekilirken, askerlerin ayaklarına kapanarak, ‘bizi bırakıp da nereye gidiyorsunuz’ diye yalvarıyor adeta. Tabi buna mukabil Osmanlı ordusunda da karşı tarafa istihbarat taşıyanlar olmuş. Fakat bu durumu ırkla bağdaştırmamak lazım.
ORDUSUNA ZAYİAT VERDİRDİĞİ İÇİN İNTİHAR EDEN SÜLEYMAN ASKERÎ BEY
– Bizzat savaşın içinde yazılan bir esere dokunmak nasıl bir duygu?
Dokunmak çok heyecan verici tabi. Ama tercüme ediyor olmak çok daha heyecan verici. Çok duygulu sahneler var içinde. Örneğin bunlardan bir tanesi Irak’ta savaşan 6. Ordumuzun komutanı Süleyman Askeri Bey’dir. Kuşçuoğlu Eşref’in kardeşi. Süleyman Askerî Bey yaralı olduğu halde askerinin başına gelip onlara nasihatte bulunuyor. Özellikle Araplardan oluşan birlikler çok eğitimsiz olduğu için bir hücum sırasında çok fazla zayiat veriyoruz. Askerimiz çok fazla yılmış ve savaşmak istemiyor. Süleyman Askerî Bey de onları şevke getirmek için bir konuşma yapıyor.
Konuşma sonrası yaptığımız bir hücum sırasında karşı cephede çok sık tel örgüler olduğu ve bizde de tel makası olmadığı için ordu çok zayiat veriyor. Süleyman Askerî Bey bu durumu onuruna yediremediği için intihar ediyor.
KUTÜ’L-AMARE TOPLUMSAL ÖZGÜVENİ PEKİŞTİRECEK
– Bir film sahnesi gibi!
Ne yazık ki kesinlikle gerçek bir sahne. Kutü’l-Amare kitabını kütüphanemize kazandırdığımızda 3 aşamalı bir hayal kurdum. Birincisi eserin tıpkı basımını ve çevirisini yapmaktı, şimdi o gerçekleşiyor. İkinci aşaması sadeleştirilmiş bir baskısını yapmak. Üçüncü aşamasında da filminin yahut belgeselinin çekilmesine vesile olmak.
– Umarım gerçekleşir İrfan Bey
Umarım.
Diriliş Ertuğrul mesela, şu anda gençlere bir şuur kazandırıyor. Biz ailecek izliyoruz ve çocukların o coşkuyu hissettiğini görüyorum. Kutü’l-Amare’de de bu coşkuyu kazandıracak çok sahne var.
İngiliz ordusu askeri ve lojistik bakımından bizim ordumuzun yüz katı. Ama buna rağmen siperler arasındaki mesafe o denli kısalıyor ki 10-15 metreye düşüyor. Ardından göğüs göğüse süngü muhaberesi yapıyorlar. İngilizlerin de en korktuğu muhaberedir göğüs göğüse çarpışmak. Tabir-i caizse ecdadımız göğüsleriyle çarpışarak kazanıyor bu zaferi.
Bu sahneler çok etkileyici. Eminim ki, eserdeki bu satırlar, gençlerimize ve toplumumuza farklı bir bir özgüven kazandıracak. Nitekim biz Balkan Savaşları ve 93 harbinden bu yana yeniliyoruz. Lakin Çanakkale Zaferi ve Kutü’l-Amare zaferlerinin ardından dönemin toplumunda ‘evet biz yenebiliriz, kazanabiliriz’ şeklinde bir özgüven meydana geliyor.
Kitapla ilgili bize verebileceğiniz başka bilgiler var mı?
Özellikle askeri açıdan çok stratejik bilgiler içeren bir kitap. Alayların, taburların, bölüklerin, bizzat savaş sırasındaki durumunu askeri bir dille çok detaylı bir şekilde anlatıyor. Bununla birlikte zülf-i yâre dokunan ve edebi bir dille aktarılan sahnelerde var. Mesela ordumuz Bağdat’tan çekilirken kaçarak değil vuruşarak çekiliyor. Bununla birlikte askeri hatalarda yapılıyor. Askeri malzeme ve erzak geliyor. Lakin bir hücum sırasında malzeme ve erzakların intikali yapılamadığı için imha ediliyor. Ve ardından asker açlıktan ölmeye başlıyor. Bu acı dolu sahneler eserde anlatılıyor. Yazarın bizzat ifadesidir, “Of anam of ölüyoruz sedaları, Irak’ın semalarını kaplıyordu” diyor.
Bu eserin varlığından bilginiz var mıydı yoksa tesadüf eseri mi elinize geçti?
Bu tamamen tesadüf eseri elimize geçen bir eser. Tabi elimize geçtikten sonra Irak Cephesi’nden fotoğraflar satın aldık. Birçok bilgi ve belgeyi de bu eser ile birlikte topladık.
Kitabın elinize geçişi nasıl oldu?
Eseri yazan katip Tokatlı Mehmet Nuri’nin torunundan satın aldık. Elimizdeki nüsha bizatihi orijinaldir.
Bu kitap piyasaya sürülecek mi?
Evet 20 gün sonra piyasaya sürülecek. Hem tıpkı basımı hem de çevrilmiş vaziyette insanlara sunulacak. Ancak satışı yapılmayacak. İnsanlar kütüphanemizden gelip alabilecek.
Kitap kaç sayfa?
180 sayfa olacak.
28 ŞUBAT’TA ATILAN DAR’ÜL FÜNUN DAMGALI KİTAPLAR VAR
Geçtiğimiz günlerde Murat Bardakçı, Sultan Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’ndaki özel kütüphanesi olan, daha sonra İstanbul Üniversitesi’ne devredilen İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kitaplığı’ndaki son derece kıymetli binlerce eserin 28 Şubat döneminde Kemal Alemdaroğlu tarafından çöpe atıldığını dile getirdi. Atatürk Kitaplığı Müdürü Ramazan Minder’in bulduğu kitapların akıbeti şu anda ne durumda? Bu eserler içerisinde neler vardı?
Murat Bardakçı’nın dile getirdiği eksik bir bilgi. Söz konusu olan Abdülhamid Hân’ın bizatihi özel kütüphanesi değil. Çünkü o kütüphane şu anda İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde hâli hazırda duruyor.
Burada özellikle Alemdaroğlu döneminde İstanbul Üniversitesi’nden telkin edilen kitaplar var. Bu kitaplardan yaklaşık 4 bin 500 tanesini biz sahaflardan satın aldık. Bu satın almalarda gördük ki kitapların içerisinde döneminde yahut daha sonradan bu koleksiyona karışmış Kütüphane-i Hümayûn damgalı, etiketli kitaplar yer almakta. Bu kitapların haricinde Alemdaroğlu döneminde özellikle Dar’ülfünun damgalı olan Edebiyat Fakültesi’nden atılan kitaplar var. Bu kitaplar, içerikleriyle damgalarıyla önemli kitaplar.
Bu kitaplar satılmış mı yoksa atılmış mı?
Satılma yok olduğu gibi atılmış.
ATILAN KİTAPLAR ARASINDA KUDÜS’Ü ANLATAN KİTAPLAR DA VARDI
Neden?
O zihniyeti bilemiyoruz tabi ki. Neden atıldığına dair bir bilgi yok elimizde. Ancak 70 bin kitap atıldığını biliyoruz. Fakat bu kitaplar Osmanlıca yahut Arap alfabesinde yazılmış kitaplar değil, Latin harfli kitaplar. Bunların içinde 16., 17. ve 18. yüzyıla ait önemli kitaplar ve sözlükler var. Filistin’e ait, özellikle Kudüs’ü anlatan kitaplar var.
Bence kitapların atılması ideolojik bir kıyım amacıyla değil. Bunlar tamamen akıl tutulmasıyla atılmış kitaplar. Şu anda görevde olan kişilere sorduğumuz zaman onlar da bilmiyorlar neden atıldığını.
BULGARLARA SATILAN EVRAKLARI ARŞİVİMİZE GERİ KAZANDIRDIK
Yakın tarihte bu vakaya benzer ‘atılma- yok edilme’ hadiseleri var mı?
En bariz olanlardan biri; Osmanlı arşivlerimizde maliye evraklarımız vardı. Bulgarlara satıldı. Yaklaşık 200 balya evrak hurda kağıt fiyatına satılıyor. O dönemin entelektüellerinden Muallim Cevdet, Osman Nuri Ergin gibi isimler bu haberi alır almaz dönemin Cumhurbaşkanı İnönü’ye bildiriyor. Evrakların bir kısmı kurtarılsa da bir kısmının akıbeti kağıt gibi satılmak oluyor.
Bulgarlar Vatikan’dan uzman bir ekip çağırıp tasnif ettiriyorlar ve kendi arşivlerine koyuyorlar. Biz onların kopyalarını aldık ve kendi arşivlerimize kopya olarak geri kazandırdık.
AVRUPA MÜZE VE KÜTÜPHANELERİ İSLAM ESERLERİYLE DOLU
Bizden yurtdışına çıkmış çok eser bulunuyor mu?
Avrupa müze ve kütüphaneleri İslam eserleriyle dolu. Mesela Gazali’nin İhya-u Ulumü’d-din adlı kitabın orijinali British Museum’da.
Nadir eserler çalışmalarınıza dair eklemek istediğiniz son bir husus var mı?
Biz Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Atatürk Kitaplığı olarak yaklaşık 13 yıldır Osmanlı’nın üretmiş olduğu yahut Osmanlı’yı anlatan kitap, belge türü eserleri koleksiyonumuza katmaya devam ediyoruz. Dolayısıyla elinde bu nevi eserleri barındıranlar kütüphanemize bağışta bulunarak eserin topluma kazandırılmasına katkı sunabilir.
– İrfan Bey bizim için harika bir söyleşiydi. Vaktinizi ayırdınız, teşekkür ediyorum.
Teşekkür bizden. Bildiklerimizi aktarmamıza vesile oldunuz.