Kur’an ve Sünnet’e nasıl bakmalı?

Röportaj
Gençöncüler dergisi Ekim sayısında yazar Şemsetin Özdemir ile Kur’an ve Sünneti konuşmuş. İşte o konuşma.. Genç Öncüler:  Bugün ihtilaflı grupların Kuran ve sünnet anlayışları dışında ilk M...
EMOJİLE

Gençöncüler dergisi Ekim sayısında yazar Şemsetin Özdemir ile Kur’an ve Sünneti konuşmuş. İşte o konuşma..

Genç Öncüler:  Bugün ihtilaflı grupların Kuran ve sünnet anlayışları dışında ilk Müslümanlar ve sahabeler Kuran ve sünneti nasıl anlamışlardı? Bu bağlamda Kuran ve sünnet onlar için birbirlerinden farklı bir şey olarak mı addediliyordu?

Şemseddin Özdemir: Hiç şüphe yok ki ilk nesil için Kuran vahyedilen, Hz. peygamber aracılığıyla o günkü insanlara aktarılan ve kaynağı Allah olan bir kitaptır. Bu konuda bir tereddüt yok. Ancak bu kitabın ilk muhatabı Hz. peygamber ve o kitabı gereği gibi ilk hayata uygulayan da o. Diyelim ki, adil ol dediği zaman;  adil olmakla ilgili, emanetin ehline verilmesi ile ilgili onlarca ayet vardır. Onu kim uyguladı ilk önce? Hz Peygamber.

Sonra ilk nesil Müslümanlar, Hz. peygamberin o kitabı uygulama tarzı, muhtevası, şekli ve ruhuna baktılar; aslında sünnet dediğimiz şeyler tam da budur.

Teorik olarak bugün elimizde olan ve ilk andan itibaren muhtevası asla değişmeyen bu kitap geldi ve o gün tatbik edildi. O bakımdan ilk nesillerin Kur’an’ın Allah’tan geldiğine (müminleri kast ediyorum) yönelik tartışmaları yoktu.

İlk gördükleri de, o kitabı kendilerine anlatanın o kitabı yaşadığıdır. Onu anlatan peygamber, anlattığını yaşıyordu.  Kendilerine de o kitaba göre muamele ediyordu. Zaman zaman Hz. Peygamberin elinde olmadan ve bilmeyerek yaptığı küçük sürçmeleri varsa, onunla ilgili olarak aynı kitap onu ikaz ediyordu.  Yanlışa düşme riski karşısında uyarıyor. Dolayısıyla böyle bir kitabın muhatabı olan Hz. peygamber ve ona tabi olan binlerce Müslüman bu kitabı böyle kabul etmiştir.

Bu kitap Resulullah‘ın pratiğiyle hayata aktarılmıştır. Yani bir insan inşası başlamış. Siyasal, toplumsal yönleriyle o günün şartları ne kadar imkân veriyorsa Mekke ve Medine şehri çevresinde o toplumun algısına hitap eden tarzda ilkeleri hayata aktarmışlardır. Bir hayat kitabı olarak ilk nesiller uygulamışlar, hayata tatbik etmişlerdir. O bakımdan sünnet nedir dediğin zaman, öncelikle benim inandığım ve anlatmaya çalıştığım şudur:

Sünnet, Kuranı Kerim’in Hz peygamber tarafından öncelikle hayata tatbik tarzıdır, ruhudur, özüdür. Çünkü o, onu uygulamıştır. Vahiy ona demiştir ki “sen insanlara şahit ol.” Resulullah nasıl şahit olacak insanlara? Yaşantılarıyla, uygulamasıyla. İnsanlar da onu almışlardır.

İlk nesil gelen kitabı öğrenmiş, itikadını tashih etmiş (ki ciddi bir sapkınlık vardı cahiliye devrinde) sonra pratik olarak onun ilkelerini uygun bir Müslümanlığı hayat tarzı haline getirip, hayata hakim kılmak istemiştir. Allah Resulü’nün de çabası bu olmuştur. Dolayısıyla bu uygulamayı anlayarak uyguladıkları kanaatini taşıyorum. Yani bu yönüyle polemik konusu ötesinde sünnet dediğimizde bu gelen, gelmeye ve inmeye devam eden vahyin, her alınan mesajını anlayıp özümsedikten sonra sözlü olarak aktarmak ve uygulama olarak tatbik etmektir. Bizim örnek almak için çaba göstermemiz gereken Allah Resul’ünün örnekliğinin tam da bu olduğunun kanaatini taşıyorum.

Genç Öncüler: Hocam şöyle diyebilir miyiz? O zaman bizim hâlihazırda bugünkü polemiğin dışında, Müslümanların özellikle ilk dönem Müslümanların yani sahabenin Kuran- Sünnet ayrımı diye bir problemi yoktu.

Şemsettin Özdemir:Böyle iki ayrı kategori diye bir şey olamaz. Doğal olarak vahiy ilk Cebrail aracılığıyla Resulullah’a gelmiştir. O aldı, özümsedi ve kavradı sonra insanlara tebliğ etti. Tebliğ bazen sözlüdür ama aynı zamanda uygulamadır. Adil ol der, dürüst ol der, hile yapma der, yalan söyleme der, iftira atma der. Bütün bunlar uygulamaya geçtiği zaman ne hale geliyor? Hayatlaşıyor.  Vahyin hayatlaşması uygulamadır. Uygulamayı beşer yapar ve o vahye uygun ise İslamidir. O bakımdan Kur’an ayrı, sünnet ayrı diye bir şey yok.Kur’an zaten esas olandır. Hiçbir şey ona eşit olmaz.

Bu mesaj insanlara geldi. Bunu alın, buna göre inanın, buna göre yaşayın ve uygulayarak aktarın. Buna uygun bir sistemi de inşa edin. Bütün o ilkeler Kur’an’ı Kerim’in bütününün içerisinde vardır. Dolayısıyla ilk Müslümanlar bütün çabalarıyla, “Allah bize ne emretti?”, “Biz bunu Hz. peygamberin örnekliğinde gerçekten hayata aktarabiliyor muyuz? sorusunun cevabına yöneldi. Yoksa ayrı bir kategorize etmek dinde olmadı.

Genç Öncüler: Çok meşhur Hz. Aişe’nin peygamberin ahlakıyla ilgili aktardığı bir sözü vardır.

Şemsettin Özdemir: Evet. Ona, “Ey Aişe validemiz, bize Hz. peygamberin ahlakını anlat” denince, şaşırmış bir şekilde “Siz Kuranı okumuyor musunuz?” der. Evet, okuyoruz denilince “O zaman ne arıyorsunuz. Siz Kuranı kerimi uygulayın, işte onun ahlakı odur.”  Peygamber gücü yettiği kadar bu Kuran’ı uygulayandır. Peygamberin ahlakının kaynağını oradan oku. Okuduğunuz zaman ikinci bir “Ahlakı nedir?” diye sormazsınız. Çünkü peygamber, Kur’an’a muhalif bir ahlakı uygulamaz.

Ama biz bugün bunu Müslümanlar için diyebiliriz. Yani vahyin ortaya koyduğu ahlak bu ama Müslümanların ahlakının çoğu buna uygun değil. Bu nübüvvet açısından olmaz. Vahyin hayatlaşmasına sünnet diyebiliriz veya risalet örnekliği.

O gün Resul’ün örnekliği neydi? İnen vahyin hayatlaşmasıydı. Bir sistem haline gelmesi, bir toplumsal hayat tarzına gelmesidir. Bugün esas itibariyle zaman zaman insanlar, peygamberin hadisi veya peygamberin sünneti diye o kadar detaylı şeylerde kılı kırk yararak kıyamet kopartıyorlar ki ama çok önemli ve asli konuları konuşmuyorlar, değil mi?

Genç Öncüler: Son dönemlerde bu ayrımı daha da netleşti. Haklı olsun haksız olsun bir çok konuda taraf olan iki grup çıktı. Birincileri kendilerini tamamen Kuran fedaisi, Kuranın kahramanı olarak görüyor. Sünneti reddeden, peygamberi bir postacı olarak gören, peygamberin örnekliğini hiçe sayan, görmezden gelen bir grupken, diğeri de kendisini sünnet ve hadis fedaisi, koruyucusu olarak gören ve bunlardan “rant devşiren” başka bir grup. Her iki eğilim arasında  Türkiye’nin ve Müslümanların sosyal, siyasi ve ekonomik bütün gündemlerinden uzak bir şekilde çok çetin bir tartışma sürdürülmektedir.  Bu tartışmaya dışarıdan baktığımız zaman, İslamî diyebilir miyiz ya da hakikaten Kuran ve sünnet ayrımındaki bu tartışmada şu doğrudur diyebileceğimiz taraf var mıdır?

Şemsettin Özdemir: Aslında bu tartışmalar tarihin eski evrelerinde de zaman zaman olagelmiş. Birbirini tekfire varan ve birbirlerini anlamamak için bu tartışma olagelmiş ve zaman zaman farklı coğrafyalarda tavan bulmuştu. Yeni bir olay değil. Bizim burada yeni bir olaymış gibi nüksediyor.

Evet, bir taraftan insanlar Kur’an diyor ama öyle bir Kur’an demeye kalkıyor ki vardığı sonuç, bu Kuranı alıp aktaranı yok sayarak hareket etmeye çalışıyor. Kur’an Ona indi, o onu  insanlara tebliğ etti ve o aynı zamanda onu uyguladı. Bu gerçeği neden yok saymak için çaba gösteriyor bu insanlar? Yani gökten bir kitap indi ortaya, “ey Müslümanlar alın işte size kitab gelmiş”, böyle gelmedi. Allah, Hz peygambere bunu insanlara öğret dedi; anlat, açıkla, izah et. Bunlar ayetlerin içinde var. Nasıl olur bir zihin kendi Kur’an ve hayat hakkında bir sürü laf ettiği halde bu konuşma hakkını peygambere vermez. Nasıl onun adına konuşma ve yaşamayı yok sayar! Bu hal çok düşüncesizce, hissi ve sığ bir yaklaşımdır. Kendinin 1400 sene sonra konuşma hakkı olacak, Hz. peygamber hiç bir şey konuşmamış ve yaşamamış olacak, mümkün mü? Hz peygamber o topluma 23 senede inen kitabı aktardı, anlattı, öğretti, onları onunla insanları eğitti.

Sordu; “ya Resulullah bu nedir, şu nedir?” Diye. Bu kitaba uygun bir savaş stratejisi uygulandı. Önce saldırılara cevap verildi vs. Bütün bunları uygulayan Hz. peygamberin başkanlığında bir toplum. Tüm bunları yok sayarak nasıl böyle bir sonuç çıkartırsınız!? Allah, Hendek ve Uhud savaşlarına atıfta bulunuyor. Bunu anlamak için siz ister, istemez siyerdeki bilgiye bakıyorsunuz. Kim diyebilir ki bakmayalım. Çünkü atıf o olaylara.Yaşayan ve bilen bir topluma konuşuyor orada. O toplum bu tecrübeyi yaşamış Kuranı aktarırken, yeni toplum Kuranı okurken bu bilgiye bakmaya mecburdur. Öğrenecek bunu; acaba atıf nereye diye.

Şimdi bu çok sığ bir anlayış; efendim Kuran var, Hz. peygamber postacıdır. Eğer öyle olsaydı bu yazılan metin, Allah tarafından bir celsede inerdi; “ey insanlar buyurun bu kitap sizin, bundan sonra benden bir şey yok” derdi.

Bu tutum, aşağılık kompleksi taşıyan, bence derin düşünmekten yoksun bir zihnin ürünüdür ve böyle düşünenlere dünyada bir şey kazandırmaz, ahirette onları riske sokar.

Geldik ikinci taifeye: Hadiscilik konusunu abartıp öne çıkartan, nerdeyse sünnet ve hadis diyerek bunu Kuran’a eşit tutan, hadis kitapları olmazsa din nerdeyse olmayacak diyerek aşırıya giden başka bir yorum söz konusu. Böyle düşünen insanlar için Ebu Hanife çok makbul bir adam değildi. Çünkü Ebu Hanife yöntem olarak peygambere değil hadislere kuşkuyla baktığı için delil olarak çoğunu kullanmadı. Bu hadislerin kitaplaşması 150 sene sonradır. Bu kitaplar, Resulullah zamanında veya ondan sonra yazılmadı.

Dinde eksiklik mi kaldı o zaman? Arkadaş orada muhkem ve tartışmasız bir kitap var. Önce on defa, yirmi defa o kitabı oku. Sonra o kitap adına konuşan peygambere mal edilen sözlere ve uygulamaya bak.  O zaman neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu daha iyi görürsün.  Ama bakıyorsun bir çok sözde hadis savunan, “hadisçi” geçinen arkadaş hayatında ciddi bir şekilde okuyup anlamak va hayatlaştırmak için Kur’an’ı Kerimi inceleyerek- düşünerek ciddi bir şekilde okuyup üzerinde kafa yormamıştır.

Hadis konuşuyor ama aslında bilgisi yok o konuda. Hoca taifesinin çoğu da böyle. Böyle bir insan oturup ciddi olarak okuyup araştırsaydı, sorsaydı  “ey iman edenler, size fasığın biri haber getirdiği zaman, onu etraflıca araştırın yoksa bilmeden bir topluma haksızlık edersiniz.” Hucurat suresindeki ayette olduğu gibi (ki o yanlış haberi getiren sahabeden biriydi. Zekât toplamakla ilgili bir olaydı.) hadisleri de nakledenler insanlardır ve onlar da haber getirmişlerdir. O yüzden bunun gibi insanlar önce gelen habere bakacaklardır. 1400 senedir bu haber böyle nakledilmiş ve gelmiş olabilir. Senin yeniden Allah için, doğruyu bulmak için, bu haberin kaynağı gerçekten doğru mudur diye bakıp sorgulaman gerekmez mi?

Eğer böyle yapılmış olsa, Kuranı Kerim’i merkeze alanların karşısına neredeyse rakip olarak bir Hadisçilik çıkartılmazdı. Bu iki tarafgir görüşün bugün sanki birbirine rakip gibi kavga etmek yerine her ikisine düşen şey şudur:

Öncelikle Allah’ın kitabını ve onun muhtevasını devamlı okuyarak kavramları daha iyi oturtmak; iki, bu metni, bu mesajı Hz. Peygamber nasıl uygulamış ve ondan gelen bilgiler gerçekten Resulullah’dan mı geldi ona bakarak yaklaşmak ve eğer bir kuşku varsa onu belirterek aktarmak.

Her söz için şöyle dememeli: “Resulullah böyle buyurdu”. Kesin konuşuyorsunuz. Bu bir arızadır, tarihte olmuştur. Ama Müslümanlar bu durumdan er veya geç kesinlikle çıkacaktır. Bakın Kur’an’ı Kerim itikattan amele kadar ihtilafları, düşmanlıkları ve çatışmaları ortadan kaldırmaya geldi. Çatışmaları derinleştirmek için gelmedi.

Sözde Kur’an’a tabi olduğunu, sözde peygambere tabi olduğunu söyleyen insanlar dün ve bugün, fikren ve eylemsel olarak çatışıyorlarsa bu Kur’an’ı Kerime yapılmış en büyük iftiradır.  O zaman insanlar laik ve seküler kesimin dediği gibi şöyle der: geçin ümmet kardeşliğini,  Kur’an birleştirmiyor sizi, çatışıyorsunuz. Demek ki, biz böyle yaparsak onları haklı çıkartırız.

Kuran gereği gibi okunursa, tedriciliği ve muhatabı dikkate alan özelliğini ve değişim sürecini dikkate alan bütüncül bir şekilde okursak ihtilafları ortadan kaldırır ve çatışmayı sonlandırırız. Tabii Müslümanlar arasındaki çatışmayı kast ediyorum.

Müminler arasında esasda farklı itikadi fırkalar olmaması gerekir. Hele hele bu tarz sözde farklı itikadı farklılıkları çatiştıramazlar.

Eylemsel farklılıkları ise hayırlarda yarış olarak kullanır. Yorum farkı vardır. Ben Arabistan’da düşünüyorumdur, sen Rusya’da düşünüyorsun, diğeri Türkiye’de düşünüyor. Bu üç coğrafyanın şartları farklı olduğu için farklı yorumlar yapabiliriz. Ama bu hayırlarda yarıştır. Düşmanlık değildir. Sen Arabistan için şu model daha uygundur derken ben Türkiye’de daha farklı bir model önerebilirim.  Allah hayırlarda yarışın diyor, hayırlarda çatışın demiyor. Birbirinizi öldürün demiyor. Mutlak haram olanı dine mal ederek yapmak kadar kötülük olmaz.

Maalesef henüz ciddi bir şekilde ümmetin çoğunluğunun Kur’an’la irtibatı zandan öteye geçmemektedir.  Birçoğunun Kur’an’ı Kerim hakkında bilgisi sığdır, duyduklarıdır. Çok fazla okuduklarını söyleyenler, lafzını okumaktadırlar. Muhtevası islami cemaatlerin, vakıfların, örgütlerin, teşkilatların ve kurumların eğitim metni değildir.

Zaten öyle olsaydı, İslam dünyasında ve Türkiye’de dini merkeze aldığını iddia eden bir grup, bu alçakça kalkışmayı ve çatışmayı yapamazdı. İnsanları bu kadar rahat öldüremezlerdi. Belli ki referans, lafta Kur’an, amelde kendi heva ve hevesidir. O bakımdan tarihte ve bugün bu tartışmalar, dünyada Müslümanlara hangi mesajı götürüyor?

Haram aylarda çatışıyorsun, Ramazan ayında çatışıyorsun, Bayram günü bombalarsın. Sizin bir an bile olsa birbirinize saygı gösterecek gününüz de mi yok? Hadi Müslüman’ın Müslüman’la savaşması haram ama bu bayramda daha da haram olması lazım. Bayramın hatırı için, Ramazan’ın hatırı için haram ayların hatırı için ateşkes yapın.

Bu din size bunları emretmiyor mu? O bakımdan genç kardeşlerimizin bütün bu gerçeklerden hareket ederek yeni bir geleceği inşa ederken,  bu bakış tarzını daha iyi kavrayıp özümsemesi gerekir. Yarının İslam dünyasını bugünün gençleri temsil edecekler. Bir müellifin çok güzel bir sözü var. Müfredat ne kadar güzel olursa olsun, eğer onu uygulayan bir kadro yoksa sonuç yoktur.

Genç Öncüler: Kur’an gibi değil mi hocam?

Şemsettin Özdemir: Evet. Kuran dünyanın en iyi müfredatıdır. Ama Müslümanların son bir kaç yüzyıllık sefaletinden dolayı haşa yerlerde sürünüyor.

Genç Öncüler: Peki baktığımızda Türkiye’de ve dünyadaki Müslümanlar arasında bu ve buna benzer ihtilaflı grupların çatışması, hakikaten ilmi ve masumane mi yoksa bu grupların toplum üzerinde ya da devlet üzerinde din adına rant devşirme, din adına söz sahibi olma, “din bizden sorulur” hesabı olarak nitelenebilir mi?

Şemsettin Özdemir:  Büyük oranda zaten çatışma sebebi budur. Allah Kuran’da farklı yerlerde buyuruyor ki: “Sizden kendilerine kitap verilenler, kendilerine hak geldikten sonra aralarında çekememezlik, haddi aşma yüzünden çatıştılar.” der.  Müslümanlar niye çatışır? Sen mi daha üstünsün ben mi der; enaniyet, seni kıskanma veya başka bir şey. Bu çatışmalar hayra alamet çatışmalar değil. Samimi olsalar insanlar derler ki, farklılıklarımızı gelin adam gibi konuşalım, tartışalım. Anlaştıklarımızla yola devam edelim. Anlaşamadıklarımızda yeniden konuşalım. Niye birbirimizle kavga ediyoruz?

Bir müminin itikadı olarak iki tarafı olmaz. Bakmayın geleneğimizde var o. Olur mu öyle şey, itikat tektir. Küçük yorum farklılıkları olabilir ama özü itibariyle tektir. Allah’a imanın, peygambere imanın, meleğe imanın, ahirete imanın, kitaplara imanın veya kurumsal olarak bu vahye imanın iki şekli mi olur yani? Birinin doğru bu  dediğine diğeri hayırmı diyecek? İnançta doğru tektir.

Pratikte çözüm teklifleri farklı olabilir.Önceden ifade ettiğim gibi bölgelere, şartlara, siyasal durumlara göre farklı metotlar olabilir.

Ropörtajın devamını okumak için tıklayınız..


Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-includes/functions.php on line 5464

Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-content/plugins/really-simple-ssl/class-mixed-content-fixer.php on line 107