UMRAN Dergisi Mart 2017 sayısında : “Tenkid ve insaf” -Din dili,itidal,ihtilaf ahlakı konusunu işliyor.Umran dergisi bu çerçevede Diyanet İşlleri Başkanı Mehmet Görmez ile de “İhtilaf ahlakı” üzerine konuşmuş.İşte o önemli konuşma….
Saygıdeğer Hocam, malumunuz, insanlar arasında farklılık ve ihtilafların varlığı kaçınılmaz bir olgu. Tarih boyunca müslümanlar da kendi aralarında ihtilaf ettiler ve ediyorlar. Öncelikle şunu sormak istiyoruz: İslâmiyet ihtilâf olgusuna nasıl bakıyor?
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla. Cenâb-ı Hak eşref-i mahlûkat olarak var ettiği insanı maddi ve manevi anlamda farklı niteliklerle donatmıştır. İnsanların fıtrat gereği taşıdıkları özelliklerin, hayat boyu edindikleri bilgi ve tecrübelerin farklı farklı olması Allah’ın ayetidir. O (c.c.), dileseydi bizi tek bir ümmet olarak yaratabileceğini ama dillerimizin ve renklerimizin farklılığında ibretler olduğunu Kur’ân’da ifade buyurur. Söz konusu farklılıklar bazen fiziki, sosyal ve kültürel yapımızdan, bazen de dinin, dilin, hayatın tabiatından kaynaklanır. Toplumlar muhtelif düşüncelere, yorum ve anlayışlara sahip olan insanlardan oluşur. Bu insanlar birbirini bütünleyerek farklılıkta zenginliği yakalamak üzere yeryüzüne gönderilmiştir. Ama hepsi kul olma paydasında buluşur ve eşitlenir.
Çeşitlilik ve Görüş Farklılıkları
O halde, toplumun her bir üyesini aynı minvalde düşünmek, aynı karakter ya da düşünce yapısı içinde tasarlamak, her şeyden önce tek tek her birimizin irade hürriyetine yönelik bir baskı kurmakla eşdeğerdedir. Farklılıklar olacaktır ki, toplum monoton, durağan bir yapıya mahkûm olmasın. Çeşitlilik olacaktır ki, insanlar tanışsın, düşünsün, üretsin ve insanlık gelişsin.
İşte insanlar arasındaki bu çeşitlilik ve görüş farklılıkları “ihtilaf” olarak adlandırılır. İhtilaf, bir konuda çözüme giderken kullanılan yol ve yöntemlerin ayrı, maksadın ise bir olmasıdır. İslâmi açıdan baktığımızda, iyi niyet sahibi farklı zihinlerin birbirini teşvik etmesi anlamında ihtilaf, hayra vesiledir. Zira bu sayede ümmetin sorunlarına yönelik çözüm arayışları çeşitlenir. Akıl ve tecrübeler birbirini tanır; birbirinden ilham alır.
Ancak ihtilaf her halükarda makbul bir durum olarak kabul edilmez. Kur’ân-ı Kerim, kendilerine ilim yani vahiy ulaştıktan sonra hakikat konusunda insanların ihtilafa düşmesini hoş karşılamaz. Yani Peygamber vasıtasıyla kendilerine hakikat ulaştığı halde müminlerin tehlikeli ihtilaflara düşmelerini istemez. İslâm’ın sabiteleriyle uyuşmayan görüşler serdederek birbirleriyle tartışmalarına razı olmaz. Bu konuda önceki ümmetlerin kıskançlık ve çıkar çatışmasından kaynaklanan ihtilaflarını anlatır ve aynı hataya düşmemeleri için Müslümanları uyarır. “Dinlerini bölüp gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir alâkan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (En’âm 6/159) buyurmuştur. Nitekim akl-ı selime sığmayan ve ümmeti kutuplaşmaya sürükleyen böyle görüş ayrılıkları “hilaf” olarak adlandırılır.
Hilaf ve İhtilaf Arasındaki Fark
Bu noktada konuyu biraz açar mısınız? Hilaf ve ihtilaf birbirinden çok farklı kavramlar mıdır? Bu bağlamda müşavere, müzakere, cidal, şikak gibi kavramları da değinebilir misiniz?
İhtilaf fikirler arasında olur. Hilaf ise şahıslar arasında yaşanır. Müsâdeme-i efkârdan barika-i hakikat doğar. Müsâdeme-i eşhastan ise kin, öfke, adavet ve fitne ortaya çıkar. Şura ve istişare, yani danışarak işbirliği, akıl birliği, gönül birliği içinde hareket etmek Müslüman toplumların en değerli özelliklerinden birisidir. İslâm’ın kurucu neslinden bugüne müslümanlara istişarenin emredilmiş olması, ihtilafın rahmete dönüşme potansiyeli ile ilgilidir. Ama hilaf daima yasaklanmıştır. Müslümanlar birbirlerine sırt dönmemek, nefret beslememek, ayrılığa düşmemek konusunda uyarılmıştır. “Allah ve resulüne itaat edin, birbirinize düşmeyin, sonra zayıflarsınız ve zaferi elden kaçırırsınız.” (Enfâl 8/46) ayeti bu uyarılardan sadece biridir.
Hilaf ve ihtilaf arasındaki bir diğer fark ise, ihtilafın delile ve beyyineye; hilafın ise delilsiz iddialara ve zanna dayanmasıdır. İhtilaf isabetli görüşe, hakka ve hakikate götürülürken; hilaf kısır ve sonu gelmez tartışmalara götürür. Sonuçta “tefrika” dediğimiz parçalanma ortaya çıkar. İhtilaf dikkatle yönetildiğinde besleyici ve geliştirici bir süreç yaşanır. Hâlbuki hilaf, katı ayrışmaların habercisidir. Bu da sadece zihinsel anlamda değil duygusal anlamda da birbirinden uzaklaşan, yabancılaşan insanlar üretir. Toplumun birlik ve beraberliğini tehdit eder. Fitneye, kaosa zemin hazırlar.
Benzer bir şekilde olumsuz anlamlar taşıyan “şikak” kavramı ise Müslümanları iki şakka, iki parçaya ayırıp bir tarafında durmaktır. Hizipçilik ve tefrikacılıktır. Ben merkezli bir anlayışa sahip olmak, itidali ve sağduyuyu kaybetmek, körü körüne çekişmektir. Kendi görüşünün hakikatin yegâne temsilcisi olduğunu ileri süren hizipçi yaklaşımlar, sonuçta insanları kıtale yani savaşa sürükler. Nitekim bugün coğrafyamızda kardeşi kardeşe kırdıran en meşum savaşları yaşıyoruz. Aslında ümmetin ocaklarına ateşler düştüğü, sayısız insanın acıya, açlığa, sefalete mahkûm edildiği böyle bir dönemde, meşru olan ihtilafı bile bir kenara bırakmak gerekmektedir. Böyle bir zamanda asırlık meseleler üzerinde tartışarak kutuplaşmak, yangına körükle gitmekten başka bir şey değildir.
Evet, ihtilaf sahabeden itibaren varolan ve rahmet olarak değerlendirilen bir durumdur. Ama aynı şekilde, vahdeti muhafaza adına itina göstermek de bir sahabe erdemidir. Nitekim Abdullah b. Mesud, bir hac döneminde namazın kasr edilip edilmeyeceği konusunda Hz. Osman ile tartışır. Sonunda Hz. Osman’ın görüşüne uyar, namazı kısaltmadan tam olarak kılar. Ve der ki, “ihtilaf hayırdır, hilaf şerdir.” Bugün bizim aramızda cereyan eden çoğunlukla hilaftır, ihtilaf değildir. Kaldı ki ihtilafı da “ihtilaf ahlakı”na riayet etmeden yaşadığımız bir gerçektir.
Her Zaman Orta Yolu, İtidali Esas Almak
Öncelikle ihtilafın murad-ı ilahi olduğunu, fıtrî niteliğini daima akılda tutmak gerekir. Bir Müslüman, dinî meselelerde ihtilafın tabii olduğunu bilmelidir. Sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi dinin tabiatı, dilin tabiatı, insanın tabiatı ve hayatın tabiatı ihtilafı zorunlu kılar. İslâm medeniyeti, kucakladığı değişik ekol, mezhep ve meşreplerle bu farklılığın tarihsel bir gerçek olduğunu bize hatırlatır. Ancak aslolan her zaman orta yolu, itidali, sevâd-ı a’zamın yani müslümanların büyük çoğunluğunun tercihini esas alarak yürümektir.
İhtilafı hilafa ve nizaa dönüştürmemek, farklı fikre ve düşünceye saygı göstermek, ihtilaf ahlakının en temel prensiplerindendir. Bu saygı, aslında hakikate duyulan özlemin ve din kardeşliğine gösterilen özenin ifadesidir. İmam Şâfii der ki; “Kiminle tartışsam ona şöyle dua ederdim: Allah’ım, eğer ben haklı isem bu hakkı kardeşimin de kalbine ilka et. Eğer o haklı ise beni haklı olana tabi eyle.” Bu hususta İmam Malik’in de çok güzel bir sözü vardır: “Âlimlerin ihtilafı, Yüce Allah’ın bu ümmete bir rahmetidir. Herkes kendisince doğru olana uyar, herkes doğru yoldadır ve herkes Allah’ın rızasını aramaktadır.”
İhtilaf ahlakının bir diğer önemli ilkesi ise, doğru bilgiye ve delile dayanmak, kıt ve yetersiz bilgilerle hareket etmemektir. “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ 17/36) ayeti bizi bu konuda ikaz eder. İhtilaf ahlakı, bireyleri aşan bir doğrunun, herkesi kuşatan bir hakikatin olduğuna inanmayı ve o hakikatin peşine düşmeyi gerektirir. Eğer fikir tartışmaları hep birlikte o hakikate ulaşmak için yapılmıyorsa; sağlam bilgilerle, sahih kaynaklarla yola çıkılmıyorsa, ihtilaf ahlakından söz edilemez.
Mubahları harama, haramları da mubaha dönüştürmek, ihtilaflar esnasında yaşanan en ciddi hatalardan birisidir. İbaha alanına müdahale edemeyiz. Allah’ın belirlediği sınırları daraltarak şahsi kanaatlerimize veya evhamlarımıza göre haramlar belirlemeye kimsenin hakkı yoktur. Aynı şekilde Allah’ın yasakladığı hususları da kıt bilgimiz ve indi fetvalarımız ile ibahaya çevirme cüreti gösteremeyiz. İhtilaf esnasında ahlaki olan, dinin helal-haram çizgilerine azami surette dikkat göstermektir. “Ağzınıza geldiği gibi yalan yanlış konuşarak, “Bu helâldir, bu haramdır” demeyin; çünkü Allah hakkında asılsız şey söylemiş olursunuz; Allah hakkında asılsız şey söyleyenler de kesinlikle iflah olmazlar.” (Nahl 16/116) ayeti, bu konuda hepimiz için ciddi bir uyarıdır.
Sarsılmaz Esaslar, Tartışmalı Fer’î Meseleler
İhtilaf ahlakı deyince aklımıza gelen önemli kaidelerinden biri de görüşlerimizi mutlak doğru olarak takdim etmemek; hatalı olabileceğimizi, kardeşimizin isabet etmiş olabileceğini hesaba katmaktır. İhtilaf yaşadığımızda kardeşimizin niyetini sorgulamak, onu samimiyetsizlikle suçlamak büyük hatadır. Hele bir de taraflardan birisi kendini -haşa- dinin sahibi ve ehl-i sünnetin hamisi olarak görüyorsa, o ihtilaftan bereket beklenebilir mi?
Geçmişte âlimlerimiz bir konuyu enine boyuna tartıştıktan sonra “Allahu a’lem” yani “en doğrusunu Allah bilir” derlerdi. Bugün ufku dar, dünyası küçük, bilgisi yetersiz kimselerin şahsi düşüncelerini ifade ettikten sonra “Bunu ben demiyorum, Allah diyor. Bunu ben demiyorum, Peygamber (s.a.s.) diyor” şeklinde kesin konuşabilmesi, ilmin de ihtilafın da ahlakına uygun değildir.
Bu bağlamda ihtilaf ahlakını yerle bir eden en büyük yanlış, karşısındakini bidatle ve dalaletle suçlamak, tekfir etmeye kalkışmaktır. Müslümanlar, “Ehl-i kıble tekfir edilemez” prensibini aklından çıkarmamalıdır. Ebû Hanife’nin dediği gibi, “Allah’tan inen kitaba iman eden kimse, tevilinden dolayı tekfir edilemez.” Birtakım fikir, düşünce ve idealleri “indirilmiş din” olarak anlatırken, yüzyıllar boyunca sağlam bir gelenek tarafından dile getirilen düşünce, yorum ve uygulamaları “uydurulmuş din” ilan etmek, ihtilaf ahlakına yakışmaz.
İhtilaf ahlakının bir diğer ilkesi ise, İslâm’ın sabitelerini ve sarsılmaz esaslarını, tartışmalı fer’î meselelere feda etmemektir. Yan konular, fıkhî detaylar hakkında kanaat belirtirken haklı çıkabilmek adına dinin asıllarını çiğnememektir. Üzülerek ifade ediyorum ki, bugün İslâm beldelerinde müslüman kanı akmaya devam ederken namazda şehadet parmağı nasıl kaldırılacak? Nerede kaldırılacak? Kaldırılmazsa ne olur? gibi fer’î meseleler ısrarla gündemde tutulmaktadır. Müslümanlar usulsüz, amaçsız, sonu belirsiz tartışmalarla meşgul edilmekte; dinin hiyerarşisini kaybetmiş bir şekilde günlerini ve gündemlerini zayi etmektedir.
Din konusunda derin bir bilgi birikimine sahip olan kimselerin bile, bu bilgiyi elde ederken, başkasına naklederken, tartışırken takınması gereken bir edep, kullanması gereken nezih bir dil ve üslup vardır. Din hakkında usulsüz bir biçimde konuşulmaya başlandığında, din istismarı da artmaktadır. Dinin bizi birleştiren gücü zayıflamakta, aksine din-i mübin-i İslâm, ayrılıklar ve aykırılıklar için bahane edilir hale gelmektedir. Ekranlarda dinî meseleler ihtilaf ahlakına uymayan konseptlerde tartışıldıkça, görüş alışverişinden, uyumdan, rahmeti tecelli ettirecek güçlü bir diyalogdan bahsetmek zorlaşmaktadır!
İnsaf ve İtidalden Uzak Tartışmalar
Muhterem hocam, ekranlara temas etmişken, din üzerinden gerek pratik hayatta gerekse yazılı ve görsel medyada yürütülen tartışmalar hakkında da kanaatinizi alabilir miyiz?
Günümüzde maalesef çeşitli medya organlarında İslâm etrafında cereyan eden tartışmalar, dinî anlatımın çerçevesini belirleyen tebliğ, irşat ve davet ilkeleri doğrultusunda yapılmamaktadır. Tebliğ, risaletle; irşat, ilim ve marifetle; davet ise hikmetle gerçekleştirilebilir. Hâlbuki bugün şahit olduğumuz insaf ve itidalden uzak tartışmalar, uluslararası kamuoyunda “İslâm’ın şiddet üreten bir din olarak algılanmasına” neden olmaktadır. Ülkemizde ise dinî tartışmaların ilkesiz biçimde yürütülmesi, “dinin her konuda kaos ve kargaşa üreten bir yapıya sahip olduğu”, “din konusunda güvenilir bilgiye ve doğru kaynağa erişmenin neredeyse imkansız olduğu” gibi yanlış algılara yol açmaktadır.
Her şeyden önce küresel bazda, siyasî, sosyal, kültürel, ekonomik bütün sorunların din merkezli imiş gibi takdim edilmesi, bölgesel çatışmaların din üzerinden izahı önemli bir problemdir. Dini, çıkar amaçlı pek çok çatışmanın odağı haline getirme çabaları karşısında dikkatli olmak durumundayız.
Diğer taraftan şunu belirtmek isterim ki, bugün ülkemizde ve İslâm dünyasında çeşitli medya ortamlarında gerçekleşen dinî tartışmaların büyük bir kısmı ihtilaf değil, hilaftır. İhtilaf çerçevesinde yürütülen tartışmalarda da -üzülerek ifade etmek gerekirse- ihtilaf ahlakına riayet edilmemektedir. Hayatın en basit bir meselesini dahi ele alırken, bir tek insan hakkında yahut bir insanın bir tek hasleti hakkında dahi konuşurken dikkatli olmak gerekirken; tarih boyunca yüz milyonlarca insanın en mukaddes değerlerini oluşturan din hakkında tartışırken, yargıda bulunurken elbette çok daha titiz davranmak icap eder.
Din üzerine konuşmak için dinin sahih bilgi kaynaklarına, Kur’ân ve Hadis bilgisine, on dört asırlık kültür mirası bilgisine sahip olmak da yetmez. Aynı zamanda söz konusu bilgi kaynaklarından yararlanma yöntemine, usûl bilgisine, kadim bilginin çağdaş hayatla ilişkisi konusunda yorum yeteneğine de sahip olmak gerekir.
Elbette dinî yorum ve görüşler, tarihte olduğu gibi günümüzde de farklılıklar arz edecektir. Bu farklılıklar, medeniyetimizin bir zenginliği; İslâm’ın dinî düşünce alanında bireylere tanıdığı özgürlüğün tezahürüdür. Ancak farklılıktan düşmanlık üretmek, tartışırken toplumun din konusundaki algı dünyasını zedelemek asla kabul edilemez. Aslolan, düşüncelerin ve hatta eylemlerin toplumsal bir ifsada ve zarara neden olmamasıdır.
Farklı düşünmenin, karar vermenin, dinî ya da dünyevî konularda kendine özgü değerlendirmeler yapmanın sakıncası yoktur. Yeter ki her mümin düşünce ve davranışlarında, tercih ve yönelimlerinde doğru bir amaca ve sahih bir usule bağlı kalsın!
İslâmî gelenek, ihtilafı hakikat arayışı için güçlü bir hareket noktası olarak kabul eder. Yeter ki hedef ve yönelimlerini İslâmî gaye ve gayret içinde şekillendiren müslüman, dinin yüksek prensiplerini göz ardı etmesin, çiğnemesin, yok saymasın!
Sorumluluklarımız
Son olarak, medyada yaşanan din odaklı tartışmaları da dikkate almak suretiyle neler tavsiye edersiniz?
Bugün biz Müslümanların en çok dikkat etmesi gereken husus, vesilelerle gayeleri birbirine karıştırmadan din-i mübin-i İslâm’ı anlamaya ve anlatmaya çalışmaktır. İslâm’ın meşru kabul etmediği bilgi kaynaklarına itibar etmemeli, müslümanları tek bir kalıba sokma ve 14 asırlık ilim ve irfan mirasımızı yok sayma gibi hatalara düşmemeliyiz.
Kardeşimizin niyetini sorgulamak, kıt bilgimizle âlim kesilmek, şahsi anlaşmazlıklarımızı ilmi tartışmaların önüne geçirmek gibi tutumlar maalesef bizi her geçen gün birbirimizden uzaklaştırmaktadır. Hâlbuki bizlere düşen, Sevgili Peygamberimiz’in de tarif ettiği üzere, vahdet duvarında bir tuğla olup kardeşlerimizle kenetlenmektir.
Farklı dinî yaklaşımlarımız, geleceğe hep birlikte güvenle bakmamızın önündeki engeller olmamalıdır. İslâm’ın sabitelerini elbirliği ile muhafaza etmek, değişkenler konusunda ise birbirimizi dinlemeye, değerlendirmeye ve anlamaya çalışmak zorundayız. Zira ihtilafın hilafa, tefrikaya ve fitneye dönüşmesine fırsat vermemek her Müslüman için vazgeçilmez bir sorumluluktur.
Muhterem Hocam, bizlere vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz. Ben de teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
UMRAN DERGİSİ