Her şey değişir ama direniş her zaman devam eder

Röportaj
Abdullah Güner’in röportajı Genç Dergi’de yazdığı denemeler ile tanıdığımız yazar Ayşegül Genç, ilk romanı “Ölü Serçe Dönemeci” ile okurlarıyla buluştu. Romanda, bir anne ve kızının, iki es...
EMOJİLE

Abdullah Güner’in röportajı

Genç Dergi’de yazdığı denemeler ile tanıdığımız yazar Ayşegül Genç, ilk romanı “Ölü Serçe Dönemeci” ile okurlarıyla buluştu. Romanda, bir anne ve kızının, iki eski arkadaşın ve iki gencin görünürde değişen ama özünde hep aynı kalan ‘direniş’ hikayesi anlatılıyor.

Ayşegül Genç ile ilk romanı “Ölü Serçe Dönemeci” üzerine konuştuk.

Sizi Genç Dergi’de yazdığınız denemelerinizden tanıyoruz. Ama okurlarınızın karşısına bir romanla çıktınız. Öncelikle onu soralım: Roman yazma fikri nereden çıktı?

Tüm yazma mesaimi ve kapasitemi Genç Dergi’ye ayırıyorum. Çok eser verebilen biri değilim. Tüm düşüncelerimi derleyip toparlayıp ayda bir belki sıradan bir yazı yazmak övünülecek bir şey değil farkındayım. Ama süreklilik adına bu beni mutlu ediyor. Roman yazmak da süreklilik ister. Günün belli bir dilimini sizden alır. Okumalarınızı ve tefekkürlerinizi kendine yordurur. Bu açıdan yani bir işe yoğunlaşıp onda sebat edebilmek adına roman iyi bir tercihtir. Biraz daha fazla yazmak ve söyleyeceklerimi genişletmek istediğim için romana başladım.

“HİDAYET ROMANLARI TÜKETİM NESNESİ HALİNE GELDİ”

Roman türüne bakarken Cemil Meriç’in söyledikleri geliyor hep aklıma. Romanın Batı uygarlığına ait olduğuna ve bireyin özel (mahrem) hayatını anlattığı için de bize özgü bir tür olmadığıyla ilgili bir tespiti var. Romana karşı dışlayıcı bu bakış açısının Müslüman entelektüeller arasında da olduğunu görüyoruz.  Bununla beraber 90’lardan itibaren hidayet romanlarıyla da karşılaşıyoruz. Müslümanlar arasında romana bakış açısı nereden nereye geldi? Neleri devirdik roman yazmak için?

Yazar, meramını hangi türde iyi anlatacağına inanıyorsa o türde yazmaya karar veriyor aslında. Zaman ve şartlar seçenekleri belirleyedursun o seçeneklerin içeriğini dolduran yine insan ve onun hassasiyetleri. Bu konuda hep Bediüzzaman’ın şu sözü aklıma gelir: “Hazret-i Mevlânâ benim zamanımda gelseydi, Risâle-i Nûr’u yazardı. Ben de Hazret-i Mevlânâ zamanında gelseydim, Mesnevî’yi yazardım.” Tabi kendi kırık dökük cümlelerimizi ve kitaplarımızı o zatların hizmetleri ile bir tutmuyorum ama karınca misali ağzımda taşıdığım su kırık dökük bir romana tekabül ediyor.

Mahremiyet sadece roman ile ifşa edilmiyor artık biliyorsunuz, basit notlar, blog yazıları, statü mesajları… Yaşadığınız her an ve alanda yeni bir çözülme var. Çözülmeleri toparlamak adına roman bir panzehir olabilir mi? Bir aşı gibi içinde az miktarda bulunan o kusur sayesinde, büyük kusurlara derman olabilir mi? Ben olabilir diyorum.  İnsana kuralları hatırlatabilir, çerçeveler çizebilir ve iyi bir Müslüman olabilmesi için bilgilerle donatabilirsiniz, ama onun ruhuna ancak bir sanat eseri ile dokunabilirsiniz. Onun ruhunu kanatlandırarak, acıtarak, insafa çağırarak, vicdanına dolanarak insan olduğunu hatırlatabilirsiniz. Diğer yandan tevhide ulaşmanın bir yolu da ‘başkasının yerine kendini koyabilmek’ten geçer. “ Acı çekenin acısı niye beni de acıtıyor” dediğin an ‘bir’ olursun, küçümsemeyi, yok saymayı, öldürmeyi ve hükmetmeyi bırakırsın. Tevhide koşan adam hükmü de mührü de acıyı da şerri de geçmişi de geleceği de daha üstte olan bir ele bırakır. İşte roman başka insanların iç dünyasına vakıf olmanın pratik yoludur.

Hidayet romanlarında ise durum daha farklıdır. Edebi yönünden ziyade amaca matuftur yazılanlar. Diğer yandan hidayet romanlarının kapaklarındaki güzel kız çizimleri de içerikle çelişen durumlardı. Yani bir yerden sonra hidayet romanları sanat eseri vermek adına değil arz talep yönünde güzel kız suretine paketlenerek tüketim nesnesi haline gelmişti. İdeal tiplerden sıyrılıp artısı ve eksisi ile insanı anlatan eserlerin daha faydalı olduğuna inanıyorum.

“HER ŞEY DEĞİŞİR AMA DİRENİŞ YAŞADIĞIMIZ SÜRECE DEVAM EDER”

Ölü Serçe Dönemeci’nde 80’li, 90’lı yıllarda üniversitede okuyan İslamcıların sonradan yaşadıkları dönüşümü, modern hayat karşısında iki arada bir derede kalma durumlarını tahlil ediyorsunuz. 80 sonrasında üniversite sıralarında okuyan genç kuşak neler yaşamıştı? Romanda bununla ilgili neleri konu ediniyorsunuz?

Aslında bir anne ve kızının, iki eski arkadaşın ve iki gencin görünürde değişen ama özünde hep aynı kalan ‘direniş’ hikayesine takılı kalıyoruz romanda. Her şey değişir direnmenin şekli değişir, muhatabı değişir ama direniş yaşadığınız sürece devam eder. Ya akıntıya kendini bırakan bir kütük olacaksınız, ya da akıntıyı engellemek adına toprağa kök salacaksınız. İster 80li 90lı ister iki binli yıllarda yaşayalım elest senedine attığımız imzamız henüz kurumadı. Ahdimize sadık kalmak için direniyoruz. Şu ayetin haşyeti ile irkilerek hem de: “Ey Ademoğulları! Şeytana tapmayın, o sizin düşmanınızdır diye ben sizinle ahitleşme­dim mi? (Yasin, 60)

80 KUŞAĞI ‘VAKİT YOK’ DİYORDU, ŞİMDİKİLER ‘VAKİT ÇOK’ DİYOR”

80 kuşağı İslamcı gençlerle günümüz İslamcı genç kuşağını karşılaştırdığınızda ne gibi farklar, ne tür değişimler yaşandığını gözlemliyorsunuz?

80’li yıllarda teorik açıdan daha bilgili daha çok okuyan ama pratikte dava adına pek çok hata yaparak ilerleyen gençler görüyoruz. Bunu anlayabiliyor insan. Geçmişle bağları, tarihi ve harfleri keskin bir bıçakla kesilmiş insanların; yeni bir okul, yeni bir kültür ile yeni baştan inşa edilme projesine dahil olan ebeveynlerin çocuklarıdır onlar. Kendilerini bulmak ve özlerine dönmek adına çok okudular, çok araştırdılar. Belki vahiy onların kalbine yeniden ve tazelenerek indi. Daha keskin daha sert mizaçlı olmalarının bir sebebi de düşürüldükleri yerin çok derin ve acı verici olmasıydı. Hemen düzelmek ve düzeltmek istediler. Kaybedilen vakitlere ağlayacak zaman yoktu. Bu yüzdendi hatalar, vaaz baskınları, tekfirler, dini nikah ile aileden ayrılmalar…

Sanırım iki kuşağın da imtihanı vakit ile… 80 kuşağı ‘vakit yok’ diyordu, şimdikiler ‘vakit çok’ diyor. (Gülüyor)

“HER İŞİNE BESMELEYLE BAŞALAYAN GENÇLER OLDUĞU SÜRECE ÜMİTVARIM”

80’lerin ablaları bugünün anneleri… O dönemde üniversitelerden atılan, devlet kurumlarıyla sürekli problem yaşayan, mağduriyetlerine her gün bir yenisini ekleyen ablaların kızları bugün üniversite sıralarında ‘özgürce’ okuyabiliyor. Peki bugün başörtüsüyle üniversitede okuyan genç kızların ne gibi problemlerle ya da güzel şeylerle karşılaştıklarını düşünüyorsunuz?

Peygamber Efendimiz, Tebük Seferi’ne çıktığında, aceleci ve tez canlılığı ile bilinen Ebu Zerr hazretleri ona yetişememişti. Devesi zayıf düşünce eşyasını sırtlanmış ve yürüyerek çölü aşmaya başlamıştı. Peygamber ordusu uzaktan gelen bu tek kişiyi efendimize haber verdi. Peygamber efendimiz şöyle buyurdu “O olsa olsa Ebuzer’dir”

işte mesele budur. Hangi devirde yaşarsak yaşayalım bizim için “olsa olsa odur, bu işi olsa olsa o yapar” dedirtecek hangi hasletlere sahibiz. Hangi ayetin hangi sünnetin acelecisiyiz ve tez canlısıyız buna bakmak lazımdır. Elbette tüm dünyayı kurtaramayız ama bizi diğerlerinden ayıran bir yönümüz ve o yönümüzün merhem olduğu bir çevremiz muhakkak vardır. Mesele o yönü bulmak ve parlatmaktadır.  O gün olduğu gibi bu gün de samimi ablalar emri bil maruf nehyi anil münker ilkesince yollarına devam ediyorlar.

Ben her işine Besmele ile başlayan gençler olduğu sürece ümitvarım. Besmele hayat tarzınızı etkiler çünkü. Zina, dedikodu, iftira için besmele çekmezsiniz. Besmele alışkanlığınız varsa da bunlara yaklaşamazsınız. Eskiler “Hayır giren yerden hayır, şer giren yerden şer sökün eder” derler. 80’lerde çekilen besmelenin günümüze, günümüzde çekilen besmelenin geleceğimize hayır taşıyacağını unutmamak ve ummak gerekir.

ŞÜHEDA’YI ‘ZALİM OLACAK MI?’ ENDİŞESİ İLE, İSKENDER’İ İSE ‘AF DİLEYECEK Mİ’ UMUDU İLE OKUYORSUNUZ”

Ölü Serçe Dönemeci’nde bir yandan mağduriyetler arasına sıkışmış aşklar, diğer taraftan yaşanılan ikilemler, sorgulamalar ve ölüm, hakikat dengesi arasında gidip geliyor roman. Romanı yazarken peşinden sizi sürekli çekip götüren kim olmuştu? İskender, Murat, Şüheda, Abdurrahman…

Bu insanların her birinin gerçek yaşamda izdüşümleri var. Bazılarını kısa zamanlarda da olsa tanıdım. Ama en çok Şüheda ve af dilemesini bile beceremeyen İskender ellerimden tuttu roman boyunca. İkisi de zalim ve mazlum arasına çizilen o sınırda geziniyor. Şüheda’yı ‘zalim olacak mı’ endişesi ile, İskender’i ise ‘af dileyecek mi” umudu ile okuyorsunuz.

“GENÇ KİTAP SERİSİNDEN İKİNCİ DENEME KİTABIM ÇIKACAK”

Son olarak roman yolculuğunuz devam edecek mi? Yazı masanızda neler var?

Evet yeni bir roman yazmayı düşünüyorum. Ne zaman yazarım, biter mi bitmez mi bilmiyorum. Diğer yandan Genç Kitap serisinden ikinci deneme kitabım çıkacak önümüzdeki günlerde.

Ölü Serçe Dönemeci, Ayşegül Genç, 197 Sayfa, 14.50 TL, Okur Kitaplığı

On5yirmi5