Rahmet ve bereket ayı Ramazan yaklaşıyor. Kur’an’ın indirilmeye başlandığı, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’ni içinde barındıran bu ayda müminler iyilik ve ibadette yarışır, rahmet ve bereketten nasibini almaya çalışır. İçinde hem ferdi hem ictimai hayata dair sayısız hikmet bulanan Ramazan, yaşadığımız modern zamanın hızına sekte vurması yönüyle de önemlidir. Peki yavaşlama imkanı bulduğumuz bu ayda etrafımıza nasıl bakmalı, ibatelerimizi hangi ölçü içinde gerçekleştirmeliyiz? Neler okumalı ve en önemlisi neleri hiç yapmamalıyız?Star’dan Hale Kaplan Öz Araştırmacı-yazar, Mesnevihan Fatih Çıtlak’la konuştu.İşte o konuşma…
Oruç tutacak olan herkes saat hesabı yapıyor, sıcak ve uzun günlerdeki Ramazan’ı yaşamanın zorluklarından bahsediyorlar. Çok insani bir durum aslında… Ne dersiniz, korkacak bir şey var mı? Bu karşılama makul mü?
Tam manasıyla bu karşılama makul. Zaten Ramazan güya aklımızla inşa ettiğimiz sahte benliklerimizi, mevhum hayat standartlarımızı iptal etmek; sanal dertler yerine gerçek dertleri, sahte dermanlar yerine gerçek dermanı, hakiki ihtiyacımızı bize göstermek için geliyor. Ramazan, Allah Teala’nın kullara tenezzülüdür. Kıymetli varlıklarını basit meta ve sermayeye satmasınlar diye. Evet, gerçekten makul, zaten aklın sahasında bulunabilecek şeylerden ibaret olsaydı din ve iman, Kur’an-ı Kerim “indirilmezdi”. Demek ki bizim katımızda, bizim yanı başımızda değil. Yahut yanı başımızda hatta içimizde olan şeyi kendi kriterlerimiz, hatta gayretimizle bulmamız hiç mi hiç makul değil. O nedenle külli ve mutlak olan aklın tenezzülüne, hak etmesek de yardımına, inayetine muhtacız bu güzelliği bulabilmek için. Onun inayeti olmadan kişinin değil oruçtan korkusu, uykuya geçerken bile korkmaması mümkün değil. Panik ataklar, vehimler, stres hep bu makul akıl arasında gidip gelmenin yansıması değil mi? Çok korkan bir adama ne deriz? ‘Çocuk musun yahu bundan da korkulur mu?’ deriz. Evet, Allah’ın inayeti karşısında henüz rüştünü ispat edememiş, imanın gençlik kıvamına erememiş bir insanın bu gibi endişeler taşımasından daha normal bir şey yoktur. Makul mü makbul mü? Makul fakat makbul değil.
Nefse ne kadar ağır gelirse o kadar makbul müdür?
Hayır, böyle bir şart yoktur. Çünkü bizler neyin ruh veya kalp, neyin nefisten kaynaklandığını bilemeyebiliriz. Mühim olan orucun ruhuna uygun hareket etmeye çalışmak gayreti ve muhabbetidir. Böyle hareket eden bir kişi aslında nefsinin ne çektiğini, memnun olup olmadığını düşünemez ki. O aldığı manevi zevkin peşine düşmüş gider. Orucun nefse ağır gelmesi bu ibadetin niyet şuuruyla yahut şuursuzluğuyla da alakalıdır. Günümüzde hipnozla ya da insanlara başka şeyi düşündürerek, acıları hissetmemesi sağlanabiliyorsa, oruçlunun ibadette nefsine ağır geldiğini düşündüğü şeyler, oruçtan değil orucun şuur ve manevi zevkini alamamakla alakalı bir problemdir.
Oruç bize neyi öğretir?
Nefsimizi ve muhtaç olduğumuz kulluk şahsiyetini, birçok vücutta bir canın hüküm sürdüğünü anlamayı… Dolayısıyla bütün ibadetleri, ayetleri ve en önemlisi rabbini öğretir.
BURNA SU KAÇTI TARTIŞMASI
Çok teknik bir ibadet anlayışı var toplumda. Bunu en net biçimde televizyon programlarında görüyoruz. Hala ‘diş fırçalamak orucu bozar mı’ sorusu soruluyor, ‘Orucumuzu tuzla mı açsak yoksa suyla mı?’ tartışması var. Bu tartışma bizi nereye götürür?
Haklısınız, eğer ‘teknik’ diye nitelendirdiğimiz bu davranışlar orucun kapsadığı alan ve mahiyet düşünülmeden en önemlisi düşündürülmeden anlatılıyorsa hakikaten önemsiz kalıyor. Ama ‘O bütünün parçası, en küçük detayı’ şeklinde terakki edilirse diş fırçalamanın hükmü bile çok önemli olabiliyor. Mesele ne aradığınızı bilmekle alakalı yine bendenize göre. Fakat vesile olduğunuz için söyleyeyim, bilhassa ilim erbabı olan kişiler buruna su kaçınca orucun bozulup bozulmamasından bile bahsederken Allah Teala’nın kudret ve rabbaniyetini anlatabilirler, anlatmalılar. Fakat maalesef günümüzde ayet okudukları halde ne Allah ve Resul azametini ne de bu yoldaki muhabbeti anlatamama sorunu her meselede olduğu gibi oruç ibadetinde de kendisini gösteren problemdir.
İbadeti sevmek bahsedilmesi gereken bir diğer mevzu. Kurallardan ibaret görüyoruz Allah’la ilişkimizi… Bu ilişkiyi daha gerçek hale getirecek olan nedir?
Bütün sevgiler saygıyla devam eder ve yaşar. Evet din nasihattır. Yani samimiyet, özünden inanmaktır. Fakat sadece Allah Teala ile olan münasebetimizde değil her türlü muhabbet alakamız ve ilişkilerimizde ölçü şartı vardır. Ölçü bozulursa elbet muhabbet de bozulur. Madalyonun diğer tarafıysa çerçevenin mükemmel olmasına rağmen içinde resim bulunmamasıdır. Birisi için birisi feda edileceğine ikisini bütünleştiren marifet ve mağfirettir. Zaten tevhid bundan ibarettir.
TEFEKKÜR GİBİ İBADET YOKTUR
Ramazan hızlı modern zamana da bir sekte vuruyor. Biraz soluklanmış vakit bulmuşken hangi yöne bakalım, neler yapalım da günü bereketlendirelim?
Ramazan’ın modern hayata sekte vurması sanki Allah Teala tarafından programlanmış bir şeydir. Bir profesörün konuşmasını dinlemiştim. ’70-80 sene sonra insanlar bütün kaynakları bitirecek’ deyince gazeteci ‘Peki ne yapmalıyız?’ diye sordu,bilim adamı ise ‘Çok hızlı yaşıyoruz biraz yavaşlamamız lazım.’ Bütün ibadetlerde bir duruş ve irfan vardır. Namaz ve namazdaki duruş, hac ve vakfe. Zekat ve mal kazanmayı, kar hesabı yapmayı bir an durdurmak, verebilmek. Oruç bizi peşine takmış götüren modern hayatın duraksanarak tahlil edilmesi. Bendeniz orucu böyle anlayan bir insana nasıl vakit yetiyor? Esas bunu anlayamıyorum. Düşünmeden yaşıyorsa, bu tefekkürsüz hayata bir de oruç halkasını ekleyen adama gelince… Gerçekten bilemiyorum herhalde canı sıkılır, ne yapsa acaba? Tefekkür gibi ibadet yoktur.
Oruç teması etrafında en sevdiğiniz kıssa hangisidir? Neden?
Hakikaten söylüyorum oruçla alakalı şunu daha az seviyorum diyebileceğim bir kıssa yok. Ama beni en çok duygulandıranlardan biri Allah Teala’nın oruçlu ağzın kokusunu sevmesi. Bu bana müthiş geliyor. Ruhen kalben bütün düşüncelerimi adeta parçalıyorum, zerrelere ayırıyorum fakat Allah’ın kulunu bu kadar sevmesi, onu muhatap almasını aklım ve hafsalam zerre miktarı anlayamıyor. Bu ne büyük lütuf ne muazzam şeydir. Senelerdir bu bahsi düşünürüm inanın ki her seferinde çok farklı şeyler bulurum. Bir diğeri Efendimiz nafile oruçlarda sabahleyin hane halkına ‘Evde yiyecek bir şeyler var mı?’ diye sormaları ve onların ‘Ya Resulallah hiçbir şeyimiz yok’ dediğinde efendimizin ‘Peki o halde ben de oruca niyet ettim’ buyurmaları. Belki üçüncü olarak da ashab-ı Bedir’in Ramazan’da oruçlu olarak şehadet için can atmaları. Fezalar ve yıldızlar kadar uzak. Zaten efendimizin ashabı da yıldızlar gibi değil mi?
ALLAH’LA ARAMIZI AÇACAK İŞLER YAPMAYALIM
Peki neyi hiç yapmayalım?
Mümkünse düşünmeden hiçbir şey yapmayalım. Buna adet olarak yaptığımız hareket ve ibadetler dahil. Niyetimiz ve kastımız olsun. Bundan sonra maksudumuzu en yüksek dereceye çıkartalım. Madem ki en güzel yaratılmış mahlukuz, en güzel olanı isteyelim. Yani Allah Teala’nın zatını ve rızasını. Sonra da onunla aramızı açacak işler yapmayalım. Günah Allah ile kulun arasını açan davranış hatta düşüncelere denir.
Ramazan okumalarından bahsedelim biraz da. Ne okumamızı tavsiye edersiniz? Siz neler okuyorsunuz bu ayda?
Efendimiz Ramazan’da Kur’an-ı Kerim’i okur tefekkür eder hatta hızlı hatim yapılmasını normal zamanda da tavsiye buyurmadıklarından uzun bir müddet Kur’an’la meşgul olurlardı. Fatiha tefsirini muhtelif kitaplardan okumayı tavsiye ederim. Oruç tutmak kulun melekleşmesidir. Melek sıfatlı insan olmakla alakalı kitaplar okunabilir. En başta Efendimiz’in (sas) hayatı ve güzel ahlakıyla ilgili eserler. Sadece “Elhamdülilillahi Rabbil aleminin” tefsiri ve manasıyla meşgul olarak bile Ramazan ayı dopdolu geçebilir. Ama muhakkak insanların hayatını kolaylaştıracak Allah için birbirini sevmeye vesile olacak davranış ve fiilerle belki kendimizi okumayı da başarabiliriz. Bendeniz yıllardır bunu yapmaya çalışıyorum.
MUHABBET DOLU BİR RAMAZAN KARESİ
Bu ayda tüm dünyadan çok güzel Ramazan kareleri gelir ekranlarımıza. Sizin unutamadığınız bir kare var mı?
Medine’de iftara bir saat kala Mescid-i Saadet’e girmiştim. Arkadaşlarımın bulunduğu sofraya doğru ilerliyordum. Bu sırada her biri birbirinden güzel, kardeş oldukları da belli, çok güzel giyimli, prens gibi üç çocuk önümü kesti. ‘Faddalu faddalu (buyurunuz buyurunuz)’ diyerek beni sofralarına davet ettiler. Sofrada oturmuş olan babaları da ‘Otur buraya’ dedi. O kadar candan, o kadar gayretlilerdi ki onları reddetmekten hem Allah Teala’dan hem de Efendimizin ruhaniyetinden utandım. Babalarına Arapça olarak ‘Arkadaşlarım bekliyor, gitmem lazım’ dedim. Adam hiç kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle sıçradı ‘Nerede o arkadaşların?’ diye sordu. Biraz bozulur gibi oldum ‘İnanmıyor mu bu adam benim söylediğime?’ diye düşündüm. Ve işaret parmağımla arkadaşlarımın bulunduğu sofrayı işaret ettim. Adam parmaklarının ucuna kalktı, epey dikkatli baktı sonra dönüp bana dedi ki “Kardeşim orası çok sıkışık, gel burada ferah ferah otur, bizi de memnun et.” O adamın yalvarmasını, çocuklarının içten ve muhabbetle bakışını hayatım boyunca unutamam. Muhabbet ve iman içinde, kendimin de bulunduğunu düşündüğüm bir Ramazan karesi olarak hayatımda yerini aldı.