Gülcan Tezcan’ın Star gazetesindeki ropörtajı…
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Faruk Beşer, Bilgi Fıkıh ve İçtihat, Güncel Meseleler Dini Çözümler, Sosyal İslam, Fetvalarla Çağdaş Hayat adlı eserleri ve gazetelerdeki makaleleriyle dikkat çeken bir akademisyen. İdeolojik ve inkârcı bir bilim anlayışının ‘tabiat var ötesi yok’ kabulüne sahip bireyler yetişmesine yol açtığını söyleyen Prof. Dr. Beşer “Böyle bir insanın sonsuz ve her şeye kadir, her şeyi bilen bir varlık düşüncesi olabilir mi? Bu durumdaki bir insan Kader gibi muhteşem bir planlamayı düşünmeye zamanı olur mu hiç?” diyor.
-Kader konusunda en temel ve yaygın yanlış bilgi nedir size göre?
Kader konusundaki en temel yanlış, tabii ki, bağlayıcı bir kader anlayışının bulunduğunu sanmaktır. Buna bağlı olarak da kader diye bir şeyin bulunmadığını sanmaktır. Birincisine bizim tarihimizde Cebriyye derler. Yani Allah her şeyi ezelden bilmiş ve takdir etmiş ise her şey yazılıdır. Kimse bu yazılanların dışına çıkamaz, onu yaşamaya mecburdur. Öyle yazılmıştı ki öyle oluyor diye özetleyebileceğimiz anlayış. Diğeri ise buna tepki olarak çıkmış.
-Hasan Basrî’nin Kader Risalesi neden istismar edildi, kader meselesinde onun bakışı neden önemli?
Aslında Hasan Basrî’nin risalesinin önemseneceği iki yönü var, biri, onu Hasan Basrî’nin yazmış olması, diğeri söylediklerinin gerçek oluşu. Hasan Basrî gerçekten de önemsenecek bir insan, Tabiînin, yani ikinci neslin en büyüğü, âlim ve zahid. Yoksa onun söylediklerini o ilk kez o söylemiyor. Bunlar zaten İslam’ın temel kabulleri.
-İstismar kelimesini bilinçli mi kullandınız bilmiyorum ama neden istismar edildi?
Çünkü o bir yanlışa vururken, diğer yanlış, bakın gördünüz mü? O bizim karşı çıktığımız yanlışa vuruyor, demek ki bizi destekliyor der gibi bir mantıktan hareket ederek onu kendilerine destek edinmeye çalışmaları. Karşınızda bir düşman var ve siz onunla cebelleşiyorsunuz, yapacağınız hamleler tabii ki o düşmana yönelik olur. Ama bundan başka düşmanların bulunmadığı anlaşılmaz. İşte onu istismar edenler böyle anladılar, anlamak istediler. Bizim Hasan Basrî’nin risalesini söz konusu etmemizin sebebi bu. Yoksa kader konusu zaten ayetlerde ve hadislerde yeterince var. O istismar edildiği için biz de onun istismara müsait olmadığını, istismar edenlere yaramayacağını anlatmaya çalıştık.
İFRAT, TEFRİTİ DOĞURDU
-Kader konusundaki farklı bakışlar neden kaynaklanıyor, bunun önüne geçilmesi için nasıl bir bakış açısı tavsiye edersiniz?
Farklı anlama özelliği öncelikle insanın yapısıyla alakalı bir şey. Her şey farklı anlaşılabilir. Kaldı ki, hem Kuranı Kerim’de hem de ona bağlı olarak hadisi şeriflerde, eğer meseleye bir bütün olarak bakmazsanız her farklı fikri destekler gibi manalar bulabilirsiniz. Kader konusu bunun çok tipik bir örneğidir. Yani farklı anlayışlar öncelikle tamamen spontane bir şekilde delilleri bütün olarak değerlendirme gücünde olmayanların sadece belli delillere tutunmasından kaynaklanmış. Sanırım farklılaşmanın sonraki sistemleşmiş en büyük sebebi, Emeviler’in yaptıkları zulümlere savunma aramalarıdır. Onlar yaptıkları zulümlere karşı çıkanlara, bunlar Allah’ın takdiridir, kaderde böyle olamasaydı böyle olmazdı. Siz O’nun takdirine mi karşı çıkıyorsunuz tarzında savunmalar, daha doğrusu mugalatalar yapınca tepki olarak karşılarında Kaderiyye, yani kader diye bir şeyin hiç olmadığını söyleyenler çıktı. İfrat tefriti doğurdu. Karışıklığın önüne geçilmesine gelince, bunu bütün ortadan kaldıramazsınız. Ama bendeniz şunun çok doğru olduğunu düşünüyorum: 1400 yıllık tarihimiz boyunca böyle temel iman meseleleri öyle inceltilmiş ve konsantre cümleler haline getirilmiş ki, itiraz edilmesi imkansızlaşmıştır. Mesela bize basit gibi gelen ‘Âmentü’ dediğimiz metin küçük yaştan itibaren anlaşılıp ezberlendiğinde mesele biter. Aslında bu hiç basit değildir, ama öğrenilmesi ilk mektepte olduğu ve ezberlenmesi basit olduğu için basit gelebilir.
-İnsanların dünya hayatında yaşadıkları pek çok zorluk ve olumsuzluktan kaderi sorumlu tutma kolaycılığına yönelmesinin sebebi nedir?
Elbette eksik bilgidir, Allah’ı hakkıyla takdir edememektir, tarihte böyle yanlış inanışların epeyce kök salmış, yerleşmiş ve savunulmuş olmasıdır. İnsandaki işin kolayına kaçma mizacıdır. Ama bunda Türkiyeli Müslümanların yaşadığı kopuş, fetret ve bin dört yüz yıllık birikiminden habersiz hale getirilmesi de önemli bir tutar. Buna gelenek demekten çok hoşlanmıyorum. Bunu dünyada başka hiçbir millet yaşamadı.
ALLAH’IN YER YÜZÜNDEKİ KILICI
-Dünya üzerindeki mazlum coğrafyalarda yaşanan ızdırapları düşünen pek çok Müslüman, isyan noktasına gelebiliyor kimi zaman. Kader penceresinden bakıldığında bu zulümleri nasıl görmek gerekir?
Güzel bir soru. Sorunun cevabının iki yönü var: Birisi, kader anlayışındaki yanlışların Müslümanları tedbirsiz ve tembel hale getirip bu sonucu bizzat kendilerinin, kendimizin hazırladığımız gerçeği. Bu gerçeğe bakarak kendimizi sorgulayabilir ve bu hatalara bir kez daha düşmemenin yollarını arayabiliriz. Demek ki, kader insanın iradesini elinden almıyormuş, demek ki, insan kendi kaderini kendi çiziyormuş. O halde bilmediğimiz bundan sonraki kaderimizin ikbale dönüşmesi için çabalamalıyız, aynı hataları yapmamalıyız diyebiliriz.
Diğer yönü ise: Sebebi bizim ihmallerimiz de olsa, olan olmuştur. Onlara kader demeli ve dövünüp durmakla zaman kaybetmemeliyiz. Geçmişe üzülme yerine geleceğin kaderini çizmekle meşgul olmalıyız. “Zalim Allah’ın yeryüzündeki kılıcıdır, onunla asilerden intikam alır. Sonra da bir başka kılıcıyla o zalimden intikam alır” derler. Demek ki, isyan ettik bizden intikam alınıyor. “Şimdi bundan kurtulmanın yollarını bulmalıyız” demeliyiz.
KADER İNANCINDA TUZAĞA DÜŞMEYİN
-Müslümanların kader inancını sarsan zamane tuzakları nelerdir size göre?
Öncelikle cahilliğimizdir diyebiliriz. Kişi bilmediği şeye düşman olurmuş. İmanımızı İslamımızı bilmediğimiz zaman onlar bize yabancıdır biz onlara. Anlatıldığında karşı çıkarız. Sonra yüz yıldır okullarımızda okutulan Pozitivizmin amentüsünün bizim Âmentümüzün yerini alması. İdeolojik ve inkârcı bir bilim anlayışı. Çok küçük yaştan itibaren çocuklarımızın Allah düşüncesinden uzak yetiştirilmeleri. Düşünebiliyor musunuz, bir çocuk eğer annesinden babasından ve kırpıntı kültüründen bir şeyler almıyorsa, üniversiteyi bitirinceye kadar Allah’ın hiç müdahale etmediği bir tabiat anlayışıyla yetişiyor. Tabiat var ötesi yok. Böyle bir insanın sonsuz ve her şeye kadir, her şeyi bilen bir varlık düşüncesi olabilir mi. Ve buna bağlı olarak Hedonizm, hazcılık. Bizim kavramlarımızla heva ve heves peşinde koşma. Bu durumdaki bir insan Kader gibi muhteşem bir planlamayı düşünmeye zamanı olur mu hiç?