‘Anti-Erdoğanizm’ hastalıklı bir saplantı

Röportaj
Aljazeera Türk’ten İrfan Bozan Maltepe Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Yenişafak Gazetesi yazarı Süleyman Seyfi Öğün’le 1 Kasım seçimlerini,sonrasını ve Türk siyasetini konuşmuş.İşte o konuş...
EMOJİLE

Aljazeera Türk’ten İrfan Bozan Maltepe Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Yenişafak Gazetesi yazarı Süleyman Seyfi Öğün’le 1 Kasım seçimlerini,sonrasını ve Türk siyasetini konuşmuş.İşte o konuşma…

Maltepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ve Yeni Şafak Gazetesi yazarı Profesör Doktor Süleyman Seyfi Öğün Türkiye’de ”Muhafazakar dünyayı” yakından tanıyan isimlerden. Öğün ile 1 Kasım Genel Seçimlerinde ortaya çıkan tablonun nedenlerini konuştuk. Öğün’e göre seçmenler 7 Haziran sonrasında muhalefetin performansını beğenmedi ve AK Parti’ye oy verdi. Öğün muhalefetin Anti-Erdoğanizm yaklaşımını sürdürdükçe büyüyemeyeceğini de söylüyor. Öğün AK Parti’nin de Türkiye’nin yeni sosyolojisini anlayamazsa 2019’da kaybedebileceği uyarısını yapıyor.

1 Kasım Genel Seçimlerinde seçmenler hangi saiklerle oy kullandı?

Tabi bunu ölçümlemek lâzım ama benim hissettiğim kadarıyla seçmenlerin büyük çoğunluğu istikrardan yana oy kullandı. Bazı endişeler belirleyici oldu. Pragmatik bir bakışla ülkenin hükümetsiz kalma endişesi, koalisyonlara dönük güvensizlik vardı. Özellikle muhalefetin izlediği siyasetlerin seçmenlerin gözünde yarattığı hayal kırıklığı vardı. Bütün bunlar insanları yeniden AK Parti’ye teveccüh gösterme noktasına getirdi.

7 Haziran’dan 1 Kasım’a ne değişti?

7 Haziran’da reaktif yani tepkisel bir seçim yaşadık. Kökleri, Gezi Olaylarına kadar giden bir birikim vardı. Bir kutuplaşma, bir gerilim vardı. Bu gerilim içerisinde insanlar tercihlerini belirli tepkilerin dışavurumu olarak belirlediler. Bu da büyük ölçüde bir anti-AK Parti kampanyası şeklinde karşılık buldu. Ortaya çıkan tablo ise Türkiye’yi bir noktada çözümsüzlüğe götürdü. Hükümet kurulamaz hale geldi. İnsanların muhalefete olan güveni sarsıldı. Tepkisel olarak gidip muhalefet partilerine oy verenler, muhalefet partilerinin beş ay içerisindeki performanslarını beğenmedi. Gerçekten de performansları çok kötüydü. Bu kesimler muhalefetten desteklerini çektiler. Sonuçta AK Parti yüzde 49.5’luk bir oy oranıyla hâkim parti haline geldi. Ama bunun da iyi değerlendirilmesi lazım.

Nasıl bir değerlendirme kast ediyorsunuz?

AK Parti’ye yönelik bu oy kayışı, AK Parti’nin yeni bir hikâye anlatması, Türkiye’nin önünü açacak bir siyaset oluşturmasının sonucu değil. Seçmen duygusal, tepkisel oy vermedi daha rasyonel, daha reel bir tercihte bulundu.

“Emanet oy” tanımlaması yapabilir miyiz?

Emanet kelimesini isterseniz yakıştırabilirsiniz ama benim yüzergezer bulduğum yaklaşık yüzde 9’luk bir kütle bu. Dünyanın neresinde bu kadar kısa sürede böyle bir kayma oluyor, araştırılmaya muhtaç bir durum. Bu oylar AK Parti’ye öyle çok gönül odaklı verilmiş bir oy kütlesi değil. AK Parti’nin bunu görmesi lazım.

”AK Parti’nin bundan sonra yapacağı konsalidasyon siyaseti değildir.”

Yine 1 Kasım Seçimleri sonrasındaki bir yazınızda, ‘’AK Parti artık kendisine yeni bir siyasal ontoloji kurmak zorundadır’’ diye yazdınız. AK Parti nasıl varoluş içinden geliyordu ve bundan sonra varoluşunu nasıl konumlandırmalı?

AK Parti’yi bir süreç taşıdı. Biliyorsunuz, 1990’ların sonunda Türk siyasetinin bildik aktörleri merkez sağ ve merkez sol birlikte çöktüler, ülkeyi iflasa getirdiler. O dönemde AK Parti çok açılımcı ve içermeci bir dil kullandı. Dolayısıyla bir sürecin içinden geldi. Arkasında da Türkiye’nin önemli sosyolojik değişimlerinin itici gücü de vardı. Şehirleşme, yeni tür bir sermaye, dış koşullar bunu destekledi. Ülkeye sıcak para akışı hızlandı. Üstelik AK Parti aşağıdan yukarıya, yani belediyelerden geldi. 13 yıl sonra şimdi Türkiye’nin değişik bir manzarası başka bir sosyolojisi var. AK Parti’nin yeni konumu, kendisini iktidara taşıyan süreci bu defa kendisinin taşımakla yükümlü olduğu bir süreç. Dolayısıyla AK Parti, şimdi yeniden çok içermeci, çok kapsayıcı bir siyasal dil inşa etmek zorunda. Bir yeni hikâye kurmak zorunda. Tüm bunları da somut bir takım başarılarla da desteklemek zorunda. AK Parti’nin ilk seçim başarısı gösterdiği tarihe gidelim liberaller, dindarlar, bazı sosyalistler, sosyal demokratlar; hepsi oradaydı. Günlük hayata dokunan, ihmal edilmiş meseleleri sırtlayan çoğalmacı bir siyaset AK Parti’yi büyüttü. AK partinin kemik oyu yüzde 35 yüzde 38 arasındadır. AK parti yüzde 10 kadar bunun üzerine koydu. Bu büyüme onu merkeze yerleştirdi. Bir merkez partisi oldu. Bir merkez sağ partisi olmadı; tam tersine taşra kültürel kodlarına oturan dar görüşlü  sağcı geçmişinden sıyrıldı. Ama son beş sene içerisinde; özellikle de 2010 referandumundan sonra bir erime başladı. Bu erimenin sebepleri var. Bu sebeplerin hepsini AK Parti’ye yıkacak değiliz. Eski Türkiye olarak adlandırılan devlet, bürokrasi, ordu ve ona yakın lümpen bir sermayenin, yerleşik orta sınıfların sürüklediği bir anti-Ak Parti kampanya başladı. Başından beri bu çevreler AK Parti’yi sindiremediler. Dolayısıyla AK Parti sürekli bir saldırı altındaydı. Bu saldırıların keskinleştiği noktada da savunmaya geçti. Kendi kitlesini konsolide etmeye yöneldi.  Bu anlaşılır bir durumdur ama sürdürülebilir bir durum değildir. Hele hele şimdi yüzde 49 buçuk gibi bir oy oranı elde ettikten sonra AK Parti’nin bundan sonra yapacağı konsolidasyon siyaseti değildir. Meselelere yüzde 50- yüzde 50 gibi bakmak olmaz. Bunlar üzerine siyaset kurulamaz. Dönemsel olarak anlamlıydı. Gezi sonrası süreçte gelişen saldırılar sonucu dönemsel olarak yapılan bu siyaset anlamlıydı ama şu an artık AK Parti’nin rahatlamış olması ve önüne bakması lazım.

Yüzde 49 buçuğun diğer yanında kalanlar için neler söylersiniz, tedirgin olmalılar mı?

Artık diğer tarafın da rahatlaması lazım. Rahatlamak şu anlamda; onlar da kendilerini gözden geçirmek için bir fırsat elde ettiler. “Anti-Erdoğanizm” bence çok hastalıklı bir saplantıyı ifade ediyor. “Anti Erdoğanizm” artık muhalefeti büyütecek bir şey de değil. Bir kere bu ezberi bırakma ve yeni bir dil inşa etmek zorundalar. Bir şeyin sonuna geldiğiniz zaman seçenek falan kalmayınca biraz rahatlarsınız, yeni bir şey aramak ihtiyacını duyarsınız, bu mutlak bir rahatlama değildir ama bazı fikri sabitlerinizden kurtulmuş olursunuz. Bu fikri sabitlerinizden kurtulduktan sonra yeni bir söylem ve yeni bir muhalefet oluşturmanın önü açılabilir. Bunu yapabilirler mi? Bilmiyorum. Anti-Ak Partili olmak CHP’li olmaktan, MHP’li olmaktan daha öncelikli bir hale geldi ama sonuçta içi boş bir yüzde 60 çıktı. CHP ve MHP kütlesi düşünsün bunu biraz.

AK parti bundan sonra nasıl bir dil kurmalı?

Artık rahatlamış olmaları lazım. Yüzde 49.5 aldılar işte. Erdoğan da yüzde 52’ye yakın bir oyla seçildi.  AK Parti’nin “saldırı altındayım” söylemini sürdürmesinin bir anlamı yok artık. Bu söylemde ısrar edilirse parti inandırıcılığını da kaybeder. Yeni kuşaklar artık AK Parti’den başka şeyler bekliyor. AK Parti yeni dindar nesli tanımıyor. Çok farklı bir İslami gençlik var artık. Bu gençler eski usul dindar nesil prototipine falan uymuyor. Bu gençlik şu anda AK Parti’ye oy veriyor ama yarın veremeyebilirler. Eğer onların sosyolojisi ıskalanırsa AK Parti 2019’da  yeni bir türbülansa girebilir. Bu defa daha dramatik olarak. Çünkü kendi tabanını kendisi aşındırmış olur.

”AK Parti’nin perdahsız bir pozitivist kalkınmacı ve paternist anlayışı var.”

AK Parti şu an bu sosyolojiyi okuyabiliyor mu?

AK Parti’nin orada bazı kör noktaları olduğunu düşünüyorum. Bir kere hayli perdahsız bir pozitivist kalkınmacı  ve paternalist anlayışları var. Yeni nesillere pozitivist kalkınmacılık, teknolojizm tek başına bir şey ifade etmiyor. AK Parti bununla yüzleşmiş değil. Diğer taraftan AK Parti’nin taşıyıcısı olan yeni orta sınıfların şehir hayatına uyumlulaşma anlamında yaşadıkları sıkıntılar var. Bunları aşağılamak için söylemiyorum. Tespit yapıyorum. CHP bunları aşağılıyor “bidon kafalılar” diye. Halbuki hiç kimsenin kimseyi aşağılamaya hakkı yok. Ama bir realite var, görgüsüz tüketim ile birlikte lümpenleşen kesimler var. Bununla da incitici olmadan hesaplaşmak durumundayız.

Bu tanımladığınız kitlenin siyasi tercihi AK Parti mi?

Tabii ki AK Parti. Yeni orta sınıf bunlar. Bunlar yüzde 20, taşra kökenli yeni bir orta sınıf. AK Parti ülkenin imarı noktasında bir adım atarken başka değişkenlere de bakmak zorunda. Belli ki HES siyaseti doğanın dengelerini bozuyor. 10 tanesinin içinde iki tanesi bozuyorsa bu sorun doğurur. Kadın meselesi var mesela. Kadın meselesi konusunda AK Parti kadını kadın gibi görme noktasında değil. Kadına karşı şiddet kullanılmasını reddediyor, kadına saygı duyulması gerektiğini söylüyor ama bunu hâlâ erkek, eril ağzıyla yapıyor. Bu kadınlarda menfi etki yaratır. AK Parti’nin artık kültürel maliyetler üzerinden siyaset üretmesi lâzım. Ülkeyi kalkındırıyorsunuz doğru. Şehirleri, İstanbul’u düşünelim. Tarihinde ilk defa imar görüyor ama imar edilirken bir şeyler çok hesapsız imar ediliyor. Yaparken çok şey de bozulabiliyor.  Hâlbuki bu işlere biraz daha dikkat etmek gerekiyor. Türkiye’yi dönüştürecek nesnel adımları atarken bunun kültürel ve insani maliyetlerine dikkat etmek lazım 

Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün’e göre AK Parti yeni yetişen dindar nesli tanımıy[Fotoğraf:Güray Ervin/Al Jazeera Tür”Öncelik yeni anayasa”

Yeni AK Parti Hükümeti’nin önceliğine ne olmalı?

Hiç şüphesiz kurucu yasa.

Yani Anayasa mı?

Biz anayasa diyoruz ama kelime Batı dillerinde  “kurucu” kelimesinden gelir. Ben kurucu yasa demeyi tercih ediyorum. Bugünkü Türkiye’nin dinamizmini taşıyacak yapılar ve kurumlar yok. Bu zamana kadar eldekilerle geçiştirildi. Oysa hepsinin revize edilmesi lâzım. Eğitimi, yargıyı, belediyeleri, merkez yerel siyaset ilişkisini yeniden inşa etmek gerekli. Bu ancak yeni bir  kurucu yasa ile mümkün.

TBMM aritmatiği nasıl aşılacak?

Bunu bilemem.  Bu bir mühendislik işi. İzlediğim kadarıyla ben Sayın Ahmet Davutoğlu’nun siyasi mühendislik yeteneğine ikna oldum. Uyuşumcu bir dili var, rakipleri eksilten bir dili yok. Fiili olarak yolu açık. Artık CHP ne kadar bunun içinde olur, MHP ne kadar içinde olur bunu bilmiyorum ama, bu Türkiye için yapılması gereken bir şey.

Kürt meselesinde çözüm süreci tekrar başlamalı mı?

Başlamalı tabii.  Ama böyle giderse de olmayacak demektir. Bu çözüm süreci dediğimiz şeyde kurucu yasanın bunun karşılığının olması lazım. 12 Eylül Babayasası  olduğu sürece Kürt sorunu çözülmez.

”Milletvekili yemini yeniden formüle edilmeli”

HDP Milletvekili Leyla Zana’nın yemininin geçerli sayılmamasıyla Anayasa’daki milletvekili yemin metni tartılışılıyor. Siz metnin sorunlu olduğunu düşünüyor musunuz?

Elbette sorunlu. Ne demek yani öyle bir şey olabilir mi? “Devletiyle milletiyle bölünmez bütünlük” böyle ifadeler konulur mu? Bu faşizm demektir. Bunu ancak faşizm söyler. Bu yemin ifadesinde 12 Eylül de faşist karakterini koymuş sergilemiş oluyor. Bu yeminin yeniden formüle edilmesi gerekiyor. Bu tür durumlar ülkenin önünü tıkıyor. Türkiye’nin böyle meşguliyetlerle kaybedecek zamanı yok. Bu çok basit bir şekilde halledilebilir oysa. “Beni seçenlerin hukukunu koruyacağıma namusum ve şerefim üzerine ant içiyorum” demenin ne mahsuru var. Dolayısıyla öncelik kurucu yasadır. Gecikmişiz zaten, en az  30 sene gecikmişiz. Sayın Zana’nın yaptığına gelince, Kürtlerin 1990’ların ortamına göre büyük kazanımları var. Bu da AK Parti sayesinde oldu. Ortam 1990’ların ortamıymış  gibi yapılan bir eylem aynı etkiyi ve inandırıcılığı sağlamayacaktır. Dolayısıyla Sayın Zana’nın eylemini anlamlı bulduğumu söyleyemem.  

Kürt sorununun çözümü de Yeni Anayasa’da mı gizli?

De facto olarak çok büyük kazanımlar var. Bugün kimse Kürtçe konuştuğu için bir haksız muameleye uğramıyor. Kürtçe kanallar var. Kürtler varlıklarını ispat ettiler ve bu ülkede yaşıyorlar. Bu ülkenin nüfusu etnik anlamda o kadar karmaşık ki, her birine özel müşteri politikası falan uygulayamayız. Dolayısıyla bir soyutlama yapmak zorundayız. Bu da vatandaşlık temelinde olacaktır. Vatandaş Kürt, Laz, Çerkez olabilir. Vatandaşların hakları ve yükümlülükleri vardır. Bunların eşit adil dağıtımını yaptıktan sonra mesele kalmaz.

”Başkanlık sistemi acil değil”

Yeni Anayasa “Başkanlık Sistemi” de getirmeli mi?

Hayır. Şu anda hiç acil, öncelikli değil. Zaten o AK Parti’nin 7 Haziran’da oy kaybetmesinin sebeplerinden biriydi. Başkanlık sistemi uzun bir mühendislik hazırlığı gerektiriyor.

”HDP terörü reddetseydi rahat yüzde 15 alırdı”

1 Kasım seçiminden sonra yazdığınız bir yazıda HDP için, “Türkiyelileşme” odağındaki yeni söyleminin içerdiği tematik zenginliği ve bunun kamuoyunda yaratabileceği etkileri hissedemedi” diyorsunuz. Tam olarak ne kastediyorsunuz?

Eğer HDP 7 Haziran seçimlerinde sağladığı başarıya sahip çıksaydı ve terör başladığı zaman kesin ve inandırıcı bir dille terörü reddetseydi, 1 Kasım seçimlerinin tablosu çok başka olurdu. Oyları artardı. AK Parti eksilirdi ve AK Parti merkez partisi olmaktan çıkıp, merkez sağ partisi olurdu.  Bu durumda karşısında yükselen bir merkez sol olacaktı. HDP bu şekilde en az yüzde 15’i rahat alırdı AK Parti de o zaman yüzde 49.5 olmazdı. 

Neydi HDP’yi yukarı taşıyacak dinamikler?

HDP, 7 Haziran seçimleri öncesinde muazzam bir fırsat yakaladı. AK Parti’yi eksiltebilecek bir dil yakaladı. “Türkiyelileşmek” dedi. AK Parti’nin sürdürdüğü toplumsal-kültürel maliyetlerini hesap edemediği kalkınmanın doğurduğu günlük hayatta da karşılığı olan sorunları gündeme taşıdı. Çevre, HES, teşeron işçi sistemi, kadın sorunu, eşcinseller… Bunlar çok şehir kokulu tematiklerdir. Bunlar onu bir sol parti haline getirebilecekti. Ama olmadı. Yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Hâlbuki HDP, Türkiye’nin şehirleşme dinamiğinin sorunlarını da içine alan bu sosyolojiyi yakalamıştı. Bu sosyolojiyi Stalinist arkaik söylemiyle kendisi berhava etti. Rojawa romantizmiyle Pan-Kürdizme geri döndü. Türkiyelileşme iddiasının tam tersini yaptı. Bir daha aynı rüzgârı yakalaması zor.

  • Universitas terbaik Tapanuli
  • tutorial dan tips zeverix.com
  • https://insidesumatera.com/
  • https://prediksi-gopay178.com/
  • https://margasari.desa.id/
  • https://sendangkulon.desa.id/