‘Yeni İstanbul’ kendisini tanımıyor

Ramazan Etkinlikleri
Türkiye Diyanet Vakfı‘nın organize ettiği ve İBB Kültür A.Ş.‘nin katkılarıyla gerçekleşen 32. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı‘nda Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları ...
EMOJİLE

Türkiye Diyanet Vakfı‘nın organize ettiği ve İBB Kültür A.Ş.‘nin katkılarıyla gerçekleşen 32. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı‘nda Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)‘in katkılarıyla gerçekleşen Beyazıt Ramazan Sohbetleri‘de senarist gazeteci ve yazar Üstün İnanç, eski İstanbul’u anlattı.  

 

“İSTANBUL İBADETİNİ TESLİM ETMEDİ”

Napolyon’un “Dünyada tek devlet olsaydı onun başkenti mutlaka İstanbul olurdu.” sözünü hatırlatan Üstün İnanç, İstanbul kültürüne dair bilgiler aktararak “İstanbul kültürü en çok Ramazan’da kendini gösterir.” dedi. Ramazan’da İstanbul kültürünün gark olmuşçasına yaşandığını anlatan İnanç, bu kültür ve saygı şuuru çerçevesinde gayrimüslimlerin Müslümanları rahatsız etmemek adına evlerinin en alt katlarında yemek pişirdiklerini, meyhane işletenlerin de Ramazan ve bayram boyunca işletmelerini kapattıklarını, bugün kimliğinde Müslüman yazanların bile bu titizliğe riayet etmediğini vurguladı. “Öyle bir terbiye olan gelişmiş bu kültür Ramazan medeniyetidir. Mekanik tarafının yani yiyip içmemenin ötesinde ruhî yönünü temsil eder.” diyen Üstün İnanç eski Ramazanlarda pişirilen yemeklerden de bahsetti. İstanbul’un çok çileler çekmiş bir şehir olduğunu söyleyen İnanç, işgal ve savaş yıllarının insanları savurganlıktan uzaklaştırdığını ve bayat yiyecekleri değerlendirmeye yönelik yemek çeşitleri üretildiğini belirtti. Fizikî yaşamın ötesinde ibadetin ve ibadetin kültürleşmiş biçiminin bir İstanbul karakteristiği olduğuna dikkat çeken Üstün İnanç, İstanbul’un ibadetten alıkonma hususunda teslim olmadığına vurgu yaparken sinemaların gürültüsüne gizlenmiş zikir ortamlarından bahsetti.

 

MAHALLE TERBİYESİ DERGAHLARIN İŞİ

“Bu İstanbul bir önceki dönemi tanımaz halde. Hâlbuki kültür birikimdir. İstanbullu olmak için bu kültürün benimsenmesi lazımdır.” diyen Üstün İnanç, çocukluğunun ve ilk gençliğinin Beyazıt Soğanağa’da geçtiğini, o yıllarda dilinden düşürmediği Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiirini okudu. Meşhur Marmara Kıraathanesi müdavimleri olan Marmatörlerden biri olduğunu dile getiren İnanç, yine bir Marmaratör olan Muzaffer Ozak ile hâtıralarından bahsetti. İstanbul’u en iyi anlatan şiirlerin başında Yahya Kemal’in “Kocamustapaşa” şiirinin geldiğini ve İstanbul’un hem ıstırabının, hem neşesinin hem de zaferinin anlatıldığını söyleyen İnanç, bu mısraları seslendirdi. İstanbul efsanelerinden, şehri uhrevi havayla yoğuran maneviyat büyüklerinden de bahseden Üstün İnanç, farkında olmadan sirayet eden geleneğin kültür olduğunu dile getirerek “Dergâhların fonksiyonu da budur. Mahalleliyi terbiye eder. İnsan bu manevi hayat içinde özlenir.” dedi.

 

“YARDIMLAŞANLAR BİRBİRİNİ TANIMAZDI”

Eski İstanbul’da mahallelerdeki hiyerarşi ve kadın erkek iletişimi üzerine geliştirilen hassasiyetin bugün masaldan da öte mitolojik denecek kadar uzak göründüğünü anlatan Üstün İnanç, yardımlaşma konusundaki titizliğin had safhada olduğunu vurguladı. Mahallede zor durumda olan bir ailenin yalnızca bir kişinin haberdar olduğunu, o kişiye teslim edilerek yardımların ihtiyaç sahibine ulaştırıldığını anlatan İnanç, “Veren kişi alandan, alan kişi de verenden haberli değildi ve kimsede o kompleks yoktu. Mahalle kahvesinde karşılıklı otururlar, ancak yardımlaştıklarını da kendileri bilmezdi. Bu hem felsefi hem de sosyolojik olarak derin bir konuydu… İnsanlar böyle damıtılmışlardı. İstanbul Anadolulaştı ki bu olacaktır, nihayetinde olmalıdır. Ama İstanbul’a bir imeceyi bile getirememiş olmamız büyük bir kayıptır. Eski İstanbulluların modern insanlara göre kötülükleri yok, iyilikleri çoktu. Hürmet her yerdeydi.” dedi.