“Yeni, En Yeni, Yepyeni Türk Müziği Hareketi!”

Yerli Müzik
  Müzikolog Uğur Küçükkaplan’ın yazısı…    Bilhassa müzikle yakından ilgilenenler, son günlerde sosyal paylaşım sitelerinde de reklamına sıkça rastlanan “yeni Tür...
EMOJİLE

  Müzikolog Uğur Küçükkaplan’ın yazısı…

   Bilhassa müzikle yakından ilgilenenler, son günlerde sosyal paylaşım sitelerinde de reklamına sıkça rastlanan “yeni Türk müziği hareketi” adı altında verilen konserlerden haberdardır. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Cihat Aşkın’ın sahiplendiği proje, aslında çoktan tarihin tozlu raflarındaki yerini almış ideolojik bir fantezinin yeniden canlandırılmasından ibaret. Batılılaşma yönündeki siyasal tercihe bağlı olarak kültür-sanat alanında uygulanan politikalarla müziğe tarifsiz biçimde zarar verilen ve toplumun müzik algısında yarattığı tahribatın etkileri hâlen giderilemeyen erken Cumhuriyet dönemindeki anlayış, ne yazık ki zerre kadar değişmeden birileri tarafından devam ettirilmektedir. Özellikle 1950’li yılara kadar yoğun biçimde etkili olan kültürel dönüşüm projesinin en önemli ayaklarından birini teşkil eden müzik reformu üzerine çokça şey yazılıp çizilmiş, buna rağmen buradan çıkarılan sonuçlar sürecin olumsuz etkilerini azaltabilecek algı düzeyinin oluşmasına yeterli katkıyı sağlayamamıştır. Müzik çevrelerinden ve dinleyicilerden projeye dair elle tutulur bir eleştiri veya tepki gelmemesi bunun en somut göstergesidir.

     Kendisiyle yapılan röportajda projeyi “ruhta, manada ve sunumda özgür” olarak “Türk müziğinin yeniden sunulması” şeklinde açıklayan Aşkın, yapmak istedikleri şeyin “bize özgü tınıları kaybetmeden günün son teknik ölçütlerine göre yorumlamak” olduğunu söylüyor. Onun arkasından söz alan Cengiz Özkan ise “bağlamanın tellerine vurduğunuz zaman ya da armonikleriyle birlikte duyulduğu zaman aslında Türk müziği zaten çoksesli” diyerek son noktayı koyuyor!

     İzlerken insana 2017 yılına değil de 1920’lere ait olduğu izlenimini veren video, hiç şüphe yok ki müzik tarihi açısından önemli bir kayıt. Bir yanda tüm yönleriyle müziğe verdiği zararlar açıkça ortaya koyulmuş ideolojik temelli bir müzik tasavvurunu, yüz yıl öncesine ait cümlelerle yeni bir şeymiş gibi anlatan bir profesör; diğer yanda yıllarca mevcut hâliyle yeterli görülmeyip ancak bir hammadde olarak değer biçilerek aşağılanmış Türk halk müziğinin “çoksesli olduğunu” söyleyerek, açıkça yanlış bilgi vermekte beis görmeyen bir halk müziği emekçisi. Tablonun durumu aşikâr olmakla birlikte, gerek yönelttiğimiz eleştirinin gerek söz konusu projenin odağında yer alan iki nokta üzerinde durarak, fikirlerimize mesnet oluşturan bazı teknik argümanlardan kısaca bahsetmek isteriz.

     Çokseslilik, adından da anlaşıldığı üzere öncelikle birden fazla sesin var olmasını gerektirir. Fakat bu, bir müziğin çoksesli olabilmesi için gereken yalnızca ilk koşuldur. Başka bir deyişle elinizde birden fazla ses olması tek başına çoksesliliği sağlamak için yeterli değildir. Bu seslerin teorik bir temele oturtularak belli teknikler çerçevesinde işlenip birbirleriyle ilişkilendirilmesi ve bir müzik tasavvuru oluşturabilecek mantığa kavuşturulması gerekir. Özetle elinizde şu veya bu şekilde birden fazla sesin olması, ortada her zaman çoksesli bir müzik olduğuna işaret etmez.

     Gelelim Türk halk müziği bahsine; bu aşamada adım adım gitmek faydalı olacaktır.

     Bir müziğin çoksesli olabilmesi için gereken ilk koşul olan birden fazla hat bulunması durumu Türk halk müziği için geçerli midir? Hayır.

     Çalgısal ve vokal icra açısından bakarsak; çoksesli müzikteki kurguya göre düşünüldüğünde, Türk halk müziğinde birlikte çalıp söyleme geleneği (bir tür orkestra mantığında) var mıdır? Hayır.

     Videoda da bahsedilen armonikler (doğuşkanlar) olayına gelince; hangi çalgıyı ve hangi sesi baz alırsak alalım, titreşimle ortaya çıkan sesin içerisinde bilindiği üzere birden fazla frekans vardır. Dolayısıyla tümüyle fiziksel bir olay olan armonikler üzerinden bir müziğin çoksesli olup olmadığına karar vermek külliyen anlamsız bir yaklaşımdır.

     Görünüşe göre şu durumda “Türk halk müziğinin çoksesli olması” veya “çoksesli özellikler göstermesi” yönündeki görüşün yaslanabileceği tek bir şey kalmaktadır; o da bu müzik için ana çalgı olarak kabul edilen bağlamada yer yer disonans aralıkların veya salkım (cluster chords) akor olarak tabir edebileceğimiz tınıların yer alması. Fakat maalesef bu da Türk halk müziğinde çoksesliliğe işaret edebilecek bir özellik değildir. Çünkü en başta yaptığımız açıklama bağlamında düşünürsek; herhangi bir disonans/konsonans aralık veya tonal/atonal akor, tek başına elinizdeki müziği çoksesli yapmaya yetmeyeceği gibi bu müzikte çoksesli özellikler olduğu anlamına da gelmez. Çoksesliliğe ilişkin bahsi geçen öğelerin bu müzikte neye karşılık geldiğini teknik ve teorik bir çerçeveye oturtmadan da kimsenin böyle bir iddiası olamaz. Kaldı ki benzer özellikler Ortadoğu’daki başka müziklerde de görülebilir. Bu durumda onları da “çoksesli veya çokseslilik özelliği gösteren” müzikler olarak tanımlamamız gerekir. O halde dünyadaki bütün müziklerde çoksesliliğin nüvelerinin olduğunu söyleyip işi kestirmeden bitirelim olsun bitsin! Nitekim bunu söylediğinizde, farkında olmadan modernist-pozitivist çizginin yaklaşımına hizmet eden “müziğin evrimsel olduğu” görüşüne çanak tutmuş olursunuz ki bu da ayrı bir çelişkiye neden olacaktır.

     Cihat Aşkın’ın projenin amacı olarak belirttiği “Türk müziğini yeni bir sunumla dünya sahnelerine taşımak” hedefinin çıkış noktası olan “gelenekselden evrensele” mantığından bahsedecek olursak; öncelikle bu tarz muğlak ve demode yaklaşımlar üzerinde düşünüp fikir beyan ederken oldukça ihtiyatlı olunması gerektiğini söylemek gerekir. Kuramsal açıdan oldukça karmaşık bir yapıya sahip olan evrensellik olgusuna ilişkin sağlam bir kavramsal çerçeveye yaslanmadan edilecek her söz, meselenin daha da karışık bir hâl almasına neden olacağı gibi tartışmanın muhataplarını da yüzeysellik tuzağına düşürecektir.

Yazıda bahsedilen videoya ulaşmak için tıklayınız..

     Bu kısa yazı içerisinde ayrıntılı olarak ele alınması mümkün olmayan evrensellik olgusunun müzikteki yansımalarına dair fikir edinmek isteyenler, her şeyden önce evrenselliğin ve evrenselleşmenin ne olduğunu araştırıp bunun üzerine düşünerek işe başlayabilirler. Sonrasında onlara kimliğini veren yerel özellikleri ve bağlı oldukları kültür dairesini es geçmeden; halk müziklerinin veya herhangi bir geleneksel müziğin evrenselleşmesine gerek var mıdır? sorusunu sormaları gerekecektir. Fakat bu soru da tek başına yeterli değildir. Tüm ön kabullerden arınmak koşuluyla belki de kişisel aydınlanmayı sağlayacak asıl soru, bir müziğin evrenselleşmesini kimler, hangi amaçla ister? sorusu olacaktır. Nitekim bu, cevabı içinde saklı olan altın değerinde bir sorudur.

     Özetleyecek olursak; bu yazıdaki eleştiriler doğrudan ne kişileri ne de ortaya koydukları çalışmaları hedef almaktadır. Elbette ki müzik, sanatçı için farklı öğeleri deneysel çalışmalarla bir arada kullanabileceği, teknik anlamda sınırlandırılamayacak bir özgürlük alanıdır. Fakat bu tür arayışları ideolojik bir temele ve oldukça elim tecrübelerin yaşandığı tarihsel bir zemine yaslayıp, buradan genel geçer doğrular çıkararak toplumun zaten hasarlı olan müzik algısında yeni bir tahribata sebebiyet vermek de sûret-i katiyede kabul edilemez.

     Türkiye’de yıllarca geleneksel müziklere gösterilen haksız muamelenin verdiği zararlar gün gibi ortadadır. Şu aşamada her şeyi bilip de aynı zihniyeti devam ettirmek isteyenlere tepki göstermeyen, bilâkis kendilerine verilen birtakım hakları ve yıllar sonra lûtfedilen sözde itibarı kaybetmemek adına alkış tutan Türk müziği mensuplarını vicdanlarıyla baş başa bırakmaktan başka yapacak bir şey yoktur. Zira geleneğin azameti ve onu yüzyıllarca koruyarak binbir emekle yeni kuşaklara aktaran üstadların hakkı, hissedebilenlerin omuzlarında en ağır yüktür.