Rock Müzik Her Zaman Gençtir

Yerli Müzik
Bir kaç hafta önce Yolcu adındaki türkü albümünü piyasaya süren Kıraç, korkularından bahsetti ve sonraki çıkacak albümü hakkında ipuçları verdi. İşte Kıraç’ın Yeni Şafak gazetesinden Kübra&B...
EMOJİLE

Bir kaç hafta önce Yolcu adındaki türkü albümünü piyasaya süren Kıraç, korkularından bahsetti ve sonraki çıkacak albümü hakkında ipuçları verdi. İşte Kıraç’ın Yeni Şafak gazetesinden Kübra&Büşra ile yaptığı söyleşi…

Yıllar öncesinde ‘Talihim yok bahtım kara’ diyordu Kıraç. Bugün, tam 15 yılın ardından ‘Yolcu’ diye adlandırdığı yeni albümüyle yoluna devam ediyor. Peki bugün ve dün arasında kalan 15 yılda Kıraç’ın hayatında neler oldu? Basına sızan kadarıyla, aşık oldu, evlendi ve bir de kızı geldi dünyaya… Ama sanat yaşamındaki grafikteki ibre nasıl inip çıktı? Yaşadığı dünya ona ne kattı, neleri götürdü, umutları, umutsuzlukları neydi? Şimdi, dizi müzikleri, kendine has üslubu, sanatçı sancıları, kovboy şapkaları ve botlarıyla bir Kıraç var huzurunuzda. O her ne kadar “kendimi konuşarak ifade edemiyorum” dese de, bu röportajda ne kadar açabildi, bakalım, görelim…

Aşık oldunuz, evlendiniz… Hayatınızda ne değişti?

Evlenmek, normal bir insanın yapması gereken, normal bir hareket. Hayatınızda çok keskin değişmeler olmuyor. Aynı insanım…

Ama sonuçta hayatı bir yere demirlemiş oluyorsunuz…

Öyle algılanabilir. Hayatınıza çocuk girdiğinde bunu daha fazla anlıyorsunuz. Çünkü bağımlı ve sorumlu olduğunuz bir gerçek haline geliyor. Onun öncesinde eşim de benim gibi çalışıyordu ve dolayısıyla düzensiz olmamız daha normaldi. Çocuğunuz olduğunda durum farklı oluyor. Bebek hayatımızdaki birçok şeyde belirleyici oldu.

Bu durum sizin sanatçı egonuza iyi geldi mi?

Durumun bir de hayranlarımın gözündeki boyutu var. Çünkü onlara göre ben ‘kaybedilmiş’ bir adamım. Bu durum camianın içine girdiğimden beri var olan bir sorundur. Yine de kendimi diğer sanatçılarla kıyasladığımda içinde olmadığımı görüyorum. Ben ilk günden beri insanlara, özellikle de hanım hayranlarıma karşı bir imge oluşturmadım. Kliplerimde bile bundan özellikle kaçındım. Bu nedenle tamamen müziğimi ön plana çıkartarak bir bağ kurduğumu düşünüyorum. Fazla etkilenmedim.

Evde koca ve baba, sahnede ise size hayran kitlesi olan Kıraç var. Bu kimlikler arası dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

Sahnedeki adam farklı. Onu ayrı bir yere koymak zorundaydım. Ama normal hayatımda o sahneye çıkan, şarkı söyleyen adam gibi davranmamayı da biliyorum.

Sanatçılar bunu ne kadar yapabiliyor?

Çok azdır. Çünkü zordur.

Niye?

Düşünsenize, üçyüz bin kişi karşınızda sizi alkışlıyor. Bu müthiş bir duygu… İnanılmaz bir yere konuluyorsunuz. Konser bittikten sonra da öyle davranmaya başlıyorsunuz.

Nasıl davranıyorsunuz?

Abartılı tabiriyle sizi ilahlaştırıyorlar. Egonuz çıldırıyor, kendinizi firavun gibi görüyorsunuz ama aslında normal bir insansınız.

Bu çıldırmış egonun yan etkisi olmuyor mu?

Tabi. Fazla ilgi bünyenize zarar veriyor. Ama ne normal insan olarak yaşamaktan vazgeçiyorsunuz ne de ünlü olmaktan.

Siz normalleştirdiniz ama…

Evet. Kendimi televizyonda gördüğümde şaşırıyorum. Bana başka biriymiş gibi geliyor…

Kendinizi beğeniyor musunuz?

Fotoğraflarda, televizyonda da kendimi beğenmem.

Neden?

Bilmiyorum.

Zaman sizi nasıl bir adam yaptı?

Birşeyler değişti. Normalde tepkileri yoğun yaşayan bir insanım. Ama son zamanlarda çevremdeki insanlar benim sakinleştiğimi söylüyorlar. Ben de zaman zaman ‘biraz daha sakinleştim mi acaba?’ diye düşünmeye başladım.

Agresif miydiniz?

Hayır, sadece tepkiliyim. Ama artık o aşırılıkları biraz yumuşattığımı düşünüyorum. Yine de hayatın içine tam olarak girmiş değilim. Herkesin davrandığı kalıplar içinde davranamıyorum, kabul edemiyorum.

Herşey yolunda mı peki? Sanatçıyı besleyen, trajedileriniz var mı hala?

Doğru bir tespittir aslında. Mutlulukta sanat çıkmıyor. Çünkü mutsuzluk daha çabuk ürettiriyor. Ben hayatımda yeteri kadar bunu yaşadım. Yaptığım albüm şarkıları sadece üç yıllık ya da altı aylık şarkılar değil. Mesela ‘Kayıp Şehir’ şarkısını 1993’te yaptım. Bu şarkı o dönemdeki sanatımı belirliyordu. Çünkü çok mutsuzdum.

Şimdi?

Mutluluk veya mutsuz bir sanatçı için kişisel olmamalı bana göre. Yani siz mutlusunuz diye dünya mutlu değildir. Sanatçı olmakla olmamak arasındaki çizgi buradan başlıyor. Kaygıları sıyırıp attığınızda bir köşeye çekilmek istediğinizde işte o zaman artık üretemez hale geliyorsunuz.

Peki ‘eyvah üretemiyorum’ dediğiniz, tıkandığınız, tökezlediğiniz bir dönem oldu mu?

Duygularımı ifade edemediğim dönem oldu ama yazamadığım ve üretemediğim dönem olmadı.

Korktunuz mu hiç?

Anlatmak istediğim de bu. Üretememe korkusuna giren sanatçı bir süre durmalıdır zaten. Olabilecek birşeydir bu. Bende de oldu ama ben onu aştım. O sürece girildiğinde; ‘ben kimim? ve ne için sanat yapıyorum?’ diye düşünülmelidir. Bende kendime sorarım: “bu işi sadece albüm yapmak için mi? hayranlarım çok sevsin diye mi yapıyorum?”diye. Bu soruları sorduğunuzda manzara çok açık aslında. Doğru olanı mutlaka bulursunuz.

Hayranlarınızın beklentisi kaleminizi etkiler mi?

Etkiliyor. Ama en son kararı yine kendim veriyorum. O kitlenin de beklentileri çok önemli. Yine de ne yapacaksam kendi kişiliğimden ödün vermeden yaparım. Beni hiç dinlemiyor olabilirler. O zaman o şarkıları nasıl dinleteceğimin yollarını bulmaya çalışırım ama şarkıdan vazgeçmem.

Hoşnut etme derdiniz yok yani…

Hayır. Halk beni geriye çekip sabitleyemez. ‘Burada kalacaksın, senden bu şarkıları istiyoruz senden’ diyemez…

Bu kararı neye göre alıyorsunuz?

Şöyle düşünün; 17 yaşında çıkıp bir şarkı söylersiniz ve insanlar çok beğenirler. 57 yaşında hala o tarz şarkılar söylerseniz aynı tadı vermemeye başlar. Halk orada doğru bir karar mercii olmayabilir. Kararı verecek olan kişi sanatçının kendisidir. Halk dediğiniz tek bir kişi değildir. O yüzden her kafadan bir ses çıkacaktır.

Aldığınız bir tepki?

Bana her albüm çıkarışımda en çok söylenen şey; ‘ bu albüm çok sert olmuş’ sözüdür. Mesela; Benim Yolum albümünde türkü yoktu. ‘Neden türkü yok’ dediler. Bunu doğru değerlendiremezseniz yerinizde saymaya başlarsınız.

Peki dizi müzikleri için aynı şey geçerli mi?

Aslında birşey farketmiyor. Zerda, Bir Istanbul Masalı, Aliye gibi dizi müziklerini yaptım. Ama en son Binbir Gece’de farklı bir nabız tuttuğuma inanıyorum. Çünkü Binbir Gece’nin müziğinde senfonik bir alt yapı vardı. Baktığınızda normalde bunu halk dinlemez. Ama çok sevildi.

Bu sevgi neyle alakalı?

İnsanımız Orta Avrupa bestecilerini genelde dinlemezler. Ama Rus bestecileri dinlenir. Ruslarla tarihte hiç anlaşamasak da edebiyatı ve sanatı bizi büyüler. Konu Binbir Gece olduğu için orada Şehrazat bestesini koymam gerekiyordu. İnsanlar çok ağır şeyleri de dinler yeter ki seçimler iyi olsun.

Siz çok sert parçalar da yapıyorsunuz. ‘Yalan’ onlardan biridir.

Evet ama halk o parçayı da çok sevdi. O şarkıda her insanın bildiği ‘Yalan dünya’ diyorum. Çok da farklı birşey söylemiyorum aslında. Bunu iyi verebildiğinizde, sözlerdeki ve müzikteki sertliği kaynaştırdığınızda ortaya bizden birşey çıkabilir.