Ortadoğu’nun Kürtçe Ezgilerine Hayat Verdi

Yerli Müzik
Röportaj: Hüseyin Güneş “Okumak da yaşamaktan geri kalır bir deneyim değil, ben de kendimi kitapların sunduğu bu deneyimden mahrum etmemeye çalışıyorum sadece. Gördüğüm, duyduğum, yaşadığım, oku...
EMOJİLE

Röportaj: Hüseyin Güneş

“Okumak da yaşamaktan geri kalır bir deneyim değil, ben de kendimi kitapların sunduğu bu deneyimden mahrum etmemeye çalışıyorum sadece. Gördüğüm, duyduğum, yaşadığım, okuduğum şeyler sadece müziğime değil, hayatıma yeni ufuklar katıyorsa ne ala.”

Kürtlerin Sezen Aksu’nu olarak bilinen Nilüfer Akbal, bir yandan Kürt Müziği’nin arkeolojisini yapıyorken, öbür yandan yeni melodileri hayatımıza koymaya devam ediyor. Son olarak Kuzey Irak’a yaptığı yolculukla Kürt Müziği’nin tozlu raflarından karşımıza yeni bir albümle çıkan Akbal, albümünü acıyla yoğrulmuş Ortadoğulu kadınlara ithaf etmiş. Albümün adı Herîre; ipek anlamına geliyor ve kadını temsil ediyor. Akbal ile müzikten Kürt Sorunu’na, Ortadoğu’dan kitaplara kadar olmak üzere bir çok konudan konuştuk.

Günümüz müziği içerisinde Kürt müziğinin yeri nerede? 

Bugünkü (büyük oranda İnternet’e bağlı) yeniden üretilebilirlik ortamı müziğin daha fazla dinleyiciyle buluşması gibi olumlu bir netice yaratıyor olsa da, dünya çapındaki ama bilhassa Türkiye gibi telif yasasının tam oturmadığı ülkelerdeki müzik emekçilerini epeyce muzdarip eden bir durum. Üstelik sadece müziği değil, sanatın, yaratıcı üretimin her dalını ilgilendiren bir durum. Böyle bir durumda sanatçının kendi sanatsal üretimiyle ilişkisi de büyük bir darbe alıyor; artık sanatçı yaratımına odaklanmak yerine, bu yaratımın piyasayla kurduğu ilişkilere dikkat kesilir hale geliyor. Halihazırdaki bu durum bize telif konusunda yaratıcı emeğin haklarını koruyacak hukuki düzenlemelere gitmenin önemini ve aciliyetini hatırlatıyor.

Kürt müziği içinse bir piyasanın oluştuğunu söylemek bile çok güç; yasaklar Kürt müziğinin üretimine ciddi sekte vurdu, bunun etkisi yapılan müziğin niteliğinde de, niceliğinde de görmek mümkün. Profesyonel olarak kendini Kürt müziğine adamış kişilerin sayısı halen çok az ne yazık ki. Bu sayının azlığından dolayı müzisyenlerin yeni ufuklar yaratma şansı da düşük oluyor ve yapılan müziğin niteliğine de yansıyor bu durum tabii.

Son albümünüz “Herirê” çıkarmadan evvel Ortadoğu’da epey yolculuk yaptınız? Müzik alanında bu yolculukların size kattığı deneyimi bize anlatır mısınız?

Kuzey Irak’a yaptığım geziler hem kendi tarihimize, hem de Kürt müziğine bakışım açısından tam bir dönüm noktası oldu. Kendimi bu kadar yakın hissedeceğimi düşünmezdim. Orada köklü Kürt sanatçılarla tanıştım ve çok şey öğrendim. Mesela İran’ın bir sanatçılar beşiği olan şehri Sine’den çok değerli iki müzisyenle tanıştım: Mezher Xaleqî ve Hussen Şerifi. Senelerce Bağdat radyosuna emek vermişler, hatta Mezher bey yöneticilik de yapmış. Radyonun Kürt müziğine katkılarından bahsettiler ve ellerinde eskilerden çok değerli kayıtlar kaldığını anlattılar. Hussen Şerifi bana makamları muhteşem sesiyle tanıttı, beraber çalıştık. Yıllarca Batılı bir müzik formasyonundan geçen ve bunu müziğime yansıtmaya çabalayan ben, bu makamları duyunca yeniden sıfır noktasında buldum kendimi. Neyse ki, ruhumun bir yerlerine kayıtlı duruyormuş da duygusal anlamda hiç zorlanmadım. Yani bilmediğim bir geçmişten tanışıyormuşuz bu makamlarla, çok tuhaf. Albümde Herîre, Pawanekani ve Şilere şarkılarını Sine’den aldım. Bu makamları diğer bestelerle buluşturmak, bir arada dokumak gerekiyordu. Yani albümü tam da ipek dokur gibi düzenledik, güzel, verimli bir dokuma oldu. Ortaya senelerce dinlenebilecek gerçek bir müzik ürünü çıktı.

Kürt müziği aşırı modernizm arayışında… Yeni gruplar, eski gruplar hiç fark etmez hepsi kırık dizeler, kırıntı hayatları, yalın ve anlaşılır bir dil üzerine oturmaya çalışıyor. Rap-rock karışımı müzik nerdeyse her Kürt müzik grubunun kaderi oldu. Sizce bu durum nereye gidiyor? Bu gidişin altında yatan sebep nedir?

Modernlik meselesi Kürtler açısından hayli çetrefilli; zaten modernliğe geç kalmış bir ulus-devletin bünyesinde modernlikten hem insani, hem kültürel, hem teknik açıdan mahrum edilmiş, imtiyazsızlaştırılmış bir azınlıktan bahsediyoruz. Böyle bir halkın kendi kaderini tayin mücadelesi kaçınılmaz olarak bir modernlik mücadelesiyle atbaşı gidiyor. Bunun yansımasını edebiyatta olduğu gibi ama edebiyattan çok müzikte daha net görüyoruz tabii, kendi geçmişini yeniden değerlendiren bir tutumun yerine, “ben de modernim artık” diyen bir tutum revaçta. Armonik ve ruhsal, yani biçimsel ve içeriksel “sentez” çabası güdülmeyince, “ortaya karışık” bir Kürt müziği çıkabiliyor. Bu tür müziklere “Kürt müziği” değil, “Kürtçe müzik” demek daha doğru olur kanımca. Gene de olduğu gibi "tu kaka" etmek yerine, tabii bir arayış dönemi saymak daha doğru olur bunu. Yasaklamaların boyunduruğunda var olmaya çalışan bir müzik Kürt müziği, bunları yaşayacağız ama doğru ve zengin tınıları yakalayacağımıza inanıyorum. Bunca yasağa rağmen halen var olma gücüne sahipse Kürt müziği, umut da var demektir.

Sizin çok iyi bir kitap okuru olduğunuzu biliyoruz? Kitapların ve okuduklarınızın müziğinize etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Okumak da yaşamaktan geri kalır bir deneyim değil, ben de kendimi kitapların sunduğu bu deneyimden mahrum etmemeye çalışıyorum sadece. Gördüğüm, duyduğum, yaşadığım, okuduğum şeyler sadece müziğime değil, hayatıma yeni ufuklar katıyorsa ne ala.

Yeni albümünüzde ciddi bir okuma altyapısı gözüküyor? Ayrıca kapak 60’lı yılları andırıyor? Bunun özel bir anlamı var mı?

Aslında bu albümde o kadar değerli kişilerin katkısı var ki, zaten iyi bir albüm olacağı ortadaydı. Makamlara yer verdik ve bunlar benim sesimle örtüşen makamlar dolayısıyla belli bir uyum yakaladık diyebirim. Zaten “Herire”yi güzel yorumlamamak mümkün değil çünkü şarkının kendisi harika. “Pawanekani” en sevdiğim makamlardan biri olan hicaz makamında. Metin Kemal’lerin “Fadima”sı ve “Xıdo” da gerçekten harika şarkılar. “Kime ez”  aramıza yeni katılan genç bir Kürt müzisyeni, sevgili Jan’a ait. O da yakında bir albüm çıkaracak zaten, Umut vaat eden bir Kürt müzisyeni. Söz ve müziği bana ait olan bir şarkı ve sözü bana ait olan “Mare” gibi şarkılar var. Hem modern hem de geleneksel şarkılar var; bunlar arasında bir “sound” ortaklığı yakalamaya çalıştık. Üzerinde bayağı çalışılmış bir albüm Herîrê. Kapağın bu tarzda olması da görsel açıdan bir hoşluk olur diye düşündük; kapak çalışmasının sanat danışmanlığını Baran Uğurlu yaptı. Fotograflar Orhan Cem Çetin tarafından çekildi. Kapak grafiğini de Eyüp Yurtsever hazırladı.  İyi bir ortak çalışmamız oldu.

Kürt müzik grupları eskiden, kaynak kıtlığından şikayet ediyordu? Sizce bu gün, bu bahane halen geçerli mi? Sartre’dan Nietzsche’ye kadar bir sürü kaynak Kürtçe’ye rahatça çevrilebiliyor. Rilke’nin şiirleri Kürtçeye çevrilip beste yapılamaz mı?

Kürt müziği zengin bir kaynağa sahip zaten, dört lehçesi olan bir dilden ve Ortadoğu’nun deneyim zenginliğinden geçmiş bir kültür elimizin altında. Lakin dediğiniz gibi Batılı kaynaklar yararlanmak için nitelikli çevirilerin yapılması gerekir, ki bu da ketlenmiş bir dil olarak Kürt dilinin genel bir dil beğenisi yaratacak şekilde yeniden ele geçirilmesini gerektirir. Gerek çeviri gerekse dil alanında çok değerli çalışmalar yapılıyor, fakat unuttuğumuz bu dili bizzat iyi öğrenerek kullanmamız gerekiyor her şeyden önce. Onu tekrardan hayatımıza katmamız , buna çalışmamız gerekiyor.

Kürt Müziği’nin baskılar altında olduğu muhakkak. Daha önce de demiştiniz, ”konser veremiyoruz” diye. Bunun suçu kimde? Başbakan’da mı, Cumhurbaşkanı’nda mı yoksa belediyelerde mi? yoksa Kürt müzik gruplarında mı?

Türkiye’de konser yapma hakkımız olmadığı için, Kürt müzisyenler siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin etkinliklerine, hatta düğünlere gitmek, buralardan aldıkları kısıtlı paralarla geçinmek durumundalar. Yani profesyonel bir hayattan çok, karşılıklı bir yardımseverlik durumuna mahkûmlar; tabii hem müzisyenler hem dinleyenler için acı bir durum bu. Türkiye de 30 milyonu aşkın Kürt yaşıyor, aynı basını aynı medyayı takip ediyorlar, aynı havayı soluyorlar. Bu mecralarda, yani kamusal alanda kendi sanatçılarını görmek onların da hakkı, bunu söylemek zorunda olmak bile bir ülkenin utanç kaynağıdır. Bu hak yıllardır ellerinden alınmış. Sürgünde olanlar memleket, anne baba özlemiyle yaşlandılar. Türkiye’de yaşayanlar da ne yazık ki geçimin kısır döngüsündeler. Bu konuda devletin derhal önyargıları kıracak adımlar atması gerekiyor. Sanatçılar olarak da bizim bu konuda irade ortaya koyup, yol gösterici davranmamız, mücadele etmemiz gerek. Bunun yanında, belediyelere ve konser salonlarına da bir yazı gitmelidir ki, Kürt sanatçılar da buralarda dinleyicileriyle buluşabilsin. Yıllarca gittiğim her etkinlik için, savcılıktan sabıka kaydı almak zorunda kaldım. Bu eskiden gazinolara ve meyhanelere girmek için sabıka kaydı istenmesi gibi bir şey. Kürt sanatçıların bu yer altı hayatına bir son verilmelidir. Halihazırda epeyce bir dinleyici kitlesine sahip olan bu insanlar artık kamusal alanda görünür olmalı, müziği yarı gayrimeşru bir atmosferde yapmak zorunda bırakılmamalıdır.

Kürt Müzisyenler’in bazıları yeterli okumalar yapmadan beste, güfte işine giriyor. Fakat bu Türkçe müziğin bir ‘varyantı’ olma dışında bir işlev görmüyor. Bunun nasıl açıklayacağız?

Yine modernliğe gecikmişlikle ilgili bir mesele; Türk ulusunun modern inşasında nasıl Batı bir model arz etmişse, bugün modernleşmeye çalışan Kürt ulusunun inşasında da bir üst-model olarak Türkler var. Bu kültürün her alanına olduğu gibi, müzikte de bir nevi “model alma”ya, hatta taklitçiliğe bel veriyor. Ama dediğim gibi, ben hem modeline, hem de kendisine daha sorgulayıcı yaklaşan bir yaklaşımın ortaya çıkacağına inanıyorum, ki müzik alanında Türk müziği modelinin cazibesine kapılmayıp, kendi hattında ilerleyen özgün Kürt müziği çalışmalarına imza atanlar var.

on5yirmi5.com