All dergisi ekibi, hayatını “kara mizah” olarak tarif eden Can Bonomo’yla bir araya geldi, ekşi-tatlı hayatı, aşkı, müzikle aralarındaki bağı ve Eurovision’u konuştu.
Eurovision sizi korkutuyor mu?
– Hayır, neden korkutsun? Altından kalkamayacağımız bir şey olduğunu düşünseydik zaten kabul etmezdik. Bu bir yemek yapma yarışması değil ki, müzik yarışması. Ben de müzisyenim.
Şarkıyla ilgili aldığınız en ilginç yorum ne oldu?
– Anneannem “Sen mi yaptın bunu?” dedi.
Daha önce Eurovision’u izler miydiniz?
– Hayır. 1987 doğumluyum. Bizimki Eurovision’a nail olamamış bir jenerasyon. Yarışmak için seçilmeseydim belki hâlâ seyretmiyor olurdum.
Kaçıncı olacağız?
– Yedi ya da sekiz oluruz; böyle mi cevap vereceğim? Bunu yarışma olarak değil de her ülkenin kendi bayrağını, kendi kültürünü temsil edeceği, birlikte kardeş kardeş üçer dakika şarkı söyleyeceği bir olay olarak düşünmek lazım. Biri birinci, biri beşinci, biri onuncu olacak ama nihayetinde müziktir oradaki esas olay.
BABAM ŞARKILARIMI EĞRETİ BULUYORMUŞ
Bir röportajda babanızın ilk başta Eurovision’a izleyici olarak gideceğinizi sandığını söylemiştiniz. Türkiye’yi temsil edeceğinizi öğrendikten sonra ne tepki verdi?
– Çok sevindi. Destekliyor. Babam aslında Eurovision’a seçilene kadar benim şarkılarımı beğenmiyordu. Eğreti buluyormuş. şimdi şimdi dinlemeye başladı. O sadece Türk sanat müziği dinler. Dedem zaten TRT korosunda vokalistlik yapmış.
Şu anda hayatınızda Eurovision’dan daha heyecanlı bir şey var mı?
– The Shins’in yeni çıkacak olan albümü için çok heyecanlıyım. Bu albümü beş yıldır bekliyorum.
Müzisyen olacağınız çocukken ilk kez nasıl hissedilmeye başlandı?
– 3,5 yaşındayken annem bana kurulabilir balerin almış. Onu kurmasıyla ben sol, do minör, fa demişim…
Bu gerçek değil herhalde!
– Tamam gerçek hikayeyi anlatıyorum. Bizim apartman komşumuzun gitar çalan bir oğlu vardı. Ona çok özeniyordum. Beni müzik konusunda o yüreklendirdi. Sekiz yaşımda gitara başladım. Sonra da çok çalıştım.
ŞİİR YAZIP KIZLARIN SIRASINA BIRAKIRDIM
Yazdığınız sözler, alışkın olduklarımızdan çok farklı… Bunlar nereden aklınıza geliyor, nasıl bir hayal gücünüz var?
– Küçük yaşlardan beri edebiyata çok düşkün olmamdan dolayı olabilir. Çocukken de çok okurdum. Yazmaya da meraklıydım. Çok kötü şiirler yazardım çocuk aklıyla.
Neyle ilgili mesela kötü şiirler?
– Doğaya bir takım güzellemeler. Ağaca çiçeğe, pastoral, lirik çalışmalar.
Kızlara?
– Kızlara da var canım. Üstelik kızlara bırakmalı şiirler yazıyordum. Yazıyorsun sonra sırasına bırakıyorsun. Arkadaşlarıma da yazardım ama.
Zaten tüm kliplerinizde arkadaşlarınızı oynatıyorsunuz. Onlarlayken mi iyi hissediyorsunuz?
– Klip çekerken 23-24 saat durmadan çalışıyoruz. Arkadaşlarımla olduğum zaman yorulmuyorum. 20 sene sonra baktığımız zaman beraber böyle bir iş yapmış olacağız. Bence bu müthiş bir şey. Belki çocuklarımıza göstereceğiz “Bakın bunu yapmıştık” diye.
Eurovision’a da geliyorlar mı desteklemeye?
– Tabii ki, bilet aldı hepsi.
1970’LERDEKİ RETRO ŞÖHRETLER GİBİYİM
Yarışmayla beraber ününüz çok arttı. Daha butik bir müzisyenken isminizin bu kadar büyümesi sizi nasıl etkiliyor?
– Ne rahatsız ediyor ne de hoşuma gidiyor, nötrüm. Bütün bunlara dışarıdan objektif bir gözle baktığım zaman 1970’lerdeki retro şöhretler gibi hissettiriyor bana. Bir gecede şöhret olunan dönemlerde gibi hissediyorum. Ben yaptığım işi öncelikle kendim için sonra sanat için yapıyorum. Yaptıktan sonra paylaşmak sanatı gerçek kılar. Sanatımı ne kadar çok kişiyle paylaşırsam, sanat için o kadar değerli olur. O yüzden mutluyum.
“İstanbul şarkıları” diye bir tanımlamanız var şarkılarınız için.
– Bu aslında basit bir betimlemeydi. Hikayesi de çok absürd. Myspace’de müziğimizi yayınlayacaktık. Tarzımızı seçmemiz gerekiyordu. Ne seçeceğiz? Rock, eklektik, caz, alternatif, experimental? Neyiz biz, nasıl anlatacağız müziğimizi diye düşünürken, “Kısaca İstanbul müziği diyelim” dedik. Yoksa “İstanbul’a ne babalar ne müzikler yaptı. Size mi kaldı oğlum İstanbul müziği yapmak!” derler adama.
İSTANBUL’DA BÜYÜSEM HIRSIZ OLABİLİRDİM
Kendinizi İstanbul’a ait hissediyor musunuz?
– Hiçbir yere ait hissetmiyorum. Aidiyet duygusu zaten çok sakat bir şey. Ya sen bir şeyi terk edersin ya da o seni terk eder. Ama ızmir’de büyümüş olmaktan dolayı mutluyum. Çok kompakt bir yer. İstanbul’da büyüseydim sanatçı olamazdım. Belki hırsız olurdum, belki mağazada çalışırdım. ızmir beni çok törpüledi.
Hiç doğup büyüdüğünüz İzmir’e dair özlediğiniz şeyler var mı?
– Var. Ailem ve boyoz.
İzmir’e şarkı yazdınız mı?
– Şarkı değil ama şiir yazmışımdır.
Hiç bir kadına şarkı yazdınız mı?
– Tabii ki yazdım. Kime yazacağım başka?
Aşk ne hissettirir size?
– Böyle karın boşluğunda yoğun bir kelebek! Bilmiyorum tarif edilebilir bir şey değil.
25 yıllık hayatınızı özetleyen bir film çekilecek olsa türü ne olurdu?
– Kara mizah. Çünkü bazı şeyleri çok istemeden, elimde olmadan çok yoğun ve hızlandırılmış bir şekilde yaşamak, bana aslında gerçek olmayan, nereye baksan yapay hatta illüzyon denebilecek bir olgunluk getirdi. Bu aslında hayatın bana verdiği bir sanrı. Kesinlikle olgunlaşmak ya da yaşlanmak değil. Ama vücudum kendini buna ikna etti. Öte yandan 24 yaşındayım ve çok eğlenceli bir hayat yaşıyorum. Bu da komik kısmı.
KAHVALTI HAZIRLADIĞIM BİR KIZ ARKADAŞIM YOK
Acıkınca ne yaparsınız?
– Yemek pişirmeye üşenirsem sebze haşlıyorum. Cihangir’de her yer Çin lokantası. O yüzden pişirmek en iyisi bence.
Kahvaltı için favori mekanınız?
– Karaköy Namlı’ya çok gidiyorum. Cihangir’de Kahve Altı diye bir yer var, oranın da kahvaltısı çok güzel. Ama evde kahvaltı yapmayı da çok severim kendi başıma değilsem… Neyse bu çok özel oldu.
Kahvaltı hazırladığınız bir kız arkadaşınız mı var?
– Yok yok.
Hürriyet