Murathan Mungan Müslüm’ü dinlediyse aferin

Sanatçılar
Engin Dinç’in röportajı Müslüm Gürses’in vefatıyla müzik dünyamızda koca bir boşluk daha açıldı. Arabesk müziğin Müslüm Baba’sı ezilmişlerin, altta kalanların, horlanmışların, dışlan...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı

Müslüm Gürses’in vefatıyla müzik dünyamızda koca bir boşluk daha açıldı. Arabesk müziğin Müslüm Baba’sı ezilmişlerin, altta kalanların, horlanmışların, dışlanmışların sesi oldu uzun bir süre… Sonra ne olduysa oldu ve medyamız Müslüm Baba’yı keşfetti. Hatta Müslüm Gürses bu ilgiyi görünce ‘biz ne olmuşuz da haberimiz yok’ deyivermişti. Sonraki yıllar onun için medyada daha fazla yer aldığı yıllar oldu. Kültür endüstrisi onu keşfetmişti bir kere… Kimlerle birlikte çalışmadı ki… Murathan Mungan’ın sözlerini yazdığı şarkıları söyledi mesela… Rock ya da pop şarkılar söyledi. Müslüm Baba bu şarkıları söyledi ama daha önce kimse bu şarkıları onun gibi söyleyememişti. Peki Müslüm Gürses’i bu derece etkili ve kendine özgü kılan neydi? Müslüm Gürses’in trajedi dolu hayatını, müziğini ve bunun toplumsal yansımalarını, son baskısı Ferfir Yayınları’ndan çıkan “Arabesk ve Müslüm Gürses” isimli kitabı Nuran Erol Işık’la beraber kaleme alan Yard. Doç. Dr. Caner Işık’la konuştuk.

Müslüm Gürses, arabesk müziğin çok önemli bir temsilcisiydi. Öncelikle Müslüm Gürses’i daha iyi anlamak için arabesk müziğin doğduğu toplumsal şartlar hakkında bilgi verir misiniz? 
Tanzimat’la birlikte başlayan Batılılaşma macerası, Osmanlı’nın yaşadığı kültürel dünya, Cumhuriyet sonrasında dar bir alanda Türk kimliğinin oluşma süreçleri, modernleşme süreçleri, kentleşme, göç, 80’lerden sonra yaşanan küreselleşme, tek kutuplu dünyaya geçiş ve bu süreçlerin içindeki Türkiye’nin konumuyla alakalı arabesk. Arabeski anlamak için ben size böyle bir toplumsal tarih anlatmayacağım. Arabeski anlamak demek aslında Türk kültür tarihinin, Anadolu coğrafyasındaki görünümünü anlamak demektir. Niye böyle iddialı bir şey söylüyorum? Çünkü aslında arabesk kültür, halkın kendisini kültürel temelde ifade ettiği ve hiçbir dış ideolojik yaptırımlarla şekillenmeyen, kendi iç dinamikleriyle şekillenen tek kültürel durum. Ne demek istiyorum? Bu toplumun değişmesi ve kültürel olarak gelişmesi sürecinde Cumhuriyet’le birlikte bir devrim yapılıyor ve hızlı bir şekilde Batılılaşma süreci içine giriyoruz. Ama bunun öncesinde kültürel dünyamızda çok köklü bir Osmanlı geleneği ve İslam kültür geleneği hakim. Aslında Batılılaşma ile birlikte farklı bir anlamda İslam’a da dönüş yapıyoruz. Yani aklı egemen kılan İslam dini, toplumsal hayatta akıldan yoksun bir hale gelmişti. Cumhuriyet’le birlikte bu akla davet de sağlandı. Sonuçta toplumun farklı kesimlerinin her türlü kültürel algılayışına müdahale edildi. Bu inanç dünyasının organize edilmesinden tutun, kültürel hayatın her alanının organize edilmesine kadar sürdü. Bu organize ediliş halkın doğrudan talep ettiği bir şey değil. Aslında bu durum halka dair iyi bir şey yaptığını düşünen ve iddia eden bir grubun veya aydınların tekelindeydi. Bunu yaptılar ve bu toplumun asli olarak aydınlanmasının önünü açtılar. Bu belli bir zaman sonra bazı sektelere uğradı ve başka elitler, başka müdahaleler yapmaya başladı. Bizim siyaseten düşündüğümüz her şey bir elitizme dönüştü. Örneğin milliyetçilik yaptık, elitist bir milliyetçilik yaptık. Sosyalistlik yaptık, elitist bir sosyalistlik yaptık. Yani işçi sınıfını bilinçlendirmeye çıktık. Türklüğü millete öğretmeye çıktık. Dindarlık yaptık, elitist bir dindarlık yaptık. Millete dinini öğretmeye çalıştık. Bütün iktidar grupları bir şekilde kendine bir grup yaratma sevdası içindeyken halk aslında maruz kaldığı bu müdahalelere karşı kendiliğinden bir tepki oluşturdu. Ama bu, ‘şunlara bir tepki oluşturalım’ diye oluşmuş bir tepki değil. Kendiliğinden oluşmuş bir şey.

Bir eviniz var, evinizin içinde kendinizce yaşamak istiyorsunuz ama dışarıdan size sürekli bir müdahale yapılmaya çalışılıyor. Burada bir karmaşa ortaya çıktı. Yeni kente gelenler; alt sınıflar, alt orta sınıflar kente uyum sağlama sürecinde ciddi sıkıntılar yaşadılar. Bu sıkıntılar umutsuzluk, karamsarlık, acı, isyan ve keder duygularıyla iç içe harmanlanarak karşımıza çıktı. Sonuçta da bu kaosu, karmaşayı anlatan insanlar ortaya çıktı. Bu insanlar dolmuşlarda, kentin varoşlarında, kentin içinde bir şekilde bu sözleri aktardılar. Ama bu sözleri geleneklerinden getirdikleri formlarla aktardılar. Örneğin arabesk şarkıların birçoğu ‘koşma’ tarzında yazılır. Yani aslında halk şiiri tekniği kullanılır. Birçoğu ‘on birlik hece ölçüsü’yle yazılır. Beş kıtadır ama şarkı olduğu için üç kıta kullanılır. Murathan Mungan’ın daha sonra yaptıkları şarkı sözlerinden bahsetmiyorum. Ali Tekintüre’nin, Ahmet Selçuk İlkan’ın, Gönül Şen’in, Fethi Demir’in yazdığı şarkı sözlerinden bahsediyorum. Yani Müslüm’ü Müslüm yapan şarkı sözleri… Bu dertleri anlattılar, halkın yaşantılarını anlattılar. Halk edebiyatı, yani âşıklar nereye gitti diye soruyoruz ya, işte böyle devam etti. Tamam, âşıklık geleneği bitti. Şeref Taşlıova’ya ‘Yaşayan Kültür Hazinesi Ödülü’nü verdik ve onu yaşayan kültür hazinesi olarak seçtik ama Şeref Taşlıova kendinden sonra kaç âşık yetiştirebilecek? Böyle bir ortam var mı? Kent içinde ortaya çıkmış olan bu kültürel durum, aslında âşıklık geleneğinin farklı bir şekilde yaşanmasını anlatıyor.

Kısacası şunu demek istiyorum: Biz tarihsel şahsiyetleri geçmişte dondurarak günümüzdeki bakış açımızla anlamaya çalışıyoruz. Örneğin Yunus Emre’yi şu an durduğumuz yere, inançlarımıza, beklentilerimize göre anlamaya çalışırız. Bu anlamda en iyi örneklerden biri İskender Pala’nın Od romanıdır. Tamamen istediği gibi kurmuştur Yunus’u. Ben olsam Yunus’u buradaki varoşlara sokardım. Arabeskçilerin arasında dolaştırırdım. Bu kültürün içinde anlamaya çalışırdım. Dini bir grubun içine koyup da, bir dergâhta yetişmiş bir adam yapmazdım. Yunus, Karacaoğlan veya Köroğlu, yani geleneği olan kültürel unsurlarımız hayatın içinde yetişiyor. Delikanlılık kimliği olarak Köroğlu, Dadaloğlu yaşıyor. Yar sevme, yar sevmede özen gösterme, dikkat gösterme ve sevdaya olan teslimiyette Karacaoğlan olarak yaşıyor. İmanda aşk, sadakat unsurunu en güzel biçimde yaşayabilme ve yaptığını fark edememe tevazuu da hayatın içinde Yunus Emre olarak yaşıyor. Halk kültüründe öyle bir kesinti yoktur. Kültür dediğimiz şey süreklidir ve yayılır. Sizin o gelenekle bağınız varsa yaşayabilirsiniz. Arabesk kültür de bu gelenekten köklerini alır. İşin tarihsel, sosyolojik durumlarına girmeye çok gerek yok. 

Müslüm Gürses’in hayatı bir trajediyle başlıyor ve devam ediyor. Bu hayat şartları onun müziğini de etkilemiş midir?
Müslüm Gürses’in hayatıyla ilgili anlatabileceğim şeyler var, anlatamayacağım şeyler var. Anlatamayacaklarımı anlatmam, hatırasına saygısızlık olur. Kötü şeyler değil bunlar, gerek yok.

Yaşadığı bu trajedilerin hayatını nasıl etkilediği, hayatına yön verirken kendisini nasıl etkilediğini öğrenmek istiyorum. Fakirlik içinde bir hayatı olan Müslüm Gürses’in, annesi babası tarafından öldürülüyor. Hani bildiğimiz anlamda gariban bir insanın farklı bir formda eser verecekken arabeskle buluşmasında bunların bir etkisi var mıdır?
Size bir şey söyleyeyim, Müslüm’ün zamanında Müslüm gibi beş yüz tane Müslüm vardır. Ama 499’u heba olmuştur. Müslüm ise o kanaldan yol bulmuştur. Barlara pavyonlara gidelim, Müslüm gibi güzel sesli o kadar insan vardır ki… Ama onlar oralarda heba olacaklar. 40-50 yaşına geldiği zaman büyük ihtimalle karaciğer problemi nedeniyle veya bir kurşunla ölüp gidecek. Müslüm burada, yaşayabilen olandır. Bizim karşımıza kadar çıkmıştır. Ama Müslüm ortaya çıkarken de 500 tanesi telef olmuştur. Müslüm Gürses, birinin ortaya çıkıp da onun elinden tuttuğu ve “al bunu, senin işin rast gitsin” deyip ortaya çıkardığı bir adam değildir. Ezilmiş, yokluklar, ciddi sıkıntılar çekmiş ve bunları yaparken de aslında hep o içindeki sesi dinleyerek hareket etmiştir.

Öncelikle Müslüm Gürses hayatının her devresinde dürüsttür. Hayatının her devresinde açgözlü değildir, mazlumun yanındadır, paraya minnet etmemiştir. Bu değerlerle bu hayatın içinde kalabilmek aslında başka bir başarıdır. Bu başarının tek taşıyıcıları da o beğenilmeyen, kara kuru kalabalık denilen Müslümcülerdir. Müslümcüler o karanlığın içinde Müslüm Gürses’i tutmuştur. Müslüm de o tutmanın karşılığını, onların dertlerini anlatarak vermiştir. Böyle böyle bunlar birbirlerini büyütmüş, daha sonra Müslüm Gürses olmuş, bir kişilik, bir karakter olmuş, ondan sonra da kültür endüstrisi bundan nemalanmak istemiştir. Medyaya düşmüştür, medyada bunlar anlatılmıştır. Murathan Mungan bir albüm yapmıştır. Sanki teveccüh etmiş gibi… Örneğin Murathan Mungan, Müslüm’ü dinlediyse aferin!.. Bu Müslüm’ün bir kazancı değildir, bu Murathan Mungan’ın bir kazancıdır. Ama medya bunu tam tersi şekilde göstermiştir. Çünkü karakter ve hayattaki duruş olarak Murathan Mungan’ın insanları ikna ettiği kültürel dünya ile Müslüm’ün ikna ettiği kültürel dünya arasında dağlar kadar fark vardır. Tamamen etik bir duruşu vardır Müslüm Gürses’in, Murathan Mungan’ın ise bireysel bir duruşu vardır. Bunlar çok önemli noktalar.

Muhterem Nur Hanım, Müslüm Gürses’ten 16 yaş büyük bir hanımefendi. Dürüstlük, kendi içinde bir ahlaklı duruş bağlamında düşünürsek 16 yaş kendinden büyük birisiyle evleniyor ve 27 yıl evli kalıyor. Bunun da Müslüm Gürses’in kişiliğini göstermesi açısından bir önemi var mı?
Bakın bu bile Müslüm Gürses’in nasıl bir adam olduğunun işaretidir. Müslüm’ün ortamında ilişkiler nasıldır? Kadınla yaşanabilecek ilişkiler, ‘Müslümcülük’ bağlamında sınırlı zaten… Bu sınırlılığa rağmen kendinden yaşça büyük biriyle evlenerek, maddi manada doyumlu bir ilişkinin işaretini vermiyor aslında. Tam bir ruh evlenmesi… Yani kadının yaşı büyük olduğu zaman bunu ruhsal bir destek gibi algılamakta daha fayda var. Eğer yaş gençse erkeğin şehvetini tolere etmek için olabilir. Ama yaş büyükse erkeğin şehvetini coşturacak bir şey değildir.

Müzik hayatının ilk yıllarında türkü söylüyordu, daha sonra arabesk dediğimiz bir müziğe yöneldi. Sizin az önce bahsettiğiniz kendine has dinleyici kitlesi de onu takip etti. Bu anlamda sizin kitabınızın arkasında da belirttiğiniz gibi dışlanmışların, mağdurların, altta kalmışların müziğini mi yapıyordu?
Başından beri öyleydi, onun kitlesi böyle bir kitleydi. Daha sonra da yine böyle şeyler anlattı Müslüm… Müslüm’ün aslında yaptığı, söylediği hiç değişmedi. Gittiği her yere kendi kokusunu, kendi ruhunu verdi. ‘Son pişmanlık neye yarar’ diye söylerken bile ona ruhunu katıyor. Duman söylerken, Asya söylerken başka, Müslüm söylerken başka… Müslüm’ün şöyle bir özelliği var; söylediği parça Müslüm’e ait oluyor. Hangi parçayı okursa ondan önce okuyanların hepsinin izi siliniyor. Hiç aklımıza Asya’nın söyleyişi geliyor mu?

12 Eylül’de arabesk müziğe yani Orhan Gencebay’a, Müslüm Gürses’e ve pek çok isme yasak vardı. Ama 90’larla birlikte özel medya kuruluşlarının ortaya çıkmasıyla birlikte Müslüm Gürses olsun Orhan Gencebay olsun medyada daha çok görünür hale geldi. Hatta Müslüm Gürses de bir konserinde ‘biz ne olmuşuz da haberimiz yok’ demişti. Medya neden 90’lı yıllarda arabeskçilere kapılarını açtı?
Özel televizyonlara geçildi, dünyada küreselleşme, ‘Amerikanlaşma’ vs. hep üst üste geldi. Siyaset daraldığı zaman kültür ön plana çıkar. Yani insan siyaset yapabildiği zaman kültür dünyası veya popüler kültür alanı bu kadar önemli olmaz. Ama siz insanların siyasal olarak yapıp ettiklerini kıstığınız zaman, insanlar kendilerini çaresiz ve etkin olamadıklarını düşündükleri zaman popüler kültür alanlarında etkili olmaya çalışırlar. Buralar ön plana çıkar. Yoksa insanlar iktidara oynar, siyasete oynar. Siyasetin içinde yer alır, ama siz insanların siyaset imkanlarını daralttığınız zaman kültürel alan, popüler kültür alanı etkin hale gelir.
 
Dolayısıyla Müslüm Gürses’in daha geniş kitleler tarafından sevilmesinin biraz da siyaset alanının daralmasının etkisi var. Öyle mi?
Siyaset, kültür alanını manipüle etmek ister. Sizin ürettiğiniz her türlü kaynağı, kendine çevirmeye, kendi içinde çevirmeye, kendine benzetmeye çalışıyor. Sahici hiçbir şeye tahammülleri yoktur iktidarların. Çünkü onlar için tek sahici şey güçtür. Yani aşk, iman, sevgi, bu tarz değerlerin hepsinin, edebiyatını çokça yaparlar ama aslında hiçbirine inanmazlar. İktidar sadece güçten beslenir. Başka duygulara hitap ettiğini söylese bile öyle değildir. Ben inanmıyorum, öyle olabileceğini düşünmüyorum.

Bu ilgi biraz karşılıklı oldu sanki. Medya Müslüm Gürses’e ilgi gösterdi, onu daha popüler hale getirdi, popüler kültürün bir ürünü haline getirdi ama Müslüm Gürses de onlara cevap verdi oldu. Sadece müzik programlarında değil, magazin programlarında da boy gösterdi. Mesela kadınların giyimlerini yorumlayan programlarda yer aldı. Neden böyle bir şey yaptı sizce?
Niye olmasın ki? Müslüm bu konuda bariyerleri olan bir insan değil. Ben bunu yapmam diyen bir insan değil. Hayatta onlar karşısına çıktı, o da onların içine girdi. Ama gittiği yere kendi olarak gitti. Mesele o… Gittiği yere onların istediği bir şekilde gitmedi. Kendi bildiği Müslüm olarak gitti, orada kaldı.

2000’li yıllarda sizin de söylediğiniz Murathan Mungan’ın sözlerini yazdığı şarkıları okudu. Bülent Ortaçgil’in Sensiz Olmaz’ını, Tarkan’ın, Teoman’ın şarkısını okudu. Mesela Murathan Mungan gibi bir şairi Müslüm Gürses’le buluşturan neydi?
Müslüm Gürses, bu ülkede, bu coğrafyada olan zamanla mayalanmış bir ürün, bir sonuç… Siz bu ürünü alıp, kendi bildiğiniz tarzda yorumlayarak kültür endüstrisinin bir parçası haline getiriyorsunuz. Yani Müslüm’e bir şey katmıyorsunuz aslında. Müslüm zaten olmuş, sonuçlanmış. Siz onu günümüzün beklentilerine uygun bir şekilde ambalajlıyorsunuz. O ambalaj içinde insanlara sunuyorsunuz. İnsanlara da o ambalaj hoş geliyor ve onun içinde tüketebiliyor. Sensiz Olmaz parçasından daha etkilidir Müslüm’ün ‘Müslüm klasikleri’… Buna rağmen Sensiz Olmaz daha çok çalınıyor. Ama Müslüm de Sensiz Olmaz parçasını Müslümce söylüyor.

Az önce, ‘Murathan Mungan’ın Müslüm Gürses’in söyleyeceği şarkılar yazması Müslüm Gürses’e bir şey katmaz. Müslüm Gürses daha toplumsal bir yerde, Murathan Mungan daha bireysel bir yerde durur’ demiştiniz. Bunu biraz açarsak neler söyleyebilirsiniz?
Bu açık, Müslüm Gürses’in ‘Müslümcü’ denilen bir kitlesi var ve bunun bir toplumsal, tarihsel karşılığı var. Murathan Mungan ise sanatçı, bireysel bir yaratıcı, bir edebiyatçı. Modern, bireysel bir şahsiyet. O bireysel sanatçılığını katmıştır Müslüm Gürses’in eserlerine. Onun o katkısıyla bu hale gelmiştir. Ama Ahmet Selçuk İlkan da, Ali Tekintüre de şarkı sözleri yazmışlardır, müzikler yapmışlardır Müslüm Gürses’e… Onlar başka bir şekil, başka bir şey vermişlerdir. Yani Ali Tekintüre’nin katkısından daha önemli değildir Murathan Mungan’ın katkısı. Benim takıldığım nokta burası. Ne güzel, keşke kültür dünyamızla uğraşan herkes bir şekilde bunlara katkı sunsaydı. Ama bunların birini diğerinden üstün tuttuğunuz zaman kabul edilemez. Özellikle Müslüm Gürses’i mayalayan, Müslüm Gürses’in kitlesiyle ilişki kurmasını sağlayan, yokluk günlerinde hep birlikte o kültürel ürünleri üreten insanların bence bu kültürel dünyada daha fazla zikredilmesi gerekir. Bu biraz Müslüm’ün tabiriyle, ‘vefasızlık’ olur. Müslüm de bunu yapmadı zaten. Murathan Mungan’la kaç kere oturup konuşmuştur. Belki o çalışma boyunca oturmuş konuşmuştur ama sonrasında o yine arkadaşlarıyla hayatını paylaşmıştır.

Bu anlamda Müslüm Gürses’i popüler bir figür olarak kullananlar onu kendini ait hissettiği kültürel alanından kopararak mı var etmek istemişlerdir?
Evet, bir anlamda öyle. O kültürel alanın içeriğini boşaltıyorsun, görüntüye çeviriyorsun, o görüntüyü de insanlara veriyorsun. ‘Al bu görüntüyü kullan’ diyorsun. Müslüm bu değil. Yani Yunus’un şu sözünü çok severim: ‘Ben ayımı yerde gördüm/gökyüzünde ne işin var/ Bana rahmet yerden yağar’ diyor. Yani herkes rahmetin kaynağını ötelerde atarken Yunus o açlık, o sefalet, o yoksulluk, o hastalıklar döneminde rahmetin yerden yağdığını fark etmiştir. Emek vererek, çalışarak, uğraşarak, didinerek bir şeyler oluşturulabilir. Yoksa yukarılara atarsan, yukarılara attığın şey her zaman masum şeyler olmayabilir. Arkanı birilerine yaslamaya çalışır, birilerinin bir şeyleri olmaya çalışırsın. Mutasavvıf kişiliği de vardır bu anlamda Müslüm’ün bence… Klasik bir din öğretisi içinde, bizim İslam akaidimiz içerisinde eleştirilebilir bir sürü duruşu, yaklaşımı vardır. Ama davranış, duruş, ahlak, hayatı kavrayış olarak garip bir mutasavvıf tarafı da vardır. Çünkü yoksulun, garibanın, düşmüşün, kimsesizin gerçekten kimsesidir Müslüm… Kitlesinden kopardığımız zaman Müslüm’ü anlayamayız. Müslüm’e yapılacak en büyük iyilik onun kitlesini anlamaktır. Bu ülkedeki yoksullukları, zulümleri, olumsuzlukları, düşkünlükleri, görmezden gelmişlikleri görmektir. Müslüm bunları öyle siyasi, ideolojik olarak eleştirmez. Çünkü o onun tarzı, bakış açısı değil. İdeolojiyle eleştirmek onun işi değil. İnsan öyle bir şeydir çünkü…  İnsan düşmüşün yanındadır, insan mazlumun yanındadır. Müslüm için vefa öyle bir şeydir, insan olmak öyle bir şeydir, halife olmak öyle bir şeydir.

İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur… Bu isimlerden Müslüm Gürses’i ayıran belli nüanslar var mı?
Temel olarak Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay kendi şarkılarını yazıp söyleyen insanlar. Müslüm Gürses şarkı sözü yazmaz. Yazsa da çok az. Kendisi müzik yapmaz, Müslüm Gürses yorumcudur ve iyi şarkı sözü bulur. İyi şarkı sözü yazanlarla çalışır ve onların eserlerini güzel yorumlar. Müslüm Gürses bunlar arasında farklıdır. Kitabımızda uzun uzun bunları anlatırken aslında diğerlerinin farklarını da anlatıyoruz. Bu sanatçılar arasında en altta kalmış, dışlanmışıdır, bu gruba yaşantı ve algılayış olarak en benzeyenidir. Ondan dolayı daha sahici bir ilişkisi vardır. Bu diğerlerinin sahici olmadığı anlamına gelmez. Sahici olmayan bir kişi arabeskte ‘babalık’ yapamaz. O dediğimiz temel bazı değerlerin hepsinde olması gerekir. Ama Müslüm’de bu çok daha klişe şeklindedir, sabittir.

Bugün işte bir ‘Orhan Baba’ var, ‘Müslüm Baba’ vefat etti. Aşık edebiyatında çok az insan kaldı. Geçenlerde Neşet Ertaş’ı kaybettik. Halk kültürünü ve bu anlamda mesela Müslüm Gürses’ten sonra Müslüm Gürses’in mirasını devam ettirecek bir akım ya da bir isim görüyor musunuz?
Onu göreceğiz, hayatın akışında göreceğiz. Müslüm bir daha olmaz, bir Yunus olmayacağı gibi, bir Karacaoğlan olmayacağı gibi… Geleneğin izleri olacak, arabeskin izleri olacak ama bir Neşet Ertaş yine olmayacak. Bir Ceza çıktı mesela, şarkı sözlerine dikkat ettiğiniz zaman çok ilginç şeyler söylüyor. Tutar mı, gelecekte böyle bir şey olabilir mi? Bilmiyorum, onu zaman gösterecek.

‘Baba’ olmaz ama bu sefer başka bir tip olarak karşımıza çıkar. Kuracağı kodlar bellidir; geleneği bilecek, geleneğe uygun ahlaka sahip olacak ve o inandığı biçimde yaşayacak. Bunu da insanlar görecek ve ona uyacak. Bu mayayı karıştırıp bundan bir sonuç çıkaran olur. Halkın içinde olacak, halk sürekli onu oylayacak. Bilimsel bir sanatçı yaratısıyla olmaz bu durum. Kafada kurulan bir sanatsal yaratıyla bu işin olması mümkün değil. Bunların geldiği kanal bu değil. Bunlar her yarattığı ürünün onayını halktan alırlar. Halka karşı hem bir aitlik, hem de bir bütünlük duygusu hissediyorlar. Yargılayıcı olmaz bunlar, hep bütünleştirici, birleştirici, kapsayıcı bir duruşları vardır. Kendini herhangi bir şeyin bir parçası gibi hisseden biri halkın adamı olmaz. Bu ideolojiler için gerekli, tarikatlar için gerekli, büyük siyasal projeler için gereklidir. Bir yerin adamı olan halkın adamı olmaz. Bizim geleneğimizden gelen kültür budur… 

on5yirmi5.com