Özgün müziğin önemli seslerinden Suavi, uzun bir süredir hasta olan İzmir’deki annesinin yanındaydı. İstanbul’a döner dönmez ayağının tozuyla stüdyo çalışmalarına başladı. Birkaç ay içinde yeni albümünü piyasaya çıkaracak olan sanatçı, aralarında Drama Köprüsü, Allı Turnam, Çanakkale ve Dersim’in de bulunduğu 15 anonim türkü seslendirecek.
Uzun bir süredir hasta olan annenizin yanındaydınız. Şimdi sağlık durumu nasıl?
Yaşına bağlı olarak bazı sorunları var. Maalesef şu an yatalak durumda. Dilerim tez zamanda kendini toparlar.
Her evlat için ‘anne’ farklı bir yerdedir. Siz annenizi nasıl bir yere koyuyorsunuz?
Benim annemle ilişkim bir sırdaş, bir yoldaş, bir arkadaş ilişkisi oldu hep. Babamı kaybettiğimde çok gençtim ve polis tarafından aranıyordum. Annemin evi sürekli basılır, darmadağın edilirdi.
Sık sık ev mi değiştiriyordunuz o yıllarda?
Zaten eve uğrayamıyordum. Annemle Ankara’nın farklı parklarında buluşurduk. O bankın bir ucuna oturur, ben diğer bir ucuna otururdum. Birbirimizin yüzüne bile bakamazdık. Ben nereye gittiğimi, nerede kaldığımı anneme hiç söylemezdim.
Neler yaşadınız 12 Eylül öncesinde?
Darbe öncesi sürekli şehir değiştirmek zorunda kalıyordum. Gün geldi Konya’ya gittim, gün geldi Eskişehir’e gittim. Kütahya’da yaşadım. Bir taraftan müzik hayatıma devam ediyordum. Her konserimde takma ad kullanıyordum. Sendikacılık faaliyetlerine de ara vermiyorum. Geriye dönüp baktığımda, bizim o gün yaşadıklarımız bugün bazılarına ‘dinozor anlatıları’ olarak geliyor.
Darbe olduğunda neredeydiniz?
12 Eylül’de ben askerdim. Sakıncalı bir askerdim. Hem sosyal hem de çalışkan biriydim. Aynı zamanda ilkeliydim. Bazıları bu insan tipine karşıydı o günlerde. Ben tam bağımsızlıktan yana taraftım. Bunu bir Kemalist kaygıyla söylemiyorum. Bugünkü siyasî çizgi itibarıyla isimlerini saymak istemediğim ama bir sapkınlığa doğru eğildikleri konusunda hiç kuşkum olmayan insanların söylemlerine atıfta bulunmak için de tekrarlamıyorum.
Ulusalcılıktan mı bahsediyorsunuz?
Altını kalın kalın çizerek bir şey söylemiyorum. Derdimi çok iyi anlattığımı düşünüyorum. O günkü tam bağımsız Türkiye sloganı bugünkünden çok daha anlamlıydı.
Bugünkü ulusalcılık akımının farkı ne?
Eğer bir ideoloji evrensellikten yana tavır almıyorsa giderek ırkçılık çizgisine doğru kayma tehlikesinden kurtulamaz. Ulusalcılık bugün cilalanarak pompalanıyor. Darbeye tekrar gelirsek. 21 Eylül 1980’da sürpriz bir şekilde tezkeremi verdiler. Dışarıdakilerle uğraşmaktan bizi gözden kaçırdılar sanırım! Hemen o akşam Kütahya’yı terk ettim ve Ege’de bir sahil kasabasına yerleştim.
Yurt dışına mı kaçmayı planlıyordunuz?
Kesinlikle. Annemi aradım. Bana, ‘Sakın buraya gelme.’ dedi. Ben mesajı aldım tabii. Uzun bir süre Ankara’ya adım atmadım.
12 Eylül referandumu sonrasında darbecilere yargı yolunun açılması sizi rahatlattı mı?
Ben, ‘Yetmez ema evet’çilerden hiç olmadım. Amacım bir polemik oluşturmak değil. Toplumun lehine olan maddeleri göz önünde bulundurduğumda pembe bir tablo gözlemlemiyorum. O yüzden ‘hayır’cılardan oldum ve hâlâ bu görüşteyim.
Darbecilerin yargılanacak olması çok somut bir gelişme değil mi demokrasi adına?
Ben olaya buradan bakmıyorum. Ben niyete bakıyorum. Yapılan değişiklikler bana göre sistematik bir aldatmacanın ürünü.
Çok tersten yapılmış bir niyet okuması değil mi bu yorumunuz?
12 Eylül’le hesaplaşmak demek antidemokratik tüm kavramlarla hesaplaşmak demektir. Bu iş bugün azıcık bundan, azıcık şundan demekle olmaz. AK Parti’nin meşruiyetini sorgulamıyorum. Benim buradaki eleştirim aynı zamanda sol partilere de. Kendimi de sorguluyor, eleştiriyorum.
Nasıl bir eleştiri bu?
İnsanların matematiksel anlamda AK Parti’ye niçin bu kadar oy verdiği noktasında kendimi eleştiriyorum. Ne yaparsak tekrar solun oylarını artırabiliriz meselesini sorguluyorum. Sol hâlâ paramparça. Yan yana gelip çoğalamıyoruz. Hâlâ küçük küçük yapılarız.
Bu yorumunuzu göz önünde bulundurarak CHP’nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vahim buluyorum. En büyük kanıtı parti içi demokrasinin bulunmaması. İl başkanlarını, milletvekili adaylarını, parti kadrolarını ve genel başkan yardımcılarını özgür ve demokratik olarak seçemeyen bir CHP var.
Asla cumhuriyet mitingi takipçisi olmadım
Neden sürekli kaynıyor sizce CHP?
Kemalizm ve elitizme dayanan açmazlar var. Elitist bir kadro oturdukları yerden halkı anlayamıyor. Ben hiçbir yere ait değilim. Benim çerçevem evrensellikten yana. Türbanın üniversitelerde serbest bırakılması eylemlerinde de vardım. Ama türbanın iktidara gelme tehlikesi karşısında düzenlenen eylemlere de katıldım.
Cumhuriyet mitinglerinden mi bahsediyorsunuz?
Hayır. Cumhuriyet mitingleri bu anlamda bir ayıptır. Homojen bir yapı değildi bu eylemler. MHP de vardı. Sadece AK Parti karşıtlığı üzerine kurulmuştu. Ben AK Parti karşıtlığı üzerinden bir şey söylemiyorum.
Ama o dönemde Denizli’de bir Cumhuriyet mitingine katılıp şarkı söylemediniz mi?
Hemen açıklık getireyim, Tolga Çandar beni aradı ve ricada bulundu. Kendisi Parlamento’ya girmek için mesai harcıyordu. Denizli konserini normalde o verecekti. Bana telefonda, ‘Yerime çıkar mısın?’ dedi. Ben asla bir Cumhuriyet mitingi takipçisi olmadım. Önüme trilyonlar da koysanız olmam. 10. Yıl Marşı bile söylemedim mesela.
Ergenekon davası, özellikle solcular arasında bir turnusol kâğıdı vazifesi gördü. Bu konuda sizin duruşunuz ne?
Gerçek bir solcu Ergenekon’u kesinlikle alkışlamaz. Bizim kuşak için Ergenekon hep vardı. Bir ucu askere, bir ucu polise, bir ucu siyaset ve mafyaya dayanan bir yapı bu. Adı ne olursa olsun bir yapı var ve hâlâ bu yapı kırılabilmiş değil. Bizim çanımıza ot tıkadı. İşte gerçek sol ile ulusalcılık bu noktada ayrılıyor.
Ergenekon davası sürecinde CHP’nin takındığı tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence hem çelişkili hem de samimi değil. CHP’nin bugüne kadar yol alışıyla Ergenekon adına tutuklanan kimi şahsiyetler ilişkilendirildiğinde CHP’nin hangi kurumsal yapılarla bağlantılı olduğunu anlayabilirsiniz. CHP’nin ordu ile olan ilişkisi çok net. Hiçbir demokratik kurumda siviller resmî kişilerle bu kadar içli dışlı olamaz.
Bazı solcular sırf AK Parti karşıtı oldukları için Ergenekon sürecini görmezden gelmekle suçlandı bu süreçte. Siz bu eleştiriye katılıyor musunuz?
Kendinizi solcu görmeniz başka bir şey, sol dediğiniz değerleri doğru yerden kavrayıp ülkenin özgün şartlarına adapte edip yorumlayıp ve dünyayla paralellik kurmak başka bir şey. Doğru olan budur. Bunu kurgulayamayan insanın zaten sol bir değer üretme şansı yok. Dolayısıyla bence onlar solcu değil.
Siz, AK Parti karşıtlığının Ergenekon davasının önüne geçtiğini çevrenizde gözlemlediniz mi?
Tabii ki var bu algı. Ben bu algıyı iliklerime kadar hissettim. Zaman zaman güldüm zaman zaman da ‘Vah vah halk bunlara bakıp mı solculuğu tanımlayacak’ dediğim oldu. Bunlar kötü örnekler.
Ergenekon ile ilgili söylediğiniz bu sözleri göz önünde bulundurursak Oda TV adına düzenlenen bir yürüyüşe katılmanız çelişki değil mi?
Ahmet Şık’ı ben burada ayrı tutuyorum. Uzun yıllardır tanırım kendisini, halkın ve özgürlüklerin yanında olan bir insan. Ben, Oda TV için, Soner Yalçın, Yalçın Küçük için yürümüyorum. Bunun altını çizeyim.
Nil’in gücü beni rencide etmeye yetmez
İnsanlar sizi hep Nil Karaibrahimgil’in babası olarak biliyor. Bu yanlış anlaşılma ne zaman başladı?
Can sıkıcı bir mesele bu. Nil 5-6 yıl benim canımı yaktıktan sonra bu meseleyi yazdı. Nil, ‘Benim babam Suavi’ deyince herkes bana yöneldi. Ben durumun yanlış anlaşıldığını izah etmeye çalıştım. Babasını da tanırım. Nil’in ilk patavatsızlığı bu değil tabii. Neşet Ertaş ile de yakışıksız sözler sarf etmişti. Ben kendisine mektup yolladım. İyi dileklerimi ilettim.
Nil’in, ‘O sakallı benim babam değil’ tanımlaması sizi rencide etti mi?
Nil’in gücü beni rencide etmeye yetmez. Ben önemsediğim insanlardan rencide olurum.
Çarşı’danım, her şeye karşıyım!
Dışarıdan bakınca bohem bir hayat tarzınız var gibi algılanıyor. Nasıl geçiyor bir gününüz?
Ben bohem bir insan hiç olmadım. Çok çalışkan bir insanım. Güne çok erken başlarım. Mutlaka 6-7 gazete alır okurum. Dünya gündemini çok yakın takip ederim. Bazı derneklerde faaliyetlerim devam ediyor. Bir de müzik hayatım tabii.
Sigara içmeyen, dalgıçlık ve dağcılık sporlarıyla uğraşan bir Suavi. Biraz şaşırtıcı değil mi?
Ben buna karşıyım. Sanatçıysan bohem tarzda bir hayat yaşarsın, sigara içersin ve farklı kadınlarla görüntülenirsin… Hayranlarım, ‘Gerçekten sigara içmiyor musunuz?’ diye defalarca soruyor. Dalmak benim için 1976’dan bu yana bir tutku.
Futbolla aranız nasıl?
Bir dönem Kırıkkale’de oynadım. Benim babam da iyi bir topçuydu. Beşiktaş’ta oynadı. Ben de fanatik bir Beşiktaşlıyım. Çarşı’danım, üstelik her şeye karşıyım!
Tükenme adlı şarkınızdan ‘Gücüne güç katmaya geldik’ gibi kült bir Beşiktaş tezahuratı yapıldı. Hatta stadyumda çalınan şarkı oldu…
Şarkıyı ben seslendirmek istedim. Yetkililer bunu kabul etmediler. Benim derdim para olsa dava açardım. Ben art niyet olduğunu düşünmüyorum çünkü takımın başında bin bir türlü dert var.
Zaman