Üç Dilden Şahmaran Ezgileri

Albümler
İdris Avcı – Cihad Ekinci Ferfecir, Deniz Koydum Adını, Cemo ve Berivan gibi klasikleşen şarkılara imza atan Metin Kemal Kahraman Kardeşler, Şahmaran adlı bir albüm ve albümün yanında da bu efsa...
EMOJİLE

İdris Avcı – Cihad Ekinci

Ferfecir, Deniz Koydum Adını, Cemo ve Berivan gibi klasikleşen şarkılara imza atan Metin Kemal Kahraman Kardeşler, Şahmaran adlı bir albüm ve albümün yanında da bu efsaneyi anlatan bir kitapçık çıkardı. Kürtçe, Türkçe, Zazaca şarkılarıyla kendilerine müzik tarihinde haklı bir yer edinen Metin Kemal Kahraman, derlemeleriyle de bu alanda ne kadar başarılı olduklarını göstermişti. Biz de Metin Kahraman’la, Grup Yorum’dan başlayarak müzikal kariyerlerini, yeni albümleri Şahmaran’ı ve Şahmaran efsanesini ve derlemelerini konuştuk.

Grup Yorum’dan günümüze, müzik anlayışınızı ve tarzınızdaki değişim ve gelişmeleri nasıl değerlendirirsiniz?

Grup Yorum’u, 1984’te Ali Dağlar, Orhan Emek, Raşit Çetin ile birlikte Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda, yani bugunkü adıyla İletişim Fakültesi’nde kurduk. 12 Eylül’ün yarattığı sosyal yıkımı çok iyi görebiliyorduk. Amacımız, 12 Eylül’ün üniversitelerde yarattığı tahribata karşı nefes alınacak alanlar yaratmaktı. O dönem üniversitelerde, deyim yerindeyse, yaprak kımıldamıyordu. Buna karşı en az 50-60 gencin tartışmaları sonucu folklor, tiyatro ekipleri kurmayı da düşündük; ama sadece müzik grubumuz kalıcı oldu. Üniversitenin benimsemediği, kabul etmediği bir sosyal faaliyet alanı kurduk ve üniversite dışında çalışan ama üniversiteler arasında konserler veren bir müzik grubu haline geldik.

Sıyrılıp Gelen adlı albümümüzün iç kapağına baktığınızda “Ruhi Su ile başlayıp Livaneli ile devam eden çağdaş halk müziği sürecinde biz de varız” demiştik. Referanslarımız, onların çalışmalarıydı.

Daha sonra, Grup Yorum’dan ayrıldıktan sonra, kendi kültürümüze yöneldik. Öz kültürümüzün ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin de etkisiyle, dillerin sadece basit bir iletişim aracı olmadığını anladık ve dönüp kendi dilimizde derlemeler yapmaya başladık.

Anadolu’nun tamamı ilgi alanımızda olmasına rağmen, kültürümüz ve dilimiz yok olma tehlikesi yaşadığı için, dönemin tanıkları ve sanatçıları olarak bir sorumluluk yüklendik ve o günden sonra devasa bir arşiv oluşturduk. 400 saati görsel, 650 saati kaset olmak üzere 1000 küsur saatlik kayıt elde ettik.

Şahmaran projesinden devam edelim. Ne zaman ve nasıl bir yöntemle başladınız Şahmaran’a?

Beş yıldır Şahmaran üzerinde çalışıyoruz. Şahmaran’ı bugüne kadar birçok anlatıcı ve dengbêj, kendilerinden de bir şeyler katarak günümüze kadar taşımışlardır. Şahmaran’ın birçok versiyonu var yani. Mustafa Düzgün’ün, otuz yıl önce, Dersim’de Masayin Silêman adlı dededen derlediği versiyon hareket noktamız oldu. Bu Zazaca versiyon, bize öyle kapılar açtı ki; bu masalın Binbir Gece Masalları’nın da temeli olduğunu gördük. Masal içinde başka masallar başlayıp biterken, ana masal devam ediyor ve en son başa bağlanıyor. Yani yılanın ağzı, kuyruğuna gelecek şekilde bir daire oluyor. Dünya bir marla (yılan) halka edilmiştir yani.

Masaldaki mar figürünün özellikle seçilmiş olmasının nedeni nedir?

Yılan, varlığın temelinde var. Henüz hiç bir varlık yokken, mar duruyordu cennetin kapısında. Adem ile Havva, Kıble-i Rahman’dan cennete getiriliyor sonra. Şeytan, yılanın ağzından girip poposundan çıkarak cennete giriyor ve Adem ile Havva’ya yasak meyveyi yedirerek onların cennetten kovulmalarına neden oluyor.

Masalın içinde aynı zamanda bütün dinleri, inançları görebiliyoruz.

Evet, Şahmaran Mezopotamya’nın çok önemli dinî bir metnidir. Şahmaran’ın, aynı zamanda, bir dinler tarihi olması önemlidir. Yaradılıştan günümüze kadar bütün peygamberler yer alıyor içinde, hem de bilmediğimiz yanlarıyla…

Şahmaran efsanesinden hareketle, anlatıcıların veya dengbêjlerin kendilerinden bir şeyler kattıklarını söylediniz. Peki, bir anlatıcı olarak sizin kendinizden kattığınız bir şey oldu mu?

Hayır olmadı, olamaz da. Yazı ile gelen metinler var, bir de aktarıla aktarıla, bellekle gelenler var. Yazı yaşanılanları sabitler. Yazarsınız binlerce yıl kalabilir. Ama anlatıda, her bir anlatıcı, her bir şair yeniden kurar onu, kendinden bir şeyler katar. Rafine bir durum çıkar ortaya. Biz, halktan gelen kültürel değerlerimize; edebiyatta, sanatta, müzikte kullanılacak bir malzeme olarak bakamayız. Bu büyük bir tehlikedir. Bu ürünler yüzlerce dengbêj ve ozan üzerinden anlatılarak rafine olmuşlar. O yüzlerce dengbêj aşılabilir mi? Biz bu çalışmanın sonunda şunu yaptık: Kurmanci, Zazaki, Türkçe yani bütün versiyonlarından remiks yaptık. Hepsinin orijinalleri yayımlandı. Ancak diyelim ki masalın girişinde Camusa’nın hikâyeleri ağırlıktaysa ve Camusa hikâyeleri Dersim versiyonunda daha anlaşılır ise, oradan başlıyoruz. Diğer taraftan Belqiya hikâyeleri ( Mardin’de Şahmaran, Belqiya olarak da bilinir.) Mardin’de anlaşılır oluyorsa Mardin’den gelen versiyondan devam ediyor.

Dört renkten oluşuyor kitap. Yani hangi renkteyseniz, hangi versiyonunu okuduğunuzu da anlarsınız. Yapılan bütün sözlü tarih çalışmaları, hiçbir müdahale yapılmadan olduğu gibi lehçesine, ağız farklılıklarına varana dek yazıldı. Müziklerde, Dersim’deki yaşlı anlatıcı, Mardin’deki amca devreye giriyor, yer yer derlemeci arkadaşımız Canan, yer yer de ben ve Kemal giriyoruz. Bu masal, aynı zamanda, bir şiir kurgusuyla anlatılıyor. Müzikler üzerinden bir anlatım var. Bu da ayrı bir kurgu. Tabii aynı zamanda Şahmaran’ın bütün Anadolu’daki versiyonları, kadınların yaptığı Şahmaran nakışları, çerçeveler, masa örtüleri, duvar halıları vs. bunları da topladık.

Bu çalışmalardan ilk olarak Zazaca bir oyun çıktı. Kurumların tamamı bize destek olacak, önümüzü açacak diye düşündük; ama maalesef engellemelerle karşılaştık.

Bugüne kadarki çalışmalarınıza baktığımızda, daha mistik bir konjonktürde görüyoruz sizi. Derleme çalışmalarınızı toplayadığınız kitabın da mistik bir kitap olduğunu söyleyebiliriz. Bu, dünyanın mistisizme kaymasından kaynaklı bilinçli bir tercih mi?

Böyle bir misyon, böyle bir görevimiz yok. Biz, halkların kültürel değerlerine olduğu gibi saygı gösteririz. Biraz da mistik bir albüm, mistik bir kitap olsun diye çalışmayız; ama duaları, semahları, beyitleri, gülbandları bir araya getirir ve onları anlamaya çalışırız. Bizim amacımız, gördüğümüze inanmak değil, bu kişisel bir süreçtir ve bizi ilgilendirir. Bizim görevimiz, doğru anlamak ve olduğu gibi hiç bir zarar vermeden aktarmaktır. O yüzden biz oradan mistisizmi çıkaralım.

Anladığımız kadarıyla çalışma yönteminiz biraz da arkeologlara benziyor. Yani saklı olanı gün yüzüne çıkarmak…

Evet, aynen belirttiğiniz gibi. Örneğin; Aleviliğin kavramlarını ancak Kürtçeyi, Zazacayı bilerek daha iyi anlayabilirsiniz.

Dilbilim çevreleri bile böyle bir yanlış içerisinde. İşte bu sözlü tarih çalışmaları, Aleviliğin ne olduğunu daha net açığa çıkarıyor. Dillerin içerisindeki referanslar Sümerler’den, Hititler’den, Urartular’dan oluşuyor. [Taraf]