Sanatçı çalışmayı, acı çeken ve şiddet gören kadınlara adıyor ve ekliyor: "Erkekler, kadını rencide eden türküler söylenmesin."
Müziğe ve özellikle de türkülere ilginiz nasıl başladı?
Müzikle bağım küçükken babamın ve ağabeyimin teyplere koyduğu kasetleri dinlememle başladı. Türkü söylemeyi seviyorum. Belki hüzün insanı olduğum için, türküleri kendime çok yakın hissediyorum. Ancak bu, sadece türkü dinlediğim anlamına gelmiyor. Kendimi kötü hissettiğimde arabesk dinliyorum. Mutlu zamanlarımda oturup halay dinliyorum ya da kendim türkü yakıyorum.
İlk albümünüz ses getirdi. Bu ilgiyi bekliyor muydunuz?
Aslında her işte bir yanılma payı vardır. Dolayısıyla biz de ilk albümde bunu göz önünde bulundurmuştuk. Tabii ki bizi eleştirenler olacaktı. Ama birkaç olumsuz söylemin dışında çok olumsuz eleştiri almadım. Zira o dönemki şartlar da bunda etkili idi. Kürt açılımının olması, ‘bir dil yetmez’ sloganı ile yola çıkmamız ve albümümün on dilde olması belki de bu ilgiyi artırdı.
Yani ilginin asıl sebebi çok dilli söylemeniz…
Kesinlikle öyle. Coğrafyamız çok renkli. Ben Kürt’üm ama bu ülkede Ermeniler de var, Lazlar da. Aleviler de Sünniler de. Ülkemizdeki bu renkleri değerlendirmemiz gerekli.
Sizin on dilli bir açılım yaptığınız günlerde Türkiye’de gündem Kürt açılımıydı. Bu süreç hakkında Kürt bir sanatçı olarak ne düşünüyorsunuz?
Bizleri heyecanlandıran ve ümitlendiren bir durum oldu Kürt açılımı. Ama farklı sebeplerden dolayı biraz duraksadı. İnsan ümitleriyle yaşar. Ümit ediyorum iyi şeyler yaşanacak.
Bu süreçte sanatçı arkadaşınız Aynur’a bir konser sırasında bir saldırı gerçekleşti.
Tabii ki bu beni çok üzdü. Saldırıyı kınayanlar arasında ben de vardım. Ne olursa olsun siyasetle sanat birbirine karıştırılmamalı. Aynur, siyaset yapmak isteseydi başka bir yerde olurdu. Aynur çok sevilen bir sanatçı. Orada bir linç girişimine maruz kaldı ve asla hak etmiyordu. Açılım sürecine karşı çıkanlar belki bu şekilde süreci vurmaya çalıştılar. Ben bu tepkiyi çok kınadım.
Yeni albümünüzde kadınlar tarafından yakılan türküleri söylüyorsunuz. Türküleri neye göre seçtiniz?
Mümkün olduğunca herkesin bildiği türküleri seçmeye çalıştık. Biraz da az bilinen türkülere yer vermek istedik. Albüm tamamlandığında herkesin sevdiği, aynı zamanda aranjörlerin ruhunu kattığı eserler oldu. Neden bağlama yok diye soranlar oluyor. Çünkü bizim algımız şu: Türkü okunuyorsa bağlama da olmalı. Türkücünün hızması, dövmesi ve şalvarı olmalı. Bana, sen hiç türkücüye benzemiyorsun, diyorlar. Türkücü tipi nasıl olur? Türkücünün bir tipi var mı? Bu, önyargıların ve standardize etme çabalarının bir ürünü.
Türkçe söylemedin diye eleştiriler oldu mu?
Evet, parmakla sayılacak kadar az kimsenin bu tür soruları oldu. Ama Türkçe harici bir başka dilden türkü koymuş olsaydık başka bir dilden de türkü koymamız gerekiyordu. Ben Kürt’üm. Başka bir dilden okumam gerekseydi en azından bir Kürtçe türkü okumam gerekiyordu. Bu albümün Türkçe olmasına karar verdik. O yüzden aslı Ermenice olan Ninno adlı türküye Türkçe sözler yazıldı.
Erkekler tarafından söylenen bazı türkülerin kadınları yaraladığı dillendiriliyor.
Ben aslında erkekler tarafından üretilen bazı türkülerin söylenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bazı eserler kadınları rencide edebiliyor. En azından bu konuya duyarlı olan arkadaşların bu türküleri söylememesi gerekiyor. Mesela "Armut dalda, kız balkonda sallanır vay vay" ne demek. Ben bunu algılayamıyorum. İlla da bunlar bir kanunla yasaklansın veya sansürlensin demiyorum. En azından bizlere rol model olan ağabeylerimiz ve ablalarımız söylemesin.
Kadınlar günlük hayatta söyleyemediklerini türkülerde dile getirmiş sanırım…
Kadınlar seslerini nerede çok fazla seslendirebiliyorlar ki? Kadın sesini ya tarlada çalışırken ya bulaşık yıkarken ya da çocuk bakarken yükseltebiliyor. Bir de türkülerde ve şarkılarda yükseltebilecek. Kadınlar bir yerde bastırılmış.
Şiddet görmedim desem yalan olur
Albümünüz kadına şiddetin çokça konuşulduğu bir döneme denk geldi. Bu sorun için bir çözüm öneriniz var mı?
Bu konuda nasıl çözümler olur bilmiyorum ama kendi adıma bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulmuş olması bile sevindirici bir adım. Ayrıca Başbakan ve eşinin bu konu ile yakından ilgilenmesi de önemli.
Kadının ekonomik özgürlüğünü kazanması çözüm mü sizce?
Şiddetin sadece yoksul ailelerde olduğu gibi bir yanlış algı var. Bir profesör de şiddet görüyor. Kadınlar da sinirleniyor ama onlar şiddet uyguluyor mu? Yoksulluk olan kısmını kalkındıralım. Peki eğitimli tarafa ne yapacağız? O zaman eğitimimizi tekrar gözden geçirmeliyiz. Sıfırdan başlamak ve vicdanları eğitmek. Toplumumuzda şükür, sabır ve tevekkül eksik. Her şeyden önce inanmak, şükretmek gerekiyor.
Siz baskı ya da şiddete maruz kaldınız mı?
Eğer ‘ben hiçbir baskıya maruz kalmadım, hiç şiddet görmedim, gayet güllük gülistanlık bir şekilde büyüdüm’ dersem hayatımın en büyük yalanını söylemiş olurum. Ben muhafazakar bir ailenin Kürt kızıydım. Oturup kalkmama ve giyinmeme zaten dikkat ediyorum ama ailemin istediği tarzın dışına çıkmam mümkün değildi. Yeri geldi kızdılar, yeri geldi giyimime karıştılar. Onlar benim öğretmen ya da bunun gibi bir mesleğe yönelmemi istiyorlardı. Ama ben türkü söyleyeceğim dedim. Ürktüler, yanlış bir yola giriyorum sandılar. Oysaki önce işe, sonra da müzik dünyasına girdim. Şiddet açısından açıkçası konuşmak istemiyorum. Benim ve ablalarımın da bu konuda kötü dönemleri oldu.
Albümünüz raflara oyalı bir kese içinde konuldu. Bu kimin fikriydi?
Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’yla birlikte çıktı bu fikir. Keseleri Mardin’deki Çok Amaçlı Toplum Merkezi’ne yaptırdık. Bunlara çok emek verildi.