Sümeyra Gümrah Teltik’in röportajı
İstanbul’un efsane hanımlarına adanmış taş plak tadında 11 şarkılık bir albüm İstanbullu Efsane Hanımların Dillerindeki Şarkılar adıyla İBB Kültür A.Ş. tarafından müzikseverlerin beğenisine sunuldu. Sema Moritz’in sesiyle hayat verdiği albüm, öyküleriyle etkili, sesleriyle büyülü, Cumhuriyet dönemi kadın şarkıcılarına adanmış. 1895-1940 yılları arasında sesiyle efsaneleşmiş İstanbullu hanımefendilerin seslendirdiği şarkıların yeniden yorumlanmasıyla hazırlanan albüm, tangolar, foksrotlar, operetler ve kantolardan oluşuyor. “Onlar sesleri, duruşları, hayata bakışlarıyla birer efsaneler ve öyle kalacaklar. Ben ise sadece onların ekhoyum” diyen Sema Moritz ile Efsane Hanımları konuştuk.
» Sizi daha çok “taş plak sesli kadın” olarak duyduk. Ancak bunun dışında müziğin her türünü icra edebilecek güçte bir sese sahipsiniz. Efsane Hanımlar dışındaki çalışmalardan kısaca bahsedebilir misiniz?
Gönlümün yatkın olduğu şeyleri söylemeyi seviyorum. Elbette bir şarkıyı söyleyebilmek için o şarkının önce duygusu sonra ifadesi bana geçmeli. O sebeple söylediğim müzik türlerini bir çerçeveye sığdıramam. Bu anlamda daldan dala konduğumu söyleyebilirim.
» Sizde caz söyleyen birinin havasını görüyorum…
Herkes beni caza yatkın görüyor ancak düşündükleri gibi değil. Her şeyden önce bizim gırtlak yapımız kültürümüz caza yatkın değil.
» Efsane Hanımlar projesi nasıl gelişti peki?
1994’ten beri Efsane Hanımlar’la haşır neşirim. Onların hayatının içine girdim ve elbette onlarda benim hayatımın bir o kadar içinde oldular. Bu şarkıları bulmalıyım, bunu başarmalıyım diye değil onları tanımayı, anlamayı, onların söyledikleri şarkıları onlar gibi söylemeyi kalpten istediğim için yaptım bunu. Şu an onlara ait 70 şarkıyı söyleyebiliyorum ve belki size garip gelebilir ama bununla gurur duyuyorum.
» Sizi en çok etkileyen Efsane Hanım kim?
Hikâyesiyle sesiyle her birinin ayrıdır yeri. Fakat Seyyan Hanım’ım “Biz şimdiki sanatçılar gibi sahneye çıktığımızda elimizi kolumuzu sallamazdık. Mum gibi durur, şarkımızı söyler, alkışımızı alır ve annemizle eve giderdik” sözü beni çok etkilemiştir. Bir de her hatırladığımda yüreğimi buran Suzan Lütfullah’ın hikâyesi var. Suzan Lütfullah 19 yaşında, Lütfullah Sururi’yi ve Karlo Kapoçelli’yi alıp Almanya Hannover’e Polydor Stüdyoları’na gidip, oranın orkestrasıyla anlaşıp akıl almaz kısa sürede taş plaklar kaydediyor. Plakların üzerinde Türkçe sözler yazıyor. Nasıl bir cesaret nasıl bir güven ve nasıl bir duruş. Daha sonra 23 yaşındayken bağırsaklarındaki bir sorun nedeniyle Anadolu turnesini yarıda bırakıp İstanbul’a dönüyor. Alman Hastanesi’ne yatırıyorlar. Doktor “Bugün arife, bayramın ikinci günü gelir seni ameliyat ederim diyor”, fakat o gencecik beden bayramın birinci günü vefat ediyor. Yaşasaydı kim bilir daha neler yapardı.
» Sizce günümüzde neden görsellik sesin bu kadar önüne geçti?
Öncelikle teknoloji çok ilerledi, o zaman mikrofonu elinize alamıyordunuz, sabit ayaklı mikrofon diye bir şey vardı. Bir adım ileri iki adım geri diye başlandı. Mikrofunu ele almaya başlamak tekniğin bir adım ilerisi, kordonun ulaşabildiği yere kadar gitmek bir başka adım, bağımsız mikrofonlarla şarkı söylemek ise en büyük adımdı. Sahneler, konser salonları büyüdü, seyirciler çoğaldı. Kenarları köşeleri belirlenmiş güzellik kavramı pompalandı. Çok güzel bir kadın ve erkekseniz, sesiniz o kadar allanıp pullanabiliyor ki kendi sesinizi kendiniz dahi tanıyamaz hale geliyorsunuz. Tüm bunlar birbiriyle paralel. İnsanlar görsellik aramaya başladı.
» Dinleyicilerinizle ilişkiniz nasıl?
Benim dinleyicim beni gerçekten seviyor ve yaptığım işlere inanıyor. Elbette bunun yanında benim yaşamadığımı düşünen insanlar da var. Taş plak şarkıları söylediğim için, öldüğümü düşünüyorlar. Bir an çıkıp “Hayır ben yaşıyorum” diye seslenmek istiyorum, bazen de bırak böyle kalsın diyorum.
» Seslendirdiğiniz isimlerden bazıları İstanbul’da kalıp kariyerine devam etmiş, bazıları ise Doğu’ya şark hizmetine giden aşklarının peşinden gidip müziği bırakmak zorunda kalmış. Siz böyle bir durumda nasıl bir tercih yapardınız?
Bugünkü Sema kesinlikle kalırdı. Aşklar geçici ama müzik bakî…
» Tuncel Kurtiz’le de bir proje gerçekleştirmiştiniz…
Evet. Tuncel Kurtiz’le beraber yaptığımız ve hayatımın mihenk taşı olan Şeyh Bedrettin Destanı. O kadar değerli bir epos ki. Bir olay bir katliam ancak bu kadar iyi anlatılabilir. Bunun daha ötesinde bir anlatım nasıl olabilirdi hayal edemiyorum. Bir başkaldırı, bu kadar mı insanın içine işleyen kelimelerle anlatılır. Şeyh Bedrettin Destanı benim için başlı başlına bir dünyadır.
Seyyan Hanım’dan Deniz Kızı Eftalya’ya
Müzik çevrelerinde “taş plak sesli kadın’’ olarak anılan Sema Moritz, İstanbullu efsane hanımlara atfen yazdığı albümün kapak yazısında, duygularını şöyle dile getiriyor:
“Sesler kimi kez hüzünlü, kimi kez kırılgan, kimi kez şen şakrak, kimi kez bir bahar çiçeği, kimi kez rüzgarda uçuşan bir kar tanesidir. Kimi kez ‘ben seni işte böyle baştan çıkarıveririm’ dercesine acımasızdır. Kimi kez de aniden fırtınaya tutulup gidiverirler, eğlenirsiniz, gülersiniz, ağlarsınız…’’
Albümün repertuvarında, Mürşide Hanım, Afife Hanım, Deniz Kızı Eftalya, Seyyan Hanım, Lale ve Nergiz Hanım kardeşlere ait 11 eser bulunuyor.
Müzikseverlerin Kültür AŞ, İstanbul Kitapçısı ve tüm seçkin kitapevlerinden ulaşabileceği albüm 10 TL’ye satışa sunuldu.
Taraf Gazetesi