Hüsnü Arkan’ın ‘Solo’ albümü çıktı

Albümler
Arkan, Ezginin Günlüğü’nün mağduriyetinden memnun olduğunu ve kendi albümünde ise bu halin mevcut olmadığını söyledi. Albümün 3 şarkısı Nazım Hikmet, Can Yücel ve Orhan Veli’nin şiirlerind...
EMOJİLE

Arkan, Ezginin Günlüğü’nün mağduriyetinden memnun olduğunu ve kendi albümünde ise bu halin mevcut olmadığını söyledi. Albümün 3 şarkısı Nazım Hikmet, Can Yücel ve Orhan Veli’nin şiirlerinden.

Eray Aytimür’un Radikal gazetesinde yayımlanan röportajı şöyle: 

Bir itirafla başlayayım ama Ezginin Günlüğü’nü olumsuzlaştırmak için söylemiyorum. Bence grubun mağduriyetinden memnuniyet duyan hali ‘Solo’da yok. Daha güler yüzlü sanki.

Aslında Ezginin Günlüğü’nde de mağduriyetinden memnuniyet duyma hali yoktu ama bütün yaptıklarımızla değerlendirilirse bu söylenebilir. Sonuçta sevdiğimiz şairlerden şiirler kullanıyorduk ve tabii kendi yazdığımız parçalarda da bir karamsarlık vardı. Ama ‘Solo’da da karamsar sözler var. Her günümüz çok huzurlu, sevinçli, mutlu geçmiyor. İstanbul’da yaşıyoruz biz. Burada yaşamanın problemleri var. Sokağa çıkınca gördüğün şeyin getirdiği dertler var. Sonuçta kalıbı belli. Bana kalırsa şarkı yazıyorum. Yazdıklarımı seslendiriyorum. Benim için bir şey değişmedi. Sözlerde büyük bir anlam değişikliği yok ama sound’u biraz değişik. Sentetik sesler kullanmaktan çekinmedik ve bunun nasıl bir yankı bulduğunu 3-4 ay içinde öğrenmiş oluruz.

Bu durumda bunu da sitemle değil merakla soruyorum. Ezginin Günlüğü’nden ayrılmadan da bir ‘Solo’ hayata geçemez miydi?

Bazı şeyleri zaman zaman değiştirmek lazım gibi geliyor bana. 10, 15, 20 yıl gibi sürelerden söz ediyoruz. Bir süre sonra insan başka şeyleri denemek istiyor. Daha önce de yaptım bunu. ‘Destur’ adıyla üç arkadaş yaptığımız bir çalışma oldu ama şanssızdı ve pek itibar görmedi. Ondan önce de 90’da Ezginin Günlüğü ile çalışmadan önce ‘Bir Yalnızlık Ezgisi’ çıkmıştı. Ama ayrılmadan olur muydu, olmaz mıydı onu bilemiyorum. Sonuçta ayrıldık.

Tamamlanmamış bir mimarlık, tamamlanmış bir hukuk eğitimi. Yazarlık, şairlik, bestecilik, söz yazarlığı, şarkıcılık. Peki en çok hangisi?

Bir biçimde hepsi bir arada gidiyor ama kendime şair demiyorum. İşte 15-20 yılda bir dosya hazırlayabilecek malzeme çıkıyor. Ama Türk şiirini son 10 yılda izleyemiyorum. Ne vaktim oluyor, ne bünyem kaldırıyor. İyi şairlerin hakkını yemek istemem tabii. Şairler meselelerini kaybettiler gibi geliyor. Belli temalar içinde hapsoldular. Aslında bu şarkı formatında yapılanlar için de geçerli. İlla bir meselesi olması da gerekmiyor tabii. Müzik, popüler ve çabuk tüketilen bir şey. Ama romanla müzik aynı anda gidebiliyor, çok büyük farklılık olmuyor.

Albümde de dört tane şiir var. Bunlardan ilk Ümit Yaşar’ınkinden söz edelim. ‘Önce sen sonra sen’, bir yalnızlık şiiri. Albümün ismi ‘Solo’. Kapakta da yüzün buğulu bir camın arkasında kalmış gibi. Bu albümün ana teması yalnızlık mı?

Yani, tek başına yalnızlık değil. ‘Önce sen sonra sen’ bir aşk şiiri. Ümit Yaşar Oğuzcan 60’ların güzel, şiiri halka sevdiren şairlerinden biri. Ne yazık ki unutulmaya yüz tutanlardan. Bu da aslında çok eski bir şarkı. Sözleri doğru mu hatırlıyorum yanlış mı hatırlıyorum diye internette bakıyordum. Bir tek doğru sonuç bulamadım onbinlercesi içinden. Biri yazmış oraya, diğerleri ondan almış, öyle öyle yayılmış, tam bir bilgi kirliliği. Sonra kitabı aldım ve şiirin doğrusunu gördüm.

Türk edebiyatının farklı dönemlerinden gelen, farklı stilleri temsil eden Nâzım Hikmet, Orhan Veli, Can Yücel gibi üç şahane ismin dizelerinden parçaların var. Çok sevdiğin şiirler miydi seçtiklerin, yoksa melodiyi çağırdıkları için mi şarkılara dönüştü?

Evet, benim de farklı dönemlerime dayanan şiirlerden parçalar. Hepsi 10 yaşın üzerinde. Ama dışarıdan algılandığı biçimde pek olmuyor. Ne kadar popüler bir iş yapıyor olsak da beş dakikada yazıp bitirmeye yönelik bir çalışma yöntemi yok. O şiirin başına 200 defa oturuyorsun. 50 değişik versiyon yapabilir ya da hiç yapamayabilirsin. Sonuçta yapan adamın hoşuna gidecek bir şeyler olmalı. Ancak o da şiirin başına bir kaç yüz defa oturmayı getiriyor.

Gelelim konuklara. Birsen Tezer’in söylediği ‘Hoşgeldin’i Gürol (Ağırbaş) düzenlemiş, orada Ortaçgil gitar çalıyor. Sonra Gökhan ve Burhan’ın (Şeşen) katıldığı parçalar var.

Birsen’in söylediği aslında bir kadın şarkısı. Böyle bir düete çevirdik. Gürol ve Bülent abiyle birlikte sahnede de çalışmışlığımız var. Gürol “Ben yapayım bu parçayı” deyince öylece giriştik çok da güzel bir oldu. Albümün en iyi parçalarından biri herhalde. Ben söylemediğim için olabilir… Burhan ve Gökhan’la da epeydir tanışıyoruz. Burhan’ın bizim 25. yılda bayağı bir emeği geçmiştir, hem organizasyonda hem sunumda. Hâlâ da geçiyor.Yakın zamanda da olacak hatta, bir yer açıyor onlar, orada çalacağız. Onlar iki parçada vokal yaptı, Gökhan birinde buzuki çaldı…

Çocukluğunu 80’lerde yaşayanlar için ‘Uykudan Önce’ tabii kült program ama o yılları senin nasıl yaşadığını az buçuk düşününce Adile Teyze, Adile Hanım, Adile Naşit sana ne ifade eder?

Uykudan Önce’yi ben de hatırlıyorum, severdim. Ben hâlâ sabahları bir Adile Naşit filmine denk gelirsem kilitlenip kalırım. Bu tür figürler tabii çok fazla çıkmıyor. Toplumsal eleştiriyi göze sokmadan yapan insanlar bunlar. Fakir ama çalmayan. Sürekli sekteye uğrayan bir mutluluk hali olsa da daima neşeli. Böyle figürler lazım. Ve aslında bu, o dönem için yapılmış bir insan tipi.

Türkiye popüler müziğinin süregelen seyrine bakınca 70’lerin ortasından itibaren filizlenen, kurtarılmış bölge misali bir müzisyen grubu var. Bu insanları şaşırtıcı ve imrendirecek biçimde bir arada tutan dinamik nedir sence?

Bana aynı kitapları okuyoruz, aynı kaynaklardan besleniyoruz gibi geliyor. Temalarımız var. Daha doğrusu biz değişik değişik temalara ilgi duyabiliyoruz. Neden kaynaklanıyor bilmiyorum. Genellikle hırgürü, kavga gürültüyü sevmeyen insanlar olduğumuz için küçük şekillerde anlatma yanlısıyız. Gerçi bu albümün bir iki şarkısında işin dozunu kaçırdık mı ne?

Peki Türkiye bir nevi bir distopya iken sen ve seninki gibi – bir müzik marketin hangi kategori rafında duracağı belli olmayan- müzikleri yapmanın dertleri neler?

Diğer kategorisini uygun görüyoruz. Zorluğu işte zaten genel akım içinde olmayı içine sindiremeyenler yapıyor bu tür müzikleri. Yapabildiğinin en iyisi bu olduğu için değil. Bu benim seçimim. Ben okuduğum kitaplardan, izlediğim filmlerden etkileniyorum. Türkiye’ye bakıp etkileniyorum. Mutsuzluktan bahsettik ya, sokağın da insanı mutlu edecek yanı yok. İyimserlerden nefret ediyorum mesela. Ne kadar iyimser olursanız o kadar sırtınıza biniyorlar. Garip bir idraksizleştirme harekatı var. Namık Kemal’in bir beyiti vardır: “Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hürriyet? Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten”. Şu an idrakı kaldırma aşamasındayız gibi geliyor. Namık Kemal’in imkansız gördüğü şey gerçekleşiyor. 80’lerden sonra çok genel bir hale geldi. 80’lere kadar bugün aykırı ses denilen şeyler başattı. Yeni dünya düzeni… Ben buna alışamıyorum. Hâlâ anlamlı bir şeyler söylenebilir mi diye düşünüyorum, hâlâ beni etkileyen şeyin karşımdakini de etkileyeceğine inanıyorum. Benim ufkumu açıp, dünyaya bakışımı değiştiriyorsa başkasınınkini de değiştirebilir. Ama bütün bu salvo ateşi altında bunları duyurabilmek, seslendirebilmek çok zor. Bunları bilerek bu işe girmek gerek. Bu bir ruh diyelim.

Hüsnü Arkan’ın albüm tanıtım konserleri Birsen Tezer’in katılımıyla 27 Ocak’ta İstanbul’da İndigo; 4 Şubat’te İzmir Eski Havagazı Fabrikası Kültür Merkezi’nde.
 

Hüsnü’nün günlüğü bir Can Yücel şiiri gibi

Hani eskiden Akbaba diye bir mizah dergisi vardı. Karikatürlerde konuşma balonları yoktu; altyazılı hatta yazısızdı. Üstelik yazısız olanların kenarında bir de ‘Yazısız’ ibaresi olurdu. Sözcüklerin gürültüsüne patırtısına mahal bırakmadan, anlayan anlayacağını anlamak istediği kadar anlardı. İdrak yollarını çalıştırırdı, siz isteseniz de istemeseniz de. İşte Hüsnü Arkan da o karikatürler gibi bir adam. Sözcükler konusunda hayli tasarruflu ve diyaloğu bazen gerçekten altyazıya bağlayabiliyor. Ama bir yandan da olabilecek en ‘güldürürken düşündüren’, düşündürürken güldüren, güldürürken güldüren insanoğlundan biri. Hiç boş yok. Nitekim Ezginin Günlüğü’nden ayrıldıktan sonra Ada Müzik etiketiyle ilk solo albümü ‘Solo’yu yayımlayınca bana da gün doğdu geçtim karşısına oturdum. Kişisel tarihinin en uzun soluklu söyleşisini vererek beni çok duygulandıran Hüsnü’nün yeni albümünü herkese önermeden önce belirtmeliyim ki, Ezginin Günlüğü’nü tabii severim ama açık söylemek gerekirse sazıyla sözüyle Hüsnü’nün günlüğü benim içime daha ılık tatlı sular serpiyor. Çünkü Can Yücel’in elinden çıkmış bir Hürriyet Kasidesi gibi işliyor onun parçalarındaki düzenek.