Akıllı olsaydım 20 yıldır mutlu olmayacaktım

Albümler
Röportaj: Zuhal Erkek Soner Olgun, 8 yıl aradan sonra ‘Sevda Diye Bir Kuş’ albümü ile hayranlarına tekrar "merhaba" dedi. Bu albümünün diğerlerinden çok daha farklı olduğunu beli...
EMOJİLE

Röportaj: Zuhal Erkek

Soner Olgun, 8 yıl aradan sonra ‘Sevda Diye Bir Kuş’ albümü ile hayranlarına tekrar "merhaba" dedi. Bu albümünün diğerlerinden çok daha farklı olduğunu belirten Soner Olgun, son albümünün kendisi için ilk niteliği taşıdığını söyledi. Albümü ve müzik yaşantısı hakkında oldukça çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Gazetecilik mesleğinden geliyorsunuz.  Neden gazetecilik mesleğini yapmıyorsunuz? Gazetecilikten müziğe nasıl geçiş yaptınız? Bağlamayla nasıl tanıştınız?

Gazetecilikten müzik yaşantısına çok hızlı bir geçiş yaptım. Bağlamayla ise çocukluğumdan beri tanışıyorum. Bağlama aile enstrümanım zaten. Ailede iki abim, bir babam bağlama çalarlardı. Doğduğum günden beri bağlamayı gördüm, tanıdım. Sonra yatılı okul günlerimde gitarla tanıştım. Sonra gitar bağlama, telli çalgılar şeklinde gitti. Başka çalgılara da ilgim var aslında. İdare edecek kadar. Tuşluları da kendime yetecek kadar çalabilirim. Perküsyonda da fena değilim, vurmalılarda da. Bu mesleğin içinde yaşadıkça, bu mesleği sevdikçe merak ediyorsunuz ve öğreniyorsunuz. Aynı zamanda flüt, kaval falan çalardım. Müzik aletlerine hep ilgim oldu. Ben hep lüzumsuz enstrümanlar çalarım. Her şeyden ses çıkar duygusuyla… Öyle bir merakım da var çünkü… Örneğin çocukluğumdan kalma bir alışkanlık bu, çok iyi okaliptüs yaprağı çalarım. Okaliptüs yaprağını katlarsınız ve dudağınıza sıkıştırırsınız böyle pist diye çok iyi sesler çıkartırsınız. Sonra jelâtinden taraktan, falan sesler çıkartmayı severim. Çok da iyi çalarım. Esas çalgınız ne derseniz, bağlama derim. Gitar ve bağlama ikilisiyle yaşadık.

Gazeteciliğe ise tamamen bir tesadüfle başladım. Üniversiteyi okuyabilmek için, en kolay bulabildiğim, para kazanmak üzere bulduğum -elim kalem tuttuğu için- bir işti gazetecilik. Biraz şansım yaver gittiği için yönetici filan oldum. 20’li yaşlarda genel yayın yönetmeni oldum. Ekonomiyi düzelttim sonuç olarak yani yaşayabilir hale geldim. Onun için kaldım o noktaya kadar. Sonunda ben müzik yapacağım, sahne yapacağım gibi şeyler çok ağır bastı. Ve birdenbire bütün gemileri, köprüleri yakarak vazgeçtim ve müzikle ilgilenmeye başladım. Çok radikal bir karardı.

AKILLI OLSAYDIM, 20 YILDIR MUTLU OLDUĞUM MESLEĞİ YAPAMAYACAKTIM

Bu karara iten neydi sizi?

İçim. Yoksa hiç kimse desteklemedi. Tam tersi aklı başındaki tüm çevrem ‘akıllı ol’ dedi. Ben o yüzden ‘akıllı ol’ lafına çok sinirlenirim. Akıllı olsaydım 20 yıldır çok mutlu olduğum bir işi yapmıyor olacaktım. Şimdi medyada yönetici olacaktım.

DAYATILANIN YANI SIRA ALTERNATİF ARAYAN BİR GENÇLİK GELİYOR

‘Sevda Diye Bir Kuş’ adlı albümünüzü çıkardınız.  Bu albüm müzik kariyerinizdeki 5. albüm. Bize biraz bu albümünüzden biraz bahseder misiniz?

Aslında bu benim ilk profesyonel albümüm diyebiliriz. İlk 4 albümü antrenman olarak kabul edebiliriz. 20 yıllık süre boyunca hazırlandıktan sonra bu albümümü yaptığımı hissediyorum. Çünkü çok iyi bir albüm olduğu düşüncesindeyim. İlk defa bunu hissediyorum. Bütün müzisyenler tarafından çok iyi onore edildi, çok övgüler aldı. Bundan dolayı çok mutluyum. Geniş kitlelerden çok ilgi görüyor olmasının da tesadüf olmadığını düşünüyorum. Çünkü öyle bir döneme girdik ki, artık dayatılan işlerin dışındaki alternatif işlerle ilgilenen bir kuşak geldi. Ciddi söylüyorum bunu. O dayatılan işlerin mesela listelerde falan o kadar da iyi yerlerde olmadığını hemen bakıp görebiliriz. Magazin figürleriyle ilgili müzikal liste o kadar ilgi görmüyor şeklinde bir noktada olduğumuzu söyleyebilirim. Öyle de bir denk geliş oldu. O yüzden ‘Sevda diye bir kuş’ albümümden çok memnunum.

DÜNYACA ÜNLÜ MÜZİSYENLER İLE ÇALIŞTIM

Albümün süpervizörlüğünü Zeynep Talu yaptı, düzenlemeleri Can Şengün yaptı. Zeynep Talu söz yazarı olarak herkesin tanıdığı bir isim zaten. Can Şengün ise uluslararası bir sanatçımız. Bunu bazı dostlarımız bilmiyor. Uluslararası gitar şirketlerinin falan sponsor olduğu bir adam. Türkiye’deki en iyi insanlarla çalışıyor zaten. Tarkan’ın orkestra şefi. Tarkan’la çalışıyor, Şebnem Ferah’la çalıştı ve bir de bizimle çalıştı. Çünkü Can’a da bizim yaptığımız iş biraz heyecan verici geldi. Çok müthiş bir bileşim oldu. Türkiye’nin en iyi ama tereddütsüz en iyi, dünya çapında müzisyenleri çalıştı. Volkan Ökten davulları çaldı. Volkan dünya çapında bir davulcu. Buraya bir grup gelse davulcularına bir hal olsa, isteyecekleri tek ve ilk adam davulcu olarak Volkan olur. Bascı Alper Sönmez ha keza öyle. Perküsyoncu Mehmet Akatay zaten uçuk, dünya starı biri. Böyle bir ekiple çalıştığım için acayip keyifliyim tabi. Tam böyle istediğim kıvamda bir iş oldu. Bu iş beni o kadar motive etti ki şimdi kafamda daha deli, çılgın işler var. Artık bunları yapabilme enerjisini görüyorum kendimde. Çünkü bunu yaptıysak ötekilerini de yaparız duygusuna geldim. Kafamda şimdi neler uçuşuyor anlatamam size. Onun için ‘Sevda Diye Bir Kuş’ başlangıç oldu benim için. Zaten şarkıda yeniden başlıyoruz kaldığımız yerden diye başlar. Ben de yeniden başlıyorum kaldığım yerden. Bu 8 yıllık ara iyi olmuş aslında. Duygusal olarak çok iyi hazırlanmama neden oldu.

ALBÜMDEKİ ŞARKILAR BİR KEREDE OKUNDU

Bu albümü diğer albümlerden ayıran nedir?

Bu albüm Türkiye’deki değil, dünyadaki bütün albümlerle yan yana koyup yarıştırabileceğiniz bir sound’a sahip bir kere. Her şey kelimenin tam anlamıyla canlı, okumalar şan kayıtları ‘one take’ dedikleri bir kerelik okumalar, öyle kesmeli, biçmeli falan değil. Hücum kayıt diye eskiden bilinirdi, "horo" diye söylenirdi, o kıvamda bir iş. Onun ötesinde aranjmanlar son derece iddialı. İş son derece Türkiyeli bir iş ama sound iddia ediyoruz dünya çapında bir iş. Bunu ben söylemiyorum yanlış anlamayın, herhangi bir yayına katıldığımızda müzisyen, müzikten anlayan adamlar ‘abi bu ne biçim bir kayıt’ diyorlar. Çünkü önce ya kayıt dikkatlerini çekiyor ve her şeyin mükemmel olduğu bir şey oldu. Bir kere sound meselesi var her şeyden önce. Onun dışında 7 tane acizane kendi şarkım var. Bu şarkıların hepsi bağlamayla bestelendi. İçinde rock tadında olan şarkılar dahil hepsi bağlamayla bestelendi. Hepsi makamsal. Nihavent, rast, segah makamında şarkılar aslında. Şarkıları dinlerken bunu ilk anda anlayamayabilirsiniz ama dikkatli bir müzisyen vay canına diyebilir, diyor zaten. Onun için çok keyifliyim. "Sevda diye bir kuş" aslında Nihavent makamında bir vals.

BEN TÜRKÜ SÖYLEYEMİYORUM DİYENİ DÖVMEK LAZIM

Albümünüzde aynı zamanda Rock gibi türler de bulunuyor. Bu şarkıları yorumlamak zor olmadı mı sizin için?

Benim tür sorunum yok. Tür diye bakmayı ben bir ayıp olarak görüyorum. Bunu da şuna benzetiyorum en kolayıyla, taksiye biniyorsunuz, Beşiktaş diyorsunuz sana dönüyor şoför ‘tarif etsene’ diyor size. Siz de içinizden diyorsunuz ki “Ortaköy’den Beşiktaş’a gidemiyorsan sen bu işi niye yapıyorsun?” Türkiye’de yaşayan normal bir vatandaş olarak bir Nihavent şarkıyı söyleyemiyorsan, bu şarkıları bilmiyorsan ne işin var sahnede. Türkiye’de yaşıyoruz, sen bir türküyü bilmiyorsan, Yemen türküsünü bilmiyorsan, niye yaşadın bunca yıl Türkiye’de. Kulaklarını mı tıkadın yaşarken? Bunun yanında da dünya kültürüne de açığım tabi ki. Bilebildiğim kadar her türe girerim. Bütün mesele, hangi türde söylerseniz söyleyin kendinize has bir söyleyişi yakalayabilmek. Zaten onu yaptığınız zaman siz kendi üslubu olan, kendi yorumu olan bir yorumcu olursunuz. Onun için tür diye bir sorun yoktur. Notaları yazdığınız zaman hepsi aynı yazılır. Notada bir fark yok ki… O icra ediş ile ilgilidir. Hepsi aynı yazılır, karışık bir şey yok. Ben türkü söyleyemiyorum diyeni dövmek lazım. Buyurun Tarkan ‘Uzun ince bir yoldayım’ı söylemeye başladı. Sahnede final şarkısı yaptı. Uyan da balığa gidelim yani. Ama uyandı. Türküler İstiklal Marşı’ndan sonra en yaygın şeylerdir. Yemen türküsü, Uzun İnce Bir Yol, Allı Turnam türküsü… Birçok türküyü herkes saymalı, bilmeli. Aynı şekilde şu güzelim Nihavent şarkılarımız, Uşşak makamı, Hicaz makamı, Türk sanat müziği…. Bu ülkenin her tarafında ezan okunur, Saba makamında, Uşşak makamında, Rast makamında, Segah makamında. Hiç mi duymuyorsunuz, hiç mi kulağınızı beslemiyorsunuz, ninniden, ezandan… Yani o zaman nerede yaşadınız siz? Sırf Serdar Ortaç dinlemekle olmuyor bu iş… Zaten şimdi onu da dinlemiyorlar anladığım kadarıyla, ivme düşüklüğü var oralarda. Onun için tür sorunu yoktur.

Bilmediğiniz çıkıyor mesela, o zaman ne yapıyorsunuz?
Çıkıyor tabi, çıkmaz mı? Ciddiye aldığım bir şarkıysa bilmiyorum diye itiraf ediyorum ve onun yerine bir şey söylemeye çalışıyorum. Ciddiye almadığım şarkıysa uyduruyorum. Ciddiye alıp almama meselesini biraz açacak olursam; Dönülmez Akşamın Ufkundayız’ı çok güzel bir havadaysam söylemekten çok hoşlanırım. Bir Münir Nurettin Selçuk şarkısını uydurmam. Biliyorsam doğru dürüst söylerim. İyi söylemeye de çalışırım. Ama bazen uydururum. Parodi yaparım, dalgamı geçerim. Bazen de dalga geçilmeyecek şeyler vardır. Annesi, babası için isteyecektir. Şarkının sözlerini biliyor musunuz derim. Yazmalarını rica ederim. Melodi aklımda yok.  O şarkıya melodi uydurup, doğaçlama besteleyip, çok da iyi şeyler çıkartabiliyorum.

ETNİK SENFONİK ROCK YAPIYORUM

Yaptığınız müziği hangi kategori içerisine koyuyorsunuz?
Benim gönlümde yatan etnik senfonik rock. Hem etnik, alabildiğine Türkiyeli, hem de mutlaka senfonik tatları olmalı. Çünkü senfonik müzik en gelişmiş müziktir. Mutlaka rock olmalı. Üç unsurun yan yana olmasını içimde yatan aslan olarak hep tanımlıyorum. Bunu yaptığımız gün hem çok evrensel hem de Türkiyeli iş yapmış olacağız.

TÜRKÜLER ASLINDA ROCK’TUR

Niye Rock?

Bizim türkülerimiz aslında rock’tur.  Sosyolojik olarak konuşuyorum, müzikal değil. Anglosankson ne yapmış. Derdini rock ile anlatmış. Kızmış, bağırmış, çağırmış. Bizimki nasıl anlatmış, türküyle anlatmış. İkisinin sosyolojik karşılığı aynıdır. Bizde elektrogitar yoktu, bağlama vardı. Müzikal bir fark var ama sosyolojik olarak karşılığı aynıdır. Bizde de isyanlar, ağıtlar türkü ile olmuştur. Onun için o duyguyu tanımak lazım. Halkın sesini dile getirme tarzı, özellikle etnik tarzı, Anglosankson’da türküdür. Dünyada etnik olan kültür rock’tur. Etnik olmaktan hiç vazgeçmem. Türkiye’nin kültürel mirası benim en iyi bilmem gereken şeydir. Ben tutup da Flamenkoculuk oynamam, Latincilik oynamam. Onlardan da beslenirim ama bu işin kralını yapan var zaten. Benim caz yapan arkadaşlarım var. Ki bende çok severim cazı. Bu müzikle sorunum yok. Bunu dünya çapında büyük ustaları var. Bunlar gibi blues yapamazsın. Bütün genleri öyle gelmiş bu kişilerin. Afro Amerikalı bunlar. Dedeleri köle olarak getirilmiş Afrika’dan. Bizde cazın karşılığı türkü. Benim servetim, gücüm türkü. Caz, blues festivalleri için gelen sanatçılar programları bitince bize geliyor. Sonuçta caz dinlemeye gelmeyecek Türkiye’ye. O işin kralını yapıyor. Türkiye’ye dair bir şey görmek istiyor. Ben şimdi Amerika’ya gidip türkü bara gitmem çok garip.

6 SAAT BOYUNCA SAHNEDE KALIRIM

Çok geniş bir repertuara sahipsiniz. Bunu oluşturmak için ne yapıyorsunuz?
Çocukluğumdan beri bunun için uğraştım. Ama bende tuhaf bir filtre vardır. Bazı şarkıları hiç almaz kulağım, çalsa bile dinlemem. İyi bir deyiş, hoyrat girsin. Hemen kayıtlara girerim, evde hemen çalışırım. Her iki günde bir türkü öğreniyorum. Türkçe, İngilizce, İspanyolca, Ege türküsü, Karadeniz türküsü. TRT’nin repertuarının yarısını bileyim derya gibi adam olacağım. Türk sanat müziği çok ilgimi çekiyor. Bazen utanıyorum. Bu şarkıyı neden bilmiyorum diyorum. Her hafta 2-3 şarkı ekliyorum. Cuma, Cumartesi geceleri biz 300 şarkı falan söylüyoruz. Dünya rekoru budur. 6 saat sahnede kal. O hafta konser varsa, çok fazla türkü söylüyorsunuz. Ama repertuarınız olduğu zaman müthiş zevkli. 20 şarkılık repertuarın var her gün aynı şarkıyı söylemek hiç zevkli olmaz. Her zaman çıkışım bellidir. Intro müziğinde, Köroğlu koçaklamasıyla çıkış yapıyoruz. Çıkar şiir okurum. Ondan sonrasını bende bilmiyorum. İçimden ne geliyorsa onu söylerim. İnsanların bende bulduğu en samimi nokta budur. "Ne söyleyecek bizim deli" diye dinlerler beni. Hiç belli olmaz söyleyeceğim şarkı. O zaman ben bu duygu içindeyim. Bunu söylemek istiyorum deri. Repertuar sınırlamam olmadı.

BU ALBÜMÜMDEN SONRA HEDEF KİTLEM YAYGINLAŞTI

Albümümden itibaren kitlem yaygınlaştı. Türkiye’nin, dünyanın dört bir yanına ulaştı. Benim mevcut kitleme gelince onlar dünyada bir tane. Neyle övünürsün derlerse dinleyicimle övünürüm. Dünyada böyle bir dinleyicisi olan en fazla birkaç kişi vardır. Çünkü ben onlara canımı vermiyorum, ara vermeden çalıyorum, söylüyorum. Ben 6 saat boyunca hiç sahneyi terk etmem. 

Şarkıları söylerken bazen dikkatimi çekiyor. Bir cümle geçiyor şarkıda. Uykularım kaçıyor. Bu cümle nasıl yazılır diye. Anonim diyoruz ama birinin ağzından çıkmış. Albümünde bir cümle “Sevmiş bulundum güzelim, gayri ne çare” bunu diyebilmek için aşkın ötesi, duygu ötesi bir şey yaşamak lazım.  Çok ilahi bir cümle. Bunun zevkini çıkarmak, çok zevkli.

AKIL SÖZCÜĞÜ İNSANLARI İNSANSIZLAŞTIRYOR

Hayattaki duruşunuzu şarkılarınızda ifade ettiğinizi düşünüyor musunuz?

Evet, çünkü ne söylemek istemek istiyorsam, ilgili şarkıyı bulup hep söyledim. Hangi durumda, hangi koşulda olursa olsun söyledim. Ben müziği kendimi ifade etmek için kullandım. Duruş denilen şeyi özetlemek için TV programımın adına “İyi Bayramlar” dedim. Neden İyi Bayramlar’ın cevabı orada yazılıdır. Akılcılığa; akıllı olalım, köşeyi dönelim diye başladılar. Akıl sözcüğünün nasıl insanları insansızlaştırmak için kullanıldığını hissettiğim andan itibaren işi deliliğe vurmaya başladım. Rasyonel olun diye canımıza okudular. Hayatı, doğayı bitiriyorlar. Denize bakın, her tarafta ağaçlar kesiliyor. Büyüme hızıyla uğraşıyoruz. Büyüyoruz da halkımızda büyüsün. Halkımız büyümüyor. Herkes rakam konuşuyor. Akıllı olalım, rakam konuşalım dedik, durduk. Hayat matematik değil. Hayat insanca yaşama biçimi. Rasyonalizm insanlığı iflas ettirecek.

BİR İNSAN HER GÜN AKILLI OLMAK İÇİN YAŞAR MI?

Neden “İyi Bayramlar”?

Akılcılığın, rasyonelliğin karşısına çıkabilecek, bize her gün bayram anlayışıyla ortaya çıkan deliliğin aslında çok daha kıymetli olduğunu düşündüğüm için bu sloganı seçtim. Bir insan her gün akıllı olmak için yaşar mı? Mutlu olmak için yaşar. Yaşam bize lütfedilmiş hediyedir. Bunu akıllı olalım diye berbat ediyoruz. Bugün canım çalışmak istemedi. Kimseye yalakalık etmek istemiyor. Bugün dolaşmak istiyor. Bugün tavla oynamak istiyor. Bugün rutini kırmak için deliliğe vurmak tek yol. Ancak bunu kullanan insanlar mutlu olabilir.

Günümüzde her rasyonelleşmiş. Evlilikler bile. Karı koca oluyorlar. Karı koca değil onlar. Muhasebe müdürü, muhasebe müdür yardımcısı olmuşlar. Kadın, kocasından fazla kazanıyorsa erkek kompleks sahibi oluyor. Ne oluyoruz? Biz ortağız, hayatı beraber paylaşıyoruz demeyi bilmiyoruz. Paran kadar konuş diyoruz. Bunu ezbere biliyoruz. Budur rasyonelliğin getirdiği nokta. Sussan olmuyor, susmasan bozuluyorlar.

Bir dönem TV Programı yapıyordunuz. Tekrar TV Programı yapmayı düşünüyor musunuz?

Şu an anlaştığım bir kanal yok. Birkaç kanal ile flört dönemindeyim. 2 yıl önce yaptığım programlar hala gösteriliyorsa, bana biraz daha iyi olanaklar verilirse, -iyi olanak derken stüdyo gibi imkânlar- çok güzel olacağını tasarladığım programlar var.

Soner Olgun’un "Sevda Diye Bir Kuş" şarkısını dinlemek için tıklayınız…

on5yirmi5.com