Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi (OTAM) Müdürü Prof. Dr. Yılmaz Kurt, Osmanlı İmparatorluğu’nun 9. Padişahı Yavuz Sultan Selim’in, Alevileri öldürttüğü iddialarının kesinlikle doğru olmadığını belirterek, “Safevi tehdidine karşı Osmanlı Devleti kendisini korumak zorundaydı. Şii olması, Sünni olması veya Hristiyan olması önemli değil, tehdit nereden gelirse gelsin devlet kendisini korumak zorunda yoksa devlet olamaz” dedi.
Kurt, AA muhabirine, İstanbul Bogazı’na yapılacak 3. köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesiyle başlayan tartışmalara ilişkin açıklamalarda bulundu.
Yavuz Sultan Selim’in, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Fatih Sultan Mehmet’in ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Türk siyasi tarihindeki en önemli isimlerden olduğunu vurgulayan Kurt, Sultan Selim’in dış siyaset konusunda muazzam bir yöntem yürüten büyük bir deha olduğunu ifade etti.
Kurt, öncelikle Batı’yla anlaşmalar yaparak sulhu sağlayan, daha sonra da doğudan gelebilecek tehlikeleri sezerek, o yöne yönelen Sultan Selim’in, karşısındaki iki büyük tehlikenin farkında olduğunu anlattı. Prof. Dr. Kurt, “Bunlardan birisi Anadolu’da tehdit oluşturan Safevi Devleti’yidi çünkü Anadolu’da gözü vardı ve sürekli propaganda yaparak insan kazanıyordu. Adamları, Anadolu’yu dolaşıp halkı Şah İsmail’e çağırıyordu. Buna uyan konar göçer Türkmenlerden pek çok kişi de İran’a giderek Safevi Devleti’nin kuruluşuna katkı sağladı. Bu, bir anlamda Anadolu’nun boşalması, İran’a teslim edilmesi demekti” ifadelerini kullandı.
-“Selim böyle yapmasaydı belki de Safevi Devleti Ankara’ya kadar ilerlerdi”
Yavuz Sultan Selim’in daha Trabzon’da şehzadeyken bu tehdidi gördüğünü, babası II. Beyazıd’ı yavaş davranmakla, gerekli tedbirleri almamakla suçladığını dile getiren Kurt, şöyle devam etti:
“Selim’in padişahlığını hızlandıran nedenlerden, padişah olmayı istemesinin sebeplerinden birisi de buydu. Anadolu tehdit altındaydı. Tahta çıktığında da ilk işi bu tehdidi ortadan kaldırmak oldu ve Safevi Devleti’ne savaş açtı. O dönemde bir diğer tehdit de Memlük Devleti idi. Fatih Sultan Mehmet’e kadar Osmanlı padişahları, Memlük sultanlarına yazdıkları mektuplarda ‘babam’ diye hitap ediyorlardı çünkü İslam dünyasının en büyük devleti Mısır Memlüklüleri idi. Avrupa’ya bu dönemde saldırmayacağına dair büyük garantiler veren Selim’in, doğuya yönelmesi büyük bir siyasi dehayı gerektiriyordu. Selim böyle yapmasaydı belki de İran Safevi Devleti, Ankara’ya kadar ilerlerdi.”
-İddialar kesinlikle doğru değil
Safevi tehdidine karşı Osmanlı Devleti’nin kendisini korumak zorunda olduğunu kaydeden Kurt, “Şii, Sünni veya Hristiyan olması önemli değil. Tehdit nereden gelirse gelsin devlet kendisini korumak zorunda yoksa devlet olamaz” diye konuştu.
İddia edildiği gibi Osmanlı Devleti’nin 40 bin, 60 bin Alevi’yi öldürdüğünün kesinlikle doğru olmadığını vurgulayan Kurt, Şah İsmail’in üzerine yürüyen Osmanlı ordusundaki yeniçerilerin de Bektaşi olmasına dikkati çekti.
Kurt, şunları kaydetti:
“Buradaki mesele Alevi-Sünni meselesi değil bu İran ve Osmanlı meselesi. Anadolu, İran’ın mı olacak, Osmanlı’nın mı olacak. Buradaki mesele İran taraftarı, Osmanlı taraftarı. Osmanlı’nın gözündeki tek ayrım bu. Bu noktaya çok dikkat etmek lazım. Konuyu o noktaya çekmek isteyen bazı kimselerin de atladığı nokta bu. Osmanlı hiçbir zaman Alevi kelimesini kullanmamıştır ayrıca.”
-“Doğu Anadolu’yu İran toprağı olmaktan kurtardı”
Yavuz Sultan Selim’in halkı tarafından çok sevildiğine işaret eden Kurt, Selim’in, Doğu Anadolu’da Diyarbakır’ı fethettikten sonra diğer şehirleri savaşmadan aldığını söyledi. Kurt, “Anadolu’daki bütün beyler Sultan Selim’i kurtarıcı olarak karşıladı çünkü İran’dan büyük baskı görüyorlardı. İran onlara ‘ya Şii olacaksınız ya da öleceksiniz’ diyerek baskı yapıyordu. Oradaki beyleri Osmanlı safhına kazandırmada o kadar başarılı oldular ki İran sonraları Selim’in metodlarını kendi ülkelerinde uyguladı. Yavuz Sultan Selim, Doğu Anadolu fatihidir. Onu böyle tanımlayalım çünkü Doğu Anadolu’yu İran toprağı olmaktan kurtardı” dedi.
Sultan Selim gibi önemli tarihi şahsiyetlerin isimlerinin, büyük mimari yapılara verilmesinin yerinde bir karar olduğunu dile getiren Kurt, “Böyle bir yapıya, Yavuz Sultan Selim’in isminin verilmesi, bu kadar önemli bir Türk padişahına karşı gecikmiş bir vefa borcudur” ifadelerini kullandı.