Osmanlı’da eğitim medreseler yoluyla sağlanırdı. Osmanlı devleti, medreseyi 11. yüzyılda Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün kurdurttuğu “Nizamiye medreseleri” örneğini dikkate alarak hayata geçirmiştir. Medreseler Osmanlı eğitim-öğretim hayatında kuşkusuz önemli bir yere sahiptir. Fatih ve Kanuni dönemlerinde medreseler ciddi gelişme göstermiştir.
“Darü’l Hadisler” denilen sırf peygamberimizin hadislerini öğreten medreseler olduğu gibi “Darü’ş Şifalar” adıyla da kurulan tıp medreseleri vardı. Buradan göz doktoru, eczacı, diş doktoru ve iç hastalıkları uzmanları yetişirdi. Bunların en önemlisi Süleymaniye Tıp Medresesi’dir.
Bunun yanında, astronomi alanında eğitim veren Hev’et Medreseleri de vardır. Medreselerin en önemli özelliği modern pedagojinin kabul ettiği Dalton Planı ve Vinetka Sistemi adıyla uygulamaya koyduğu ferdi kabiliyete göre ferdi öğretim yapmayı hedef alan plan ve programları benimseyen bir metot geliştirmeleridir; bütün medreselerde bu metot tatbik edilmiştir. Bu metoda göre medreseler bugün modern pedagojinin de tavsiye ettiği bir tarzda sınıf geçme yerine dersten geçme yolunu seçmiş, mezuniyeti yıllara değil kabiliyet ve çalışkanlığa bağlamıştı. Bu bakımdan medreselerde okuma süresi hoca ve talebenin gayretine göre uzayıp kısalabilirdi. Medreselerde öğrenci sayısı yirmiyi geçmezdi.
Bugün vakıf sistemine birçok kesim tarafından hâlâ önyargıyla yaklaşıldığı bir gerçektir. Bilindiği gibi çıkarılan yasayla medreselere gelir sağlayan vakıfların mallarına el konulmuştu (Madde 2). Bakıldığında Osmanlı’da vakıf sisteminin çok yönlü işlevleri olduğunu ve padişahların vakıflara özel hassasiyet gösterdiğini görüyoruz. İlâveten hukukî birtakım kıstaslarının yanı sıra çok çeşitli vakıf modelleri de faaliyette bulunuyor. Aslında vakıfların bir finansman kaynağı olmasının ötesinde aynı zamanda sosyalliği ve hoşgörüyü de arttırdığı biliniyor. Bu bakımdan özellikle Osmanlı’da faal olan vakıf sisteminin öncelikle önyargılardan uzak duru bir zihinle üzerinde durulması gerekiyor.
Medreseye (veya müesseseye) bağışlanan her türlü menkul, gayrimenkul, para vs. gelirler vakıf mallarını teşkil etmektedir. Medresenin bütün ihtiyaçlarını (müderristen talebeye ve talebeden temizlikçisinin masrafına kadar her türlü harcamayı) karşılamayı vakıflar üstlenmişlerdir.
Vakıflar Osmanlı’da eğitim hizmetlerinin finansmanında önemli bir rol üstlenmişlerdir.Osmanlıdaki yaygın eğitim veren medreselerin mutlaka vakıfları bulunurdu. Yani “eğitim vakıflar tarafından finanse edilen medreselerde verilirdi. Bu sistemle köylere, en ücra yerlere kadar uzanmış, yayılmış eğitim ağları gelişmişti. En yoksul köylerde, en yoksul aileler bile eğitim faaliyetinin bir parçası haline gelebilmişti. Osmanlı medreselerinde verilen eğitimin müfredatı, içeriği tartışılabilir. Ancak, toplumun taşın altına elini sokması, başka bir deyişle bir sivil faaliyet olması bakımından son derece önemli bir modeldir.
Bilirsiniz, birçoğumuzun iki kuşak geriye giden dedeleri, nineleri bu sistem içinde eski yazıyı okuyabilmekteydi. Formel eğitimden geçmeyen birçok insan Arapçayı, Kur’an’ı, Hadis’i okuyabilmekteydi. Bunun sihri, toplumun eğitimi zorunlu bir faaliyet olarak, hatta bir ibadet gibi görmüş olmasındaydı.”[2]
“Medreseye (veya müesseseye) bağışlanan her türlü menkul, gayrimenkul, para vs. gelirler vakıf mallarını teşkil etmektedir. Medresenin bütün ihtiyaçlarını (müderristen talebeye ve talebeden temizlikçisinin masrafına kadar her türlü harcamayı) karşılamayı vakıflar üstlenmişlerdir. Eğitim işinin ehemmiyetine binaen, eğitim öğretimin verimli bir şekilde yapılabilmesi için medrese elemanlarının bütün istekleri karşılanmaya çalışılmıştır. Evliya Çelebi’nin ifadesiyle, ‘her softanın yemeği ve yatağı ücretsiz olduktan başka odunu ve mumu da ücretsizdir; her oda için ayrı bir hizmetkâr vardır.’ Talebelere vakıf gelirinden günde belirli bir miktar harçlık ayrılmıştır ve vakıflar çok zengin niteliktedirler.