İlk kez 1802 yılında Londra’da yayınlanan albüm Osmanlı’nın askeri örgütlenmesi, yaşam tarzı ve yabancıların Osmanlı’ya bakış açısı hakkında önemli ipuçları veriyor.
Octavien Dalvimart 1798 yıllında İstanbul’a gelerek Osman-lı’nın yaşam tarzını anlatan altmış resim çizmişti. 1802’de Londra’da Costume of Turkey adıyla yayımlanan albüm Osmanlı Kostümleri adıyla ilk kez Türkiye’de yayımlandı.
Batılılaşma çabalarının ivme kazandığı III. Selim dönemini anlatan albümde 60 gravür ve üç dilde (Türkçe-İngilizce-Fransızca) açıklaması yer alıyor. 17.-18. yüzyıl seyahatnamelerinden derlenmiş bilgiler ışığında, resim altı yazısı gibi özetlenip tarihe not düşülen açıklamalar ve resimler oldukça önemli. Osmanlı’nın askerî örgütlenmesi, yaşam tarzı ve yabancıların Osmanlı’ya bakış açısı hakkında önemli ipuçları veriyorlar. O dönemde böyle bir çalışmanın neden yabancı biri tarafından yapıldığını merak edenler için eserin yüzyıllar önce kaleme alınan önsözünde küçük bir ayrıntı not edilmiş: “Osmanlı İmparatorluğu hakkında, topraklarının uçsuz bucaksızlığı ve coğrafi mevkii dışında hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Silik sönük, üstünkörü ve yüzeysel tetkiklerin sebep olduğu kuruntular ve hatalar ile bunları hakikat zanneden bazı yazarlar, kendilerinden emin bir şekilde yarattıkları hayal âlemini, bize Türklerin dinî, kanunları ve adetleri olarak arz ettiler.” Buradan da anlaşılacağı gibi temel hedef, Osmanlı yaşam tarzını anlamaya çalışmak. Ancak sanatçının dönemi çok iyi analiz ettiğini söylemek güç. Birçok metinde oryantalist bakış açısı (harem-padişah ilişkisi vb.) ön plana çıkıyor. Eserde sadece saray erkânına odaklanılmamış. Yelpaze geniş: Cariyelerden karağalara, kâhyalardan zülüflere harem halkı; işkembeci başından tülbent ağasına, saltanat teşrifatında yer alan pek çok görevli; farklı kademelerden ulema sınıfı mensupları; Yahudilerden Rumlara, Ermenilerden Bedevilere, Boşnaklardan Arnavutlara Osmanlı tebaası halklardan portreler ve farklı rütbelerden yeniçeriler Osmanlı dünyasından bir geçit alayını günümüze taşıyor.
Kapıcıbaşları
Merasim giysileri zengin ipeklilerden biçilmiş, yenler ve yakaları kıymetli kürklerle kaplanmış, başlarında da birer tuğ bulunan zabitlere kapıcıbaşı denir. Onlar padişahın hususi hizmetlileri. Hükümdar emrettiğinde yaya kirişini getirme şerefi onlara ait ve ellerinde bu kirişle boy gösterdiklerinde herkesi korku ve hayranlıkla karışık bir hürmet duygusu kaplar.
Saray müzisyeni
Osmanlı’yı mehteran marşıyla anıyoruz ama sarayın kendi müzisyenleri de var. Portrede görünen saray çalgıcısı her zamanki kıyafetini giymiş. Çaldığı alet (tambur) zamane lirine veya İspanyol gitarına benzemekle beraber, İspanyol gitarından daha az teli ve söz konusu her iki aletten daha uzun bir sapı var.
İstanbul tarzı kıyafetleriyle Türk kadını
İstanbul sokaklarında dolaşan Türk kadınları bu şekilde giyiniyordu. Ferace genellikle yeşil çuhadan veya başka bir kumaştan yapılır; omuzlarından geriye sarkan uzun dörtgen başörtüsü yeşil ipekli kapitonededi. Türk, bilhassa Çerkes veya Gürcü kadınların güzelliği dilleri destandır ve bu güzellik daha çok yüzle sınırlıdır. El ve ayak tırnaklarını parlak pembeye boyarlar. Homeros’un “Pembe parmaklarıyla şafak” nitelemesi buradan gelir.
Şallı Türk
Toplumda belirli bir mevkiye sahip Türkler, yaya dolaştıklarının görülmesini itibar kaybı olarak kabul ederler; şehirde sürekli at sırtında dolaşırlardı. Kimi zenginler işi abartır, yüzlerce hizmetçiyle gösterişli kıyafetleriyle sokakları turlardı. Levhada gördüğümüz bu kategoriye girmiyor: Çünkü yayan dışarı çıkan Türkler böyle giyiniyor.
İskemle Ağası
Bu ağanın görevi, padişaha refakat etmek ve ne zaman ata binecek olsa, bu iş için taşıdığı iskemle ile binişine yardım etmektir. Padişahın her yaptığı iş o kadar büyük bir şatafat ve debdebe ile kuşatılmıştır ki, tebdili kıyafet dolaşmadığı sürece, en ince teferruatı teşrifat işlerine koşmak için hazır bekleyen maiyeti daima refakatindedir.
Gelinliğiyle Türk kadını
Yerlere kadar inen kıyafetin içinde saçlarıyla örgülerine çok zevkli bir biçimde çiçekler, inciler ve mücevherler takıştırılmış bir gelin var. O zamanlar düğün merasimi ancak perşembeyi cumaya bağlayan gece yapılıyor. Düğün günü, gelin temin edebildiği en iyi kıyafetleri giyer, sahip olduğu tüm mücevherleri ve kıymetli şeyler takıyor. Yüzlerine çok fazla allık ve düzgün sürerler, kaşlarını ve kirpikleri siyaha boyarlar.
Mısırlı Arap kadını
Kahireli kadınlar yüzlerini ve vücutlarının bir bölümünü geniş, siyah bir peçe örter ve daha zengin giysi alma imkânına sahip kadınlar her zaman büyük bir üstlük giyer. Peçe kadın kıyafetinin mütemmim cüzüdür ve çıkardıkları en son şey de odur. Kahire’de peçe her zaman siyah ve çok büyüktür. Şarklı kadınların hepsi şalvar giyer ve Mısır’daki en fakir sınıfın bu şalvar ve uzun mavi entari dışında başka giysisi yoktur.
Peralı Türk kadını
Şimdi karşımızda haremde veya evlerinin içindeki giyimiyle Peralı bir Türk kadını var. Avrupalıların fikriyatına göre bu kadınların güzelliği sadece yüzüyle sınırlı. Tespit de oldukça ilginç: “Sıcak hamamları aşırı kullanmaları, hayat tarzları ve tuhaf oturma alışkanlıklarıyla birleşince vücutlarının zarafeti tamamen mahvoluyor. Bellerini Yunani tarza hiç uymayan bir yerden sıkmaları, vücutlarını iyice berbat gösteriyor.”