Sümeyye Ertekin’in Aljazeera Türk’teki haberi..
İkinci Dünya Savaşı yılları… Almanya, 1941’de Kırım’ı işgâl etmeye başladı. İşgâl sırasında Almanlar bir kısım Kırım Tatarı’nı esir aldı, bazı Kırım Tatarları da Sovyet baskısından kaçmak için Almanya’ya gitti. Kırımlılar, Almanya’daki kamplarda savaş bitene kadar zor şartlar altında çalıştılar. Almanya’nın işgâliyle sonuçlanan savaşın ardından Sovyetler Birliği, Alman kamplarında kalan Kırımlıları geri istedi. Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hakan Kırımlı o dönemde Sovyetler Birliği’ne iade edilmenin Kırımlılar için ölümle eşdeğer olduğunu anlatıyor:
“Sovyetlerin eline düşmek demek ölüm demekti. Çünkü aldıklarında ya o anda öldürüyorlardı ya da çok şanslı olursa Sibirya gibi yerlere, ağır çalışma kamplarına gönderiyorlardı. Ölmek mi daha iyi, hayatta kalmak mı? Korkunç şartlardı. Orada insanlar Sovyetlerin eline düşmemek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Amerikalılar ve İngilizler, Sovyetlerle anlaştıkları için önce bir kısım Kırımlıyı iade ettiler. Daha sonra durduruluyor iadeler. İade edilenlerin durumu korkunç tabii.”
Prof.Dr. Hakan Kırımlı
Akrabalarıymış gibi yazdılar
Tatarlar, Sovyetler Birliği’ne dönmek istemiyordu. Büyük kısmı Türkiye’ye gitmek istedi. Ama Türkiye’ye gidebilmeleri her zaman kolay olmuyordu. Tarihçi Hakan Kırımlı o dönemi şöyle anlatıyor:
“Kamplarda sağ kalan Tatarlar 1945’ten 1948 yılına kadar Avrupa’daki Türk elçilikleri vasıtasıyla Türkiye’ye müracaat ettiler. Bir kaç Türk diplomatının gayretiyle ki biri daha sonra Dışişleri Bakanı olacak Haluk Bayülken’dir. O dönem oralarda memurdur. Onun yardımlarıyla Türkiye’ye gelenler oldu. Ancak her elçilikte böyle insanlar yoktu. Türkiye’de yakını olma şartı ileri süren elçilikler oldu.”
Bu durum Türkiye’de o dönem Kırımlıların buluştuğu kahvehanede duyuldu. İstanbul Fatih’te Aslanhane Caddesi’nde Hamza Göktay’ın kahvehanesi Kırımlılar arasında iyi bilinirdi. Avrupa’daki kamplardan Türkiye’ye gelmek isteyenleri öğrenen kahvehane sahibi Hamza Göktay ve arkadaşları bir ekip kurdu. Kamplarda isimlerini öğrendikleri kişilerin akrabalarıymış gibi onlara mektuplar yazdı. Bu yazışmalar bir kaç yıl sürdü. Akrabaları olduğuna kanıt olarak bu mektupları gösterenler Türkiye’ye geldi.
Süleyman Akçura
61 ailenin kaydı var
O kahvehanede mektup yazanlardan biri de Cafer Gülümoğlu’ydu. Gülümoğlu’nun torunu Süleyman Akçura, dedesinin o günlerde tuttuğu defteri hâlâ saklıyor. Defterde tutulan notlarda, kimlerle, hangi dönemlerde yazışıldığı ve durumları yer alıyor. Süleyman Akçura o defteri şöyle anlatıyor:
“Kırım Türklerinin muhacerat hayatını ve sürgün dönemini anlatan bir belge elimizdeki. Fatih Aslanhane Caddesi Numara 8’de Hamza Göktay’ın kıraathanesinde, dedem Cafer Gülümoğlu ve Hamza Göktay tarafından oluşturulan Kırım Türk Cemiyeti’nin ilk temelleri diyebileceğimiz bir kayıt bu. Meselâ Türkiye’deki akraba ve adresleri var. Cafer Gülümoğlu ve Hamza Göktay ile ne zaman irtibata geçtikleri yazıyor. 46 yılından 48’e kadar yalaşık iki sene Türkiye’ye gelmeleri için irtibat sağlanmış. Sonra da Türkiye’ye gelmişler.”
Defterde 61 sıra numarası var. Yani 61 aile. O kahvehaneden yazılan mektuplar sayesinde toplam kaç kişi geldiği belli değil. Akçura kabaca bir hesap yapıyor:
“61 sıra numarası var. Dolayısıyla 61 aileye ait kayıtlar var. Dolayısıyla bu rakamı 2 ile 3 ile dört ile çarparak toplam sayıya ulaşabiliriz. Tek tek incelersek kabaca 180 ya da 240 arası kişlere ulaşılmış, bir çoğu da Türkiye’ye gelmiş.Türkiye’ye gelenler burada yeni bir hayat kurdu kendilerine. Yunus Basin meselâ Avusturya’dan. Buna mektup yazılmış 1946 yılının Eylül ayının 8’inde sonra yazışmalar devam etmiş. 14 Ekim 1948’de Türkiye’ye gelmişler. Cihangir’e yerleşmiş. Bu şekilde bir çok aileyi ben de bayram gezmelerine giderek tanıdım.”
Tarihçi Hakan Kırımlı, bu defterde ismi olanlardan çok daha fazla Kırım Tatarı’nın Türkiye’ye geldiğini anlatıyor:
“61 aile o defterde kaydı olanlar. Onun dışında yüzlerce kişi o kahvehanede kurulan irtibatlarla ya akrabasını buldu ya işi çözüldü ve geldi. O, görünen olay.”
Türkiye’ye ulaşan Tatarlar ise kendilerine yeni bir hayat kuruyor ve birbirleriyle ilişkilerini koparmıyor. Hamza Göktay’ın kahvehanesinin yerinde şimdi başka bir dükkân var. Sahipleri ise o çatı altında kurtarılan hayatlardan habersiz….