Balkanlarda ecdadımızın büyüklüğünü müşahede ettim

Tarih
Bosna’yı anlatmaya kelimeler kifayet etmez…  Büyük devlet olmanın elbette büyük sorumlulukları da vardır. Her nimetin bir külfeti olduğu gibi… Bir zamanlar 32 milyon kilometrekarelik coğraf...
EMOJİLE

Bosna’yı anlatmaya kelimeler kifayet etmez… 

Büyük devlet olmanın elbette büyük sorumlulukları da vardır. Her nimetin bir külfeti olduğu gibi… Bir zamanlar 32 milyon kilometrekarelik coğrafyaya hükmeden Osmanlı’nın sorumluluğu 783 bin kilometrekarelik Anadolu’ya sıkıştırılmış Türkiye’mizin omuzlarında artık. O eski gücümüz olmasa da parçalanmış, dünyânın dört bir yanına dağılmış ümmetin yetim çocukları bizden çok şey bekliyor. Bir babanın evlâtları, bir ağacın dalları, bir çiçeğin yaprakları gibi… Bir devlet bin parçaya bölündü. Şimdi de onu daha da parçalara ayırmaya çalışıyor emperyalist haçlı zihniyet. Bütün bölünmüşlüğümüze, parçalanmışlığımıza, omuzlarımızın cılızlığına rağmen Filistin, Suriye, Irak, Çeçenistan, Kırım, Doğu Türkistan, Cezayir, Libya, Sudan, Arakan, Bosna, Makedonya ve diğer kardeşlerimiz bizden sıcak bir selâm, dost eli bekliyor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da sivil toplum kuruluşları, dernekler, vakıflar, yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da kurban organizasyonları için kolları sıvayıp yollara düştü. Bendeniz de Kurban 2013 programı kapsamında Sadaka Taşı Derneği ile Osmanlı’nın ileri karakolu Aliya İzzetbegoviç’in ülkesi Bosna-Hersek’te idim. Ekip arkadaşlarım Ali Yeşil ve Ekrem Doğan ile birlikte.

Dedelerimiz hayırlı bir iş için sefere çıkacağı zaman önce Eyüp Sultan hazretlerinin mânevî huzuruna çıkar, fâtihalar okur, duâlar eder öyle yola koyulurmuş. Bizde bu geleneğe sadık kalarak aziz misafirimiz Halid Bin Zeyd Ebû Eyyûb El-Ensârî hazretlerinin huzuru şeriflerine çıkıp duâlarımızı edip, milletimizin selâmını da baş tacı yaparak yola koyulduk. 15 Ekim 2013 bayramın birinci günü 18.45’te İstanbul’dan Saraybosna’ya hareket ettik. Saat 20.30 civarında Saraybosna havalimanına indik. Daha önce rezervasyonumuzun yapıldığı Etna Oteli’ne hareket ettik.

Otelimiz Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’nın kalbi sayılan, Osmanlı’nın ilk yerleşkesi Başçarşı’ya yürüme mesâfesindeydi. Derneğin Bosna’daki program ortağı İstanbul Kültür Merkezi Başkanı Feyzâ Hanım bizi burada karşıladı. Kurucu başkan Feyzâ Tanok Şehbayraktarevic’in idaresindeki İstanbul Eğitim ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen çok sayıda faaliyetle Bosna-Hersek genelinde yüzlerce aileye ulaşılıyor. Merkez; Ramazan kumanyası, Kurban Bayramı’nda et dağıtımı, şehit ve gâzi ailelerine maddî mânevî yardım vb. gibi hizmetler ve Türkiye’den gelen yardımları mağdur Boşnaklara ulaştıran bir köprü görevi görüyor. Merkezde ayrıca kültürel faaliyetler, danışmanlık, İngilizce, Türkçe dersleri ve Kur’ân eğitimi de veriliyor. Merkezi ziyaretimizde 75–80 yaşlarında Kur’ân öğrenmeye gelen Boşnak ninemiz bizleri ziyâdesiyle duygulandırmıştı. Feyzâ Hanım ve eşi Edin Bey akşam bize şehrin en eski câmileri olan Başçarşı Câmii’ni, Mimar Sinan eseri olan 1531 tarihli Gâzi Hüsrev Begova Câmii’ni ve hemen karşısında bulunan 1537’de ihdâs edilen Gazi Hüsrev Begova medresesini gezdirdi.

Vazgeçilemeyen ülke Bosna, ülkemizle aynı kaderi paylaşıyor…

Gâzi Hüsrev Begova Câmii, Bey Câmii olarak da bilinir. Osmanlı mimârisinin en göze çarpan eserlerinden biri olup, Bosna Sancak Beyi Gâzi Hüsrev Bey tarafından 1531 yılında Mimar Sinan’a inşâ ettirilmiş. Bosna Savaşı sırasında, Saraybosna’da yer alan tüm kültürel ve dînî eserleri ortadan kaldırmayı amaçlayan Sırp ordusunun başlıca hedeflerinden biri hâline gelmiş. 1996 yılında dış yardımlarla aslına sâdık bir şekilde Osmanlı mimârisine uygun biçimde restore edilmiş. Bosna bilindiği üzere 1463 yılında Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın saltanatı zamânında fethedildi.1878 yılına kadar yaklaşık 400 yıl Osmanlı egemenliği altında yaşadı. Bu târihten sonra masada kaybettik Bosna’yı. Bağlarımız koparıldı.135 yıldır birçok bâdireden geçti Bosna Müslümanları. Haçlılar her defasında çemberi daha da daralttılar. Adım adım etnik temizlik planlarını uyguladılar. Bu planları hâlen devâm ediyor. Son nüfus sayımında yaptıkları madrabazlıklar bunun en açık örneğidir. Avrupa’nın göbeğinde Müslüman varlığına tahammül edilemiyorlar. Vazgeçilemeyen ülke Bosna, ülkemizle aynı kaderi paylaşıyor. İki nesilde bir savaş yaşıyorlar. Tıpkı bizim gibi, üzerlerinde bütün dünyânın gözü ve planları var. Bosna bizim kolumuz, kanadımız, kaderimiz. Hiç şüpheniz olmasın Bosna düşerse İstanbul çöker. Bu sebeple dînî, siyâsî ve askerî stratejik açıdan aslâ göz ardı edemeyeceğimiz kardeş bir ülkedir Bosna.

Bütün Osmanlı şehirleri gibi burada da yerleşim câmi eksenli…

Saraybosna Başçarşı ve civârında yeni ve târihî birçok câmi var. Sebilleri, kapalı çarşısı, sıra dükkânları ile burası tipik bir Osmanlı şehri. Tıpkı Bursa sokakları veya İstanbul’un Üsküdar’ı gibi… Bütün Osmanlı şehirleri gibi burada da yerleşim câmi eksenli… Nereden, nasıl gelirseniz gelin bütün yollar Merkez Câmiye çıkıyor. 1878’den itibâren şehrin mimari tarzı yönünü batıya çevirmiş. Bu döneme ait sivil mimarinin dışında birkaç örnek görmek mümkün. Komünizm dönemi yapılar ise balkanların her yerinde hemen hemen aynı. Renksiz, ruhsuz, kişiliksiz beton ve demir yığınları…

Bu arada adım başı karşımıza çıkan irili ufaklı ve farklı branşlardaki müzeleri görünce bizim bu konuda ne kadar fakîr olduğumuzu düşünmeden edemedik. Özellikle Başçarşı civarınnda hayat geceleri İstanbul Beyoğlu, gündüzleri Fâtih veya Bakırköy, Cuma günü ise Eyüp Sultan’ı hatırlatıyor… Bu yönüyle İstanbul’a çok benziyor. Şehirde her tür yaşam tarzı, inanç ve etnik yapıdan insana rastlamak mümkün… Câmilerin, katedrallerin yan yana olduğu, Punkçuların, graffiticilerin, mini etekli kızların, uzun sakallı Müslümanların, ferâceli hanımların, fakirlerin ve zenginlerin bir arada olduğu kozmopolit bir şehir…

Bosna-Hersek, 4.500.000 kişilik nüfûsu olan bir ülke. Bir bütünü oluşturan üç etnik gruba ev sâhipliği yapıyor. Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar… Ülke yönetim açısından iki entiteye yani devletçiğe bölünmüş durumda. Bunlar, Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti’dir.

Kuzey, batı ve güneyden Hırvatistan, doğudan da Sırbistan tarafından bir nevi abluka altına alınmış. Güneyden Karadağ ile çember tamamlanıyor. Bosna Hersek’in bu görünümü ülkeye uygulanan tecridi aslında gayet iyi açıklıyor. Ülkede belirsizlik duygusu hâkim. Bu belirsizlik ve parçalanmışlık otorite boşluğuna sebep oluyor. Birçok konuda muhatap bulamamak burada sıradanlaşmış bir durum. Mihmandarımızın tâbiriyle burası Türkiye’nin 30 yıl önceki hâlini yaşıyor. Mafya, rüşvet, makam ve mevki kullanma almış başını yürüyor.

Kelimelerin kifâyetsiz kaldığı bir yer burası…

Bayramın ikinci günü (16 Ekim) saat 07.00’da Kurban kesiminin yapılacağı bölge olan Vlesenica, Baçino, Brdo’ya hareket ettik. Rehberimiz aynı zamanda bir şehit çocuğu olan Mücâhid isminde bir kardeşimiz. Babası vaktiyle imamlık yapıyormuş. Mücâhid daha üç yaşlarında iken bir gün Sırp milisleri ansızın gelmiş babalarını yaka paça götürmüş. Gidiş o gidiş. Bir daha babalarından ses sedâ çıkmamış. Fakat Sırpların bu insanları diri diri nasıl kuyulara gömdüğünü artık dünyâ biliyor. Burada program danışmanlarımızdan Edina Hanım’ın refâkatinde kurbanlarımızı kestik. Kamyona yükleyerek dağıtım yapmak üzere bir saatlik mesâfede bulunan Potiçeri’ye hareket ettik. Burada Srebrenitsa Anneleri Derneği başkanı Münire Hanım’ın refâkatinde Bratunas bölgesi muhacirlerine kurban dağıtımını gerçekleştirdik.

Srebrenitsa’da şehid edilen 8372 Müslüman’ın anıt mezarı Potiçeri’de bulunuyor. Dağıtım yaptığımız yere çok yakın bir mesâfede. Programdan sonra şehitliği ziyâret ettik. Selâm verip şehidlerimizin rûhuna Fâtihâlar okuduk. Anıt mezarlığın hemen karşısında eski fabrikalar var. Savaş zamanında Sırplar burayı toplama kampı olarak kullanmış. Boş vaziyette duruyor. Katliamların büyük bir bölümünü Birleşmiş Milletlerin gözetiminde Sırplar burada gerçekleştirmiş. Kim bilir orada neler yaşandı. Ne acılar çekildi, ne gözyaşları döküldü ve ne umutlar kayboldu. Kelimelerin kifâyetsiz kaldığı bir yer burası. Burada bütün dünyanın gözü önünde soykırım yapıldı. Bütün ahlâkî değerler, normlar yok sayıldı. Aslında bu soykırımla insanlık katledildi. Uygar dünyanın, sözde medeniyetin iflâs ettiği yer olarak târihe geçti burası…

Ağaçsız, yeşilsiz, susuz bir yer görmedik…

Şehitlik ziyâretinden sonra buranın hemen yakınında bulunan Emaus isminde bir derneğin çocuk evine ziyâret gerçekleştirdik. Burada 27 yetim çocuk barınıyor. Öğle yemeğimizi burada yedik. Çocuklara hediyeler verdik. Emaus Avrupalı bir hayırsever tarafından kurulmuş. İşletenler Müslüman. Bir merkez 3 şubesi var. Merkezi Tuzla yakınında Klokatnica, Dobaj, İstok denen küçük bir yerleşim merkezinde. Yine burada bir sosyal tesisleri de bulunuyor. Saraybosna’da da ofisleri var. Potiçeri’den sonra Tecâvüze Uğrayan Kadınlar Derneği’ne kurban paylarını teslim ettik. Daha sonra Drina nehrini sağımıza alarak Emaus’un Doboj’daki sosyal tesislerine yaklaşık bir saatte vardık. Bosna’da ziyâret ettiğimiz altı şehir boyunca ağaçsız, yeşilsiz, susuz bir yer görmedik. Öyle ki yüksek tepeler, vâdiler, her yer yeşilin bütün tonlarıyla boyanmış durumda. Dik eğimli dağların eteklerinde saf saf dizilmiş ulu çınar ağaçları komutan Şerif Patkoviç’in 7. taburunu hatırlatıyordu. O mücahitler ki, tekbir sesleriyle dağı taşı inletmiş, müstekbirlerin yüreğini ağzına getirmişti.

Ne kadar bizdenler anlatamam…

Akşam Doboj’da konakladık. Ertesi gün (17 Ekim Cumartesi) Emaus’un merkez tesislerine gittik. Kurban teslimâtını yaptık. Buradaki tesisten biraz söz etmekte yarar var. Zîrâ bu projenin benzeri Türkiye’ye ve diğer İslâm ülkelerine ilham kaynağı olabilir. Tesis 1999 yılında Kosova mültecîleri için yapılmış. 2004 yılında Emaus bünyesine alınmış. Burada 399 kişinin barındığı bir huzurevi bulunuyor. Bunların arasında kimsesiz, yetim, engelli ve ağır hasta olanlar var. Bunlara devlet bile sâhip çıkamıyormuş. Tesise bir bakıma rehabilitasyon merkezi de diyebiliriz. İçlerinde hasta bakıcı, psikolog ve fizyoterapistlerin bulunduğu 70 medikalci görev yapıyor. İlaç ve bâzı tedâvi masrafları devlet tarafından, diğer giderler bağışçılar tarafından karşılanıyor.

Buranın sâkinleri el emeği göz nuru işlerle hem terapi görüyor hem de tesis bütçesine ekonomik katkı sağlıyorlar. Büyük tarlalarda çeşitli meyve ve sebzeler yetiştiriliyor, ihtiyaç dışında kalanlar satışa çıkarılıyor. Yine süt ürünü tesisleriyle civar köylerden aldıkları sütleri mâmûl hale getiriyor, sarfiyat dışındakileri civar köylere satıyorlar. Avrupalı bir bağışçının desteğiyle bir dikim atölyesi kurulmuş. Hastalar için pijama, medikalciler için üniformalar ve çeşitli tekstil ürünleri üretiliyor. Burada gençler meslek sahibi olabiliyorlar. Böyle çok yönlü, sosyal içerikli projelerin geliştirilmesi ve çoğaltılması gerekir diye düşünmeden edemiyoruz. Huzurevinde ziyâret ettiğimiz insanlar arasında acıktığını, susadığını, üşüdüğünü, hattâ canının yandığını hissetmeyen insanlar vardı. Soramadım, savaşta kimlerini kaybetmişler, başlarından neler geçmiş, neler yaşamışlar ve neler görmüşler? Soramadık! Nasıl soralım ki? Cevap yok!

Emaus’tan sonra Dobaj’da bir yetim âilesini ziyârete gittik. Hediyelerimizi takdim ettik. Bayramın 3.gününü kardeş ülkede ve bir âile ortamında geçirdik. Yetimler, belki fakir idiler. İmkânları kıttı. Fakat gönülleri ne kadar zengin; ne kadar içten, ne kadar samîmi ve ne kadar bizdenler anlatamam. Bu arada internetten birkaç fotoğraf paylaşmıştım. İstanbul’dan kızım yazmış: “Babacığım resimlerde suratın neden asık, neden gülmüyorsun?..” Ona diyemedim: “Srebrenitsa annelerini gördük, Tecavüze Uğramış Kadınlar Derneği’ne kurban götürdük, 8372 şehidin kabrinden henüz ayrıldık.” Diyemedim…

Ecdâdımızın büyüklüğünü, inceliğini ve merhametini bir kez daha müşahede ettim…

Doboj’dan 16.00’da ayrıldık. Yaklaşık iki buçuk saat sonra Travnik şehrine vardık. Bizi burada Elçi İbrahim Paşa medresesi selâmladı. 1706 târihli olan bu medrese bugün İmam Hatip Okulu gibi hizmet veriyor. Yakın zamanda Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tarafından restore edilerek hizmete ve ziyârete açılmış. Medresenin girişinde duvarda Fatih Sultan Mehmed Hân’ın Bosna ahitnâmesi asılıydı. Bosnalı Hıristiyanlar için koruyucu nitelikli bir fermandı bu. Fermanda şunlar yazılıydı:

“Ben Fatih Sultan Mehmed Han, bütün dünyâya ilân ediyorum ki; kendilerine bu pâdişah fermânı verilen Bosnalı Fransiskenler himâyem altındadır ve emrediyorum: hiç kimse ne bu adı geçen insanları ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve onlara zarar vermesin. İmparatorluğumda huzûr içerisinde yaşasınlar ve bu göçmen durumuna düşen insanlar özgür ve güvenlik içerisinde yaşasınlar. Devletimdeki tüm memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler. Ne pâdişahlık eşrâfından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlarımdan, ne de ülkemin vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir. Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, onları hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hattâ bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse onlar da aynı haklara sahiptir. Bu pâdişah fermânını ilân ederek burada, yerlerin, göklerin yaratıcısı ve Efendisi Allah, Allâh’ın Elçisi Aziz Peygamberimiz Muhammed ve 124 bin Peygamber ile kuşandığım kılıç adına yemîn ediyorum ki; emrime uyarak bana sâdık kaldıkları sürece tebaamdan hiç kimse bu fermanda yazılanların aksini yapmayacaktır. 28 Mayıs 1463 Milodraz dünyâ fâtihi, haşmetli ve ulu sultân’ın imzalı ve parlayan mühürlü fermânıdır.”

Ahitnâmeyi okuyunca ecdâdımızın büyüklüğünü, inceliğini ve merhametini bir kez daha müşahede ettim. Farklı dîn, dil ve etnik kökene sahip insanların 400 yıl bir arada, barış içerisinde yaşamalarını başka türlü nasıl îzâh edebiliriz. Osmanlı eseri Târihî Travnik Kalesi kartal yuvası gibi şehri tepeden kuş bakışı seyrediyor. Kale içerisinde harâbe hâlde bir de Osmanlı Câmii varmış, vaktimiz kısıtlı olduğundan kaleyi ziyâret edemedik.

Travnik sokaklarında gezerken her taraftan suların şakır şakır aktığını görüyorsunuz ve o su sesleri sizi dinlendiriyor. Şehre Osmanlı mührünü vuran üç büyük eserden biri ve en önemlisi Alaca Camii’dir. Şehrin merkezindeki bu caminin diğer adı Süleyman Paşa Camii’dir. Travnik Alaca Câmii 1757 yılında Bosna Vezîri Sopasalan Kâmil Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış. Câmi haziresinde kallâvi kavuklu, burma sarıklı Osmanlı dönemi mezar taşları heybetli görünümleriyle bizi o günlere götürdü.

Mezar taşları demişken, neredeyse İstanbul’daki kadar Osmanlı dönemi mezar taşları Bosna’nın her tarafına yayılmış durumda. Bembeyaz görünümlü sarıklı halleriyle Arafat’taki ihramlı hacıları hatırlatıyorlar. Kefenlenmiş, kıyâmeti bekliyorlar sanki. Sırp ve Hırvatların mezarları siyah granitten, bizimkiler beyaz mermerden yapılmış. Küp içindekini sızdırır derler. İçleri dışlarına vurmuş. Zifiri karanlık. Ne hazindir ki bazı Boşnaklar onlardan esinlenerek tek tük de olsa mezarlığa siyah mermeri sokmayı başarmış. Birileri bu insanları uyarmalı. Zîrâ bizler Müslüman köylerini minâresinden, o da yoksa mezar taşlarından ayırt edebiliyoruz. Bunlar bizim sembollerimiz, varlığımızın belgeleri, tapu senedimizdir. Bereket versin ki tüm olup bitenlere rağmen Bosna’daki Osmanlı dönemi mezar taşları Türkiye’dekiler kadar zarar görmemişler.

Alperenler tekkesini de ziyâret ettik…

Saat 15.00’te Travnik’ten Mostar şehrine hareket ettik. Yaklaşık üç saat sonra Mostar’dan biraz ileride fakat Mostar’a bağlı tipik bir Osmanlı köyü olan Potiçeli’ye vardık. Burada da kale stratejik bir tepeye konumlanmış durumda. Osmanlı stili câmii gâyet güzel bir şekilde restore edilmiş. Câmi içerisinde 5 adet Sadaka taşı bulunuyor. Buradan biraz daha geride bulunan, Mostar’a varmadan Blagay Tekkesini, diğer adıyla Alperenler tekkesini ziyâret ettik. Mağaranın içerisinden Fırat nehri kadar su çıkıyor. Tekke, dağın eteğinde doğal olarak oluşan bir barınağın içerisinde… Uhrevî bir havası var. Fakat hemen karşısındaki restoranda yapılan alkollü içki servisi bu uhrevî havayı lekeliyor. Fakat bunu kime anlatırız, kim dinler? O ayrı bir mesele. Şahsen ben bu durumdan rahatsız oldum.

Ve Mostar’dayız… Kartpostallarda, gazetelerde ve televizyonlarda gördüğümüz Mostar. Savaş yıllarında kahpece bombalanan, sonra Türkiyemiz tarafından tekrar yaptırılan Mostar… Mostar Köprüsü, şehrin içinden geçen Neretva Nehri üzerine kurulmuş. Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inşa edilmiş. Köprü için 456 kalıp taş kullanılmış. Köprü, çevresindeki şehre adını da vererek Hersek bölgesinin büyük şehirlerinden biri olmuş.

Vefat yıldönümünde Aliya İzzetbegoviç’in kabri başında…

Artık yatsı vakti olmuştu. Buradan ayrılırken Türkiye’den bir grupla karşılaştık. Yüksek sesle bir şeyler tartışıyorlardı. Sebebini sorduk. Lokantalardaki menülerde İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça var da neden Türkçe yok diye protesto ederek mekânı terk etmişler. Bu durum elbette bizleri de üzdü. Artık Saraybosna’ya dönüş vakti gelmişti. İki buçuk saat sonra Saraybosna’ya vardık. Yol güzergâhı boyunca istisnasız bütün camilerin şerefesinde yeşil zemin üzeri ay yıldızlı bayraklar dalgalanıyordu. Sanırım bu bayrama özel bir durumdu. Öyle de olsa insana huzur veriyor. İnşallah bir gün olur kıyamete kadar oradan aşağı inmez.

Müslümanların yaşadığı şehir, kasaba ve köylerin meydanları “Bajram Şerif Mubarek Olsun” yazısıyla süslenmiş. Bir kelime ile de olsa ortak bir pay daha buluyorsunuz bu güzel insanlarla. Ne kadar hoş bir durum öyle değil mi? Ertesi gün, (18 Ekim günü) Cuma namazını Gazi Hüsrev Begova Câmii’nde edâ ettik. İlk defa Boşnakça hutbe dinledim. Doğal olarak hiç bir şey anlamadım. Fakat târifi mümkün olmayan bir huşû duydum. Namazdan sonra efsâne komutan, büyük lider Aliya İzzetbegoviç’in kabri başında tüm şehitler adına Fâtihâlar okuduk, duâlar ettik. Ve dönüş hazırlıkları başladı…

Bosna bütün çelişkilerine, zıtlıklarına rağmen insanı kendisine âşık etmesini biliyor. Tıpkı İstanbul gibi… Daha havaalanından ayrılmadan Bosna’yı özlüyor insan. 19 Ekim 2013 günü ne ilâhî tecellîdir ki Aliya’nın vefât yıldönümünde bu büyük komutanı, silah arkadaşlarını ve aziz ülkesini selâmlayarak Türkiye’ye hareket ettik. Heybemizde Bosnalı Müslümanların Türkiyeli kardeşlerine kucak dolusu selâm, sevgi ve muhabbetiyle birlikte…

Nidayi Sevim

Kaynak:dunyabizim.com