Keje’yi Sadece Türklere Değil Kürtlere de yazdım

Kitap
ZUHAL ERKEK’İN RÖPORTAJI  25 yıldır kanayan bir yarayı bambaşka gözle anlatmış Emine Uçak Erdoğan. Yıllardır yapılan taraflı anlatımlarının aksine, çocukların objektif gözünden ya...
EMOJİLE

ZUHAL ERKEK’İN RÖPORTAJI 

25 yıldır kanayan bir yarayı bambaşka gözle anlatmış Emine Uçak Erdoğan. Yıllardır yapılan taraflı anlatımlarının aksine, çocukların objektif gözünden yansıtmaya çalışmış Güneydoğu’daki yaşanan dramları.

Yazar kitabında çocuğun bir gecede nasıl büyüdüğünü, bir gecede olgunlaşan yürekleri, bir gecede yaşanılmadan bırakılmış koskocaman çocukluğu aktarmış okuyucularına. Aslında anlatılan öykülere baktığımızda Batı’da hayatını sürdüren Balkan muhaciri Ayşe’den çok da farklı bir dram yaşamamış Güneydoğu’daki Keje. Nedenleri farklı olsa da, sonuç hep aynı olmuş. Doğduğun topraklardan bir gecede sürülme, geride bırakılan parçalanmış hayatlar, yitip giden bir çocukluk… Neden iki halkın birbirini anlamadığı bilinmese de, bilinen tek şey geçmişte bir Ermeni’nin, Rum’un, göçmen Türk’ün sıkıntısını bugün Güneydoğu’da bir Kürt’ün yaşaması. Zulüm aynı, sadece halk farklı…

Uzun uzun konuştuk Keje’nin yazarı Emine Uçak Erdoğan ile kitabındaki öyküleri, Uludere olayını ve tabi Kürt meselesini… Her konuya objektif bir tutum sergileyen Emine Uçak Erdoğan, iki halkın en büyük eksikliğinin empati olduğunu, halklar arası iletişim olmadığı için birinin “ötekini” anlamakta zorlandığını söylüyor.

Konuşmamızın arasında "Türkler Kürtleri anlamadı" deyip özeleştiride bulunduğumda, aslında sorunun bir “anlatılamama” durumu olduğunu savunuyor Erdoğan. Türklerin bu konuda suçlu olmadığını belirten Erdoğan, “kimsenin bilmediği bir yaşamdan suçlu tutulmaması gerektiğini” söylüyor. Medya ve devletin konuyu her zaman karşı tarafı ötekileştirerek aktardığı için bugünkü sorunların yaşandığını dile getiren Erdoğan, bu yüzden Keje’yi yazdığını, Kürtlerin ve Türklerin birbirini anlamasını için bu kitabın okunmasının şart olduğunu belirtiyor.

Kitabını özellikle 90’larda doğan Kürt gençlerinin okumasını istediğini söyleyen Erdoğan; bir zamanlar Güneydoğu’nun huzur içerisinde her şeyin grileşmediği, halkların kardeşçe bir arada yaşayabildiği bir yer olduğunu anlatmak için yazdığını söylüyor.

BU KİTABI TÜRKLER İÇİN DEĞİL KÜRTLER İÇİN YAZDIM

Bu öyküleri yazma sebebiniz neydi?
Kürt meselesine, edebiyatın insana sunduğu dingin bakış açısıyla bir pencere açmak istedim. Bu meseleyi birebir yaşayan Kürtlerin hissettiklerini hep başkaları anlatıyordu. Özellikle çocukların ne hissettiğini düşünen pek yoktu. O çocukların ne hissettikleri kendi sözcükleriyle duyulsun, bilinsin istediğim için yazdım bir bakıma bu öyküleri.

90’lı yıllarda çocuk olan, 80’li yılları hatırlamayan hayatın hep bu çatışmalı günlerde olduğunu düşünenlerin, bu çatışma ortamında Kürtlerin neleri kaybettiklerini görebilmeleri için de yazdım diyebilirim. Eski günlerde nasıl bir arada yaşama halinin olduğunu, insanı özgür kılan bir yapı olduğunu, aile hayatını ve toplum hayatını hatırlama açısından da Kürtlerin de okumasını istiyorum. Türkler için değil Kürtler içinde yazılmış bir kitap.

Neden çocukların gözünden bakmak bu kadar önemli?
Çocukluk çok masum bir şey. Aynı zamanda net bir bakışa sahiptir çocuklar, bir büyük resim gibi bakabilir yaşananlara, bu net bakışta taraf tutmak, taraflı bakmak pek mümkün değil. Çocuklukta yaşananları bir kenara itmek, bir tarafı suçlu görmek gibi bir durum olamaz. Onların gözünden bakabilmek, bu meselede unuttuğumuz masumiyet ve ihtiyacımız olan insan odaklı bakışa bizi ulaştırabilir. İşte bu yüzden önemli diye düşünüyorum. O yüzden çocukların dilinden anlattım. Bu ülkenin bir bölüm çocukları, çocukluğun masumiyetinden çok acı olaylarla bir gecede sıyrıldılar, büyümek zorunda kaldılar. Ve onların tanıklıkları yaraları derinleştiriyor bir de bu yönü var.

TAM ARAF BİTTİ DERKEN ULUDERE OLAYI YAŞANDI

Kitabınızın bitiminde bir "Araf’tan" bahsediyorsunuz. Hikayeler bitiyor ama her şey yeni başlıyor sanki. Bir çocuk için Araf’ta kalmak ne demek?
Evet bir hikaye bitiyor ama yenisi başlıyor, asıl hikayeler yani hayat başlıyor. Hiçbir şey bitmiyor bu topraklarda. Halen bu çatışmayı yaşıyoruz. Biraz ona gönderme olsun istediğim için, böyle bir bitişle son buldurdum. Bu hikayelerde sadece savaşı ve acıyı anlatmak muradında olmadığım için acıyla birlikte hayatları anlattım. Güneydoğu’da günlük hayatı anlatırken, acıların ötesinde ne kadar geniş bir yaşama alanının olduğunu anlatmaya çalışıyorum kitabımda. Bu hikayelerde bir umutsuzluktan çok umut var. Eski ve günlük hayatı çağrıştıran bu çatışmalı alanlarda neleri kaybettik, onları da anlatmaya çalışıyorum biraz. Aslında umut orda, o günlük hayata dönebilmek; acılarına, sevinçlerine bir arada olma haline dönebilmek için bu cümlelerim. Aslında "Araf" her şey bitti gibi görünürken, tekrar başlaması olayların, yani tekrarlanışına bir gönderme yapmayı anlatıyor. Tam bitiriyoruz diyoruz Uludere yaşanıyor, bunun gibi… Aslında hiçbir şey bitmiyor.

Kitabınızda 80’lerdeki çocukların gözünden anlatmışsınız olayları. Neden 90’ların, olayların tam içerisinde doğmuş çocukların gözünden anlatmayı seçmediniz?
Ben 80’lerde çocuktum. Burada benim tanıklığım da söz konusu. 90’lı yılları da Keje’nin kaleminden okumak isteyenler var. 90 yıllar daha çok acı ve çatışmanın olduğu yıllar, daha çok grinin olmadığı, her şeyin siyah ve beyaz diye ayrıldığı yıllar. Bunu yazmaya ne zaman hazır hissedebilirim bilmiyorum, ama 90’lı yıllarla ilgili "Zorunlu Göç" çalışması yapıyoruz dört arkadaşla. Göçe maruz kalmış insanların tanıklıklarını içeren bir kitap hazırlıyoruz. Bu sene içersinde yayınlanacak.

ULUDERE OLAYI BİZE ÖLÜMÜN ÇOK UZAKDA OLMADIĞINI GÖSTERDİ

Kitabınızda hem asker hem PKK arasında Araf’da kalmış çocukları anlatılıyor. Geçtiğimiz günlerde yaşanan "Uludere Olayı"nın bu halkı biraz daha Araf’a sürüklendiğini düşünüyor musunuz?
Uludere bu topraklarda acının, çatışmanın, ölümün çok uzakta olmadığını gösterdi bize. Bu meseleyi sadece askeri çözümlere havale edersek, insani tarafı göz ardı edersek; ölümün çok yakın olduğunu ve çok rahat bir şekilde masumlara değebildiğini, çoğu çocuk 34 kişinin korkunç ölümüyle bir kez daha deneyimledik. Uludere Kürt meselesinin ne olduğunu, nasıl yaşandığını, nasıl bertaraf edildiğini, nasıl suistimal edildiğini her şeyi özetleyen bir konu. Üstünden 50 gün geçti. Halen o acılı aileler mezar başında, halen ne olduğunu bilmiyoruz. Soruşturma ne durumda, failler yakalanacak mı? Bilmiyoruz. İletişimin bu kadar geliştiği, Güneydoğu’ya bu kadar duyarlı olduğumuz zamanda 34 kişinin niçin öldüğünü, bu yanlışa sebep olanların nasıl bir ceza alacaklarını halen bilmiyoruz. Bu kadar da yeni bir örnek. 90’lara gitmemiz gerekmez. Önümüzde yaşanmış yeni bir örnek. Çok uzaklarda yaşanmadı. Bugün, herkesin Kürt meselesini konuştuğu zamanlarda yaşandı. Bunu çok gizli gizli duymadık. Her şey gözümüzün önünde oldu. Her gün gözümüzün önünde o aileler bu acıyı yaşıyor.

ULUDERE’DE HÜKÜMETİN TAVRI İNSAN ODAKLI DEĞİLDİ

Uludere olayında medyanın ve devletin tutumunu nasıl buldunuz?
Ben hükümetin tavrını insan odaklı bulmuyorum. Daha çok devletin bakış açısıyla bakıyor. Orada bir can kaybı olduğunu, insanın her türlü hesaptan, devletin içindeki savaşlardan, bunun içindeki pozisyonlardan daha üstün olduğunu gösteren bir bakış açısı görmedim. Orada insanlar öldü, özür ve durumun tam açıklığı ortalığa çıkarılması gerekirken, tazminatın dillendirilmesi hataydı. Sonrasında taziyeye geç gidilmiş olması, İçişleri Bakanının taziyeye gittiğinde ölü sahiplerine değil de, onlara çok uzak olan ya da köyden başka ailelere gitmesi… Bunlar kabul edilen şeyler değil. Tansu Çiller döneminde olsaydı, devletten insani duruş beklemezdik. Biz insanı öncelediğini söyleyen bir iktidarın dönemindeyiz. Bu yüzden, insani bir duruş beklediğimiz için hayal kırıklığı yaşıyoruz. Hayal kırıklığımız öfkeye dönüşüyor. Hem bizim için hem aileler için.

ULUDERE’DE KAYMAKAMA YAPILANLAR KÜRTLERİN TAZİYE KÜLTÜRÜNE UYMADI

Ama Kaymakam taziyeye gittiğinde yaşanan olaylar meydanda, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tamamen Hükümetin boşluğundan. Eğer devlet orada olsaydı, ilk gün gelinseydi; alan, bunu provoke edilecek kişilere kalmazdı. Kaymakama taş atanların ölülerin yakınları olmadığını da biliyoruz. Ben başından beri şunu söylüyorum; Kaymakama bunu yapanlar Kürtlerin taziye geleneğine kesinlikle uymadığını bilmeliler. Taziye ziyaretine gelenler düşman bile olsa bırakın saldırıya uğramayı, yüz ekşitmek bile Kürtlerin kültürüne uymaz. Ama bu olay 34 kişinin korkunç bir katliama kurban gitmesinden daha önce gelen veya bu katliamı gölgeleyen, Hükümetin bu konudaki eksikliğine ve geç kalmışlığına bahane olacak bir durum değildir bence. Kaymakama yapıldı, hükümet de gitseydi, hükümete de yapılırdı demek hakkaniyetli bir bakış açısı değil. Gitselerdi ve görseydik. İlk gün orada olduklarında böyle bir şey olacak mıydı?

VİCDAN TAŞIYAN HERKES ULUDERE KATLİAMINA ÜZÜLÜR

Türk halkının bu olaya tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vicdan taşıyan her insan bu katliama üzülür. Yani üzülmeyenleri, Türkler ver Kürtler diye ayırmayı düşünmüyorum. Hiç acıyı hissetmeyen insanlar vardır ama bunu ırkına bağlayamayız. Bu ayrım bizim yaralarımızı derinleştiren bir ayrım. İnsanlara perdeden bakanlarla, bakmayanlar olarak bakmamız gerekir.

EĞER VARSA AÇILIM DENEN ŞEY DEVAM ETMELİ

Güneydoğu’da devam eden bir çatışma var. Medyadan duyuyoruz. Sürekli gelen PKK’lı ölümleri, şehit haberleri oluyor. Sizce artık Kürt sorununda çözüm için ne yapılmalı? AK Parti nasıl tavır almalı?
Bir ara açılım söz konusuydu ama şu anda ortada halen bir açılım çabası var mı, yok mu bilmiyorum. Devletin tepesinde bambaşka şeyler dönüyor. Bu çekişmeler kavgalar nasıl düğümlenir bilmiyorum ama bu sorunun çözümü önce bu meselenin anlaşılmasında. Kürtlerin duyarlılıklarının, sadece politik Kürtlerde değil bütün hepsinde böyle olduğunun bir kere anlaşılması lazım. Ayrıca hükümetin başındakiler başta Bülent Arınç olmak üzere ikililik yaşıyor bu konuda, bir ileri iki geri davranışlarından uzak durulmasında büyük fayda var. Bülent Arınç iki ay önce Kürtlerin hakkı verilecektir derken, geçtiğimiz günlerde “Kürtçe bir medeniyet dili değildir” diyebiliyor. Önce tavandakilerin bu konudaki çözüm isteğinin görülmesi ve bunun Kürtlere samimi olarak aktarılması gerekir. Tavandakilerde böyle bir istek olduğuna inanamadık ki, tabandakileri inandırabilsin. Çözüm; bu duyarlılıkların bilinmesi, bu duyarlılığın kimsenin tekeline bırakılmamasıdır. Bu sesi çıkaranların talebi değil, insani bir talep, hakkaniyetli bir talep olduğunu ve bunun gereğine politik biz kazanım olarak bakmadan tamamen samimi duygularla devam edilmeli. Eğer varsa bu açılım denen şey devam etmeli.

PKK’NIN VARLIĞI ÇÖZÜMSÜZLÜKTÜR

Hükümet dışında, Kürt sorununda BDP, PKK ve zaman zaman Abdullah Öcalan’ın ilişkilerinde bile ikililik yaşanıyor, ortak bir payda da buluşamıyor. Sizce bunun sebebi ne?
PKK, varlığını çözümsüzlük ve şiddet üzerine bina etmiş bir örgüt. Bugün eğer Kürtlerin talepleri kabul edilse, insani istekleri karşılansa, devlet Kürtlerle kavgalı olmasa PKK’ya bir zemin kalacağını zannetmiyorum. Ama PKK buna rağmen varlığını sürdürecek. Çünkü bu işi hükümdarlık olarak ortaya koyan bir yapısı var. İşlerine geldiğinde Öcalan vazgeçilmezdir, işlerine gelmediğinde çok rahat bertaraf edebilecekleri biridir. Ama bizim bu meselede tek muhatap, tek çözüm merci olarak PKK’yı görmememiz lazım. PKK’nın ne istediği çok önemli değil, devletin ne yaptığı önemli. PKK’nın alanını boşaltması lazım. Kürtlerin PKK’ya olan talebini, desteğini yok etmesi lazım. Uludere olaylarının yaşanmaması lazım. Başta dediğim gibi, PKK şiddet ve ateş üzerine kendini bina etmiş. Ben PKK’nın üst yapısından öte, içindeki militanların hayata döndürülmesini çok önemsiyorum. Ama her şeyden öte, Kürt meselesinde taraf olanlar hükümet başta olmak üzere bu konuda çaba gösteren STK’lar vs, kendi politikalarını PKK’nın icraatlarına göre konumlandırmamalı. PKK bildiğini yapsın, biz bildiğimizi yapmalıyız gibi bakması gerekir devletin. Dil ve kimlikle ilgili taleplerin bütün Kürtlerin duyarlılıkları olduğunu bilmesi ve bunun gereğini yerine getirmesi lazım.

KÜRTLER ÖTEKİLEŞTİRMELERDEN DOLAYI PKK’YA KENDİNİ YAKIN HİSSEDİYOR

PKK ve BDP bütün Kürtleri temsil ediyor mu?
PKK ve BDP Kürtlerin tamamını temsil etmiyor. Hem sayı olarak baktığımızda, hem politika olarak baktığımızda da temsil etmiyor. Kürtler ister istemez, PKK’ya devletle ilgili yaşadıkları yalnızlıklarda, zulümlerde, ötekileştirmelerde kendini yakın hissediyor. Kimliklerini tek kabul eden yapının PKK olduğunu düşünüyor. BDP Kürtlerin hepsini temsil etmiyor ama hükümetin bu konudaki eksikliklerinden dolayı etki-tepki oluşuyor. Kürtler destek vermek zorunda kalıyor. Çünkü refleks gösteriyorlar. Sayılara baktığında bunun çok da yanlış bir şey olmadığı ortada. Daha sivil, daha demokrat bir yapıya ihtiyaç var. Ortadaki ya siyah ya beyaz kavgasını bertaraf edecek bir şey olmalı. Çünkü artık Kürtler birbirini AKP’li ve BDP’li olarak iyice ötekileştiriyor. Kürtlere uymayan bir şey. Ben hiçbir zaman Kürtlerin birbirine bu kadar öfke duyduklarını görmedim. Kürtler giderek birbirlerine daha fazla öfke duyuyorlar. Bu durum daha da sorun olmaya başladı. O yüzden yeni bir harekete, kendini öfkenin ve nefretin üzerine konuşlandırmamış sivil bir siyasi oluşuma ihtiyaç var.

İKİ HALK ARASINDA ASIL KOPUŞUN SUÇLUSU DEVLETTİR

Bugün devam eden bir savaş var. Her iki tarafın genci ölüyor. Bu savaşta her iki halk arasında eksik kalan nedir?
Devletin son yüzyılda oluşturmaya çalıştığı tek tip insanlık, iki halkın arasındaki asıl kopuşun sebebi. Bu tezde dayatılan tipin dışındaki herkes ‘dahili ve harici bedhahlar’, düşmanlar oluyor. Kürtler, Ermeniler hiyanet içinde paranoyası ile büyütülüyor. Bu paranoyaya sahip olanlar kendi dertlerinden başka kimsenin sorun yaşadığını görmek istemiyor. Kürtlerin ezildiğini, Ermenilerin tehcir edildiğini bilmiyor. Bilmemekten gelen empati eksikliği var. Birbirlerini bilmediklerinden düşman edilmeye çalışılıyor. Sıradan bir insanın Kürt bilgisi ya medyadandır, ya Güneydoğu’ya askere gitmiş çevredeki tanıdıklardandır. Birebir iletişim azaldığı için böyle. Karşılıklı olarak medya kuruluşlarından dayatılmaya çalışılan bilgilerin dışında iletişim olduğunda, sorunun Kürtlerden veya Türklerden değil sistemden kaynaklandığını; bütün herkesi ezmeye çalıştığını, ezerken de bir tarafın isteklerini dayattığını herkes görür. Biz zaten yeni bir oluşumun yaşandığına tanıklık ediyoruz. Eski defterler açılıyor. Dersim, Ermeni meselesi hepsi önümüzde duruyor. Bir şekilde yaralarımızın açıldığı, çok sancılı bir dönemi yaşıyoruz. Bunların açılması demek, bu yaraların iyileşmesi demek. Bize dayatılan, resmi tarihin içinde yer almayan acılarla ve gerçeklerle yüzleşirsek bu sancı sona erecek. Kürt sorunu da bu basamaklardan bir tanesi. Hepimizin bu sancılı, yüz yıllık geçmişi, resmi tezin dışına çıkarak öğrenmesi ve yüzleşmesi gerekir. Sağlıklı bir toplum olmamızın yolu bundan geçiyor sanırım.

NOT: Emine Uçak Erdoğan’ın Keje adlı kitabı TİMAŞ Yayınlarından çıkarılmıştır. Fiyatı 9 TL’dir.

on5yirmi5