SUNUŞ
Siyaset Felsefesinde Yeni Arayışlara odaklanan geçen sayımızı sunarken çağdaş siyaset felsefesinde revizyon, sentez ve metodolojik açılıma yönelen yeni bir evrede olduğumuzu söylemiştik. Bu sayımız söz konusu yönelimleri bir bakıma sorgulayan ve dolayısıyla aynı evreye esasen daha eleştirel ya da en azından mesafeli yaklaşan yazılarla başlıyor. Revizyon çabaları karşısında paradigmatik çizgilerin korunmasını önemseyen, sentez çabaları karşısında paradigmatik farklılıkların gözetilmesini önceleyen, ayırt edilmesi gerekeni ayırt etmek, her şeyi yerli yerine koymak isteyen yaklaşımlar bu makalelerde öne çıkıyor.
M. Akif Kayapınar’ın “Modern Siyaset Tasavvurunun Mekanizmacı Arkaplanı” başlıklı makalesi modern siyaset düşüncesinin ayırt edici yönlerini kök-metafor kavramı yordamıyla okuyarak temyiz etmeyi öneriyor. Kozmolojik tasavvurlarla siyasi kabulleri rapteden metaforik bağ kendini en iyi kök-metaforların sembolik aktarım kapasitesinde gösterir. Modern bilincin kök-metaforu olarak “mekanizma”, Kayapınar’a göre selefi “organizma”yı ikame ederek 17. asırdan bu yana siyasi tahayyülü yapılandıran en etkili kozmolojik imge olmuştur. Ne var ki bu etkili imgenin çağdaş kozmolojide bir karşılığı kalmamıştır ve siyasi tahayyülün de hâlihazırda aşılmış bu evren ve gerçeklik anlayışından bütünüyle sıyrılması gerekmektedir.
Michael Dillon’ın “Modern Çağın Siyasi Meşruiyeti” başlıklı denemesi, siyaset düşüncesinin ya da siyasi tahayyülün paradigmatik hatlarını belirginleştirmeye odaklanmış diğer bir yazı. Dillon, modernliğin kaynaklarını Hıristiyan siyasi ilahiyatının harabelerinde arayanlara karşı modernliğin bambaşka bir sorunsal etrafında tarif edilmesi gerektiğini, kırılan politik-teolojik çerçevenin kalıntıları şurada ya da burada karşımıza çıksa da modernliğin meselesinin sui generic karakterinin ıskalanmaması gerektiğini savunuyor. Ne siyasi ilahiyatın çözülüşü (Schmitt) ne de ondan boşalan yerin yeniden temellük edilmesi (Blumenberg) modern siyasi problematiğin kendine mahsus ve yeni niteliğine hakkını verebilir.
“Monoloğun Ötesinde: Karşılaştırmalı Bir Siyaset Teorisine Doğru” başlıklı makale ise çağdaş siyaset felsefesinde metodolojik açılım çabalarının güzel bir örneğini sunuyor. Siyaset teorisini hâkim tek-merkezli anlatılardan kurtarıp muhtelif medeniyetlerin birikimleriyle zenginleştirecek karşılaştırmalı bir etkinlik olarak örgütlemeyi öneren Dallmayr, bu çabaya esin verebilecek felsefi güzergâhlara işaret ediyor.
Siyaset düşüncesini etkileyen dinî tasavvurları çözümlemeye dönük ilginin çağdaş düşüncenin önemli çizgilerinden biri olduğuna işaret etmiştik. Mehmet Ali Büyükkara, mezheplerin telifine ya da takribine dönük modern ve post-modern yaklaşımları tahlil eden “Mezhepsel Uzlaşma ve Barış: Modern ve Postmodern Yaklaşımlar” başlıklı yazısında, güncelliğini koruyan hassas bir konuya odaklanmış oluyor. Mezhebî farklılıkların barış içinde yaşamasını sağlayacak siyasi ilke ve usulleri soruşturan makale, barış için izlenmesi gereken belli başlı aşamalara da işaret ediyor.
Siyaset düşüncesini tazeleyen çalışmalar arasında klasiklere dönerek yeni okuma tarzları geliştiren veya kaynaklara vukufiyetimizi artıran çalışmaların yeri önemlidir. “Dünya Düzeninin Temelleri: Adalet Dairesi Literatürüne Giriş” başlıklı makalesinde İlker Kömbe çok zikredilip az incelenen bir kavrama eğiliyor. Adalet dairesi kavramının İslam siyaset düşüncesindeki seyri, İslam düşüncesine nasıl uyarlandığı, geçirdiği dönüşümler, kazandığı nüanslar ve kavramın kısa ve uzun olmak üzere iki formundan biri olan kısa form, titiz bir tetkikten geçiriliyor.
Ulema-siyaset ilişkileri, siyaset ve fikir tarihimizin her daim mühim meselelerinden biri olmuştur. “Gevenden Ancak Diken Çıkar : Süyûtî’nin Gözüyle Ulema ve Siyaset” başlıklı çalışmasında Abdullah Taha İmamoğlu, Süyûtî’nin ulemanın siyaset ve erbab-ı siyasetle irtibatına dair uyarılar içeren rivayetlerden oluşan bir derlemesinin tercüme ve tahlilini sunuyor. Süyûtî’nin siyasi biyografisine dair bir taslak da içeren çalışma, ilim adamının ideal siyasi tavrı üzerine süregelen bir tartışma ve yorum geleneğinin güzel bir örneğini veriyor.
Geçen asırda başlayıp bugün de yeni teknik imkânlarla perçinlenen iletişim devriminin sosyal ve siyasi hadiseler üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olduğuna defalarca şahit olduk. İnternetin “beşinci kuvvet” olarak kuvvetler tasnifinde yerini aldığını söyleyenler ya da siber-ütopyalar kuranlar yeni bilgi teknolojilerinin ve sosyal medyanın vaatlerine işaret ediyorlar. Peki ağ ağ genişleyen bu iletişim âleminin insani iletişimin esası olan diyalog üzerinde ne gibi sonuçları oldu? Bir dijital ya da sanal kitle olgusuyla mı karşı karşıyayız? Bu yeni durumu kitle psikolojisinin terimleriyle yorumlayabilir miyiz? Bir iletişim etiği oluşturabilir miyiz? Hans Köchler’in “Yeni Sosyal Medya ve 21. Yüzyılda İletişim: Diyalog Mümkün mü?” başlıklı makalesi bu incelikli sorular üzerinde duruyor.
Dosyamızın son makalesi, geçtiğimiz yıllarda düşünce ve eserleri Türkiye’de de tartışmalara konu olan bir düşünüre, Alain Badiou’ya odaklanıyor. Verili durum içinde yeninin açılması ve bir hakikat sürecinin başlaması, ontolojiden siyasete Badio’nun izlediği temel sorundur. “Badio’nun Felsefe Kavgası: Varlık-Olay-Özne-Hakikat” başlıklı çalışmasında Hüseyin Etil, hem Badio’nun varlık, olay, özne, çokluk ve hakikat gibi temel kavramları nasıl işlediğini göstermeye çalışıyor hem de Gezi olayı örneğinde bu düşünme yolunun Türkiye’deki kavranış tarzlarına dair eleştirel bir değerlendirme sunuyor.
Kitap değerlendirmeleri kısmında da yine daha çok dosya konumuzla ilgili değerlendirmelere yer verdik. Muhammed İkbal İmamoğlu, eleştirel ekolün önemli simalarından Axel Honneth’in son kitabı Özgürlük Hakkı: Demokratik Bir Ahlak Düzeninin Taslağı’nı; Harun Küçükaladağlı, geçtiğimiz yıllarda sekülerizmin uluslararası ilişkilerdeki yeri üzerine yaptığı çalışmalarıyla bilinen E. Shakman Hurd’un The Politics of Secularism in International Relations isimli kitabını; Veysel Kurt, Zachary Lockman’ın süregelen oryantalizm tartışmalarına da eğilen Hangi Ortadoğu? Oryantalizm, Tarih, Siyaset kitabını; Nurullah Ardıç, S. A. Arjomand ve E. A. Tiryakian’ın medeniyetsel analiz usulleri üzerine derledikleri Rethinking Civlizational Analysis kitabını ve son olarak Metin Demir, Zizek üzerine önemli bir çalışma olan Adrian Johnston’ın Žižek’s Ontology: A Transcendental Materialist Theory of Subjectivity isimli kitabını değerlendiriyor.
“Siyaset Felsefesinde Yeni Arayışlar II” başlıklı dosyamızın konuyla ilgili yeni çalışmaları teşvik edeceğini umuyor, sayı editörü olarak dosyanın hazırlanmasını sağlayan Ahmet Okumuş’a teşekkür ediyoruz.
Merhum Şakir Kocabaş’ın ithaf edilen “Bilim ve Felsefe: Sakir Kocabaş armağan sayısı”nda görüşmek üzere…
Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi