Korkmayın, bu dosyayı hazırlarken sizi profesyonel bir fotoğrafçıya, bir hobi canavarına, yaptığı işi biraz fazla ciddiye alıp tüm hafta sonunu karanlık odada geçiren bir tipe döndürmeye niyetlenmedik. Tek niyetimiz partilerinizin, seyahatlerinizin fotoğraflarını layığıyla çekmenize yardımcı olmak. Bu arada arkadaşlarının en rezil hallerini daha başarılı bir şekilde tarihe kazandırmak için bu rehberi suistimal edenlere ise hiçbir şey diyemiyoruz!
Sonradan unutulmayacak bir anı nasıl kaçırdığınızı fark edip oflayıp puflamamak için işin birkaç ince kuralını bilmeniz gerek. Bu yazıdan sonra kırmızı gözler, kaymış planlar ve hayalet gibi görünen portreler çekerseniz (bir hayaleti çekmeye çalıştığınız durumlar dışında) hiçbir mazeretiniz olmayacak.
Hala filmli makine kullanıyorsanız ya televizyonu da siyah beyaz, en azından kumandasız olan bir teknoloji düşmanısınız ya da dijital makinelerden, fotoğraf filmlerinden aldığı tadı alamadığını söyleyen ukala bir fotoğrafçı. Aynen hala plaktan CD’ye geçememiş müzik dinleyicileri gibi.
Dijital makinelerin filmli olanlara göre üstünlükleri saymakla bitecek gibi değil. Kullanım kolaylığı, fotoğrafların kolayca yayınlanması, sonucu anında görme, image editing programlarının rahatlığı, filmdeki gibi kayıpların olmaması, ucuzluğu, "ya laboratuarda filmimi bozarlarsa" endişesini yok etmesi gibi avantajları var. Üstelik dijital makinelerin filmli olanlar kadar başarılı sonuçlar alamadıkları iddiaları da beş yıl öncede kaldı; yeni makineler inanılmaz. Biz bu yazıda sadece dijital makinelerden bahsedeceğiz, üzgünüz.
1. Kameranızı tanıyın: En şahane kamerayı aldınız, eve koşup kutusunu yırtıp açtınız, sonra da kurcalamaya başladınız. 100 sayfalık kılavuza şöyle bir baktınız, sonra nereye koyduğunuzu bile unuttunuz. Tanıdık bir sahne mi? işte şimdi o kılavuzu bulmanız gerek. Eğer bir kamera aldıysanız, verdiğiniz paranın karşılığını almanız için yapabildiklerini ve yapamadıklarını bilmeniz şart. Yoksa durumun çek-at makine almaktan ne farkı kalır? O kadar para bayıldınız diye düğmeye bastığınız anda en harika fotoğrafın ekranda belireceğinden emin olmayın. En ucuz makine ile en şahane fotoğrafları çekerken en kral Nikon ile beş para etmeyen bulanık sonuçlar alabilirsiniz. Aradaki değişkene biz "bilgi beceri" diyoruz. Makinenin ayarlarını, pozlama yapmayı, flaşı kontrol altında tutmayı bilmeniz gerek. Bu ayarlar makineden makineye değişir ve bu bilgileri en sağlıklı edinebileceğiniz yer de makinenin kendi kılavuzudur. Bir miktar bilgi ve bolca heves ile en kıytırık makineden bile şahane sonuçlar alabileceğinize emin olun.
2. Aksesuarlarınızı hazır tutun: Dijital kameralar birer pil canavarıdır. En az 2000 miliamperlik piller almalısınız ve en az iki setiniz olmalı. En az diyoruz farkındaysanız, fazlası her zaman iyidir. Pilleriniz daima şarjlı olmalı. Şarj için makinenizi kullanacağınız zamanı beklemenize gerek yok, doldurup çantasına atıverin. Aynı şekilde hafıza kartını boşaltmaya üşenirseniz son anda evden çıkarken bilgisayara takmanız gerekebilir, bu da gideceğiniz yere en az 10 dakika geç kalacağınız anlamına gelir. Gideceğiniz yer bir partiyse fark etmez ama sizi tatile götürecek otobüsse işler karışabilir.
3. Flaş; kontrolsüz güç güç değildir: Dijital fotoğrafçılıkta sizi batıracak ya da çıkaracak yegane değişken çoğu zaman flaştır. En uygun olan, makinenin flaşını iptal edip harici bir flaş kullanmaktır ki kendimizi kandırmayalım, biz de dahil kimse bunu yapmaz. O halde doğru kullanımı bilmek gerekir. Ne yazık ki bu işin yüzde 50’si makinenizi tanımaksa yüzde 50’si de deneyimdir.
İç mekanlarda flaş kullanmak çoğu zaman doğal olmayan ten renkleri görüntülemenize neden olur ama gerekli olduğu zamanlar da vardır; yani şurada flaş kullanılmaz ama burada kullanılır diye kaideler yok anlayacağınız. Kullandığınız diyafram ayarından haberdar olacak kadar kendinizi geliştirdiğinizde (ki bu kadar gelişmek durumundasınız) makinenizin flaş gücünü kitapçığından öğrenerek daha ustaca sonuçlar alabilirsiniz. Flaş gücünü enstantane hızına bölerseniz flaşın kaç metreye kadar aydınlatabileceğini öğrenirsiniz.
4. LCD ekranı kapatmak: Zaman zaman LCD ekranı kapatmak, pil ömrü açısından faydalı olacaktır. Kameranızın açılma süresi uzunsa, makineyi kapatmak yerine ekranı kapatmayı deneyebilirsiniz. Makineniz özelliğine göre zaten bir süre sonra uyku moduna geçecektir ancak çekmeniz gereken bir şey olduğunda çok daha hızlı açılacaktır. Boşa flaş patlatmak da pil ömrünü epey azaltan sebeplerden.
5. Beyaz ayarı, tabii yaa!: Bazen fotoğraflarınızın soğuk, mavimsi bir tonu olduğunu fark ettiniz mi? Nedeni mi? Aferin, bir insan makinesini bu kadar bilmez. Neyse üzülmeyin, yalnız değilsiniz, bu en temel fonksiyonu birçok kişi bilmiyor nasıl oluyorsa Dijital kameralarda beyaz ayarı otomatiğe ayarlanmıştır, bu da iş görür ancak mavimtırak olmaya meyillidir. Dışarıda iseniz, hava pırıl pırıl bile olsa beyaz ayarını bulutlu olarak kullanmayı deneyin. Peki neden? Bu ayar, kameranızın önüne, renkleri olduğundan daha sıcak gösteren hayali bir filtre ekler. Kırmızılar ve sarılar yoğunlaştıkça renkleriniz de canlanır. Tabii polarize filtreler kullanmak da etkili bir yöntemdir.
Pardon, ne dediniz? Dijital makinenize filtre takamıyor musunuz? Elbette aslında "ben ucuzcuyum biraz" demek istediğinizi biliyoruz ve polarize filtre almayacaklar için bir önerimiz var, kaliteli bir güneş gözlüğünü filtre olarak kullanabilirsiniz! Bakın şöyle yapıyoruz, gözlüğü mümkün olduğunca objektife yaklaştırıyoruz, ekrandan çerçevenin yolumuza girmediğine emin oluyoruz ve resmimizi çekiyoruz. Sonuç: daha yoğun renkler ve çok daha etkileyici bir gökyüzü. Güneşi tam omzunuz hizasında tutarsanız, yani güneş ışınlarını 90 derece ile alırsanız sonuç daha da etkileyici olacaktır.
6. ISO demek kalite belgesi demek mi?: Kameranın ISO ayarları herkesin bilmediği ama işe yarar ayarlardır. Herkesin bilmediği derken gizli saklı bir şey değil elbette, ancak kurcalayınca önemli bir şeyleri bozacakmış gibi duran kocaman bir ismi var ya; ISO! ISO, kameranın ışığa karşı olan hassasiyetini ayarlar. Sabit bir nesnenin, örneğin bir çiçeğin fotoğrafını çekiyorsanız düşük bir ISO değeri seçmelisiniz. Bu, enstantane hızını artırır ve resmin daha net çıkmasını sağlar. Hareket eden bir nesneyi çekiyorsanız, daha büyük ISO değerleriyle çalışmalısınız. Yüksek ISO değeri kullanmanız, objektiften içeri daha az ışık girecek anlamına gelir, bu da "noise" denen kalite düşüklüğüne yol açacaktır. Mantıklı bir oran kurmalısınız. Buradan, düşük ışık koşullarında diyafram değerini küçültüp içeri daha çok ışık girmesini sağlayabileceğiniz sonucunu da çıkarabilirsiniz, böylece biz de yeni bir madde açıp bunu ayrıca anlatmaktan kurtuluruz.
7. Bir profesyonel gibi portre çekmek zor değil: Size mükemmel yaz fotoğrafı çekmenin ufacık ama gizli sırrını açıklıyoruz. Makinenizi 5 yıl önce almadıysanız ne kadar ucuz bir parça olursa olsun "fill flash" ya da "flash on" modu vardır. Flaşınızı makinenin keyfine göre kullanmayıp ayarlamayı öğrenirseniz şahane portreler çekebilirsiniz.
Bu modda makine önce arka planı pozlar, ardından da esas çektiğiniz objeyi biraz aydınlatacak kadar flaş daha ekler. Yani flaşınız çektiğiniz kişinin yüzünde patlamaz. Haliyle kompozisyon başarılı olur ve profesyonel elinden çıkmış gibi görünen bir portre fotoğrafı çekmiş olursunuz. Düğün fotoğrafı çekenler bu tekniği yıllardır kullanıyor! Güneşli bir havada, çekeceğiniz kişiyi gölgelik bir yere alarak en iyi sonucu elde edeceksiniz.
8. Börtü böcek modu: Ya da daha teknik adıyla makro çekim. Bir cisme yaklaştıkça daha önceden farkında olmadığınız sürüyle detay görürsünüz. İşte makinenizle de bunu yapabilirsiniz.
Büyük bir ihtimal, üzerinde çirkin bir çiçek resmi bulunan düğme ile açacağınız makro modu, makinenizin limitleri dahilinde yakın plan çekim yapmanıza izin verir. Makro çekimlerde ‘otomatik focus’un zorlandığını görebilirsiniz. Siz deklanşöre yarım basmaya devam edin, baktınız olmayacak gibi, birkaç cm uzaklaşmayı deneyebilirsiniz. Makro çekim yaparken perspektifin çok garip işlediğini unutmayın, asıl çekeceğiniz kısmı focuslayın ve geri kalan imajın giderek bulanıklaşmasını keyifle izleyin.
9. Hafıza miktarı ve çözünürlük problematiği: Dijital kamera alırken bütçenizi bir de flash kart alacak şekilde oluşturmalısınız; zira makinenin yanında verilen kart, karnınız açken gofret yemeğe benzer. Yani reklamlarında doyurduğu söylenir ama aslında hiçbir işe yaramaz.
Almanız gereken minimum miktarları şöyle düşünün: 2 megapiksel kamera için 64 megabayt, 3 mp için 128 MB, 4 mp için 256 MB ve 5 mp için 512 MB. Böylece bir daha kart boşaltmaya çalışırken hiçbir poz kaçırmazsınız.
Peki bu kadar büyük hafızalara neden ihtiyaç var? Çünkü böylece makinenizin elverdiği en büyük çözünürlükte fotoğraf çekebilirsiniz. Eğer parasını verip 5 megapiksel bir makine aldıysanız neden 1024 x 768 fotoğraflar çekeceksiniz ki? Makinenizin limitlerini kullanın, sıkıştırma kalitesi de düşüneceğiniz son şey olsun.
Peki neden yüksek çözünürlüklü resimler çekesiniz? Çünkü hayatınızın pozunun ne zaman karşınıza çıkacağı hiç belli olmaz; o an geldiğinde bu resmi 640 x 480 çekmiş olmak istemezsiniz değil mi? Hala inat edip "öyle çeksem ne olacak" diyenler lütfen bu çözünürlükte bir resmi bastırmaya götürsünler, bakalım kaç santimlik bir fotoğraf olacak? 2272 x 1704, yani 4 megapiksel bir resim çekerseniz rahatlıkla 20 x25 cm’lik bir baskı alabilirsiniz, hatta bir dergide tam sayfa bile basılabilir bu resim. Bu rakamları, çözünürlüğü 60’a bölerek kolayca elde edebilirsiniz. Unutmayın, büyük resimler küçültülebilir ama küçükler büyüyemez.
10. Oynaşmadan, sakin: Bütün profesyonellerin tripodu vardır ama elbette tripod sahibi olmakla usta fotoğrafçı olunmaz. Tripodlar bazen elzem ihtiyaç olsa da taşıması, kurması başa bela aksesuarlardır. Gece çekimleri ya da diyafram ayarı gerektiren diğer çekimlerde pek mühim bir hadisedir.
Tabii milimetre kıpırdamadan saniyelerce sabit durabileceğinizi iddia ediyorsanız o başka. Size tavsiyemiz minik tripodlardan edinmeniz. Böylece sıradan bir kutu, yastık vesaire ile yüksekliği ayarlayabilir, minik dev tripodunuz ile de stabiliteyi garanti altına alabilirsiniz.
11. Self timer eğlencesi: Bütün kameralarda bulunan başka bir az kullanılan fonksiyonu keşfetmenizi öneriyoruz: self timer. Self timer, fotoğrafçılık tarihinin en büyük problemine çözüm bulmuştur; kameranın arkasındaki ezik fotoğrafçının mutsuzluğuna!
Arkadaş grubunuzun takıntılı konservatif tarih tutma meraklısı olarak bellenmeniz, bütün karelerde bir tek sizin 32 dişinizin fotoğraflarda eksik kalması anlamına gelmemeli. Elbette kameranızı tanımadık birilerine emanet edebilirsiniz ama bu durumda (iyiden kötüye doğru ihtimalleri sayarsak) berbat çekilmiş bir kare, yere düşen bir makine ya da ganimetiyle uzaklara doğru hızla koşan bir yabancı ile karşı karşıya kalmaya hazırlıklı olmalısınız. Self timer, uzun pozlamalarla artistik fotoğraflar çekmek için de gayet kullanışlı.
12. Berrak sularda yüzmek: Photoshop’ta filtrelenmiş fotoğraflarınız artık kimseyi etkilemez hale geldiyse belki de onlara tablo gibi çekilmiş akan su fotoğraflarınızı göstermelisiniz. Akan su bulunan bir yerde güzel bir komposizyon yakalayın, diyaframın en az bir saniye açık kalmasını sağlayın (nasıl mı, kullanma kılavuzundan öğrenecektiniz ya) ve her şey keskin ve sabit kalırken suyun ağır çekimde akıyormuş gibi fotoğraflanmasını izleyin. Elbette tripod şart. Hayal kırıklığı yaratmayan sonuçlar için şelale gibi düz, tutarlı ve hızlı akan suları seçmelisiniz. Güneş gözlüğü numarasını ekleyerek diyaframı daha uzun süre açık tutarak daha esaslı fotoğraflar çekmeniz olası.
İştegenç.com.tr