Yüzleşmek-Hesaplaşmak-Helalleşmek / Metin ALPASLAN

Fikir
Metin Alpaslan, Umran dergisinin Aralık sayısında ”YÜZLEŞMEK, HESAPLAŞMAK, HELALLEŞMEK” başlıklı bir yazı kaleme aldı.   YÜZLEŞMEK, HESAPLAŞMAK, HELALLEŞMEK… Bu toplumla barışmak istiyorsa...
EMOJİLE

Metin Alpaslan, Umran dergisinin Aralık sayısında ”YÜZLEŞMEK, HESAPLAŞMAK, HELALLEŞMEK” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

 

YÜZLEŞMEK, HESAPLAŞMAK, HELALLEŞMEK…

Bu toplumla barışmak istiyorsanız bu kuru kuruya bir helalleşme ilanıyla olmaz, yaptığınız kötülüklerle yüzleşmek ve adil bir hesaplaşma ile ancak olur. Geçmiş geçmişte kaldı diyerek meselenin üstünü kapatamazsınız. Ayrıca helalleşmeniz gereken insanların listesi çok uzun, helalleşmeye ömrünüz yetmez. Zaten helalleşmek, tek taraflı bir istekle olabilecek bir şey değildir. Hakkı yenenlerin, iftiraya uğrayanların, haysiyeti beş paralık edilenlerin, sizin bu isteğinizi kabul etmeleri gerekir. Ancak birçoğu çoktan dar-ı beka’ya göç ettiler. Onlarla hesabınız mahkeme-i kübra da görülecektir.

13 Kasım’da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir video yayımlayarak, “Partimizin de geçmişte yarattığı derin yaralar vardır. Ülkemizin iyileşmeye, helalleşmeye ihtiyacı var. Ben bu yaraların kapanması için helallik isteme, helalleşme yolculuğuna çıkıyorum.” demişti. Daha sonra partisinin grup toplantısında okuduğu bir açık mektupla bunu nasıl yapacağına dair açıklamalarda bulundu. Mektubunda, “Helalleşme yüzleşmek, barışabilmek, devam edebilmek demektir. Bunu yarası olan topluluklarla yapacağız” ifadelerini kullanmıştı.

Geçen mayıs ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da küresel salgın nedeniyle yaşanan kısıtlamalardan dolayı ekonomik sıkıntı yaşayan vatandaşlardan helallik istemiş, “Sıkıntıya düşen esnafımız, çalışanımız olduysa hepsinden helallik istiyoruz.” demişti. Ancak aynı Kılıçdaroğlu,  Erdoğan’ın vatandaştan ‘helallik’ isteyen bu sözlerine tepki göstererek, “Bırak kardeşim sen helalleşmeyi. Neyin helalleşmesi? Helalleşme olayı sadece ve sadece insanları avutmak amacıyla veya insanların inançlarını veya duygularını sömürmek amacıyla, onların yaşadıkları sıkıntıları nasıl unutturabiliriz! Bu beyhude bir çabadır. Biz hakkımızı helal etmiyoruz.” diye cevap vermişti. Ama şimdi aradan daha altı ay geçmeden kendisi helalleşmeyi diline doluyor.  Böyle çelişik ifadeler Kılıçdaroğlu’nun helallik konusunda da takiyye yaptığını, Türkiye’de siyasilerin oy alma uğruna nasıl yanardöner tavırlar sergilediklerini göstermektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 17 Kasım’da dediği gibi “Dün helalleşme kavramına böyle bakan bir zatın bugün birden aydınlanma yaşayıp 180 derecelik bir dönüşle helalleşme peşine düşmesi ne kadar ilginç değil mi? Maalesef ortada bir değişim de yok, değişen kimse de yok. CHP aynı CHP, Kılıçdaroğlu aynı Kılıçdaroğlu, zihniyet aynı zihniyet… Sadece bunlara verilen rol değişti. Dün tüm güçleri ve samimiyetleri ile vesayetin bekçiliğine, darbecilerin şakşakçılığına, tarihimize ve değerlerimize düşmanlığa soyunmuşlardı. Bugün biraz zoraki de olsa daha başka şeyler söylüyor, daha başka bir görünüme bürünmeye çalışıyor.”[1]

Her Şeyden Önce Samimi Olmak Gerekir

Helalleşmek için seçim kokan çıkışlardan, mağdur vatandaşlarımıza mavi boncuk dağıtmadan önce samimi olmak gerekiyor. Önce iğneyi kendinize batırıp, bir özeleştiri yapıp CHP’nin zulmüyle hesaplaşıp yüzleşmeniz gerekiyor.  Yerel seçimlerden önce belediyelerden bir kişinin çıkarılmayacağı konusunda Kılıçdaroğlu namus sözü vermişti ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden 13 bin kişi işten çıkarıldı. Seçim bitti verilen söz unutuldu. CHP, “Sınır namustur” pankartları astı ama meclisteki oylamada PKK ile mücadele amaçlı Irak ve Suriye tezkeresine ret oyu verdi. Taksim Gezi kalkışmasına destek veren, Ayasofya’nın ibadete açılışına itiraz eden, Taksim’e cami yapılmasına karşı çıkan, HDP ile gizli ortaklık kuran ve FETÖ’ye kol kanat geren CHP’nin liderinin helalleşme açılımına/aldatmasına millet ne kadar inanacak göreceğiz.

Bir CHP eski milletvekili şöyle diyor: “Helalleşme dini bir kavramdır. Böylesi ifadelerle parti mi yönetilir?” Siz “helalleşme” kelimesine bile tahammül edemeyen bu katı tek parti zihniyeti, ideolojik laikçi kafanızı değiştirmeden, bu millet sizin değiştiğinize ikna olmadan, oy almak için yapılan bu gibi sinsi siyasi taktiklerinize prim vermez. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı, helalleşme kılıfı altında apaçık bir siyasi PR çalışmasıdır. CHP her daim devletin günahlarını sahiplenmiş, kurucu devlet statükosunun en katı savunucusu olmuştur. 1947 Kurultayı’nda, İnönü’nün isteğiyle, parti programındaki “kuvvetler birliği” ifadesine yer vermeyen yeni program taslağına sıkı Kemalistler şiddetle karşı çıktı. Bunlardan Balıkesir Saylavı(ne demekse) Süreyya Örgeevren’in şu sözlerine bakın: “Mesele rejim meselesidir. Kemalizm, kuvvetlerin ayrılmasını reddeden bir siyasi doktrindir… Kemalizm’de yasama kuvveti, yürütme kuvveti, yargı kuvveti diye bir şey yoktur… Kuvvet tektir, milli kuvvettir, milli iradedir. Bunun aksine düşünmek CHP’yi inkâr etmektir…” (Cumhuriyet 2 Aralık 1947)[2]

CHP olumsuz geçmişinden kurtulmak için şimdi imaj çalışması yapıyor.  Kılıçdaroğlu, “helalleşme” açılımı ile seçim öncesi muhafazakâr kesimlere ve Kürtlere göz kırpıyor, seçmen çoğaltma, cephe genişletme stratejisi uyguluyor. Yakında eşcinsellere özgürlük/helalleşme açılımı yaparsa hiç şaşırmayın. Çünkü uzun zamandır partinin belediyeleri ve milletvekilleri o çizgide seferber durumdadırlar.

Helalleşelim diye sıraladığı kişi ve gruplar arasında ne tutarlılık ne de samimiyet var. Samimi olsa önce kendi döneminde yapılan yanlışlarla helalleşir. Helalleşme çıkışıyla, “CHP’nin açtığı yaraları tedavi” vaadinde bulundu ama partiden uğultular yükselince helalleşme listesini, CHP dönemi mağdurları dışındaki çevrelere ve yıllara yayma uyanıklığını gösterdi. Kendi döneminde parti yetkililerinin, belediye başkanlarının kadınlara yaptığı taciz, tecavüz, baskı ve şiddete karşı hiçbir işlem yapmayan, hesap bile sormayan Kılıçdaroğlu’nun, samimi bir helalleşme istediğine kim inanır? 28 Şubat döneminde “ikna odaları” uygulamasının mucidi Nur Serter’i milletvekili yapan, onu el üstünde tutan CHP’dir. Eğer samimi iseniz, Nur Serter çıksın zulmettiği kızlardan özür dilesin, af dilesin, helallik istesin. İnsanların hayatını altüst eden bu zalimleri ödüllendirdiğiniz için önce sizin hesap vermeniz gerekir.

CHP eski milletvekili Barış Yarkadaş, “CHP Sorunun Farkında mı?” başlıklı yazısında “Bakın; göreceksiniz, bu söz, sadece Kılıçdaroğlu’nun değil, CHP’nin de peşini bırakmayacaktır!”[3] diye uyarıyor. Ona göre tarihsel olaylar, yaşandığı zaman dilimi içinde değerlendirilirmiş. Helalleşmek ve hesaplaşmak konusunu destekleyenleri de gerici, liboş, yobaz takımı ve had bilmezlik yaftalarıyla suçluyor. Görüldüğü gibi kafa hâlâ aynı laikçi-otoriter faşist kafadır. Aradan yıllar geçse de asla değişmiyor, vicdanları bu mengeneden kurtulamıyor. Yani olan oldu yaptığımız yanlışlar/suçlar faş edilirse altından kalkamayız, iyisi mi yanımıza kâr kalsın, demek istiyor zât-ı muhterem.

CHP Parti Meclisi Üyesi Kadir Gökmen Öğüt, Halk TV’de, “NATO ve Avrupa’nın Türkiye’de demokrasi olsun diye bir derdi olduğuna inanmıyorum. Olsaydı 10 yıldır bazı müdahaleler yapardı.” dedi. Bunu söyleyen biri bu ülkeye ne verebilir? Açık açık utanmadan “NATO gelsin Türkiye’ye müdahale etsin!” diyor. Kılıçdaroğlu bu uşak ruhlu insanlarla ilgili hangi işlemi yaptı acaba, merak ediyoruz. Sürekli Ermenistan’ın yanında duran ve Türkiye aleyhtarı açıklamalar yapan Ünal Çeviköz’e yaptığınız bir uyarı var mı? Kemal Kılıçdaroğlu helalleşmeden önce, Türkiye’nin millî birliğine kasteden, sırf iktidara muhalefet edeceğim diye Türkiye’nin menfaatlerinden çok başka başkentlerin menfaatlerine göre hareket eden, nefret söyleminden medet uman, kutuplaştırıcı, teröre müsamahalı bu kiralık kafaları partisinden uzaklaştırmakla başlamalıdır.

Listede Neler Vardı Neler Yoktu…

Kılıçdaroğlu’nun helalleşme açıklamasında ifade ettiği “CHP’nin açtığı derin yaralar” biraz muğlak kaldı. Yüzyıllık Cumhuriyet serüveninin günahları o kadar fazla ki liste ne kadar uzatılsa da eksik kalacaktır. Mesela, tek adam ve şeflik dönemindeki zulümlerin çoğunu pas geçti. Kılıçdaroğlu’nun helalleşme listesinde Dersim katliamı yoktu. Çünkü ince bir işçilikle hazırlanan, itinayla ayıklanan listede Atatürk dönemine girilmemiş. Hâlbuki Dışişleri Eski Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in Dersim’de mağaralara sığınan insanların çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç demeden nasıl fareler gibi zehirli gazlarla kitlesel olarak katledildiğini anlattığı röportajını bizzat Kılıçdaroğlu yapmıştı. 1937-38 yılları arasında Dersim’de 13 binden fazla sivil üç uçak filosu tarafından bombalanarak öldürüldü. 12 bine yakın insan da sürgüne gönderildi. Anasından, babasından, toprağından kopartılıp trenlere bindirilip her istasyonda o kasabanın eşrafına, beylerine “besleme” diye pay edilen Dersimli kızların hikâyesi yoktu.  Oğluyla beraber idam edilen Seyit Rıza’nın, yasalara uygun olsun diye 78 olan yaşının nasıl 54’e, oğlunun 17 olan yaşının nasıl 21’e çıkartıldığı yoktu.

Tarihe kara bir leke gibi kazınan Yassıada’nın utanç mahkemeleri ve 27 Mayıs cuntasının idam ettiği Menderes ve arkadaşları yoktu. Kontrollü darbe dediği 15 Temmuz ve FETÖ yoktu. Yasin Börü ve arkadaşlarının ailesi yoktu. HDP kapısında dağa kaçırılan çocuklarını isteyen Diyarbakır Anneleri de yoktu. Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirmemek için, CHP’nin başvurusuyla Anayasa Mahkemesi’nin tarihinin en rezil kararlarından olan 367 kararı yoktu. Başörtüsü nedeniyle Meclis’te “Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!” diye saldıran zihniyet, “dışarı dışarı” diye tempo tutularak “kovulan Merve Kavakçı’ da yoktu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir şiirden dolayı belediye başkanlığının son yılında görevden alınarak cezaevine konuldu. 2002’de AK Parti’yi kurduğunda, milletvekili olması engellendi. Tüm bu süreçlerde aktif rol oynayan Sabih Kanadoğlu’ndan bahsetmiyor. Sivas, Kahramanmaraş mağdurları ile helalleşeceğiz, derken Madımak olayından dolayı, sadece “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet”ten yargılanması gereken insanların, CHP’li Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın girişimleri ile “oteli yakan kişiler gibi” suçlanıp idam cezasına çarptırılmasından bahsetmiyor.

Sabıka Dosyanız Oldukça Kabarık

Dinî müesseselere zincir vuranlar, binlerce ilim talebesini sokağa atanlar, ilim erbabını dilenciliğe zorlayanlar, Ayasofya’yı kapatanlar, ezân-ı Muhammedî’yi yasaklayıp “Allahu Ekber’’ diyeni hapse atanlar kimlerdi? Türkçe ile ibadete zorlayanlar, Arap harfleriyle yazılı kitapları kamyonlarla toplatan, polis karakollarında ayakiar altında çiğneten, çöp arabalarına tıkıştırıp yakanlar, devlet arşivlerini Haliç’e dökenler, Bulgaristan’a hurda kâğıt diye satanlar kimlerdi? Toprağın altına saklanan Kur’ân-ı Kerim’ler, servet değerinde kitaplar, tarihî eserler, ahıra çevrilen camiler gibi sayılamayacak kadar çok trajedi… Türk ordusunun manevî cephesini yıkanlar, alay müftülerini, tabur imamlarını kovanlar, alay sancaklarında yazan Kelime-i Tevhid’leri kaldıranlar… Yüzlerce yıllık kitabeleri ayet-i kerime yazdığı için parçalayanlar, Kâbe-i Muazzama’ya ait levhaları camilerden toplatanlar, Ayasofya’yı kapatıp restorasyon adı altında tahrip edenler[4] bu günahlardan dolayı kiminle, nasıl helalleşeceksiniz?

  • 3 Mart 1924, Hilafet makamı TBMM tarafından kaldırıldı. Aynı yıl Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edildi; tekke ve zaviyeler, mahalle mektepleri ve medreseler kapatıldı. İlkokullardan Kur’ân, ortaokul ve liselerden Arapça ve Farsça dersleri çıkartıldı.
  • 26 Aralık 1925, ’Takvimde Tarih Mebdeinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’ ile Peygamberimiz’in (s.) hicretini esas alan Hicri Takvim terk edilerek Hz. İsa’nın doğumunu başlangıç kabul eden Hıristiyan Miladi Takvim’e geçildi.
  • 1 Kasım 1928, ’Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun’ kabul edildi.
  • 1923’ten 1950 yılına kadar tek başına ülkeyi yöneten CHP iktidarında, Kur’ân-ı Kerim’in okunması, evlerde bulundurulması yasaklandı.
  • Ahmet Hamdi Akseki tarafından hazırlanan Peygamberimiz Hz. Muhammedadlı bir kitap sakıncalı bulunarak toplattırıldı.
  • Mayıs 1944, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisi, “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez!” hadisini kapak yapınca, ‘Halkı yöneticiler aleyhine kışkırttığı’ gerekçesiyle kapatıldı.
  • 1946, Sovyetler Birliği’nden Türkiye’ye iltica eden 407 Azerbaycanlı mülteci geri iade edilir edilmez Aras Nehri üzerindeki Boraltan Köprüsü’nde kurşuna dizildi.[5]

Dünyada şu kadar devrim oldu ama hiç kimse yazıya dokunmadı. Siz dedesinin mezar taşını okuyamayan bir nesil ürettiniz. Peyami Safa, “Millî kütüphanesine girip tek kelime anlamadan çıkan bir nesil oluşturuldu.” diyor. Teoman Duralı’nın ifadesiyle “Harf devrimi tam bir kültürel soykırımdı”. Bu milletin hafızasını sildiniz. Batı’nın ne kadar pisliği varsa kanun diye toplayıp getirdiniz. Dinsizlikle eşitlenen “laiklik” ile dinin devlete karışmasını engellemekle kalmayıp, devlet olarak dini tasarlamaya kalktınız. Bu milletin birliğinin çimentosu olan İslam’ı hayatın dışına atarak ‘laikçilik’ diye nitelenen bir ‘devlet dini’ oluşturmaya çalıştınız.

Daha sayalım mı?…

  • 1920’de Meclis’te kürsüye çıkıp “Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anâsır-ı İslâmiyyedir, samimi bir mecmuadır.” dedikten yedi yıl sonra “Ne mutlu Türküm diyene!” diyerek, dün dediğinin bugün tamamen tersini yapan sizsiniz.
  • “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!” dediniz ama hiçbir bilimsel temeli olmayan bütün ırkların Türk ırkından geldiğini söyleyen Türk Tarih Tezi’nin, bütün dillerin Türkçeden geldiğini söyleyen Güneş Dil Teorisi’nin altında da sizin imzanız vardı. 1934’te Türklerin ikincil ırklarda olmadığını ispatlamak için dünyanın en geniş kafatası ölçümünü yaptırdınız.
  • Şeyh Said İsyanı’nı fırsata çevirip çıkardığınız Takrîr-i Sükûn Kanunu’yla, Menemen İsyanı’nı fırsata çevirip çıkardığınız Matbuat Kanunu’yla muhalif medyayı susturdunuz. İstemediğiniz şeyleri yazanları İstiklal Mahkemelerinde yargılattınız.
  • Halkın kulakları Batı musikisine alışsın diye Türk sanat müziğini konservatuarlardan kaldırıp, radyolarda çalınmasını yasakladınız.
  • Bu millet, bir emirle insanları ipe gönderen İstiklal Mahkemelerini, Allah Kelamını okuyup ilim tahsil edenleri yargılayan mahkemeleri unutmadı.
  • Rize’de şapka giymek istemeyip Ulu Camii önünde toplanan kalabalığa jandarma ateş açarak 17 kişiyi katletti (12 Aralık 1925). Yetmedi, Hamidiye zırhlısı Rize’yi topa tuttu. Erzurum’da Şalcı Bacı ‘Şapka Kanunu’na muhalefetten asıldı. Kadıncağız idama giderken “Benim şapkayla ne işim olur?” diye yalvarıyordu (24 Kasım 1925).
  • Şeyh Said Şark İstiklal Mahkemesi tarafından asıldı (29 Haziran 1925).
  • İskilipli Atıf Hoca, Şapka Kanunu çıkmadan bir buçuk yıl önce ve bakanlık izniyle basılan Frenk Mukallitliği ve Şapkakitabı yüzünden idam edildi (4 Şubat 1926).
  • Temmuz 1926, Mevlevî şeyhi İbrahim Hakkı Efendi hakkında idam kararı çıktı. Kararın hemen ardından bir sabah namazında ruhunu Rahman’a teslim etti. Oğlu babasının vefatını jandarmaya haber verdi. Köye gelen seyyar mahkeme kararıyla mezarı açıldı, cenazesi kefeniyle darağacına asıldı.

 

Helalleşmeniz gereken insanların listesi çok uzun, helalleşmeye ömrünüz yetmez. Zaten helalleşmek, tek taraflı bir istekle olabilecek bir şey değildir. Hakkı yenenlerin, iftiraya uğrayanların, haysiyeti beş paralık edilenlerin, sizin bu isteğinizi kabul etmeleri gerekir. Ancak birçoğu çoktan dar-ı beka’ya göç ettiler. Onlarla hesabınız mahkeme-i kübra da görülecektir.

Karneyle ekmek verdiğiniz vatandaşla, başında takke ile, sokağa çıktı diye karakola götürülen imam ile, evde toplanıp dinî kitap okudu diye derdest edip hapislerde çürüttüğünüz Müslümanlarla, Diyarbakır cezaevinde işkencelerle zorla terörist ettiğiniz insanlarla, Varlık Vergisi altında inim inim inletilen azınlıklarla, 6-7 Eylül olaylarının mağdurları ile işten atıp aç bıraktığınız insan yığınlarıyla nasıl helalleşebileceksiniz?

Başını örttüğü için okuldan atılan, eğitim özgürlüğü engellenen, hakları gasp edilip gelecekleri karartılan binlerce öğrenci sokakta kaldı, coplandı, dövüldü, en verimli yılları heder edildi. Bez parçası dediğiniz başörtüsünü açmadıkları için binlerce hanım öğretmenlikten atıldılar. Başörtülülere avukatlık yaptırmadınız, mahkemelerden kovdunuz. Bu ülkenin lise, üniversite mezunu yavrularına, başörtüsü takıyorlar diye memuriyet vermediniz. Katsayı zulmü sebebiyle üniversite kazanması engellenen yüz binlerce imam hatipli ve meslek okulu mensubu mağdurla nasıl helalleşeceksiniz? 2008’de üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getiren yasanın iptali için CHP adına Anayasa Mahkemesi’ne başvuranlar arasında Grup Başkanvekili Kılıçdaroğlu’nun bizat kendisi de vardı. 

Kaybedilen canlardan, parçalanan ailelerden, avucumuzdan kayıp giden hayatlardan, yok olan hayallerden, emeklerden, yitirdiğimiz bu nesilleri nerede bulup helalleşeceksiniz? Bu toplumla barışmak istiyorsanız bu kuru kuruya bir helalleşme ilanıyla olmaz, yaptığınız kötülülerle yüzleşmek ve adil bir hesaplaşma ile ancak olur. Geçmiş geçmişte kaldı diyerek meselenin üstünü kapatamazsınız. Geçmişle hesaplaşmadan, o yüzleşmeyi yapamadan hakikatle karşılaşamaz, önünüze bakamazsınız.  Deşilmeyen, cerahati akıtılmayan yara giderek büyür, kanı zehirler, kansere dönüşür. Yüzleşilmeyen her kötülük de böyledir. 1943’te Van’ın Özalp ilçesinde 33 zavallı köylünün General Muğlalı’nın emriyle yargısız, mahkemesiz kurşuna dizilmesiyle yüzleşilebilseydi sonrakiler katledilmezdi.  Darbelerle hesaplaşılsaydı, 27 Mayıs başta olmak üzere darbeciler kahraman yapılmasaydı 12 Mart’lar, 12 Eylül’ler, 28 Şubat’lar olmazdı.

Yüzleşmek ve Hesaplaşmak

Helalleşme, bizim inanç ve kültürümüzün önemli bir kavramıdır. Geçmişte yapılan hataların ve yanlışların bir özeleştirisini yapmak ve muhataptan af dilemek anlamına gelir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bilmesi gereken bir husus vardır ki, o da helalleşmek için önce güçlü bir yüzleşme sonra da hesaplaşmanın gerektiğidir. CHP, temel hak ve özgürlüklere ve hukukun hâkimiyetine saygının bulunmadığı tek parti devrinin bir aracı olarak, toplumu manipüle etme amacıyla kurduğu bir toplum mühendisliği örgütüdür. Halk tarafından hiçbir zaman iktidar yapılmayan bu örgüt, elinde tuttuğu bürokratik kurumlar ve medya aracılığıyla her daim devletin önemli bir bölümüne hâkim oldu. Kılıçdaroğlu’nun saydığı olayların hepsi, ceberut devlet cihazının militarist aygıtlar ve paramilitarist örgütler tarafından donanmasının ürünüydü.

Topluma zorla dayatılan Kemalist kurucu projeyle toplumu şekillendirme yolunda, devlet gücü halka karşı acımasızca kullanıldı. Ülkenin gerçek sahibi kendileriymiş gibi hareket eden bu Kemalist jakobenler her daim topluma karşı devleti temsil ettiler. Sorgulanması gereken esas konu devletin kuruluş biçimi ve geçmişte işlenen cürümlerdir. CHP ile beraber devletin de geçmişiyle yüzleşip vicdani bir hesaplaşmaya girmesi gerekiyor. Hukuk dışı uygulamalarıyla, ölümlerle, katliamlarla, insan hakları ihlalleriyle, işkencelerle sonuçlanmış ağır travmalara yol açan devletle hesaplaşmadan helalleşme olmaz.

Böyle bağlayıcılığı olmayan kuru kuruya helalleşmelerle, çoğu kul hakkıyla helallik almadan göçüp giden mağdur ve mazlum insanların ahından kurtulamazsınız. Sağlık karnesindeki fotoğrafı başörtülü olduğu için hastaneye alınmayıp hastane kapısında can veren Medine Bircan’la,  28 Şubatçı polislerin zulmünde karnındaki bebeğini kaybeden Nuray Canan’la nasıl helalleşeceksiniz? Yönetim kurullarında emekli generallerin görev aldığı, sahiplerinin medya patronu olduğu birçok bankanın içlerinin boşaltılması ve milletin sırtına yüklenen milyarlarca doların birilerinin cebine gitmesi; bütün bunların hesabı sorulmadı daha. Bu ülkede şeriatçı olduğu için, ülkücü olduğu için, komünist olduğu için asılanlar, cezaevine tıkılanlar çok olmuştur ama yetimin malına el uzattığı için asılan hiç olmamıştır.

Ülkemiz yaralı insanların ülkesi. Her biri farklı yaralar taşıyan bu yaralı insanların ülkesinde yaşattığınız acıları unutturmak için ne yapmayı düşündüğünüzü, helalleşme yolculuğuna nerden başlamak istediğinizi açık seçik belirtmeniz gerekiyor. Zalimin helallik dilemeden önce özür dilemesi ve hakkını gasp ettiği insanların hakkını iade etmesi gerekir. Değişim programlarının yukarıdan aşağıya metazori dayatıldığı 1924’ten sonra Müslümanlar âdeta bir fetret dönemine girmişlerdir. İlericiliği tekeline alan bir zümre, din dışı materyalist ve pozitivist anlayış ve uygulamalarına karşı çıkan ve kendisini din ile özdeşleştiren herkesi gericilikle ve rejim düşmanlığıyla suçlamıştır. CHP’nin tek parti iktidarı boyunca Müslümanlara yapılan zulümlerin dünyada eşi benzeri yoktur.

Cumhuriyet’in katı ve ayrımcı laiklik anlayışının, darbeci-vesayetçi zihniyetin ikinci sınıf vatandaş derecesine indirgediği, uzun süre toplum ve siyaset sahnesine çıkmalarını engellediği Müslümanlar hâlâ kuşdiliyle konuşmaya devam etmekte, gerçekleri söylemeye çekinmektedirler. Ordu, yargı, bürokrasi gibi devlet birimlerini halk iradesi üzerinde denetim aracı hâline dönüştüren CHP’nin tek parti dönemi ile tek adam ve şeflik dönemleri ile yüzleşilip yüzleşilmeyeceği önemli bir mesele olarak durmaktadır Türkiye’nin gündeminde. Kılıçdaroğlu’nun listelediği yaraların ve yıkımların çoğu, devlet gücü kullanılarak gerçekleşmiştir. Bu sorgulamalar yapılmadığı sürece tarih, rejim/devlet baskısının dozu azalmadan tekerrür edecektir.

Hâlâ gerçekler çarpıtılmakta, halktan saklanmaktadır bu ülkede.  Okullarda okutulan tarih kitaplarında, yapılan zulümler, baskı ve zorbalıklar gerçeğe uygun anlatılmamakta, rejim tekçi ve laikçi çizgisi dozunu artırarak devam etmektedir. Atılması gereken ilk adım  ‘helalleşmek’ değil gerçeklerle yüzleşmektir. Çünkü ancak böyle bir yüzleşme ile bu rejimin mağdurlarının hakları belli bir hukuka kavuşturulabilir, ruhlar huzura kavuşabilir ve ‘helalleşme’ gerçekleştirilebilir.

Resmî ideolojinin öğretileri dışında söylenen her söze öfke kusanların, birtakım fanilerin putlaştırılmasına itiraz edenlere parmak sallayanların, inkâr ve asimilasyon politikalarıyla sistematik olarak ezilen Kürtleri ve Müslümanları zararlı vatandaş görmeleri, 10 Kasım’da kornaya basmadı, ayağa kalkmadı diye insanları fişlemeleri, Türkiye’de hâlâ herkesin kendini güvende ve özgür hissedebileceği bir sistem ve hukuk düzeni inşa edilemediğinin göstergesidir!

CHP’nin muhafazakâr kesimlere açılma yönünde adımlar atmaya yöneldiği bir zamanda bizim mahallenin çocuklarının Kemalist söylem, sembol, tören ve kadrolara yönelmesi ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken ibretamiz bir vakıadır.

[1]https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/133533/-turkiye-tarihinde-hic-olmadigi-kadar-buyuk-bir-cazibe-merkezi-h-line-gelme-yolunda-emin-adimlarla-ilerlemektedir-

[2] https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/kilicdaroglunun-helallesme-yolculugu-1591229

[3] https://www.korkusuz.com.tr/chpliler-bu-kez-cok-uzgun.html

[4] https://www.dirilispostasi.com/makale/8296325/cemalettin-haciosmanoglu/chp-kimlerle-helallessin

[5] https://www.dirilispostasi.com/makale/8300559/recep-yazgan/haydi-helalleselim