Seküler – Lâik Bilim ve Ders kitaplarındaki Gizli Tehlike

Fikir
Fizik, kimya, biyoloji gibi bilim ve ders kitapları; Rabbimiz’in fiil ve eserlerini, konu olarak seçmişler ve O’nun icraat ve eserlerini anlatırlar. Dolayısıyle; müfredat ve okullarda, “seküler ve lâi...
EMOJİLE

Fizik, kimya, biyoloji gibi bilim ve ders kitapları; Rabbimiz’in fiil ve eserlerini, konu olarak seçmişler ve O’nun icraat ve eserlerini anlatırlar. Dolayısıyle; müfredat ve okullarda, “seküler ve lâik eğitim – öğretim” diyerek; derslerin “Din dersi” ve “Fen – Sosyâl dersleri” şeklinde ayrılması; vak’âya mutabık, doğru ve gerçekçi bir ayrım değildir. Bu sahte ve sanal ayrımların bedeli; “camide müslüman – işyerinde kapitalist”, part-time müslümanlığın artmasıyla ödenmektedir. Çağımızda, “deizm”e yönelmelerde görülen artış da; bunun diğer bedelidir.

Allahû Teâlâ’nın, sadece Din Derslerinde anlatılıp; diğer derslerin “seküler ve lâik eğitim” etiketiyle; güya “tarafsız”, aslında “ateist ve natüralist” inançlara göre işlenmesinin, müslüman zihninde oluşturduğu bölünme ve travmanın bedeli ağır olmaktadır.

Başta dediğimiz gibi: Okullarda, “seküler – lâik eğitim” ambalajıyla verilen Fen derslerinin; din ve “Allah’tan bağımsız ve ayrı, yani seküler ve lâik” olarak anlatılabilmesi, mümkün değildir. Çünkü: Bu dersler, Rabbimiz’in, kâinattaki, hikmet ve ölçülü “fiil / faâliyet” ve sanatlı “eserleri”ni inceleyip – anlattıkları için; illâki, Rabbimiz ve eser – fiilleri hakkında, direkt – indirekt birşey diyecekler ve zaten diyorlar! Yani: Bu bilim ve dersler, dinimizin alanına illâ girerler. Girmemeleri mümkün değil.

Bu da bizi; Allah ve dinden bağımsız ve ayrı; yani “seküler ve lâik” fen ve ders müfredatının; böyle bir ders anlatımının, böyle bir bilim anlayışının mümkün olmadığına getirir.

Ayrıca, önceki yazılarımızda dediğimiz gibi: “İnanıp – inanmamak”tan bağımsız ve ayrı ve bu iki şıkka tarafsız ve eşit mesafeden bakabilen; yani nötr ve objektif bir “bilgi biçimi” ve “ifade biçimi” mümkün değildir. Çünkü: Kâinatta, gözleyip – incelediğimiz birşeye; ya “Yaratıcı ve yöneticisi var(mış)” gibi veya “yok(muş)” gibi bakabiliriz. Ve başlangıçta seçtiğimiz, bu şıkka göre; gözlem bilgilerimizi ifade ederiz. Çünkü: Dilin mantığı ve Mantığın dili icabı, bu iki şıkkın ortası veya dış gözlem ve koordinat noktası yok! Diğer deyişle: Epistemolojik ve ontolojik açıdan; seçebileceğimiz, gidebileceğimiz, bakabileceğimiz üçüncü bir alternatif, üçüncü bir şık yok!

Bu, “Din dersi – Fen dersi” ayrımlarının, mantıken mümkün olmaması bir yana. Reel uygulanabilirliği ve sürdürülebilir gerçekliği olmayan, bu sahte ayrımları; dinimiz de kabul etmez.

Yani: “Rabbimiz, Peygamber, Kitap…” sadece “Din dersi”nin konusu olmadığı gibi; “madde – enerji, uzay – zaman…” gibi, Rabbimiz’in fiil – eserleri de, sadece “Fizik – Kimya – Biyoloji dersleri”nin konusu değildir. Dinimizin; bütüncül ve holistik, “Tevhid Paradigma”sı, bu sahte ayrımlara izin vermez; bunu mantıken mümkün de görmez.

O hâlde; mevcut müfredata çözüm önerisi olarak, yola çıkmadan önce yapılması gereken ilk şey; bence doğru bir, kavram şema ve anlam haritalarımızı üretmek ve üzerlerinde mutabakat sağlamak olmalıdır.

Meselâ: “Bilgi(ilim, veri / data – information – knowledge) ve “Bilim(science) ayrımını yapmakla, işe başlayabiliriz. Kâinat ve içindeki “bilgi”nin (veri / data – information – knowledge), “seküler ve lâik” Bilim/sellik Kriter ve yöntemlerine göre, gözlem – ölçüm ve yorumlanması sonucu elde edilmiş, dezenformatif ve manipülâtif “filtreli bilgi”ye; yani “bilgi”nin “bilimsellik” prizma ve yorum / filtresinden geçmiş hâline, “bilim” (science) diyoruz biz.

Bu tanımıyla “bilgi” (knowledge) ve “bilim” (science) farklı ve ayrı kavramlardır. Mes’elâ: Suyun, belli şartlarda hep aynı derecede kaynamaya başlaması; bir “bilgidir, ölçüm bilgisi”dir (data – knowledge); fakat “bilim” (science) değildir.

Değiştirmeden ve üzerinde fazla düşünmeden, ‘Batı’dan birebir kopyalayıp – aldığımız; bu “seküler ve lâik bilim, bilimsel bilgi” dediğimiz şey; evrendeki “bilgi”nin, dar ve eksik ve saptırılmış bir türü olabilir ancak.

Kilise ve engizisyonun baskı ve şiddetinden kurtulmak için, bu “seküler – lâik” kavram ve yöntemler eşliğinde dizayn edilmiş, bu  Bilim Anlayışı (epistemolojisi); ‘Batı’ için bir kurtuluş reçetesi olduğu muhakkak. Onlar için çözüm olmuş bir yöntemin, bize de ilâç olacağını düşünmek; — üstelik hiç ihtiyacımız yokken — (ve daha önemlisi de; ‘Din dersi – Fen dersi’ ayrımının; yani ‘Seküler – lâik Bilim’in olması, mantıken mümkün değilken!); bâtıl bir kıyasın neticesidir.

Elhasıl: “Allah’ın olmadığı (ateizm / inkâr); varsa ve olsa bile, işleyişe karışmadığı (deizm / şirk)” şeklinde özetlenebilecek, bir “evren tasavvuru”na dayanan; bu Bilim Anlayışını (ontoloji ve epistemolojisini) kabul etmek zorunda değiliz. Üstelik, hiç ihtiyacımız da yokken ve üstelik zararlı olduğu hâlde!…

Bilimsel yayın ve ders kitaplarında: “İlâhî yerine, tabiî; yaratma yerine, oluşum; sevk-i ilâhî ve ilham yerine, sevk-i tabiî ve içgüdü; Allah’ın mu’cizesi yerine, tabiatın mu’cizesi; Allah’ın izni ve iradesi yerine, tesadüfen ve rastgele olduğu…” gibi; bu algı ve altmesajı içeren; “failsiz ve öznesiz veya sahte failli” kavram ve ifadelerin kullanılmasının; Bilimsel Yayın ve müfredat şartı olarak, dikte edilmesine karşıyız.

Çünkü: Mevcut Bilim ve Ders kitaplarına hâkim olan, bu “ateist – deist ve materyalist – natüralist” anlayış sebebiyle; bu kitaplarda, kâinatın işleyişi hakkında önümüze getirilen her “neden ve mekanizma, tasvir ve açıklama”; zihnimizde, “varlık ile Rabbimiz” arasındaki münasebet iplerini, her gün, biraz daha kesmekte ve kopartmakta. Algı ve çağrışımlarımızı bozmakta.

Çünkü: Kâinatın; böyle, (güya) “Rabbimiz’den bağımsız ve ayrı ve O’na ihtiyaç duymadan”; güya “otomatik bir makina ve bilgisayar” gibi; “kendi kendine” işlediği; algı ve altmesajını (subliminâl mesaj) enjekte ve endoktrine eden; bu bilim ve ders kitaplarının; anaokulundan beri, defalarca telkin ve tekrarı; müslümanca düşünme meleke ve refleksimizi kaybetmemize neden olmakta.

Sonuç olarak: Okullardaki ‘fizik, kimya, biyoloji, coğrafya vs…’ tüm ders kitapları ve müfredat; bu kirli ve virüslü bilgilerden dezenfekte edilip, temizlenmedikçe; ve bu kitaplar, yeniden, kendi kavram ve anlam ve medeniyyet haritalarımıza göre yazılmadıkça; okulda öğrenciye, haftada 1000 saat “Din dersi” de versek; hattâ tüm Kur’ân-ı Kerim ve Hadisleri de ezberletsek; (bozuk arabaya, en kaliteli benzini de koysak, fayda etmemesi veya hasta insana, gıda fayda etmemesi; hattâ zarar verebilmesi gibi;) o öğrenci ve insanda, beklenen, zihin ve davranış değişikliğini meydana getirmez.

Güya “inanıp – inanmamak”tan bağımsız ve ayrı; güya “seküler – lâik” eğitim diyerek; aslında, bir “ateist – deist”in gözüyle ve onların kullanabileceği kavram ve ifadelerle yazılmış, bu fen ve ders kitapları ve müfredatla; kendi anlam küremize yabancı olan bu okullar; bizce, ‘Misyonerokullarından çok daha tehlikeli ve zararlı olmaktadır!

Gizli İkna Metodu ve bilinçaltı (subliminâl) mesajlarla zihnimize kodlanan bu “ateist – deist” inanç/sızlık ve felsefeler; bu Yanlış Bilgi Virüsleri’ni zihnimize zerkeden; bu bilim ve ders kitapları; alenî ve aşikâr, küfür ve şirkin, reklâm ve propagandasını yapan, kitap ve yayınlardan çok daha tehlikeli ve zararlıdır!

Çünkü: “İnanıp – inanmak’tan bağımsız ve ayrı, objektif ve nötr Bilim” diyerek; “seküler ve lâik eğitim” diyerek; bu algı ve ambalajlarla zihnimize telkin ve ilka edilen, bu “kirli ve virüslü bilgiler”e karşı; herhangi bir savunma ve antivirüs kalkanlarımız olmadığı için; bu virüsleri farkedemez ve bunları, zihin ve anlam dünyamıza buyur ederiz.

Bu şekilde, bilinçaltı (veya bilinçdışı) mesajlarla; yani gizli ve sinsi olarak, “ateizm – deizm”i zihnimize kodlayan ve bizi formatlayıp, yeniden programlayan, bu tür bilim ve ders kitapları; küfür ve şirkin, alenî reklâm ve propagandasını yapan, kitap ve yayınlardan, çok daha etkili ve tehlikeli ve zararlıdır!

Çünkü: Kâinattan elde edilmiş “gözlem – ölçüm bilgileri”; bu kitaplarda, “ateist – deist” bağlam ve kontekstte, bu arka fon ve zeminde sunulmaktadır. Böylece; bir ‘yem’ işlevi gören, bu ‘doğru kırıntıları’yla, genç zihinler avlanmaktadır. Bilimsel Bilgi ve ifadelere yedirilmiş, bu “ateist – deist, materyalist – natüralist” bağlam ve kavramlar; bilincimizin filtrelerimize takılmadan, “objektif ve bilimsel gözlem – ölçüm bilgisi” zannıyla; bilinçaltımıza, telkin ve ilka edilmektedir. (En tehlikeli ve aldatıcı yalan da, işte bunun gibi; içine doğru kırıntıları serpiştirilmiş yalanlardır! Çünkü, bir sözün yüzde yüzü yalan olsa, zaten inanacak kimse çıkmaz!)

Çünkü: “Seküler – Lâik Bilim/sellik Felsefe ve Epistemolojisi”nin, tehlike ve zararları hakkında, önceki yazılarımızda dediğimiz gibi: Kâinattaki herhangi bir olay ve olguyu; “sebep–sonuç” şablon / paradigmasına oturtarak tasvir etmek; bu Bilimsel İfadeyi okuyan kişi için, altmesaj olarak: “Bu işin Allahû Tealâ’yla bir bağlantı ve ilgisi yok; bu faâliyet ve sonuca, Allah, sebep ve fail değil; bu işi, O yapmıyor! Kâinattaki bu faâliyet ve eserler; çeşitli sebep ve otomatik mekanizmalarla; madde ve enerji dönüşümleriyle; bir de uzun zamanın geçmesi ve kanunlarla; ister istemez, yani tabiî bir zorunlulukla; kendi kendine oluyor! Yani Allah olmasa da bu işler olur ve oluyor; çünkü mekanizma  bu, süreç böyle işliyor! Örneğin: Allah olmasa da; taş veya yağmur, yerçekimi sebebiyle yere düşecek; bu sebep–sonuç / süreçte, ‘Allah’ gibi, doğaüstü ve metafizik bir sebep ve fail aramak, mantıken gereksiz; yani böyle bir zorunluluk ve ihtiyaç yok!” talimat / kod / emir; yani Yanlış Bilgi Virüsü (Truva atını), bilinçaltı kanallarla, bilinç ve kâlbe gönderir.

Sebep – sonuç” kurgu ve şablonuyla paketlenmiş bu subliminâl ve saklı mesaj; bilinçaltı kanallarla iletildiğinden, bilincin filtrelerine takılmaz. Sesli söylenmediği için, kulak ve bilincin duymadığı, bu gizli ve derin fısıltı ve hipnotik telkin sonucu; kişide, farkında olmadan, bir bilinç ve sonra da algı ve davranış değişikliği gözlenmeye başlar.

Bu virüsü tanıyan bir antivirüs programı, yani bağışıklığı olmayan kişi, virüslü ve hasta olduğunu bile farketmez. Kendisini, sağlıklı görür. Kâinattaki varlık ve hâdiseleri; doğru görüyor ve algılıyorum, tarafsız ve objektif anlıyorum zanneder! Halbuki “din – dinsizlik ortası” veya “dışı” anlamında “objektiflik ve tarafsızlık” diye tanımladığı şey; aslında, bâtıla taraftar olmaktır. Çünkü: O kişi; “Allah yok(muş); varsa ve olsa bile, kâinattaki bu işleyişe karışmıyormuş; herşey, O’na bağımlı ve muhtaç olmadan, kendi kendine, neden – sonuç mekanizmalarıyla, otomatik olarak işliyormuş” şeklinde bir “ateist – deist inanç/sızlık”la bakmaktadır kâinata!

Bu virüs defaatle alınıp, bu bilinçaltı kodun taşıdığı mesaj / trojan, tekrar tekrar çalıştırıldıkça; bu tekrar / telkin / hipnoz ve sihrin sonucu; kişi bilinçaltında buna inanmaya başlar. Farkında olunmadan içeride kök salan bu fikir, bir sonraki aşamada, bilinç alanında da yeşerip, dal budak vermeye ve davranışlara aksetmeye başlar!

Artık, “kalbi müslüman; aklı ise, bir kâfir ve müşrik” gibi çalışmaya başlayan; yani akıl – kâlp arasındaki köprü ve bağlantıların yıkıldığı; gerçeklik duygusu parçalanmış, bir nevi şizofren kişilik profili oluşur. Böyle bir kişi; artık, “bilgi(bildikleri) ile “inanç(inandıkları) arasında, artan mesafe ve boşluğu nasıl kapatacağını bilemez. İşte bu çaresizliğin de etkisiyle; bu aşamadan sonra, varılan sokak, “part-time müslümanlık”tır. Bu sokak da bitirilirse; yürünülecek diğer sokak, ‘deizm’ ve sonra da ‘ateizm’ sokağıdır.

Çünkü: Bilim ve fen kitaplarının, yüzeysel anlamının altına saklanmış ve ambalajlanmış bu ‘Derin Anlam’; dil ve zihin yoluyla, bilinçaltı ve kâlbe girip, burada işlemeye başlar. Burada kendisiyle çelişik itikadî bilgileri sönükleştirip, bulanıklaştırır ve etkisizleştirir; sonra da siler, atar! Çünkü aynı zeminde birbiriyle çelişik ve zıt iki bilgiden biri doğru, diğeri yanlıştır! Çünkü insan mantık ve hissiyatı, birbirini yanlışlayan iki bilgiyi bünyesinde uzun süre tutamaz; bunları ya uzlaştıracak veya birisini atacaktır.

Bilim ve ders kitaplarından bünyeye geçen bu Virüslü Bilgiler; kâlp ve zihinde, kendisiyle çelişik bilgi ve itikadları silip, deforme ettikten sonra, buradan tüm duyulara ve bedene yayılır. Hasta insana, nasıl bedenen hareket zor gelir ve hemen yorulur; öyle de bu hastalığa yakalanmış kişiye de, bedenen ibadet etmek (hattâ, sadece diliyle zikretmek bile!) çok zor ve yorucu gelir; çabuk usanır! Baktığı ağaç, gördüğü çiçek, işittiği gökgürültüsünde; fen ve ders kitaplarının, hep “sebep – sonuç çağrışım / devreleri” aktive olur; algı ve anlamlandırmalarını, hep bu şema üzerinde yapılandırır; anlam dünyasında, eşyayı bu kalıp üzerine yerleştirir.

Bu aşamadan sonra, artık; “ni’met”ten, “in’âm”a geçiş kopmaları yaşanmaya başlar! “Rızık”, sadece bir “gıda maddesi” olarak görülmeye başlar. “İlâhî’den, tabiî’ye; yaratılış’tan, oluşum’a; sevk-i İlâhî ve ilham’dan, sevk-i tabiî ve içgüdü’ye…” gibi; o kişinin, ‘düşünce’ ve ‘kelimeleri’ ve sonra da, ‘davranışları’ formatlanıp – programlanmaya ve değişmeye başlar. Çünkü: Dil – düşünce – his – davranış – karakter – kader; birbirini izler ve etkiler!

Elhasıl: Bilim ve ders kitaplarındaki bu yeni programa göre formatlanmış ve büyülenmiş bu kişi; artık kâinatta; o kitapların, göstermek istediklerini görür; algılatmak istediklerini algılar; sordurmak istediklerini sorar. Yani: Varlık ve hâdiseleri algılama ve anlamlandırma biçimi; bu yeni programa, bu virüslü bilgilere göre olur! Bu program kırılıp, bu hipnotik uyku ve şartlanmadan uyanmadığı sürece; kişi, gördüğü rü’yanın farkında bile olmaz! Fen ve ders kitaplarının, zihnine çizdiği, bu “ateist – deistik evren tasavvur ve kurgusu”nun, sahte ve hayalî bir imaj olduğunu farkedemez! Bunu, dışarıdaki gerçekliğin birebir kopyası ve ‘tarafsız bilimsel ifadesi, bilimsel bilgi’ zanneder.

Bu virüsle enfekte olmuş şahıs için; meselâ “ağaç ve elma”dan, ‘Allah’a çağrışım  ve bağlantıları; yani elmadan ni’met, ni’metten in’âm’a geçiş, meleke ve refleks ve akıl yürütmeleri kopmuştur.

Bu kişi için; meselâ Mona Lisa tablosuna bakarken otomatik olarak gelen “Da Vinci” çağrışımı; kâinat düzleminde, “Allah” olarak kopmuştur. Bu kişi; üstelik “cansız resim” de değil; çevresindeki, milyar hakiki ve canlı esere bakar ama aklına sadece, fen ve ders kitaplarında zihnine yüklenen (güya “inanç ve değerden tarafsız, güya objektif ve nesnel ve olgusalız” diye inandırdıkları)ateist – deist ve materyalist, determinist ve natüralist” inanç / felsefelerin, zum yapıp, büyüttüğü; kamera ve kadrajlarına alıp – odakladıkları “madde ve enerji, sebep ve sonuçlar” gelir; çevresine baktığında sadece bunları farkeder ve algılar! (Meselâ: Suya bakınca, sadece H2O; yağmura bakınca, suyun çevrim – dönüşüm mekanizma / döngüleri aklına gelir. Bu kişi; bunların Allah’ın ni’met ve rızkı olduğunu söylese de; bu anne – babadan öğrenilmiş bir ezberin tekrarıdır ancak. Doğru şıkkı, baştan ezberletilmiş ama çözüm şekli gösterilmemiş bir bilgidir bu!) Böyle bir kişide; Allahû Teâlâ, ancak ikinci bir kasıt ve niyetle akla getirilebilir ve bu sun’î çağrışım da, geçici ve te’sirsiz olur.

Bu virüslü bilgilerle, algı ve zihni formatlanan kişi için; “Allahû Tealâ ve iman, metafizik (madde ve fizik ötesi / dışı) birşeydir; yani görünen varlık ve hâdiselerden, Allah’a ve imanına delil-ispat aranması beyhude bir çaba olup; bu itikad, mantıkî ve ilmî temellere oturtulup, rasyonalize edilemez; bu dünyada delil-ispatlandırılamaz; sadece ‘gayba imandır’, olan; hem de delilsiz ve körükörüne bir şekilde!…” Bu düşüncelerle; o kişide, Allahû Tealâ; ‘zihin ve algıda ve bilgi’de, kâinat dışına çıkartılır!

Bu kişi için artık Hristiyanlık, Yahudilik, Hinduizme “inanmakla”; İslâmiyet’e “iman etmek” arasında, kategorik bir fark olmayıp; sonuçta hepsi “inanç” ortak paydasında toplanır ve eşitlenir! Aynı şekilde; bu virüsün bulaştığı herkes; hangi dil, din, inanç ve milliyette oldukları farketmeksizin; varlığı zihinlerinde hep aynı şekilde algılar ve anlamlandırırlar. Hatta günlük hayatlarında kullandıkları kelime ve kavramlar bile aynıdır. Çünkü herkes eşyaya aynı taraftan, aynı kavramlarla baktığından; farklı birşey gören yoktur!

Elhasıl “Allahû Teâlâ’nın olmadığı bir evren nasıl olurdu? O olmadan, nasıl ayakta durup, faâliyette bulunur ve çalışırdı?” gibilerinden, kurgusal bir masal okumak isterseniz; bir fen veya ders kitabı alın, oradan okuyun!

Bu kitaplardaki masallarda; (taş, toprak, demir vs. alet ve malzemelerin, hiç insan eli değmeden bir takım sihirlerle kendi kendine havalanıp, gelip, kesilip, karıştırılıp ve uygun yerlerde birleşip Sultanahmet Camii’ni inşa ettiğine inanmak gibi;) evrendeki ‘madde ve zerreler’in, sanki sihirli bir âlemdeymişiz gibi; kendi kendilerine ve bir takım tesadüf ve zorunluluk, uzun zaman ve enerjilerle, kendilerinden çok daha kompleks ve bilgili ve üstelik ‘hayat, bilgi’ gibi kendilerinde bile olmayan üstün özelliklerde ‘canlılar, uçan seyyareler, yağmur yağdıran bulutlar, içinden çiçek çıkan tohumlar’ inşa ettiklerini göreceksiniz… Şapkadan tavşan çıkması gibi; içinden kuş çıkan yumurtalar; içinden çeşitli cinste ağaçlar çıkan topraklar; çeşitli tat ve renkte şekerleme ve meyveler veren, tahta ağaçlar göreceksiniz!…

Erzağı, yağmurlama, arıtma, temizleme, atık sistemleri düşünülmüş ve düşmemek için boşlukta dönerek uçan süratli uzay gemileri; içinde sihirli bir “rüzgâr”la (siz isterseniz buna “kütleçekim kuvveti” deyin, daha bilimsel gözükür!) kendi kendine havalanan testere – bıçaklarla kesilen ağaçlar, doğranan kütükler ve havalanan çivilerle çakılan; ‘uçan tahtalar, imâl edilen masa – sandalyeler vs…’; elhasıl bir çizgi film ve animasyon gibi, bir sürü sihirli ve esrarengiz hâdise göreceksiniz!…

Bu açıdan; belki dünyada sınav da olmuyoruz, “imtihan” da yok! Çünkü kopyeler de verilmiş; gönderilen Peygamber – Kitaplarla, doğru şıklar da gösterilmiş! Gene de yanlış şıkkı işaretliyorsak; demek kusur bizde, körlük bizde!

Üstelik bu sınavda, işaretlediğimiz her doğru şıkka, en az 10 puan; yanlış şıkka ise 1 puan verilmekte! Üstelik, devletlerin çıkardığı gibi, “geçici ve sınırlı” da değil; ölene kadar geçerli “Devamlı Af Kanunu” da var ve yürürlükte! Yani: Günahına pişman olup, tevbe – istiğfar eden; işlediği günah, kul hakkını ilgilendiren birşeyse, bunu da tazmin eden veya helâl ettirenin; affedilip, hakkında tahakkuk etmiş cezadan kurtulması da mümkün! Gene de bu sınavı kaybedersek; bilemiyorum ki, öbür tarafta hangi mazeret kabul edilir!?

 

Ayhan Küflüoğlu