Metin Alpaslan , Umran dergisinin 2022 Nisan sayısında ” Sabikun Olabilmek ” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
SÂBİKÛN OLABİLMEK
“Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve ‘Muhakkak ki ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet 41/33)
Hayatın gidişatı iki eksende akar, gece-gündüz, aydınlık-karanlık, iyi-kötü, güzel-çirkin, kâr-zarar şeklinde zıtlıklar üzerine kuruludur. Genel olarak Kur’âni tablolarda insanlar sevap ehli-günah ehli, mümin-kâfir şeklinde iki sınıf olarak anlatılır ve ahiret hayatı da Cennet-Cehennem, mükâfat-mücazat olarak iki boyutlu tavsif edilir. Ancak 56/Vâkı’a Suresi’nde bildirildiği üzere kıyamet koptuğu zaman insanlar mertebe mertebe ayrılacaklar, üçüncüsü “Sâbikûn” olarak adlandırılan üç sınıfa(fırka) bölüneceklerdir.
Mekke döneminde Allah’a şirk koşan ve Kur’ân’ı yalanlayan müşriklerin, “Biz öldükten, toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?” (Vakıa 47) sualine cevap sadedinde kıyametin anlatılmasıyla başlayan Vakıa Suresi, “Kıyamet koptuğu zaman, onun vukuunda hiçbir yalan yoktur. O, (kimini)alçaltıcı (kimini)yükselticidir. Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar parçalandığı, dağılıp toz duman hâline geldiği. Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman.” (Vâkı’a 1-7) cevabıyla şüphecilerin iddialarını çürütürken, aynı zamanda bize ahiret hayatına geçildiği zaman insanların üç sınıfa ayrılacağını da haber vermektedir. “…Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman; İşte o “Ashâb-ı meymene”(kitabı sağdan verilenler) ne mutludurlar, “Ashâb-ı meş’eme”(kitabı soldan verilenler) ne mutsuz ve uğursuzdurlar. (İman ve amelde) yarışıp öne geçenler de öne geçmiş öncülerdir. (Sâbikûn)” (Vâkı’a 8-10).
Üçüncü fırka olan Sâbikûnlar, “önde olanlar, öncüler” yüce bir makam olarak anlatılmakta, rableri katındaki değerleri beyan edilmekte, nimetlerin en büyüğü ve en kıymetlisi olan, Allah’a yaklaşma(mukarrabûn) ve onun nezdinde gözde olanlar olarak tarif edilmektedir. “İşte onlar en çok gözde olanlardırlar (Allah’a yaklaştırılanlardır), Naim (nimet) cennetlerindedirler.” (Vâkı’a 11-12). İlk insandan itibaren kıyamet gününe kadar bütün insanlar bu üç grup içinde mütalaa edileceklerdir.[1]
O üç sınıfın vasıfları şöyle beyan edilmektedir:
Birinci sınıf, “Ashâb-ı meymene”: Hak’kı bulmada isabet etmiş olan, hürmet makamında bulunan uğurlu, mutlu cennet ehli kimseler. (Ashâb-ı yemin)
İkinci sınıf, “Ashâb-ı meş’eme”: Hak’tan uzak yaşamış, alçak yerde bulunan, değersiz, uğursuz cehennem ehli kimseler. (Ashâb-ı şimâl)
Üçüncü sınıf, “Es-Sâbikûn” = Hayırlarda yarışıp ileri geçenler, Allah’ın hoşnutluğunu kazananlar, önde olanlar, öncüler.
Dünya hayatında hata yapıp günah işledikten sonra kendisini düzelten, dürüst ve faziletli bir hayat yaşayan, ancak doğru ve faydalı işlerde fazla önde olmayan “Ashâb-ı yemin” toplumun ortalama direğidir. ‘Sâbikûn” ise toplumun öncüleridir. Kur’ân-ı Kerim’e göre insanların dünyada yaptıkları işlere göre ahirette derece farkları büyük olacaktır. “Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.” (İsra 21)
Fâtır Suresi’nde de bu sınıflandırma şöyle ifade ediliyor: “Sonra Biz kitabı kullarımızdan seçkinlerine miras kıldık. Onlardan kimi nefsine zulmedicidir, kimi de ortadadır. Kimi ise Allah’ın izniyle hayırlara koşandır(sâbikûn). İşte büyük fazilet budur.” (Fâtır 32)
İleri Geçenler (Önde Koşanlar)
Sâbikûn kavram olarak, birinin ilerisine, önüne geçmek, galip gelmek, üstün olmak anlamındaki “sebeka” fiilinin ismi faili olan sâbık, öne geçen, üstün ve galip gelen demektir. Kur’ân’da iki ayette tekil şekli, 5 ayette de çoğul şekli (sâbikîn, sâbikûn ve sâbıkât) geçmektedir.[2]
Davada önden gidenler, öncü olanlar, hayırda yarışanlar, Rabbimiz tarafından övülmüş, pek çok ayette öncü kimseler “sâbikûn” olarak nitelendirilmiştir. “Ve de yarışarak öne geçenlere (andolsun).” (Nâzi’ât 4) denilerek onların üzerine yemin edilmektedir. Mü’minûn Sûresi’nde de “sâbikûn” şöyle tanıtılmıştır: “Onlar ki; Rablerinin korkusundan titrerler ve onlar ki, Rablerinin ayetlerine iman ederler ve onlar ki, Rablerine ortak koşmazlar. Verdiklerini Rablerinin huzuruna dönecekler diye kalpleri korku ile ürpererek verirler. İşte onlar hayır işlerinde yarış ederler ve onlar hayır için önde giderler (sâbikûn)” (Mü’minûn 57-61). Sâbikûn, mukarrabûn (Allah’a yaklaştırılmış) olanlardır. Bunlar hakka kullukta iman ve itaatte, hayır yarışlarında en öne geçenlerdir. İlahi mesajı her şeyin üstünde tutan (muttaki), varlığını Allah’a adamış müminlerdir.
Kur’ân’ın bildirdiği sâbikûn içinde, peygamberler, sıddıklar şehitler, Ashâb-ı Kehf, Havariler, Yâsîn Suresi’ndeki şehrin en uzak noktasından gelen adam, Hz. Musa’nın davetine icabet eden Firavun’un sihirbazları ve Hz. Peygamber’e zor zamanda tabi olan ashâbın seçkinleri öncülüğü hak eden insanlar yer alırlar. Bunların sayılarının az olduğunu yine Kur’ân haber vermektedir. Bunların çoğu önceki ümmetlerden, az bir kısmı da sonraki ümmetlerden olacaktır (Vâkı’a 39-40).
Rabbimiz, Muhacir ve Ensâr’dan İslâm’a girmekte ilk öne geçenleri, ilk iman edenleri, zorluklarına rağmen hicreti ilk tercih edenleri sıkıntılara katlanan kullarını (sâbikûndan oldukları için) över, onlardan razı olduğunu bildirir: “Muhacirlerden ve Ensar’dan (İslâm’a girmekte) ilk öne geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar… Allah onlardan razı olmuştur, onlar da ondan razı olmuşlardır. (Allah) onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur” (Tevbe 100). Bu öncüler, İslâm’ın ilk yıllarında büyük meşakkatlere katlanmışlar, canlarını ve mallarını Allah yolunda feda etmişler ve böylece çok yüksek rütbelere erişmişlerdir.
Sâbikûn, Allah’ın himâyesine aldığı, sevip beğendiği has kullarıdır. Peygamber Efendimiz (s.) de öncüleri, ‘insanlar hakkında hükmederken kendileri ve kendi aileleri için hüküm veriyormuş gibi davranan kişiler’ olarak tarif etmiş, kıyamette Allah’ın gölgesine koşan kimseler olduklarını açıklamıştır. İşte asıl peygamber vârisi olanlar bunlardır. Sâbikûn, hiçbir dünyalığın, mal, makam ve mevkiinin Allah’a ibadetten, İslâmî çalışmalardan, direniş ve mücadeleden alıkoyamadığı Müslümanlardır. Onlar boş işlerden ve boş sözlerden uzak duran müminlerdir. Onların hayatlarında gaflet, tembellik, uyuşukluk, bıkkınlık, yorgunluk, boş zaman yoktur. Onlar zulme karşı seslerini yükseltmekten kaçınmayan, güce boyun eğmeyen, hayatlarını hedefleri için seferber etmiş, fedakârlıkta sınır tanımayan, merhametli, vefakâr ve mücadeleci kimseler olduğu için, Allah onları yüceltmiş, yükseltmiş ve yakınlığına layık görmüştür.
Modern Cahiliye ve Şuur Diriliği
Şartları ve kuralları egemenler tarafından belirlenen Müslümanların nesne olduğu vahşileşmiş bir dünyada yaşıyoruz. Günümüz dünyasında İslâmî değerler, küresel egemenler tarafından bir tehlike olarak görülmekte, bu nedenle engellemeye ve boğulmaya çalışılmaktadır. Dört bir yandan bir kuşatılmışlık hali yaşanmaktadır. Güçlünün daha da güçlendiği, zayıfların insanca yaşam imkânı bulamadığı, adalet çizgisinden uzaklaşmış zalim bir dünya ile karşı karşıyayız. Zulmün yaygınlaştığı zayıf ülkelerin güçlüler karşısında, fakirlerin zenginler karşısında sesinin kısıldığı bir dünya bu.
Bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan sekülarizm ve bireyselleşme ile dünyanın büyüsüne kapılan Müslümanlar kendilerini öncü mümin kılacak değerlerden uzaklaştılar. Günümüz İslâm toplumlarında dünyevileşme aşırı derecede arttığından zayıf ve kişiliksiz bir toplum oluşmuştur. Uğruna mücadele edilen değerler ihmal edildi, idealler unutuldu, hedeflerden sapıldı. Şuurun kaybedildiği, ihlasın yitirildiği, eminliğin yok olduğu, zihinsel sapmanın had safhada olduğu adeta bir fetret dönemi yaşanıyor.
Daha konforlu bir hayat hayalleri kurarken İslâmî hedef ve idealler unutuldu. Rahat ve konforundan taviz vermeyen, sorumluluk almayan, fedakârlık göstermeyen, bedel ödemeyen “muhafazakâr demokrasinin” pençesinde din ile dünya arasında arafta kalan, bir karmaşa içinde gelgitler yaşayan bir insan unsuru var. İnsanlar üzerinde örneklik oluşturabilecek bir İslâmî kimlik inşa edemedik. Modern ya da geleneksel hurafelerin iğdiş ettiği, isteklerinin, tutkularının, hırslarının esiri olmuş, zaaflarının ve korkularının etkisiyle gerçeği gizleyen, iktidar hırsıyla sistemin putlarına teslim olan, makamını-mevkiini kaybetmekten korkan, malını kaybetme endişesi taşıyan bir insan topluluğu ile karşı karşıyayız. Öncülüğe talip olan, yükün altına giren, fedakâr, cesur, hak ve hakikat yolunda koşan dava adamları çok az bulunmaktadır. Bireysel ibadetlerle (nüsûk) yetinen, mevcut gidişata boyun eğen, sağa sola yaptığı üç-beş kuruş yardım/infak ile, haftada bir gittiği ders grubunda bir iki sayfa meal okumayla yetinen, sorumluluklarını yerine getirmek yerine her şeyi bir kurtarıcıya havale eden bir Müslüman profili var.
Dünyaya hâkim olan güçler, bu gayri insani ve fıtrat dışı sistemin devamı için her türlü şeytani projeyi acımasızca uygularken, hiçbir plan programı olmayanların eleştirileriyle bu düzen değişmez. İçinde bulunulan şartlar Müslümanlara önemli sorumluluklar yüklemektedir. Bu durum Müslümanlar için bir iman sınavıdır. Sımsıkı sarılmamız gereken Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün örnekliği önümüzde rehber olarak bulunmaktadır. İnancımızın gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmek zorundayız. “Allah kimseye taşıyabileceğinden fazlasını yüklemez” (A’râf 42). Allah rızası gözetilerek ortaya konulan her çaba ve fedakârlığın hem Allah katında bir karşılığı, hem de dünyanın imar ve ıslahında mutlaka bir katkısı vardır. “Hayatın ve ölümün hangimizin daha güzel ameller yapacağımız noktasında imtihan olmamız için yaratıldığının.” (Mülk 2) şuuru içinde takvayı kuşanarak, tevhid yolunda cehd ve gayret göstererek, Allah rızasını kazanmak için fedakârlık yarışı içinde olmak gerekiyor.
Zaman, gaflet içinde olunacak, çekişmelerle geçirilecek, boş durulacak bir zaman değildir. Kendimiz için, ailemiz, çevremiz, Müslümanlar ve tüm insanlığın iyilik ve hayrı için seferber olma zamanıdır. “Kim zerre kadar hayır işlemişse onu görür, kim de zerre kadar şer (kötülük) işlemişse onu görür.” (Zelzele 7-8) ayeti mucibince bir gün huzur-u ilahide hesaba çekileceğimiz unutmayalım.
Rahman’ın Has Kulları Olabilmek…
Yüce Allah, Furkân Suresi’nde Rahman’ın has kullarının vasıflarını şöyle anlatıyor. “Rahman’ın has kulları yeryüzünde vakarla yürüyen, cahiller onlara laf attığı zaman, ‘selam’ deyip geçen kullardır. Gecelerini rablerine secde ederek, huzurunda durarak geçirirler. ‘Ey Rabbimiz’ derler. ‘Bizi cehennem azabından uzak tut; çünkü onun azabı tükenmeyen bir acıdır.’ Yine o iyi kullar, harcama yaptıkları zaman ne saçıp savururlar ne de cimrilik ederler. Onlar, Allah ile birlikte başka bir tanrıya tapmazlar; haksız yere, Allah’ın dokunulmaz kıldığı insan hayatına kıymazlar, zina etmezler. Yine o iyi kullar, asılsız şeylere şahitlik etmezler; boş ve manasız davranışlarla karşılaştıklarında onurluca çekip giderler. Kendilerine rablerinin ayetleri hatırlatıldığında o ayetler karşısında körler ve sağırlar gibi bilinçsizce davranmazlar. Onlar, ‘Ey Rabbimiz, derler, bize mutluluk getirecek eşler ve çocuklar bahşet; bizi muttakilere önder yap!’ İşte bunlar, zorluklara katlanmalarının karşılığı olarak cennet konağıyla ödüllendirilecek, orada sağlık ve esenlik dilekleriyle karşılanacaklar.” (Furkân 63-76)
Ömür dediğin doğumla ölüm arası bir süredir. Önemli olan bu süreyi Allah için harcamaktır. Öbür dünyada hesap vereceğini bilerek hak yemeden, kul hakkını çiğnemeden, bugün Allah için ne yaptım diye kendini sorgulayan, alnını akıyla bu yolculuğu tamamlayan bir Müslüman olmaktır. Üstat Necip Fazıl; “Gözünü açıyorsun “doğdu” diyorlar. Gözünü kapıyorsun “öldü” diyorlar. Bu göz kırpışa “ömür” diyorlar,” diyerek ömrün, bir göz kırpma kadar kısa olduğuna işaret eder. Esas olanın, bu kısacık sürenin, nasıl güzel bir şekilde Allah rızasına uygun yaşanacağın sorusuna cevap vermektir. Geriye dönüp baktığımızda, her şeyin boş olduğunu, yalnızca yapılan iyilik ve güzelliklerin elimizde kaldığını görürüz.
Allah’ın kitabı kıyamete kadar hükmünü icra edeceğine göre “öncülük etme” görevi hâlâ devam etmektedir. Yaşadığımız bugünkü süreçte, hak ve hakikatin yeniden galebe çalması için, ilkeli, onurlu ve tavizsiz bir tevhid mücadelesinin ön saflarında çaba gösteren, bedel ödemeye hazır “sâbikûn”dan olan şahsiyetlere büyük ihtiyaç vardır. Tevhidi bir hayatın kaim olması için varlığını ve hayatını tehlikeye atıp kendilerini siper edenler, “Ben varım” diyerek ileri atılan, Allah’ın davasında tereddüt göstermeyen yiğit serdengeçtilere ihtiyaç vardır. Hayatın tamamını yeniden inşa edecek bir büyük okumayı gerçekleştirmek için “Ben bir Müslümanım” diyen herkes içinde yaşadığı dünyaya inancı, değerleri ve ilkeleri istikametinde gücü yettiği kadar müdahil olmalıdır. Hepimizin sağlam, kararlı ve kimlikli bir duruş sergilememiz, güzel örneklikler oluşturmamız, aktif ve tebliğci olmamız gerekiyor. Sâbikûn’ların siyasi, sosyal, kültürel hedefleri ve idealleri vardır. Bireysel olarak İslâm’ı yaşamakla yetinmez, bu hedefleri bütün bir hayata geçirmek için canla başla çalışır. Allah’ın davası için mücadele ederler.
Kur’an’da, “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur.” (Nûr 55) denilmektedir. Biz yeter ki o vaade layık Müslümanlar olalım.
Sâbikûn kişiler geçmişte vardı şimdi de vardır, gelecekte de olacaktır. Bu kimseler, Fâtır Suresi’nde bildirildiği üzere Allah’ın kitabının varisleri olacaktır. Kur’ân’ı rehber edinen ve Kur’ân’da “usve-i hasene” (Ahzab 21) olarak tanımlanan Peygamber (s.a.v.) örnekliğini layıkıyla yerine getirebilen müminler, en önde koşarak öncülük edenler, cennetin en güzel yerlerinde nimetler içinde yaşayacaklardır. Vahyî mirasa sahip çıkanlar cennete varis olacaklardır. Onlar dünyada iken imanı, salih ameli, fazileti ve Allah’ın dinine hizmeti tercih ettikleri için, Allah-u Teâlâ da onları ahirette öne geçirip huzuruna alacaktır. Dünyada Allah’a en yakın olan ahirette de en yakın olacaktır. Onlar “Sâbikûn” ve “Mukarrabûn” arasına girmeye hak kazanacaktır.
Hacc Suresi 40’ta buyurulan, “Allah kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.” ayetine icabet ederek niyaz ediyoruz. Rabbimiz bizleri sevip seçtiği, görevlendirdiği hayırda önden giden öncülerden ”sâbikûn” kullarından eylesin. Rabbimiz ayaklarımızı sabit kılsın inşallah.
[1] Mevdudi, Tefhimu’l Kur’ân Kur’ân’ın Anlamı ve Tefsiri, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996, cilt: VI, 93.
[2] Uluslararası İslâm ve Model İnsan Sempozyumu Bildiri Kitabı, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi Yayınları, 2018, s.4.