Müslümanda Eski Gayret Yok

Fikir
Emeti Saruhan’ın röportajı 1950’li yıllarda Ankara’nın İslami çevrelerindeki tüm dernek, siyasi parti gibi oluşumlarında imzası olan, konferans ve panellerin organizasyonunu üstlenen...
EMOJİLE

Emeti Saruhan’ın röportajı

1950’li yıllarda Ankara’nın İslami çevrelerindeki tüm dernek, siyasi parti gibi oluşumlarında imzası olan, konferans ve panellerin organizasyonunu üstlenen Kemal Kelleci, "Biz İslamiyet’i sadece abdest, namazdan ibaret sanıyorduk. 32 Farz’ı ezberleyip, konferanslara gidiyorduk. İslam’ın bir dünya görüşü olduğunu Üstad’ın konferansları ve Fi Zilal tefsiri sayesinde öğrendik" diyor.

Maraton koşucusu

Kemal Kelleci ismi genç nesil tarafından pek bilinmese de bir kuşağa çok şey ifade ediyor. Ankara’da 1950’li yıllardan bu yana İslami çevrenin hemen hemen her sivil toplum kuruluşunda çalışmış, Anadolu’dan gelen fakir öğrencilere burs, yurt bulmuş, kefilliklerini üstlenmiş, tüm ihtiyaçlarına koşmuş, Ankara’da düzenlenen her panelin, konferansın altına imzasını atmış ama hep geride durmuş bir isim. Gözleri kanlanıncaya kadar Kur’an tefsiri okuyan, Anadolu’yu karış karış gezerek öğrendiklerini anlatan bir maraton koşucusu. Kemal Kelleci 78 yaşında ama heyecanından bir şey kaybetmemiş. Aklı hala hizmette. Yakında Anadolu’da yapmayı düşündüğü konferansları planlıyor.

Size İslami bilinci kazandıran çevrelere nasıl girdiniz?

Dayım mecliste polisti. Abdestli namazlı çok temiz bir adamdı. Başta onun etkisi oldu. O zamanlar İslami hareket, Hacı Bayram’dan yürütülürdü. 1950’de Demokrat Parti geldi. Ezan Türkçe’den Arapça’ya döndü. Milletvekilleriyle tanışmaya başladım. Hacı Bayram’da vaazları dinlemeye başladım. Hocalarla diyalog kurdum. Ankara’nın en güçlü vaizleri, Diyanet İşleri Başkanı, müftüler oraya gelirdi.

Kurulan tüm derneklerde görev almışsınız.

Biz o zaman Büyük Doğucuyduk. Üstad’a hayrandık. Büyük Doğu ile çıkar çıkmaz tanışmıştım. Ankara’da dernekler sonradan kuruldu ama bir hükümleri de yoktu. Hükümet "Görülen lüzum üzerine kapattım" deyip kapatıveriyordu. Akıncılar Derneği, Milli Türk Talebe Derneği, Milliyetçiler Derneği, Türk Ocağı, Milli Nizam, Aydınlar Derneği’ni kurduk. Ankara’daki derneklerin hepsinde bulundum. Partilerinde de bulundum. Ali Fuat Başgil ve Menderes’in çalışmalarına katıldım. Büyük Doğu Derneği’nde de faaldim. Ama Üstad’ın parası yoktu. O nedenle çok sürmedi. Sonra ben Dirilişçi oldum. Sezai Karakoç’un "Monna Rosa"sı çıkmıştı.

Ne gibi faaliyetler yapıyordunuz derneklerde?

Ben bu derneklerin her türlü ayak işlerine koşuyordum. Konferans, seminer, panelleri organize ediyordum. Konuşmacı buluyordum. Salon buluyordum. Afişlerini asıyordum. Seyirci buluyordum. Ben zamanında çok sıkıntı çektiğim için Anadolu’dan gelip "Bursum yok, kefilim yok" diyen herkese burs buluyor, kefil oluyordum, ev – yurt ayarlıyordum. Yurt işlettim. Ne kadar dernek, örgüt varsa hepsine koştum. Konferans dendi mi Kemal Kelleci akla geliyordu.

Fİ ZİLAL TEFSİRİ HAYATIMI DEĞİŞTİRDİ

O dönemde nasıl bir ortam vardı Ankara’da?

Dernekleri müstakil olarak kurardık ama her gün "Ne zaman kapatılacak? Bugün mü kapatılacak?" diye korkardık. Burada en önemli hareket Milliyetçiler Derneği’ydi. Hükümet bunlar başımıza bela açar diye 1 lira para cezasıyla kapattı. O zaman entelektüel kitaplar yoktu. Sadece ’32 Farz’, ’54 Farz’, ilmihal, Sami Arslan’ın ‘Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı’ vardı. Biz İslamiyeti sadece abdest, namazdan ibaret sanıyorduk. 32 Farzı ezberleyip, konferanslara gidiyorduk.

Nasıl değişti bu anlayış?

1963’te Mustafa Yazgan konferans veriyordu. Biri "İslamiyet ne olacak" diye bir soru sordu. O da "İslamiyet kıyamete kadar baki" dedi. Böyle söyleyince İslamiyet’in bir dünya görüşü olduğunu anladım. Araştırmaya başladım. Konyalı Vehbi Efendi’nin tefsiri var. Kolay kolay anlayamazsın. Logaritma gibi, Osmanlıca. Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsiri Arapça. Ciddi tefsirler bunlar ancak anlaşılmıyor. Seyyid Kutup’un Fi Zilali’nin çıkacağını duyduk 1974’te. Demiryollarında çalıştığım için sık sık İstanbul’a gelip giderdim. Bekir Karlığa, Rıfat Şengüler çalışıyordu üzerinde. Gittim onlardan bir takım istedim. Bana gönderdiler.

O anlaşılabiliyor muydu?

Fi Zilal’i görünce ben bittim. Baktım, Kur’an anlaşılıyor. Beni bu tefsir sardı. Hem çalışıyorum hem okuyorum. Gece sabahlara kadar Fi Zilal okuyorum. Gözlerim kanlandı. Elime defter alıyorum, mealleri yazıyorum. Kocaman defter oldu. Kur’an anlaşılıyor, bunu anladım ama kimseye söylemiyorum. Çünkü ben ayak işleriyle uğraşan biriyim. Erbakan Hoca’nın talebeleri var, imam hatip mezunları var, ilahiyat mezunları var. Ben bir şey söylesem sen kimsin diyecekler. Hiç bir şey söylemedim, iyi ki de söylememişim. Fi Zilal’i anladıktan sonra İslam’ın bir yaşam biçimi olduğunu anladık. Kur’an’ın anlaşılmasında ana nokta Fi Zilal’in bizim anlayacağımız dilden çıkması ve Üstad’ın konuşmaları, konferanslarıdır.

İSLAMI EN İYİ ANLATAN SEZAİ KARAKOÇ

Konferansları nasıl bir havada cereyan ediyordu?

Salon ağzına kadar dolardı. Üstad diyordu ki "Su şırıl şırıl akar. Deve lap lap lap yürür. Müslüman İslamiyet’i yaşar. Bunun istismarı nerde be gafil!" Salon yıkılırdı. Hanımıyla Dil Tarih’e gelir konferans verirdi. "Türklükse İslamiyet’i kabul ettikten sonra Türklük" derdi. Alkışlamaktan ellerimiz şişerdi. Başka İslam’ı anlatan yoktu ki.

Sezai Karakoç’la nasıl tanıştınız?

Sezai Karakoç’la 1972’de Ankara’da tanıştık. Kitabı toplatılmış, ceza almıştı. Ankara’ya geldi. Sonra af çıkınca tekrar İstanbul’a gitti. Monna Rosa ilk çıktığında ben "Monna Rosa ne ya Allah’ını seversen" demiştim. "Ellerin, ellerin ve parmakların / Bir nar çiçeğini eziyor gibi… / Ellerinden belli olur bir kadın. / Denizin dibinde geziyor gibi / Ellerin, ellerin ve parmakların." Bana anlattılar, "Hanımlar kişiliklerini saflıklarını koruduklarında, nar çiçeği nasıl dokunmadan özelliğini kaybetmezse, denizin dibi nasıl temizse, kadınlar da öyledir" dediler. Dedim bu büyük şair. Hemen Sezai Karakoç okumaya başladım.

Sezai Karakoç’un kitaplarını dağıttınız yıllarca. Sizin için önemi nedir Karakoç’un?

Monna Rosa’yı Ankara’nın her yanına dağıttım. Bana "Sezai Bey Arapça biliyor mu" diye soruyorlar. "Sezai Bey’i ne yapacaksın" diye kızıyorlar. Sezai Karakoç, Mehmet Akif’ten sonra en dolu, en yüklü adam. İslam’ı en iyi Sezai Bey anlatıyor. Korkunç bilgili ve bunu sanatkar bir adamın anlatması başka. Şimdi Anadolu’yu gezip Sezai Bey’i anlatıyorum. 10 il kaldı gideceğim.

MÜSLÜMANDA ESKİ GAYRET YOK

Müslümanların bugünkü durumu nasıl?

Bugün Müslümanlar istedikleri iktidarı getirdiler. İyi tahsil görenler şimdi milletvekili, bürokrat oldular ama o eski gayretli çalışma yok. On bin lira alıyor. İlk evi kıytırık bir semtte 2+1’di şimdi en iyi semtte daha iyi bir yer alıyor. Çıtayı yükseltiyor. Ancak çocuklarıyla iletişimi yok. Kimi örnek alacak bu çocuklar? Eğitim yok.

İslami açıdan mı?

İslami açıdan, sosyal kültürel açıdan eğitilmiyorlar. Babaların bakacak vakti yok. Milletvekili, bürokrat, iş adamı. Sürekli programlardalar, yurt dışına gidip geliyorlar. Çocukların bütün yükü hanımefendiye kalıyor. Hanımefendi kendini yetiştirmişse kızlarda başarılı oluyor ancak erkek çocuklarından çekiniyorlar.

Siz de çok yoğundunuz yıllarca. Çocuklarınıza vakit ayırabildiniz mi?

Çocuklar beni tanımadan büyüdüler. 3 erkek 2 kız beş çocuğum var. Onlarla anneleri alakadar oldu. Kötü çocuklar olmadılar Allah’a şükür. Şuurlu çocuklar, iyi okulları bitirdiler. Benim ne yaptığımı da bilmiyorlardı. Bülent Arınç Bey bir gün bir toplantıda benden bahsetti. "Kemal Abimiz talebelik hayatımızda bizi yönlendirdi" diye bahsedince benim ne yaptığımı öğrendiler, orada tanımaya başladılar. Akif İnan benim için bir espri yapmış. Yıllardır söylenir: "Kemal Kelleci eve bir akşam erken gittiğinde çocuklar ‘Anne bu adam kim?’ diye sormuşlar."

Burnumda sıcak yemek tüterdi

Çocukluğunuz maddi imkansızlıklar içinde geçmiş. Böyle bir ortamda eğitim almayı nasıl başardınız?

Isparta Dedeçam’da doğdum. İlkokulu orada bitirdim. Okumak istiyordum ama maddi durumumuz çok kötüydü. Babam Ankara’da gece bekçiliği yapıyordu. Dayım da mecliste polisti. Konuşup aralarında anlaşmışlar benim Ankara’ya gelmeme kara vermişler. 1948’de, 14 yaşındayken, beni bir arabaya bindirip Ankara’ya gönderdiler. Dayımın adresine göndermişler. Ben babama geldim sanıyorum. Babamı bulamayınca ortada kaldım. Vurulmuşa döndüm. Beni getiren adam da çekip gitmiş. Ağlamaya başladım. 14 yaşındayım, dünyadan haberim yok. Ağlarken bir adam bana acıdı, beni aldı yanında götürdü. Karnımı doyurdu. Manavmış. Sebze meyve haline giderken beni de götürdü. Allah’ın hikmeti bizim peder de orada geziyormuş. Karşılaştık.

Ankara’da şartlarınız nasıldı?

Balgat’ta bir ev tutmuş babam. Elektrik yok. Sanat okuluna kaydoldum. Derslerime kahvede mum ışığında çalışıyorum. Babam gece bekçisi olduğu için haftada bir gün eve geliyor. 3 yıl böyle yaşadım. 5 kilometre yayan yürüyüp okula gidiyordum. 3 yıl sonunda babam memlekete döndü. Bana da dayımın evine yakın küçük bir ev tuttular. Para yok. İş aramaya başladım. Uçak fabrikasında ustanın yanında çırak olarak iş buldum. Yazları simit, Ramazanlarda pide satıyorum. Boş zamanlarda lastik ayakkabı kalıplarında çalışıyorum. Ancak çeyrek ekmek parası bulabiliyorum. Burnumda sıcak yemek kokusu tüterdi. Felaket sıkıntı çektim.

Hiç yardım almadınız mı?

5. sınıfta Etibank’tan burs istedim. O senem çok rahat geçti. İstediğim yemeği yedim, elimde para gördüm. Burs karşılığı mecburi hizmet verdiler. 1.5 sene Tunçbilek’e gidip çalıştım. Döndüğümde akşam okuluna devam ettim. Askerliği de öğretmen olarak yaptım. İlk konferans vermeye orada başladım. Yunan mezalimini anlatıyordum.

Konferans için alt yapınız var mıydı?

Ben korkunç kitap okuyan bir adamım, okumadan duramam. Ağabeylerin konferanslarına gidiyordum. Vaazları dinliyordum. Alt yapı oluşturmuştum kendime. Ben kendimi maraton koşucusu olarak kabul ediyorum. Çok çalışkan biriyimdir. Hergün yeni bir şey öğrenmek için gayret ederim. Konferansları, açık oturumları, panelleri takip ederim.

Meal okuyun dedim birden ortalık karıştı


Fi Zilal’i okuduktan sonra yoğun bir faaliyet içine girmişsiniz.

Fi Zilal’i görünce baktım Kur’an anlaşılıyor. Bunu herkese okutmamız gerek ama üniversite öğrencileri çok fakir. Bekir Karlığa bana "Sen bir kart yaz. Kartla gelenlere yüzde 50 indirimli vereceğiz" dedi. Ben 4 bin takımı yüzde 50 indirimle dağıttım. İş adamlarına birinci hamur, öğrencilere ikinci hamur alırdık. Adım adım Anadolu’yu dolaşıp dağıtımını yapmaya başladım.

Okundu mu peki?

Tabii. Herkes aldı okumaya başladı fakat ayrıntılı, herkes bitiremiyor. "Bu çocuklar meali okusun anlamadığı yeri tefsire baksın" dedim. Bu sözüm hemen yayılmış. "Kemal Kelleci mealci" diye konuşuluyor. Hemen fetva çıkardılar. "Meal eksiktir amel edilmez" diye. Ortalık karıştı. Aleyhimizde cereyanlar başladı. Milletin kafasını karıştırdılar. Başta yayınevleri, kitapçılar. Piyasayı tefsire göre ayarlamışlar çünkü. Dinin en temel kitabının çevirisi eksik görülüyor. Ama biz durmadık. Direndik. Arkadaşlar çalıştılar. İlk Mesajlar diye bir kitap çıkardık. Yüz, yüz elli bin dağıttık. Bize karşı olan saldırılara da "Biz mealci değil Kur’ancıyız" diyerek cevap verdik.

Kur’an konferanslarınız nasıl başladı?

1979’da "Kur’an anlaşılır" diye ilan verdim. O zaman İslam’ı bilen imam hatip mezunları, İslam Enstitüsü mezunları. Onun dışında kimse ne Arapça bilir ne İslam’ı bilir. İslam’ı onlar tebliğ eder. Ben Kur’an anlatacağım deyince Ankara ikiye ayrıldı. "Sen kimsin? İmam hatip mezunu değilsin, Arapça bilmiyorsun" dediler. "Kardeşim ben vereceğim" dedim. Yıllarca üzerinde çalışmışım. Ankara Palas’ta başladım. Ankara’nın yüzde altmışı geldi. 30 sene kimseden tek kuruş almadan Anadolu’yu dolaştım. Kimi tanıyorsam bana salon ayarladı. Kur’an Arapçası kursu da açtık. 150- 200 saatte Kur’an anlaşılır dedik. 25 senedir devam ediyor. Şimdi Ankara’da 5- 6 yerde Kur’an Arapçasını öğreten insanlar var.

Günümüzde anlaşılabiliyor mu Kur’an?

Şimdi en azından açıklanıyor. Bizim hocalar, ilahiyat, imam hatip hocaları, önceden Kur’an anlaşılmaz diyenler bile eski tefsirleri bıraktılar. Her yayınevinin, bir çok hocanın mealleri var ve papatya gibi çoğalıyor. Bilgi açısından daha iyi bir yerdeyiz. Ben de yakında Anadolu’da "Kur’an nasıl anlaşılır" konferanslarına başlayacağım.

Ankara’da kefil dendi mi Kemal Kelleci


Anadolu’dan gelen öğrencilere Ankara’da kol kanat germişsiniz. Nasıl oluştu bu abilik misyonu?

Ben zamanında çok sıkıntı çektiğim için herkese yardımcı oluyordum. Anadolu’nun bir köyünden Siyasal’ı kazanmış gelmiş. Gariban öğrenciler. Siyasilerle diyaloğum vardı. Zamanın Ulaştırma Bakanı Sadetttin Bilgiç’i memleketten tanıyordum. Ona gidiyordum. "Durumu çok kötü, zor durumda olan talebeler var" diyordum, liste veriyordum. Burs veriyorlardı. Odalar Birliği’ne gidip kendimi tanıttım, burs istedim. Verdiler. Erbakan Odalar Birliği’nin başına geldiğinde gidip ondan da burs istedik. O da verdi. AK Parti geldikten sonra herkese burs verdi zaten. Vermeseydi öğrencilerin hali haraptı.

Sizden başka ilgilenen yok muydu?

Ben Demiryolları’na girdikten sonra memur oldum. O zaman Ankara’da okuyup memur olan yok. Kredi başvuruları için iki tane kefil lazım. Ankara’da kim gelirse gelsin kefil Kemal Kelleci’ydi. Bir tane de ailesi buluyordu. Ankara’da okuyan herkese kefil oldum. Adres olarak da Demiryolları’nı veriyordum. Maaşıma haciz geliyordu, yengenin haberi olmuyordu.

Kalacak yer neden sorun oluyordu?

O zamanlar yurtlar ikiye ayrılırdı; solcular, ülkücüler. Bizim çocuklara ne yurt var, ne bir şey. Korkut Özal’a gittik. Petrol Ofisi Genel Müdürü’ydü. Yardım alamadık. Abilere gittik, "Bize ev ayarlayın" dedik. Bir şey çıkmadı. Ben de Beşevler’de bir ev tuttum hanımdan gizli. 3 – 4 sene öğrenciler balık istifi gibi orada kaldılar. Sonra Erbakan koalisyona girince yurt açtı. Talebeler oralarda kalmaya başladılar. Emek’te de ortaokul öğrencilerinin kaldığı bir yurt vardı. İlk Kur’an çalışmalarını da orada başlatmıştık. Herkes çalışıp geliyordu. Anlamadığımız yerleri birbirimize soruyorduk.

Kimler vardı burs bulduğunuz öğrenciler arasında?

İsim vermeyeyim. Ekonomik durumu bozuk olan herkese burs verdik. Bizim kızlar, benim kız tarafı olduğumu bilmezler. Bir gün mecliste bir hanım duruyor kenarda. Nihat Erim’in eşiymiş. Beni tanıştırdı. "Kemal Abi bize burs buldu, imkan verdi, ev tuttu" dedi. Ben hiçbirisinin evine gitmiyorum, o nedenle kız tarafı beni tanımıyor.

Size neden kız tarafı diyorlar?

Fikir ve Aksiyon Birliği vardı. Sait Çekmegil, Selami Çekmegil’le birlikte çalışıyorduk. Onlar yokken ben yürütüyordum çalışmaları. Bir gün bir telefon geldi; "Hatice Babacan diye bir kız var. Profesör eşarbını çıkarmış atmış" diye. Ben hemen atladım gittim. Hatice Babacan ağlıyordu. O zaman talebelerin ödü patlıyor profesörlerden. İmam hatip mezunu asistanlar falan var. Korkularından hiçbir şey söyleyememişler. "Kızım seni tebrik ederim. Burada erkek sensin" dedim. O gün bugündür ben kız tarafıyım. Adım kız tarafı kaldı. Fakat kızların haberi yok.
 

Yeni Şafak