Burcu Bulut’un röportajı
Muhafazakar sanat yerine İslam estetiği kavramının kullanılması gerektiğini belirten Yavuz, ‘Geleneksel bir musikimiz, mimarimiz, minyatürümüz var. Yapılması gereken tek şey geleneksel olanın modern ile birleşerek bugüne aktarılmasıdır’ diyor
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Mustafa İsen’in ‘Muhafazakâr sanatın normlarını oluşturmamız gerekir’ çıkışı, sanat ve edebiyat dünyasında yeni bir tartışmanın pimini çekti. Tartışmalar ‘Muhafazakâr sanat olur mu’ sorusu ekseninde gelişti. Bu meseleyi Türkiye’nin önde gelen düşünce adamlarından ve Türk edebiyatının usta şairlerinden Hilmi Yavuz ile konuştuk. Yavuz, ‘Türkiye’nin muhafazakârlaştığını söylemek kesinlikle mümkün değil’ derken, sanatın muhafazakârlaşmasının da kısır bir tartışmadan ibaret olduğunu belirtiyor. Muhafazakâr sanat yerine İslam estetiği kavramının kullanılmasının daha doğru olacağını kaydeden Yavuz, İslam’ın bir estetik medeniyet olduğu tespitini yaparak ‘Geleneksel bir musikimiz, mimarimiz, minyatürümüz var. Bütün bunlar İslam’ın estetik bir medeniyet olduğunu gösteren değerler değil midir? Yapılması gereken tek şey geleneksel olanın modern ile birleşerek bugüne aktarılmasıdır’ diyor.
Sanatçı gözüyle Türkiye’nin gerçekten de muhafazakârlaştığını düşünüyor musunuz?
Muhafazakârlıktan ne anlamalıyız? İlk önce bunu açıklığa kavuşturmalıyız. Genellikle muhafazakârlık gelenekselcilikle karıştırılır. Gelenekselcilik düşünce tarzının, muhafazakârlık da yaşam tarzının devamlılığını istemek demektir. Muhafazakârlığın gündelik hayatta alışılmış olan yaşam biçiminin değişmemesi, onun sürekli ve devamlı kılınması anlamında kullanıldığını düşünüyorum. Türkiye bu anlamda muhafazakârlaşıyor mu? Hayır! Çünkü muhafazakârlık eski yaşam biçiminin bütünüyle korunması demek! Bugün geçmişteki gibi giyinmiyoruz, yaşamıyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin muhafazakârlaştığını söylemek kesinlikle mümkün değil!
Türkiye’de hakikaten gelişme sayılabilecek bütün yenilikler muhafazakâr diye tanımlanabilecek Demokrat Parti, Özal dönemi ve ardından AK Parti zamanında oldu. Buna rağmen sizce neden muhafazakârlığı, değişimi ve gelişimi simgeleyen bir kavram olarak göremiyoruz?
Aslında her toplumun yaşam tarzında mutlaka belli bir takım değişiklikler olur. Bununla birlikte korunması gereken değerler de vardır. Buna biz ‘değişerek devam etmek’ diyoruz. Yahya Kemal’in ya da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘İmtidat’ dediği şey de bu aslında. Ama bu değişim değerlerden vazgeçmek anlamına gelmiyor. Sözünü ettiğimiz Menderes, Özal, Demirel, Erdoğan dönemleri de geçmişten bu yana muhafaza etmemiz gereken değerlerin önemini vurguluyor. Aslında Türkiye radikal bir biçimde değişiyor. Bu değişiklik içinde bizi inşa eden bazı unsurların kaybolmamasını sağlamak gerekiyor. Aksi halde toplumun bir kimliği olamaz, kimlik geçmiş, tarih demektir.
AKYAVAŞ MİRAC’I ANLATMAK İSTİYORDU
Muhafazakâr sanat tartışmaları ileri-gerici sanatçı ayırımına da neden oldu. Sizin normlarınıza uygun İslam estetiği üretebilen sanatçılar kimler?
Rahmetli Erol Akyavaş bence Türkiye’nin en büyük ressamlarından biriydi. Tam da benim anlattığım gibi geleneksel olanı modern çizgide yeniden üretme konusunda bir projesi vardı. Bu projeyle Taksim meydanında bir enstalasyon (yerleştirme sanatı) kurarak, Mirac’ı, yani Hz. Muhammed’in gökyüzüne yükselişini anlatmak istiyordu. Maalesef hayata geçirilemedi. Bir enstalâsyon ile Mirac neden anlatılmasın? Enstalâsyon bugün modern sanatın en önemli enstrümanlarından biridir. Neden bu enstrümanı alıp, geçmişte bize ait olan bir olayı dile getirmekte kullanmayalım? Kullanılmamasında ısrar etmenin adı muhafazakârlıktır, gericiliktir.
Sizin ölçülerinize göre resmin, heykelin, balenin muhafazakârlaşması söz konusu olabilir mi?
Olamaz! Bunlar çünkü bize ait olan sanat dalları değildir! Biz bunu 19. yy’dan itibaren girdiğimiz batılılaşma süreci içinde edindik. Bizim geleneğimizde bale de yok! Ama bu, bugün balenin olmaması gerektiği anlamına gelmemeli. Böyle bir şeyin olduğunu düşünemiyorum bile. Opera için de aynı şey söz konusu. Bu yenilikler Türkiye’nin modernleşmesine paralel olarak edinilmiştir. Modern sanatın önemini geleneksel sanat gibi tartışılmaz olduğunu düşünüyorum.
Muhafazakâr yönetmenlerin sanat kalitesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Görebildiğim kadarıyla sinemada bu işi en yetkin bir biçimde Derviş Zaim yapıyor. Onun iki filmi benim açımdan çok önemlidir. Biri ‘Cenneti Beklerken’ diğeri de ‘Nokta’dır. İlkinde minyatür meselesini Avrupa resmiyle birlikte edinerek çok farklı bir modern film yapmıştır. Aynı şeyi Nokta’da, tasavvuf ve hat sanatından yararlanarak gerçekleştirmiştir. İslam estetiğinin bugüne taşınmasından kastım da budur. Tabii kendi şiirlerimi de örnek olarak gösterebilirim.
KRİTERİM SADECE ESTETİK
Estetik açıdan kıyaslama yapsanız, laik ya da liberal kesime ait sanatçıların eserleri mi yoksa İslami sanat eserleri mi daha çok hoşunuza gider?
Modern sanat ürünü olan bir eser tıpkı geleneksel bir sanatın modern ha-yata taşınması gibi bir estetik taşıyorsa benim açımdan değerli yapıtlardır. Kriterim sadece estetiktir modern ya da geleneksel olması fark etmez!
Muhafazakâr sanat tartışmasının siyasal bir tartışma olduğunu söylemek doğru olur mu?
Muhafazakâr sanatın ya da benim tanımlamamla İslam estetiğinin bir politik göndermesi yoktur. Ben olaya tamamen estetik anlayışta yaşanan bir problem olarak bakıyorum. Ama Türk insanı bir meselenin zihnen idrak edilebilmesi için onun mutlaka politize edilmesi gerektiği kanısında! Diyelim ki İslam estetiği gibi bir konuyu gündeme getiriyoruz, tartışılmıyor çünkü politize edilecek bir yönü yok! Prof. İsen’in ise politik bir kimliğe sahip olması hiç de böyle bir niyeti yok iken söylediklerinin politize edilmesine neden oldu.
Say, ayrıcalıklı olmadığını bilmeliydi
Fazıl Say’ın bugün sanat, sanatçı ve pek çok konuda tartışma yaratan sözleri için ne diyeceksiniz?
Say, uluslararası ölçekte tanınan ve takdir edilen bir sanatçıdır. Bu kendisine bir takım ayrıcalıklar vehmetmesine neden olabilir. Onu çok iyi anlıyorum ama sorgulanması gereken böyle bir imtiyaza gerçekten sahip olup olmadığıdır. Say’ın böyle bir ayrıcalığa sahip olmadığını bilmeliydi. Yani ‘Ben her şeyi söylerim çünkü ben dünya çapında tanınmış bir sanatçıyım’ gibi bir imtiyaz söz konusu olamaz!
Türk burjuvazisi İslam estetiğine sahip çıkmalı
Oluşan yeni burjuvazinin sanata yatırımı nasıl teşvik edilebilir?
Avrupa Rönesansı’nı örnek almaları gerekir. Rönesans, Avrupa modernleşmesinin neredeyse temel koyucu yapısıdır. Rönesans olmasa ‘Avrupa modernleşemezdi’ diye düşünüyorum. 13. yüzyılda İtalyan ticaret oligarşisi Hıristiyan mitolojisine sahip çıkmıştır. İncil’de anlatılan öykülerin büyük ressamlar tarafından resimlenmesi için para vermişlerdir. Bu koruyucu tavır olmasaydı bugün ne Leonardo’dan ne Michelangelo’dan söz edilirdi ne de Hıristiyan estetiği kavramı ortaya çıkardı. Türk burjuvazisinin de 13. yüzyılda İtalya’dakine benzer bir yaklaşımla hareket etmesi, İslam’ın estetiğini koruması ve sahip çıkması gerekir.
BAŞÖRTÜSÜ ÖNEMLİ KiMLiKLERiMiZDEN BİRİ
Sizce korunması gereken değerler neler?
Örneğin başörtüsü şüphesiz ki kimliklerimizden biridir. Başörtüsünü insanların tümünün başlarını kapamaları anlamında kullanmıyorum. Böyle bir dayatma söz konusu olsaydı ancak o zaman muhafazakârlığın bir gericiliğe dönüştüğünden söz etmek mümkün olabilirdi. Sadece belli bir kesim bu yaşam tarzının muhafaza edilmesi gerektiğini düşünüyor. Buradan yola çıkarak toplumun bütünüyle muhafazakârlaştığını söylemek mümkün değil! Toplum bütünüyle muhafazakârlaşamaz zaten! Hiçbir toplum değişime ve dönüşüme karşı çıkamaz. Dünyanın ve doğanın gereği de budur.
Bir başka tartışma konusu da sanatta muhafazakârlaşmanın olduğu. Buna ne diyeceksiniz?
Bu tartışma Prof. Mustafa İsen’in ‘muhafazakâr sanatın normlarını oluşturmamız gerekir’ biçiminde yaptığı bir açıklama ile başladı. Ama ben sayın İsen’den önce bu meseleyi daha başka bir terminolojide gündeme getirdim. Muhafazakâr sanattan çok daha anlaşılabilir bir kavram olan İslam estetiğini vurguladım. İslam’ın bir estetik medeniyet olduğunu, bu medeniyetin geleneksel ürünlerinin yeniden üretilmesinin mümkün olup olmadığının tartışılması gerektiğini söyledim. Geleneksel bir musikimiz, mimarimiz, minyatürümüz var. Bütün bunlar İslam’ın estetik bir medeniyet olduğunu gösteren değerler değil midir? Yapılması gereken tek şey geleneksel olanın modern ile birleşerek bugüne aktarılmasıdır. Muhafazakâr sanat gibi sınırları belirlenmemiş bir tanımlama yerine İslam estetiği gibi kavramdan yola çıkarak meseleyi ortaya koymak çok daha doğru olur. Önce Refah Partisi’nin sonra da AK Parti’nin iktidara gelmesi ile o muhafazakâr demokrat anlayışa karşı duranlar tarafından çok eski zihinsel kalıpların güncelleştirilmesi gibi bir mesele ortaya çıktı. Geçmişte CHP’nin tek başına iktidar olduğu dönemlerde, dindar bir kimlik; şalvarlı başında takkesi elinde tespihiyle yürüyen ve çarşaflı karılarının da arkasından ilerlediği bir format içerisinde ifade ediliyordu. Geçmişteki bu sembolik dindar tanımlaması, AK Parti’nin iktidar olması ile birlikte yeniden güncelleştirildi. Mesele bundan ibarettir. Bugün dindar insanları hatta sanatçıları yobaz diye niteliyorsak bu CHP’nin laikliği yanlış yorumlanmasının sonucudur.
Yeni Şafak